Ünlü Sosyologlar ve hayatları

Suskun

V.I.P
V.I.P

Prof.Dr. Hilmi Ziya Ülken, (d. 3 Ekim 1901, İstanbul – ö. 5 Haziran 1974, İstanbul). Türk düşünce yaşamında ve Türkiye'de bir felsefe geleneğinin oluşmasında büyük etkisi olmuş felsefeci ve sosyolog.

İstanbul Sultanisi’ni (İstanbul Lisesi) (1918) ve Mekteb-i Mülkiye’yi (A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi) bitirdi (1921). Aynı yıl Darülfünun-ı Osmani (bugün İstanbul Üniversitesi) Edebiyat Fakültesi Beşeri Coğrafya Kürsüsü’ne asistan oldu. Aynı fakültede felsefe tarihi ve sosyoloji öğrenimi gördü. 1933’e değin sosyoloji, felsefe, tarih ve coğrafya öğretmenliği yaptı. Umumi İçtimaiyat (1931), Türk Tefekkürü Tarihi (1932-33, 2 cilt) adlı kitapları yayımlandıktan sonra uzmanlık eğitimi için Almanya'ya gitti (1934). Türkiye’ye döndükten sonra İ. Ü. Edebiyat Fakültesi’nde Türk Tefekkür Tarihi Kürsüsü’ne doçent olarak atandı (1935). 1944 yılında profesör, 1957 yılında ordinaryüs profesör oldu. 1973’te A. Ü. İlahiyat Fakültesi’nden emekli oldu. Hilmi Ziya Ülken, 1938-1943 yılları arasında İnsan dergisini yayımladı ve Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Dergisi’ni yönetti. Türk düşünce tarihi üzerine yaptığı çalışmalarla sosyal bilimlere önemli katkılar sağlamış olan Ülken 5 Haziran 1974’te İstanbul’da öldü.

HI5P7jr.jpg

Hilmi Ziya Ülken

Başlıca yapıtları

Sosyoloji ve felsefe alanındaki çalışmaları
* Umumi İçtimaiyat (1931)
* Aşk Ahlakı (1931)
* Türk Tefekkürü Tarihi (1933-1934)
* İnsanî Vatanperverlik (1933)
* Türk Filozofları Antolojisi (1935)
* Türk Mistisizmini Tedkike Giriş (1935)
* İçtimai Doktrinler Tarihi (1940)
* Ziya Gökalp (1942)
* Dini Sosyoloji (1943)
* Şeytanla Konuşmalar (1943)
* İslam Düşüncesi (1946)
* Ahlak (1946)
* Millet ve Tarih Şuuru (1948)
* Sosyolojinin Problemleri (1953)
* Veraset ve Cemiyet (1957)
* Tarihî Maddeciliğe Reddiye (1958)
* Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi (1966)
* Eğitim Felsefesi (1968)
* İslam Felsefesi (1969)
* Varlık ve Oluş (1969)
* Bilgi ve Değer.
* Ruh ve Beden Meselesi .

Romanları


* Posta Yolu (1941)
* Yarım Adam (1942)
 

Suskun

V.I.P
V.I.P
450px-Immanuel_Wallerstein.2008.jpg

Immanuel Maurice Wallerstein

Immanuel Maurice Wallerstein (d. 28 Eylül 1930, New York) ABD’li sosyolog, tarihsel sosyoloji alanında bilim adamı ve dünya sistemler analisti.
Eğitimi ve akademik kariyeri
New York'ta doğan Wallerstein’ın dünya sorunlarına ilgisi henüz küçük yaşlarda başladı, özellikle Hindistan'da sömürge karşıtı harekete merak duydu. Columbia Üniversitesi’nde eğitimini sürdüren Wallerstein, bu üniversiteden, 1951’de B.A., 1954’te M.A. ve 1959’da Ph.D. derecelerini aldı. 1971 yılında McGill Üniversitesi’nde sosyoloji profesörü oluncaya dek burada ders verdi. 1976’da Binghamton Üniversitesi’nde (SUNY) sosyoloji alanında önde gelen öğretim üyelerin biri olarak, 1999’daki emekliliğine kadar görev aldı, ayrıca 2005 yılında emekliliğine dek Fernand Braudel Merkezi’nin başkanlığını sürdürdü. Konuk profesör olarak dünya çapında çeşitli üniversitelerde görev alan Wallerstein çeşitli ödüllerle onurlandırıldı. Aralıklarla Directeur d’études associé titri ile Paris’te École des Hautes Études en Sciences Sociales'de görev aldı. 1994 ve 1998 yılları arasında Uluslararası Sosyoloji Birliği’ne başkanlık yaptı. 2000 yılında Yale Sosyoloji bölümüne kıdemli araştırmacı olarak katıldı. Ayrıca Social Evolution & History adlı derginin danışma kurulunda bulundu.
Teorileri
Wallerstein akademik kariyerine post-kolonyal Afrika uzmanı olarak başladı. Bu alanı, 1951'de gerçekleştirilen bir uluslararası gençlik konferansı sonrasında seçti ve 1970’lere kadar çalışmalarını sadece bu alanda gerçekleştirdi. Bu tarihden itibaren kendini bir tarihçi ve makro düzeyde küresel kapitalist ekonomi teorisyeni olarak tanımlamaya başladı. Küresel kapitalizme erken dönem eleştirileri ve "sistem karşıtı” hareketlere desteği son dönemde onun, küreselleşme karşıtı hareket içinde bulunan akademik ve diğer muhalif çevrelerde- Naom Chomsky ve Pierre Bourdieu ile birlikte- önemli bir yer edinmesini sağladı.
Dünya Sistemler Teorisi

Wallerstein, “Üçüncü Dünya” teorilerini reddeder, ve ekonomik değişim ilişkilerinin oluşturduğu komplex bir ağ ile birbirine bağlı tek bir dünya olduğunu savunur: içinde, kırılmaları açıklayan “sermaye ve emek dikotomisi” ve birbiri ile rekabet içinde olan (tarihsel olarak ulus devletleri kapsayan ama onunla sınırlı olmayan) ajanlarca gerçekleştirilen sonsuz “sermaye birikimi”nin bulunduğu bir “dünya ekonomi” veya “dünya-sistem”. Bu yaklaşım Dünya Sistemler Teorisi adı ile bilinmektedir.

Wallerstein, "Dünya sistem teorisi"ni 1974 yılında yayınladığı Modern Dünya Sistem kitabında dile getirdi. Kitabında dünyanın, 16. yüzyıldan beri uluslararası işbölümü ile karakterize edilen bir dünya sistemini yaşadığını savundu. “Modern dünya sistem”in kökeni olarak Wallerstein, 16. yüzyıl Batı Avrupası ve Amerikalar'ını gösterir. Sermaye birikiminde başlangıçta Fransa ve İngiltere’de görülen belirli politik olaylar, aşama aşama bir genişleme sürecini başlattı ve sonucunda bugün, sadece bir küresel değişim ağı kaldı. 19. yüzyılla birlikte yeryüzünün her köşesi kapitalist dünya ekonomiye entegre oldu.

Dünyanın her köşesine uzanan kapitalist dünya-sistem kültürel, siyasal ve ekonomik açıdan homojen olmaktan çok uzak bulunmaktadır- Aksine dünya-sistem medeniyetler arasında gelişme farklılıları ve politik gücün ve sermayenin artışındaki temel farklılıklarla karakterize edilir. Modernleşme ve kapitalizm teorilerinin iddiasının aksine , Wallerstein bu farklılıkları sistemin bir bütün olarak gelişmesi ile bertaraf edilebilecek sırf tortular veya düzensizlikler olarak görmez. Bunlar dünyanın merkez, yarı çevre ve çevre olarak bölünmesinde olduğu gibi dünya-sistem’in kalıtsal bir özelliğidir.
Merkez Çevre

Dünya sistem teorisi, dünyanın merkez ve çevre olarak bölündüğünü savunur ayrıca bunlar arasında yarı çevre olarak adlandırılan ve tanımını diğerleri ile ilişkisine göre kazanan bölgelerde bulunmaktadır. Bu ayrışmada, merkez ve çevre arasında yapısal ve kurumsallaşmış bir “işbölümü” bulunmaktadır: Merkez, yüksek düzeyde teknolojik ilerlemeye sahip ve ileri düzeyde ürünler üretirken; çevrenin rolü, merkezin temsilcilerine ham madde, tarımsal ürün, ve ucuz işgücü sağlamaktır. Merkez ve çevre arasındaki değişim eşit olmayan şartlarda gerçekleşir: Çevre ürünlerini ucuz fiyatlardan satmak zorundadır fakat buna karşılık merkezin ürünlerini daha pahalı almak zorundadır. Ayrıca, yarı çevre adı ile adlandırılan merkeze göre çevre, çevreye göre merkez eğilimi gösteren bir bölge vardır. 20. yüzyılın sonlarında bu bölge Doğu Avrupa, Çin, Brezilya gibi alanları kapsayacaktır. Bazı durumlarda, çevre ve merkez bölgeler aynı coğrafi alanda çok yakın işbirliği içinde olabilir.


Dünya-sistemin başlangıcından itibaren sürekli genişlemesinin bir etkisi şeylerin sürekli metalaşmasıdır, buna insan emeği de dahildir. Doğal kaynaklar, toprak, emek ve insan ilişkileri aşama aşama kendi özgün değerinden soyutlanır ve ona bir değişim değeri belirleyen pazarda metaya dönüşür.

Wallerstein'a göre tarif ettiği dünya sistemin 1945'ten beri egemen gücü Amerika Birleşik Devletleri bu özelliğini kaybetmektedir. 11 Eylül ve ardından ortaya çıkan gelişmeler bunun en son ve en belirgin kanıtıdır.
Praksis

İçinde yaşadığımız dünya sisteminin hızla temel bir değişime doğru gittiğini ve tercih ve seçimlerimizle insan iradesine hiç olmadığı kadar açık hale geldiğini savunan Wallerstein ne yapabileceğimiz konusunda şunları söyler: "Hepimizin üçlü bir görevi olduğu yolundaki görüşüme bağlı kalıyorum: Gerçekliği eleştirel ve ayık bir kafayla analiz etmekle ilgili entelektüel görev; bugün öncelik vermemiz gereken değerlerin neler olduğuna karar vermekle ilgili ahlaki görev ve dünyanın, kapitalist dünya sistemimizin şu anki kaotik yapısal krizinden çıkıp, mevcut sistemden gözle görülür ölçüde daha kötü değil de, gözle görülür ölçüde daha iyi olacak farklı bir dünya sistemine geçmesi olasılığına hemen nasıl katkıda bulunabileceğimize karar vermekle ilgili siyasi görev."
Alıntılar
16. yüzyılda Avrupa, tepinen ehlileştirilmemiş bir ata benziyordu. Bazı grupların, özel bir işbölümüne dayalı dünya-sistem kurma, sistemin siyasi ve ekonomik garantörleri olarak merkez alanlarda ulus devletler yaratma, ve sadece 'kârın değil ayrıca sistemin sürdürülebilmesi için oluşan maliyetin işçiye kesilmesini sağlama çabalarının gerçekleşmesi kolay değildi. Bunu gerçekleştirme başarısını Avrupa gösterdi, 16. yüzyılın itici gücü olmasaydı, modern dünya doğmamış olacaktı ve tüm gaddarlığına karşı doğmuş olması, olmamasından daha iyidir.

Kaynak: "Modern Dünya-Sistem"

Tarihsel bir sistem olarak kapitalizmin, kendinden önceki tarihsel sistemleri yıkarak ve değiştirerek onların üstünde bir ilerlemeyi temsil ettiği düşüncesi açıkçası doğru değildir. Bunu yazdığım için dahi, tanrılara hakaret gibi bir duyguya eşlik eden bir rahatsızlık hissediyorum. Akranlarım gibi aynı ideolojik atölyede biçimlendirilmiş ve aynı tapınakta ibaded etmiş olmaktan dolayı tanrıların gazabından korkuyorum.

Kaynak: "Tarihsel Kapitalizm"


Eserleri

Türkçe'ye çevirilen kitapları:


* Amerikan Gücünün Gerileyişi (2004) ISBN 975-342-440-X
* Bildiğimiz Dünyanın Sonu / Yirmi Birinci Yüzyıl İçin Sosyal Bilim (2000)
* Geçiş Çağı / Dünya Sisteminin Yörüngesi (1945-2025) (2001)
* Güncel Yorumlar (2001)
* Irk Ulus Sınıf / Belirsiz Kimlikler (Etienne Balibar ile, 1995)
* Jeopolitik ve Jeokültür (1993) ISBN 975-355-081-2
* Küreselleşme ve Terör / 2 Cilt Takım / Terör Kavramı ve Gerçeği / Terörizm, Saldırganlık, Savaş (2001) ISBN 975-8382-67-5
* Küreselleşme ve Terör / Terör Kavramı ve Gerçeği / 1. Kitap ISBN: 9758382683
* Liberalizmden Sonra (1998) ISBN 975-342-199-0
* Sistem Karşıtı Hareketler 1995 ISBN 975-342-070-6
* Sosyal Bilimleri Düşünmemek / 19. Yüzyıl Paradigmasının Sınırları(1999) ISBN 975-7112-42-9
* Tarihsel Kapitalizm (1992) ISBN 975-7650-90-0
* Ütopistik ya da 21. Yüzyılın Tarihsel Seçimleri (2001) ISBN 975-7112-86-0
* Yeni Bir Sosyal Bilim İçin (2003) ISBN 975-8242-64-4
* Sosyal Bilimleri Açın / Sosyal Bilimlerin Yeniden Yapılanması Üzerine Gulbenkian Komisyonu Raporu; Gulbenkian Komisyonu; Editör: Immanuel Wallerstein (1998) ISBN 975-342-099-4
* İKİ KÜLTÜRÜ AŞMAK /MODERN DÜNYA SİSTEMİNDE FEN BİLİMLERİ İLE BEŞERİ BİLİMLER AYRILIĞI KOORDİNASYON RICHARD E. LEE I. WALLERSTEIN
* Güncel makaleleri sendika.org [1] tarafından düzenli olarak Türkçe'ye çevrilmekte ve yayınlanmaktadır.

İngilizce Eserleri:

* 1961: Africa, The Politics of Independence. New York: Vintage.
* 1964: The Road to Independence: Ghana and the Ivory Coast. Paris & The Hague: Mouton.
* 1967: Africa: The Politics of Unity. New York: Random House.
* 1969: University in Turmoil: The Politics of Change. New York:Atheneum.
* 1972 (with Evelyn Jones Rich): Africa: Tradition & Change. New York:Random House.
* 1974: The Modern World-System, vol. I: Capitalist Agriculture and the Origins of the European World-Economy in the Sixteenth Century. New York/London: Academic Press.
* 1979: The Capitalist World-Economy. Cambridge: Cambridge University Press.
* 1980: The Modern World-System, vol. II: Mercantilism and the Consolidation of the European World-Economy, 1600-1750. New York: Academic Press.
* 1982 (with Terence K. Hopkins et al.): World-Systems Analysis: Theory and Methodology. Beverly Hills: Sage.
* 1982 (with Samir Amin, Giovanni Arrighi and Andre Gunder Frank): Dynamics of Global Crisis. London: Macmillan.
* 1983: Historical Capitalism. London: Verso.
* 1984: The Politics of the World-Economy. The States, the Movements and the Civilizations. Cambridge: Cambridge University Press.
* 1986: Africa and the Modern World. Trenton, NJ: Africa World Press.
* 1989: The Modern World-System, vol. III: The Second Great Expansion of the Capitalist World-Economy, 1730-1840's. San Diego: Academic Press.
* 1989 (with Giovanni Arrighi and Terence K. Hopkins): Antisystemic Movements. London: Verso.
* 1990 (with Samir Amin, Giovanni Arrighi and Andre Gunder Frank): Transforming the Revolution: Social Movements and the World-System. New York: Monthly Review Press.
* 1991 (with Étienne Balibar): Race, Nation, Class: Ambiguous Identities. London: Verso.
* 1991: Geopolitics and Geoculture: Essays on the Changing World-System. Cambridge: Cambridge University Press
* 1991: Unthinking Social Science: The Limits of Nineteenth Century Paradigms. Cambridge: Polity.
* 1995: After Liberalism. New York: New Press.
* 1995: Historical Capitalism, with Capitalist Civilization. London: Verso.
* 1998: Utopistics: Or, Historical Choices of the Twenty-first Century. New York: New Press.
* 1999: The End of the World As We Know It: Social Science for the Twenty-first Century. Minneapolis: University of Minnesota Press.
* 2003: Decline of American Power: The U.S. in a Chaotic World. New York: New Press.
* 2004: The Uncertainties of Knowledge. Philadelphia: Temple University Press.
* 2004: World-Systems Analysis: An Introduction. Durham, North Carolina: Duke University Press.
* 2004: Alternatives: The U.S. Confronts the World. Boulder, Colorado: Paradigm Press.
* 2006: European Universalism: The Rhetoric of Power. New York: New Press.
 

Suskun

V.I.P
V.I.P
Ibnhaldun.jpg

İbn Haldun
İbn Haldun, (Arapça: ولي الدين عبد الرحمن ابن محمد بن محمد بن أبي بكر محمد بن الحسن‎ ; Walī ad-Dīn ʿAbd ar-Raḥmān ibn Muḥammad ibn Muḥammad ibn Abī Bakr Muḥammad ibn al-Ḥasan) 1332-1406 (Hicrî 732 / 808) yılları arasında yaşamış astronom, iktisatçı, tarihçi, matematikçi, sosyal bilimci ve İslam bilginidir. Tam adı Abdurrahman b. Muhammed b. Ebu Bekr Muhammed b. Hasan’dır.

İbn Haldun, 1. Ramazan ayında 1332 yılında Tunus’ta, nesli sahabilerden Vâil b. Hacer’e uzanan, Arap bir ailede doğdu. Aslı Yemen kabilelerinden Hadramut’a kadar uzanır. Dedelerinden, ilk olarak Halid b. Osman, Endülüs’teki Karmuna’ya hicret etti. Endülüs halkının âdeti olarak Halid olan ismine u ve n harfleri eklenerek ismi Haldun’a dönüştü.

Yaşam öyküsü

İbn Haldun'un yaşamı çok iyi şekilde belgelenmiş ve özgeçmişini التعريف بابن خلدون ورحلته غربا وشرقا‎; at-taʿrīf bi-ʾbni Ḫaldūn wa-riḥlatu-hu ġarban wa-šarqan isminde anlatan bu kitap 1951 yılında Kahire'de Muħammad ibn-Tāwīt at-Tanjī tarafından yayınlanmıştır. İbn Haldun banū chaldūn isminde asil bir aileden, birkaç kuşak Carmona ve Sevilla, Endülüs (İspanyolca: Andalucía; Arapça: الأندلس‎ Al-Andalus)'de yaşamışlardır. Zaten Haldun aile ismi kökeni öncülleri Halid'ten gelir[1]. Özgeçmişinde İbn Haldun, kökeninin İslam Peygamberi Muhammed Mustafa sav. zamanında arap-yemen kabilelerinden Hadramut’a kadar uzandığından ve ailesinin İslami fetih başlarında İspanya'ya geldiğinden bahseder.

Kendi deyimiyle;
“ "ve bizim ecdadımız, Hadramut'dan Yemen Araplarından Vail bin Hacer (Wa'il ibn Hajar), ünlü iyi tanınmış ve saygın Araplar." (sayfa 2429, Al-Waraq yayını). ”
Eğitim ve Öğrenim
Ailesi o zamanlar kuzey Afrika'da en iyi öğretmenlerden eğitim almasını sağlamıştır. Kaliteli bir Arap eğitimi olan, Kur'an, Arap dilbilimi, Hadis ve İslam hukuk (Fıkıh) (Arapça: فقه) alır. Ayrıca tasavvuf, matematikçi ve filosof al-Ābilī'den Matematik, Mantık (Greek: λογική) ve Felsefe eğitimini alır, İbn Rüşt (Arapça: أبو الوليد محمد بن أحمد بن محمد بن رشد‎, Abū l-Walīd Muḥammad bin Aḥmad ibn Muḥammad bin Rušd), İbn Sina (Arapça: ابو علی الحسین ابن عبدالله ابن سینا‎, Abū ʿAlī al-Ḥusayn ibn ʿAbd Allāh ibn Sīnā), Fahreddin Razi (Arapça: أبو عبدالله محمد بن عمر بن الحسین فخرالدین الرازي, Abu Abdullah Muhammad ibn Umar ibn al-Husayn al-Taymi al-Bakri al-Tabaristani Fakhr al-Din al-Razi) ve Şerafeddin al-Tusi (Arapça: شرف الدين الطوسي, Sharaf al-Dīn al-Tūsī)'nin eserlerini öğrenir. İbn Haldun 17 yaşında iken üç kıtayı, tabii ki Tunus şehrini de, etkisi altına alan Büyük Veba Salgınında ailesini kaybeder.
Tunus, Fas ve Gırnata'da ilk yılları

Eğitimi bitince Tunus şehrinde Hafsid hanedanından Sultan Abu İshak İbrahim II. al-Mustansır'ın yazmanı olarak çalışır. Daha sonra Tunus'dan Fas'a taşınır, 20 yaşına gelince onun siyasal meslek hayatı başlar, Sultan Abu İshak emriyle İbn Tafrāgīn'nin yanında idari işler görevi verilir.


Yaklaşımları
Özellikle köy-kent farklılaşması hakkında toplumsal çözümlemeler getirmiştir. Ünlü eseri Mukaddime'nin 2. bölümünde, göçebe-köy toplumsal yaşamı ile yerleşik-kent toplumsal yaşamı arasında önemli saptamalar yapmıştır. Ona göre, göçebe-köy toplumsal yaşamı, yerleşik-kent toplumsal yaşamından önce başlamıştır. Köy halkı, kent halkından daha sağlam, mert, özgüveni daha fazla, özgür, köklü ve az bozulmuştur. Köy aile yaşamı, kent aile yaşamından daha dengeli, daha sağlam ve daha huzurludur. Toplumsal bilinç ve duyarlılık, karşılıklı yardımlaşma ve dayanışma köy toplumsal yaşamında daha fazladır. Ayrıca yaşlılara ve kadınlara verilen saygı ve değer de çok daha fazladır. İbn haldun tüm krallıkların da tıpkı canlı organizmalar gibi doğum,gelişme,duraklama ve ölüm evreleri olduğunu; doğum ve gelişme gibi evrelerin göçebe yaşam kültür ve ahlakının sonucu olduğunu, zamanla kent yaşamına alışan uygarlıklarınsa gerilemeye ve ölmeye başladıklarını(yokolmuş medeniyetleri ve yaşadığı dönemin olaylarını örnek göstererek)ileri sürmüştür. İbn Haldun'dan önceki tüm tarihçiler olayları tek tek ele alıp, hikâye gibi anlatmış, bir senteze gidememişlerdir. İbn Haldun ise tek tek fenomenlerden yola çıkarak ünlü tarih tezini öne sürmüş, böyleliklede sosyoloji adını verdiğimiz bilim dalı kendisiyle başlamıştır. İktisadi kalkınma ve sosyal huzurun arasında yakın bir ilişki vardır. Güçlü devlet iktisadi kalkınma için uygun zemin hazırlar, iç ve dış güvenliği sağlar. İbn Halduna göre, devlet ekonomik hayata müdahale etmemelidir. Devlet müdahale ederse ve vergileri arttırırsa, kişilerin yaratıcılık arzuları kırılır, üretim azalır ve neticede hem fertlerin hem de devlerin geliri azalır. Bu bakımdan, İbn Haldun, liberal bir iktisat politikası ve özgürlükten yanadır.

Eserleri
800px-Ibn_Chaldun.JPG

Yazarın kendi el yazması başsayfası: Lubab al-muhassal

* Lubab al-muhassal fi usul ad-din (لباب المحصل في أصول الدين‎; lubābu ʾl-muḥaṣṣal fī uṣūli ʾd-dīn)
* Schifa' as-sa'il (شفاء السائل‎; šifāʾu ʾs-sāʾil)
* ʕallaqa li-l-Sultān
* Kitāb al-ʿibar (كتاب العبر وديوان المبتدأ والخبر في أيام العرب والعجم والبربر ومن عاصرهم من ذوي السلطان الأكبر‎; kitābu ʾl-ʿibar wa-dīwānu ʾl-mubtadaʾ wa-ʾl-ḫabar fī ayyāmi ʾl-ʿarab wa-ʾl-ʿaǧam wa-ʾl-barbar wa-man ʿāṣara-hum min ḏawī ʾs-sulṭāni ʾl-akbar)
* التعريف بابن خلدون ورحلته غربا وشرقا‎; at-taʿrīf bi-ʾbni Ḫaldūn wa-riḥlatu-hu ġarban wa-šarqan

Kendi yaşam öyküsünü anlataan bu kitab 1050 yılında Kahire'de Muħammad ibn-Tāwīt at-Tanjī tarafından yayınlanmıştır.

al-Muqaddima
Mukaddime (المقدّمة; al-muqaddima) Franz Rosenthal'ın çeviriyazısı Muqaddımah (Almanca)
 

Suskun

V.I.P
V.I.P
İsmail Beşikçi (d. 1939, İskilip), Türk toplumbilimci ve yazardır. Özellikle Kürtler, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu ve Türkiye'de tek partili dönemine ait eserleriyle tanınır.

Özgeçmişi

İskilip'te ilkokulu okuduktan sonra Çorum Lisesi'ni bitirerek, 1962 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu. 1965-1971 yılları arasında Erzurum'daki Atatürk Üniversitesi'nde asistanlık yaptı. Atatürk Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi'nde sosyoloji asistanı iken aynı bölümde sosyoloji doçenti olan Orhan Türkdoğan tarafından, Marksist propaganda ve bölgecilik yaptığı gerekçesiyle ihbar edilen Dr. İsmail Beşikçi, 12 Mart 1971 döneminde sıkıyönetim mahkemelerinde yargılandı ve üniversite ile ilişiği kesildi. 1974 affıyla cezaevinden çıktı, daha sonra Kürt sorununu işleyen düşüncelerinden ötürü yargılandı.

Kürt sorunu üzerine araştırmaları ve yazılarıyla tanınan Beşikçi, sekiz kez cezaevine girip çıktı ve yaşamının 17 yılı cezaevinde geçti. 12 Eylül askeri darbesinden önce 1979'da cezaevine girer ve 1987'de serbest bırakılır ancak davalar bir türlü peşini bırakmaz bu davalardan giydiği hükümlerle 1999'a kadar tutuklu kalmıştır. 1999 yılında yapılan sınırlı yasal düzenleme sonucu tahliye olduğunda hakkında toplam 100 yıl hapis ve 10 milyar lira para cezası verilmiştir. İsmail Beşikçi'nin yayımlanan 36 kitabından 32'si Türkiye'de yasaklandı.

Atatürk Üniversitesi'nde asistanlığı döneminde doktora tezi olarak hazırladığı "Alikan Aşireti Üzerine Sosyolojik Bir İnceleme", alanında Türkiye'de yapılmış önemli sosyolojik bilimsel çalışmalardan biridir.

Beşikçi sarı hoca lakabıyla da tanınmaktadır.
 

Suskun

V.I.P
V.I.P
800px-JuergenHabermas.jpg

Jürgen Habermas

Jürgen Habermas (d. 18 Haziran 1929, Düsseldorf) Alman felsefeci/felsefe profesörü, sosyolog ve siyaset bilimci.

Eleştirel kuram ve Amerikan pragmatizmi geleneğine mensuptur. En çok kuramında temellendirdiği kamusal alan (public sphere) kavramı ve iletişimsel eylemin pragmatizmi ile tanınır. Çalışmaları bazen Yeni-Marksist olarak adlandırılır. Özellikle, sosyal kuramın temelleri ve epistomoloji; gelişmiş kapitalst endüstri toplumu ve demokrasi analizi; eleştirel sosyal evrimci içerikte yasaların hükmü; ve çağdaş –özellikle Alman—siyaseti üzerine odaklanır.

Modern liberal kurumlar içinde gömülü akılcı-eleştirel iletişim ve insanların iletişim, tartma ve akılcı çıkarlar peşine düşme yeteneklerinde aklın olabilirliğine, özgürleştirilmesine yönelik kuramsal bir sistem geliştirmiştir.

Kasım 2005 ve Haziran 2008 tarihlerinde ABD'den Foreign Policy ve İngiltere'den Prospect dergilerinin internet üzerinden okuyucu anketleri ile oluşturduğu Dünyanın ilk 100 entellektüeli listelerinde, 2005 yılında 7., 2008 yılında 22. sırada yer almıştır.

Hayatı ve Düşüncesi
1961 yılında Marburg'da doçent oldu. 1961-1964 yılları arasında Heidelberg'de felsefe dersleri verdi. 1964 yılında Frankfurt Üniversitesi'nde felsefe ve sosyoloji profesörü oldu. 1971-1981 yıllarında Starnberg'deki, bilim-teknik dünyasının yaşam koşullarını araştıran Max Planck Enstitüsü'nün müdürlüğünü yaptı. 1981'de Berkeley Üniversitesi'nde konuk profesör olarak bulundu. 1982 yılında Frankfurt Üniversitesi'ne profesör olarak geri döndü. 1994 yılında buradan emekli oldu ve Northwestern University'de konuk profesör olarak seminerler verdi.
Kuramı

Habermas geniş çerçeveli bir sosyal kuram ve felsefeye son derece zengin düşüncelerle uğraşmıştır:

* Immanuel Kant, Friedrich Schelling, Georg Hegel, Wilhelm Dilthey, Edmund Husserl, ve Hans-Georg Gadamer’in Alman felsefi düşüncesi.
* Marksist gelenek – hem Karl Marx’ın düşüncesi hem de Frankfurt Okulunun eleştirel yeni-Marksist kuramı, Max Horkheimer, Theodor Adorno, ve Herbert Marcuse gibi.
* Max Weber, Émile Durkheim, ve George Herbert Mead’in sosyolojik kuramları.
* Ludwig Wittgenstein, J.L. Austin, ve John Searle’in dilbilimsel felsefe ve konuşma etkinliği (speech act) kuramları.
* Charles Sanders, Peirce ve John Dewey’in Amerikan pragmatiklik geleneği, ve Talcott Parsons ve Niklas Luhmann’ın sosyolojik sistemler kuramı..
* yeni-Kantçı düşünce.

Jürgen Habermas, kendi en büyük başarısı olarak iletişimsel eylem ya da iletişimsel rasyonalizm kuramı ve kavramını görür. Bu akılcı gelenekten akılcılığı kişilerarası dilbilimsel iletişim yapıları içine yerleştirmesiyle ayrılır, kozmozun ya da bilme öznelinin yapılarına yerleştirmez. Bu sosyal kuram, kapsayıcı bir evrensel ahlaki çerçeve oluştururken, insan özgürleşmesi amaçlarına ilerler. Bu çerçeve evrensel pragmatiklik denilen –ki tüm konuşma eylemlerinin içsel bir telos’u (Yunanca amaç ya da hedef) vardır—karşılıklı anlayış hedefi, ve insanoğlu böyle bir anlayış getirebilecek iletişimsel yeterliliğe sahiptir tartışmasına yaslanır. Habernas bu çerçeveyi, Ludwig Wittgenstein, J. L. Austin, ve John Searle’nin konuşma-eylemi (speech-act) felsefesi, George Herbert Mead’in zihin ve kendi’nin interaktif oluşumu sosyolojik kuramı, Jean Piaget ve Lawrence Kohlberg’in ahlaki gelişim ve Heidelberg’in çalışma arkadaşı Karl-Otto Apel’ın ahlak tartımı (discourse ethics) kuramları üzerinden inşa etmiştir.

Habermas, Kant’ın, aydınlanma ve demokratik sosyalizmin geleneklerini ilerletir; vurguladığı dünyayı dönüştürme gizilgücüyle ve daha insanca, adil ve eşitlikçi topluma insanın akli gizilgücünün gerçekleştirilmesiyle, kısmen de ahlaki tartım (discourse ethics) yoluyla ulaşılmasıdır. Habernas aydınlanmamın bitmemiş bir süreç olduğunu teslim ederken, düzeltilmesi ve tamamlanması gerektiğini tartışır, atılmasını değil.

Sosyoloji için, Habermas’ın en büyük katkısı toplumun evrimi ve modernizasyonu hakkındaki kapsamlı kuramıdır, bir yandan iletişimsel akılcılık ve rasyonalizasyon arasındaki ayrıma ve diğer yandan stratejik/araçsal akılcılığa ve rasyonalizme odaklanır. Bu, Talcott Parsons’un bir oğrencisi Niklas Luhmann’ın ayrım-bazlı sosyal sistemler kuramının, iletişimsel duruş açılı bir eleştirisini içerir.

Modernite ve sivil toplumu savunusu pekçok başkaları için bir esin kaynağı olmuştur, ve postyapısalcılık çeşitlemelerine karşı en önemli felsefi alternatif olarak adlandırılır. Ayrıca geç kapitalizm ile ilgili de etkili bir analiz de sunmuştur.

Habermasda toplumun akılcılaşması, insanlaşması ve demokratikleşmesi görüşü, salt insan türüne özgü iletişimsel yetkinliğinin doğasındaki akılcılık gizilgücünün kurumsallaştırılmasıdır. Habernas iletişim yetkinliğinin evrim sürecinde geliştiğine inanır, fakat çağdaş toplumda çoğu zaman bastırılmış ya da zayıflatılmıştır; pazar, devlet ve örgütler gibi sosyal yaşam ana alanlarında, stratejik/araçsal akılsallık tarafından galebe çalınarak ve böylece yaşamdünyası yerine sistem mantığı geçirilerek.
Kamusal Alan (public sphere)
Jürgen Habermas, kamusal alan (public sphere) kavramı üstüne yoğun olarak yazmıştır. 18’inci yüzyılda Fransa’daki "café"lerde (coffee houses) geçen diyalogları kullanmıştır. Politik sorunların akılcı tartışıldığı yer kamusal alandı ki, burjuva kültürünün kahvehaneler, entelektüel ve edebiyat salonları ve yazılı basın gibi merkezler etrafında gelişmesiyle parlamenter demokrasi mümkün olabilmişti. Bu da Aydınlanmanın eşitlik, insan hakları ve adalet ideallerini ileri götürebilmişti. Halk alanında bir çeşit akılcı fikir alışverişi ve eleştirel tartışma normu kılavuzdu ve kişinin tartıştığı fikirlerin gücü kişinin kimliğinden daha önemliydi.

Habermas’a göre bu etkenlerin değişkenleri nihayetinde Aydınlanmanın burjuva halk alanının çürümesiyle sonuçlandı. En önemlisi, yapısal güçler, özellikle de ticari kitle medyası, öyle bir durumla sonlandı ki medya daha çok bir emtia –mal, tüketilecek bir şey oldu— halk tartışma alışveriş alanı aracı yerine.

Habermas bu alanı hem onu destekleyen gerçek bir içselyapısal hem de eleştirel politik tartımın yeşermesine yardım eden normlar ve pratikler olarak tanımlar. Kamusal alana bir kavram olarak bakmak ile tarihsel bir oluşum olarak bakmak arasında ayrım yapar. Görüşüne göre, kamusal alan fikri şu tasarımı da içerir, özel varloluşlar bir halk varoluşu olarak beraber gidecek ve akılcı mutaalalarla, devleti etkileyecek karar alımlarıyla uğraşacaktır. Tarihi bir yapılanma olarak halk alanı, aile yaşamından, iş dünyasından ve devletten ayrı bir “uzam” içerir.

Baş eseri Theory of Communicative Action -İletişimsel Eylem Kuramı- (1984) kitabında ekonomik ve yönetimsel akılcılaşma güçlerinin yaptığı tek yanlı modernleşme sürecini eleştirmiştir. Habermas günlük yaşamımızda resmi sistemlerin artan müdahalelerini, refah devleti, tekelci büyük şirket kapitalizmi ve kitle tüketim kültürü gelişmeleri paralelinde işlemiştir. Bu zorlayıcı eğilimler halk yaşamının gitgide daha geniş sahalarını akılcılaştırmaktadır, bunları etkililik ve denetimin genelleştirici mantığına indirgemektedir. Rutin politik partiler ve çıkar gurupları katılımcı demokrasinin yerini alırlar, toplum gitgide artarak yurttaşların girdilerinden uzak düzlemlerde yönetilmektedir. Sonuç olarak, halk (kamusal) ile özel, birey ile toplum, sistem ile yaşamdünyası arasındaki sınırlar bozuklaşmaktadır. Demokratik halk (kamu:Public) yaşamı, yurttaşlara halkca önemli sorunları tartışabilmelerine kurumların izin verdiği yerlerde gönenebilir. “İdeal konuşma durumu”nun ("ideal speech situation") ideal bir tipini tanımlar; aktörler eşit tartışım yetenekleriyle donatılmıştır, birbirlerinin temel toplumsal eşitliğini tanırlar ve konuşma ideoloji ya da yanlış kabullerle çarpıtılmaz.

Habermas kamusal alanın yeniden canlandırılması konusunda iyimserdir. Ulus-devleti etnik ve kültürel benzerlikler temelinde aşmakta olan politik toplumun, eşit haklar ve yükümlülüklü yurttaşların yasal koruma donatılı olması halinde, yeni dönemdeki geleceği için ümitlidir. Demokrasinin bu değişkenlikli kuramı (discursive theory of democracy) öyle bi toplum gerektirir ki birlikte politik istem belirleyebilsin ve bunu yasama sistemi düzeyinde uygulayabilsin. Bu politik sistem eylemci bir kamusal alan gerektirir, burada ortak çıkar sorunları ve siyasi konular tartışılabilir, ve kamuoyunun gücü karar verme sürecini etkileyebilir.

Bazı önemli akademisyenler Habermas’ın kamusal alan görüşüyle ilgili çeşitli eleştiriler yapmışlardır. John Thompson, University of Cambridge sosyoloji profesörü, Habermas’ın kamusal alan görüşünün, kitlesel-medya iletişimlerindeki katlanarak büyümeden dolayı modasının geçtiğini savunur. San Diego University of California’dan Michael Schudson, daha genelde tartışır, kamusal alan saf akılcı bağımsız tartışmanın hiçbir zaman varolmadığı bir yerdir.

Avrupa kamusal alanında laiklik ve dinin yerine dair görüşlerini dile getirdiği, 2004’de yayımlanan Geçiş Zamanı adlı kitabında yer alan "Tanrı ve Dünya üzerine" başlıklı makalesinde geçen şu ifadesiyle takipçilerini şaşırtmıştır Habermas: "Batı uygarlığının dayandığı özgürlük, vicdan, insan hakları ve demokrasi kavramlarının temelinde Hıristiyanlık ve yalnızca Hıristiyanlık yatar." Ayrıca Habermas'a göre "bugün hâlâ bu temelden faydalanıyoruz - başka bir seçeneğimiz yoktur; geri kalan her şey postmodern zırvalamalardan ibarettir"
Tarihçilerin Tartışması

Habermas bir bilim adamı olduğu kadar halk aydını (public intellectual) olarak da ünlüdür, en çok, 1980’lerde populer basını tarihçilere (yani Ernst Nolte, Michael Stürmer ve Andreas Hillgruber) saldırmakta kullanışıyla, ki onlar tartışılır olarak Nazi yönetimini ve soykırımı (Holocaust) genel Alman tarihinden ayrı tutmuşlar, Nazizmi Bolşevizme bir tepki olarak açıklamışlar, ve Alman ordusu (Wehrmacht)’ın 2. Dunya Savaşındaki kötü ününü kısmen iyileştirmeye çalışmışlardı. Daha yeni olarak, Habermas Amerikanın Irak işgaline karşı olduğunu açıklamıştır.
Habermas ve Derrida

Habermas ve Jacques Derrida 1980’lerden başlayarak derin anlaşmazlıklara düştüler ve sonuçta birbirleriyle konuşmaz oldular. Habermas’ın “Kökenlerin Geçicileştirilmiş Felsefesi Ötesi: Derrida”yı (Modernitenin Felsefi Tartımı içinde) yayınlamasından sonra, Derrida, Habermas’ı örnek göstererek şöyle dedi: “beni felsefeyi edebiyata, mantığa ya da söz sanatına indirgediğimi söyleyenler… açıkça ve dikkatle beni okumaktan kaçınmışlardır” (Felsefi Bir Dil Var mı? s. 218, Points… içinde). Diğer üst düzey postmodern düşünce üyeleri, özelde Jean-François Lyotard, Habermas ile çok daha kapsamlı bir polemiğe girmiş, Philippe Lacoue-Labarthe ise bu polemikleri üretkenlikkarşıtı diye nitelemiştir. Nihayetinde, bu rekabetçi fikir alışverişleri kıtasal felsefe içi ayrımlara denk düşmüş, ağırlıkla anlamlı bir modernlik postmodernlik tartışmasına odaklanmıştır – bu terimler 1980’lerde kozmolojik değilse totemci (totemic) yükseltilmiştir bazen; bunda da Lyotard ve Habermas’ın eserleri ve onların Amerikan üniversitelerince pek şevkle, bazan tedbirsiz kabulü çok rol oynamıştır. “Postyapısalcılık” gibi bu şematik terminolojinin Birleşik Devletlerde yoğun trafiği olduğu fakat Fransada pek bilinmediği ifadesini Habermas’ın Fransız çağdaşları anlayışında buldu, beraberinde “kültür savaşları” bagajını da getirmesiyle o zamanlar Amerikan akademik çevrelerde fırtına gibi esti. Kısacası: Habermas ve Derrida (genel yapısöküm değilse de) arasındaki ayrılıklar çok derin olmasına rağmen, ille de uzlaşamazlık gerekşart değildi; onları bu ayrılıkların yanlış değerlendirmelerine polemiksel tepkiler ateşliyordu, bu da anlamı olan tartışmaları keskinlikle bastırıyordu.

9/11 sonrasında Derrida ve Habermas sınırlı bir politik dayanışma kurdular ve daha önceki anlaşmazlıkları geride bırakıp “dostça ve açık-fikirli alışveriş” başlattılar, Habermas’ın deyişiyle. Giovanna Borradori'nin Terör Çağında Felsefe: Jürgen Habermas ve Jacques Derrida ile Diyaloglar’ında, 9/11 ile ilgili bireysel göşlerini açıkladıktan sonra, Derrida bir önsöz yazarak Habermas deklerasyonuna (Şubat 15, ya da Eski Avrupa, Yeni Avrupa, Kor Avrupası (Verso, 2005) içinde) şartsız imza attığını belirtti. Habermas bir basın görüşmesinde bu deklarasyon için daha öte metin önerdi. Bundan çok faklı şekilde, Geoffrey Bennington, Derrida’nın yakın bir arkadaşı, uzlaşmaya yönelik daha öte bir jest olarak karşılıklı anlaşılabilirlik için bir yapısöküm (deconstruction) dökümü önerdi. Derrida her ikisinin yeni görüş alışverişleri başladığı o zaman zaten son derece hastaydı ve ikisi bunu geliştiremediler öyle ki önceki anlaşmazlıklara esaslı olarak tekrar dönemediler ya da Derrida ölmeden iyice tartışma firsatı bulamadılar. Bununla birlikte, bu en son işbirliği bazı bilimcileri sözkonusu durumları, yakın ya da eski olsun, birbirleriyle karşılıklı yeniden gözden geçirme cesareti verdi.
Ödüller
* Hegel Ödülü
* Sigmund Freud Ödülü
* Adorno Ödülü
* Geschwister-Scholl Ödülü

Başlıca eserleri

* Strukturwandel der Öffentlichkeit (1962, "Kamusal Alanın Yapısal Dönüşümü");
* Erkenntnis und Interesse (1968, "Bilgi ve İlgi");
* Technik und Wissenschaft als 'Ideologie' (1968, "İdeoloji" Olarak Teknik ve Bilim);
* Zur Logik der Sozialwissenschaften (1970, "Sosyal Bilimlerin Mantığı Üzerine");
* Theorie der Gesellschaft oder Sozialtechnologie. Was leistet die Systemforschung? (Niklas Luhmann'la birlikte, 1971, "Toplum Kuramı ya da Sosyal Teknoloji. Sistem Araştırması Neye Yarar?");
* Zur Rekonstruktion des histo- rischen Materialismus (1976, "Tarihsel Materyalizmin Yeniden İnşası Üzerine");
* Theorie des kommunikativen Handelns (1981, "İletişimsel Eylem Kuramı");
* Der philosophische Diskurs der Moderne (1985, "Modernin Felsefî Söylemi");
* Die nachholende Revolution (1990, "Arkadan Yetişen Devrim");
* Faktizität und Geltung (1992, "Olgular ve Normlar").
 

Suskun

V.I.P
V.I.P
Karl_Marx.jpg
Karl Heinrich Marx (okunuşu: Karl Haynrih Marks) (5 Mayıs 1818 Trier - 14 Mart 1883 Londra) 19. yüzyılda yaşamış filozof, politik ekonomist ve devrimci. Komünizmin kuramsal kurucusudur. Birçok politik ve sosyal konuda fikri olmakla beraber, en çok Komünist Manifesto'nun (1848) giriş cümlesinde özetlediği tarih analiziyle tanınır: "Şimdiye kadarki bütün toplumların tarihi, sınıf savaşımları tarihidir." Marx, bütün sınıflı toplumlarda olduğu gibi kapitalizmin de kendini yok etmeye yol açacak içsel dinamikler barındırdığına inanırdı; onun düşüncesine göre, nasıl ki kapitalizm eskimiş feodalizmin yerini aldıysa, sınıfsız bir toplum olan komünizm de "devletin proletaryanın devrimci diktatörlüğünden başka bir şey olmadığı" siyasal geçiş sürecinden sonra onun yerini alacaktır.

Marx, sosyoekonomik değişimlere belirli bir tarihsel zorunluluk perspektifinden bakardı; ona göre kapitalizm, yapısal durumunun dinamiği ve çatışması sonucu yerini komünizme kesin olarak bırakacaktır:
« Modern sanayinin gelişmesi, burjuvazinin ayaklarının altından bizzat ürünleri ona dayanarak ürettiği ve mülk edindiği temeli çeker alır. Şu halde, burjuvazinin ürettiği, her şeyden önce, kendi mezar kazıcılarıdır. Kendisinin devrilmesi ve proletaryanın zaferi aynı ölçüde kaçınılmazdır. »

Marx, bu değişimin organize bir devrimci hareketle geleceğini düşünür; bu değişim, ancak uluslararası işçi sınıfının birleşik hareketiyle meydana gelecektir: "Bize göre komünizm, ne yaratılması gereken bir durum, ne de gerçeğin ona uydurulmak zorunda olacağı bir ülküdür. Biz, bugünkü duruma son verecek gerçek harekete komünizm diyoruz. Bu hareketin koşulları, şu anda varolan öncüllerden doğarlar." (- Alman İdeolojisi)

Marx yaşadığı dönemde dünya çapında ünlü bir isim sayılmasa da, ölümünden kısa bir süre sonra düşünceleri dünya işçi hareketine yön vermiştir. Marksist Bolşeviklerin Rusya'da Ekim Devrimi'ni gerçekleştirmesi bunun en büyük örneğidir. 20. yüzyılda dünyada Marksist düşünce hemen hemen bütün ülkelerde taraftar bulmuştur. Marksizm, akademik ve politik çevrelerde en çok tartışılmış konulardandır.
Yaşamı

Prusya Krallığı'na bağlı Trier kentinde yedi çocuklu Yahudi bir ailenin üçüncü çocuğu olarak Karl Heinrich Marx adıyla dünyaya geldi. Babası Heinrich (1777–1838) Aydınlanma düşünürleri Voltaire ve Rousseau'ya hayrandı. Prusya makamları, bir Yahudi'ye hukuk diploması vermeyeceği için Prusya'nın resmi inancı olan Lüterciliği seçti, Hıristiyan oldu. Annesinin ismi Henrietta (1788–1863), kardeşlerinin isimleri Sophie, Hermann, Henriette, Louise, Emilie ve Caroline'dir.

Eğitimi


Marx, on üç yaşına kadar evde eğitildi. Gymnasiumdan mezun olduktan sonra, 17 yaşında hukuk okumak için Bonn Üniversitesi'ne kaydoldu. Marx'ın edebiyat ve felsefe okuma isteği babasının gelecekte kendisine ekonomik anlamda bakamayacağı gerekçesiyle reddedildi. Sonraki sene babası tarafından daha saygın bir üniversite olan Berlin'deki Friedrich-Wilhelms Üniversitesi'ne yollandı. Bu dönemde Marx birçok şiir ve hayat hakkında deneme yazmıştır, bu yazılarda üniversitedeki Genç Hegelciler'in ateist düşüncesinin de etkisi görülür. 1841'de "Demokritosçu ve Epikürcü Doğa Felsefesi Arasındaki Farklar" isimli teziyle doktorasını verdi.


Marx ve Hegelciler
Genç Hegelciler, Ludwig Feuerbach ve Bruno Bauer etrafında toplanmış hocaları Hegel'i eleştiren bir grup felsefeci ve gazeteciden oluşuyordu. Hegel'in metafizik çıkarımlarını eleştirmelerine karşın, teolojik boyutundan koparttıkları diyalektik metodu dini ve politikayı analiz etmekte kullanıyorlardı. Bu grubun bazı üyeleri post-Aristo felsefesi ve post-Hegelci felsefe arasında bir analoji çizer. Bunlardan biri Max Stirner, Feuerbach ve Bauer'i Biricik ve Mülkiyeti (1845, "Der Einzige und sein Eigenthum") isimli kitabıyla eleştirir, bu ateistlerin soyut kavramları somutlaştırarak dindar bir görünüm kazandığını söyler. Bir Feuerbach takipçisi olan Marx, bu kitaptan etkilenerek Feuerbach materyalizmini terk edip, daha sonra epistemolojik kopuş denilecek kırılmaya yaklaşmıştır. Bundan sonra Stirner ve Feuerbach'ı eleştirdiği ve tarihsel materyalizm kavramının temellerini attığı Alman İdeolojisini (1846 Die Deutsche Ideologie) yazar, ancak bu kitabı yayımlayamaz.
1843 Ekim ayının son günlerinde Marx Paris'e gider. 28 Ağustos 1844 tarihinde Paris'in ünlü bir kafesinde (Café de la Régence'te) Friedrich Engels ile tanışır ve hayatının en önemli dostluklarından biri böylece başlamış olur. Engels'in Paris'e gelmesinin en önemli sebebi Marx'la tanışmaktır, daha önce bir sefer 1842 yılında Marx'ın çıkardığı Rheinische Zeitung gazetesinin ofisinde karşılaşmışlardır. Engels Marx'a en önemli eserlerinden birini gösterir "1844 Yılında İngiltere'de İşçi Sınıfının Koşulları." Paris o dönemde İngiliz, Alman ve İtalyan devrimcilere ev sahipliği yapıyordu, aynı şekilde Marx da Arnold Ruge ile çalışmak için Paris'e gelmişti, ikili Şubat 1844'te bir defalığına Deutsch–Französische Jahrbücher gazetesini çıkarabildiler.

Bu gazetenin başarısızlığından sonra Marx, Paris'teki en radikal Alman gazetesi Vorwärts'ta yazar, bu gazete Avrupa'daki en önemli radikal gazetelerdendir. Marx genellikle Hegel üzerine yazar, Yahudi Sorunu Üzerine isimli makalesi için çalışır. Fransız Devrimi ve Proudhon'u inceler, işçi sınıfı üzerinde düşünmeye başlar.

Bauer'e bir cevap niteliği taşıyan ve Genç Hegelciler'e olan mesafesini belirlediği Yahudi Sorunu Üzerine yayımlanır. Bu makale sivil haklar ve insan hakları ve politik özgürleşme kavramlarının eleştirisini içermekle birlikte, Yahudilik ve Hıristiyanlığa da sosyal özgürleşme hususunda önemli eleştiriler getirir. Engels, Marx'ın çalışma alanlarını işçi sınıfının durumu ve iktisat konularına yoğunlaştırmasında yönlendirici olur. 1844 Elyazmaları'nda bunun ilk örnekleri yer alır, ancak bu yazılar 1930'lara kadar yayımlanmadan kalır. Bu elyazmaları temel olarak kapitalizmde insan emeğinin, yabancılaşmasının olgusal analizini içerir.

Ocak 1845'te Vorwärts, Prusya Kralı Frederick William IV'e gerçekleştirilen suikast girişimine olan desteğini açıkça belirtince Marx ve arkadaşlarına Paris'i terk etmeleri emredilir. Engels'le birlikte Brüksel'e geçerler.

Marx bundan sonra kendini Alman İdeolojisi'nde temellerini attığı tarih çalışmasına ve tarihsel materyalizm görüşüne adar. Bu görüşün temel savı "İnsanların varlığını belirleyen onların bilinci değil, tersine onların bilincini belirleyen onların toplumsal varlığıdır." olarak özetlenebilir. Marx artık tarihi "üretim ilişkilerine bağlı olarak" ele almaya başlar ve mevcut endüstriyel kapitalizmin kaçınılmaz çöküşü üstünde çalışır. Bu dönem, daha sonra akademisyenlerin ayırdığı, Feuerbach etkisi görülen Genç Marx'tan kopuş dönemidir.

1847 yılında yazdığı Felsefenin Sefaleti, Pierre-Joseph Proudhon ve Fransız sosyalist düşüncesine bir eleştiri ve cevap niteliği taşır. 21 Şubat 1848 tarihinde, Komünist Birlik ve Avrupa'daki bazı komünist grupların manifestosu olarak Marx ve Engels'in en ünlü çalışması Komünist Manifesto yayımlanır.

1848 yılı Avrupa'da köklü devrimlerin başgösterdiği bir yıldır. Marx yakalanır ve Belçika'dan sınır dışı edilir. Radikal hareketlerin Fransa'da güçlenmesiyle Marx tekrar Paris'e davet edilir, geri dönerek devrimci hareketlere tanıklık eder.

1849 yılında tekrar Almanya'ya (Köln'e) geri döner ve Neue Rheinische Zeitung gazetesini çıkarmaya başlar. Bulunduğu sürede iki defa mahkemeye verilir, ikisinden de beraat eder. Gazeteye baskının artması sonucu Paris'e döner, buradan da yollanır ve en sonunda Londra'ya iltica eder.

Londra

Mayıs 1849'da ömrünün sonuna kadar kalacağı Londra'ya yerleşir. 1851'de New York Herald Tribune gazetesinde muhabir olarak çalışır. 1855'te oğlu Edgar veremden ölür. Parasızlıktan ve kötü yaşam koşullarından dolayı politik ekonomi üstündeki çalışması çok ağır ilerlemesine rağmen 1857'de sermaye, özel mülkiyet, ücretli emek ve devlet üstünde yazdığı 800 sayfalık çalışma vardır. 1858'de çalışmalarını topladığı Grundrisse ancak 1939 yılında yayımlanır. Yayımlanan ilk ciddi iktisadı çalışması 1859 yılında yayımlanan Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı kitabıdır. Adam Smith ve David Ricardo'nun teorilerini tartıştığı Artı-Değer Teorileri 1862-63 arasında yazdığı el yazmalarından oluşmaktadır. Bu kitap, ölümünden sonra yayımlanmıştır. Bu iki çalışma da Kapital'in taslaklarını ve çeşitli bölümlerini içerir. 1867'de dev çalışması, kapitalist üretim sürecini analiz ettiği Kapital'in ilk cildi yayımlanır. İkinci ve üçüncü cildi üstünde çalışmalarını sürdürür ancak bu ciltler ölümünden sonra Engels tarafından yayımlanabilecektir.



Karl Marx, 1861.
Kapital'in dev bir araştırma ve analiz olması, Marx'ın sürdüğü sefalet bu eserin tamamının yayımlanmasını geciktirmiştir. Bunların dışında zamanının ve enerjisinin önemli bir kısmını Birinci Enternasyonal'e ayırması da yazma sürecinin ağır işlemesine sebep olmuştur. Kongrenin düzenlenmesinde aktif olarak görev alan Marx, kongrede Mikhail Bakunin önderliğindeki anarşist sol akım ile ciddi fikir ayrılıkları ve çatışmalar yaşamıştır. 1872'de gerçekleşen Lahey Kongresi'nde Bakunin'in Marx'ın fikirlerini "otoriter" olarak değerlendirmesiyle iki grup arasında büyük çekişmeler yaşanmış, sonunda Bakunin ve anti-otoriter çevreler kongreden ihraç edilmiştir. Paris Komünü sırasında yaşananlar, Lahey Kongresi'ndeki fikir ayrılıklarının da önemli bir bölümünün kaynağıdır. Bölünme Marx'ı da derinden etkilemiş ve Fransa'da İç Savaş makalesiyle Paris Komünü'nü savunmuştur.

Marx'ın sağlığı son on yılda gittikçe bozulmaya başlamıştır, bu yüzden önceki yıllarında gösterdiği üretkenliği sağlayamamıştır. 1875'te yayımlanan Gotha Programı'nın Eleştirisi devrim stratejisi, proletarya diktatörlüğü, kapitalizmden komünizme geçiş ve işçi sınıfı partisi konularını ele alır. Bu kitapta, "Herkesten yeteneğine göre, herkese gereksinmesine göre" prensibinin komünist toplumunun sloganı olması gerektiğini beyan eder.

Aile hayatı

425px-Marx_old.jpg

Karl Marx, 1882.
Karl Marx, bir Prusya baronunun eğitimli kızı Jenny von Westphalen ile evlendi. Marx ve Westphalen ailelerinin istememesi yüzünden bu beraberlik önceleri saklı kaldı, daha sonra çift 19 Haziran 1843 tarihinde evlendi.

Aile, 1850'li yıllarını yokluk içerisinde Londra'nın Soho semtinde bulunan üç odalı bir evde geçirdi. Marx ve Jenny'nin bu yıllarda dört tane çocuğu oldu, daha sonra Jenny üç çocuk daha doğurmuştur, fakat yedi çocuktan sadece üç tanesi hayatta kalarak ergenliğe erişebildi (Bu 3 çocuktan 2'si ise olgunluk yaşlarında intihar etmiştir). Manchester'da aile işini yürütmekte olan Engels, bu yıllarda Marx'ın en büyük maddi destekçi oldu. New York Daily Tribune'de muhabir olarak çalışan Marx, buradan da bir miktar para alıyordu. Aile, Jenny'e 1856 yılında kalan miras sayesinde gene Londra civarında görece sağlıklı bir yere taşındı. Marx hemen hemen bütün hayatını kıt kanaat geçirdi, yokluk peşini hiçbir zaman tam olarak bırakmadı.

Marx'ın çocuklarının isimleri şunlardır: Jenny Caroline (Longuet; 1844–1883); Jenny Laura (Lafargue; 1846–1911); Edgar (1847–1855); Henry Edward Guy ("Guido"; 1849–1850); Jenny Eveline Frances ("Franziska"; 1851–1852); Jenny Julia Eleanor (1855–1898) ve Temmuz 1857'de henüz ismi konulmadan hayatını kaybeden bir bebek.


Ölümü


Aralık 1881'de karısı Jenny'nin ölümünden hemen sonra Marx'ın da sağlığı bozuldu, son on beş ayını katar hastalığıyla geçirdi. Bu hastalık bronşit ve plöreziye yol açmış, Karl Marx 14 Mart 1883 tarihinde hayatını kaybetmiştir. Öldüğünde uyruksuzdu[10]. Londra'daki mezartaşının üst bölümünde Komünist Manifesto'nun son cümlesi büyük harflerle yazılıdır:
“ Bütün ülkelerin işçileri, birleşin! ”

Alt bölümünde ise Feuerbach Üzerine Tezler'in 11. bölümünün sonu yer alır:
“ Filozoflar dünyayı, yalnızca, çeşitli şekillerde yorumlamışlardır; oysa sorun onu değiştirmektir. ”

468px-Karlmarxtomb.jpg

Highgate Mezarlığı, Londra
Mezartaşı Büyük Britanya Komünist Partisi tarafından, özgün haline de saygı gösterilerek alçak gönüllü bir mimariyle, 1954 yılında bir anıt haline getirilmiştir1970'de el yapımı bir bombayla bu anıtı yok etmek amacıyla başarısız bir girişim olmuştur.

Cenazesinde Wilhelm Liebknecht ve Friedrich Engels gibi Marx'ın yakın arkadaşları konuşma yapmıştır. Engels'in konuşması şu cümleleri içerir

“ 14 Mart günü, öğleden sonra üçe çeyrek kala, yaşayan düşünürlerin en büyüğü artık düşünmez oldu. Sadece iki dakika yalnız bıraktıktan sonra, odaya girince, onu koltuğunda rahat rahat, ama sonsuzluğa dek, uyumuş bulduk. ”

Engels ve Liebknecht dışında Charles Longuet ve Paul Lafargue de cenazeye katılmıştı. Liebknecht Almanca, Longuet Fransızca birer konuşma yaptı, Fransa ve İspanya'daki işçi partilerinden gelen iki telgraf okundu. Engels'in konuşmasıyla, toplam onbir kişi bulunan cenaze töreni tamamlandı.

Marx'ın kızı Eleanor da babası gibi komünist oldu ve onun çalışmalarının düzenlemesini yaptı.

Marx'ın görüşleri


Marksizm, standard felsefi süreçten farklı olarak düşünüşün dışında eylemi de içerir (Marx, praksis ve felsefeyi birleştirerek, Marksizm'i "praksis felsefe" vasfına bürümüştür, buna göre Marksist felsefe düşünüş ve faaliyeti birlikte gerçekleştirir). Ölümünden sonra Lenin, Mao, Stalin ve Troçki gibi liderler Marksizmi çeşitli şekilde yorumlamışlar ve bu yorumların sonucu ortaya koydukları hareketler Leninizm, Maoizm gibi isimlerle adlandırılmıştır.


Marx'ın felsefesi

Iishmarx.jpg

Komünist Manifesto, el yazması.

Marx'ın felsefesinin dayanak noktası insanın doğası ve toplum içindeki yeridir. Hegelci diyalektiğin yardımıyla insan doğasının değişmezliği kavramını reddeder. Burada kastedilen insan doğası, fizyolojik ihtiyaçlar değil insanın toplum içinde yarattığı hareket ve davranış biçimidir. Bunu da "tarihsel süreç" ve "doğa" kavramlarını bir arada ele alarak yapar. Sosyal koşulların davranışı belirlemesi, doğanın insanın davranışını belirlemesinden önce gelir. Ama bu insan doğasının varlığını reddetmez, yabancılaşma teorisi bunun üstüne kurulur. İnsan emeği kaçınılmaz olarak doğal bir kapasite gerektirir ama bu da insan bilincinin aktif rolüne sıkıca bağlıdır:
“ Örümcek, işini dokumacıya benzer şekilde gördüğü gibi, arı da peteğini yapmada pek çok mimarı utandırır. Ne var ki, en kötü mimarı en iyi arıdan ayıran şey, mimarın, yapısını gerçekte kurmadan önce, onu hayalinde kurabilmesidir. „


Marx'ın tarih analizi, tarım toplumlarında toprak ve kürek, sanayi toplumunda madenler ve fabrikalar olarak sayılabilen yani bir malın üretimi için doğrudan gerekli üretici güçler ve bu üretim araçlarını kullanan insanların kurduğu sosyal ve teknolojik ilişkileri tanımlayan üretim ilişkileri arasındaki ayrıma dayanır. Bu ayrım ve bağ üretim biçimini oluşturur. Marx, Avrupa'da üretim biçiminin değişmesiyle birlikte feodalizmden kapitalist üretim biçimine geçildiğini söyler. Marx üretici güçlerin, üretim ilişkileriden daha önce geldiğini ve daha hızlı değiştiğini söyler. Felsefenin Sefaleti çalışmasında bu durum şöyle yer alır:
“ Toplumsal ilişkiler, üretici güçlere sıkı sıkıya bağlıdırlar. Yeni üretici güçler sağlamak için insanlar kendi üretim biçimlerini değiştirirler; kendi üretim biçimlerini değiştirmek, yaşamlarını kazanma yollarını değiştirmek için de bütün toplumsal ilişkilerini değiştirirler. Yeldeğirmeni size feodal beyli toplumu verir; buharlı değirmen ise, sınai kapitalistli toplumu. ”

Marx toplumdaki sınıfların bu üretim biçimlerine bağlı olarak oluştuğunu söyler. Bir sınıfı oluşturan insanlar kendi istekleri yahut bilinçleriyle bir araya gelmiş değildir. Her sınıfın da kendi çıkarına farklı bir isteği vardır, bu da toplumda çatışmaya yol açar. İnsanlık tarihinin en kalıtımsal özelliği sosyal sınıfların çatışmasıdır:
“ Şimdiye kadarki bütün toplumların tarihi, sınıf savaşımları tarihidir. ”

Marx insanların kendi emek gücü ve bunla olan ilişkisiyle de ilgilenmiştir; yabancılaşma sorunu özellikle Genç Marx'ın ilgilendiği bir alandır. Kapitalist sistemde insan kendi doğasına yabancılaşmasıyla, hem kendi emeğine hem üretim sürecine hem de sosyal ilişkilerine karşı yabancılaşır. Kapital'de yerini daha ayrıntılı biçimde tanımladığı meta fetişizmine bırakır.

Yanlış bilinç de Marksist terminoloji içinde önemli bir yere sahiptir. İdeoloji kavramıyla oldukça yakından bağlantılıdır ve onu olumsuzlar. Üretim araçlarına sahip sınıf, aynı zamanda kendi dünya görüşünü de alt sınıflara pompalar. Böylece proletarya kendi çıkarının nerede olduğunu göremez, düzeni değiştirme şansının olmadığını düşünür. Olayları devrimci bir düşünceden uzak olan din veya insan çerçevesinden görür. Marx, Hegel'in Hukuk Felsefesinin Eleştirisine Katkı'da şöyle der;
“ Dinsel üzüntü, bir ölçüde gerçek üzüntünün dışavurumu ve bir başka ölçüde de gerçek üzüntüye karşı protesto oluyor. Din ezilen insanın içli ezgisini, kalpsiz bir dünyanın sıcaklığını, manevi olanın dışlandığı toplumsal koşulların maneviyatını oluşturuyor. Din, halkın afyonunu oluşturuyor. ”

Tarih anlayışı


Marx'ın tarihsel materyalizm kuramı toplumun her zaman temel olarak -üretim ilişkileri ve buna bağlı olarak ekonominin sistemin dinamiği olduğu- maddi koşullara göre belirlendiğini öne sürer. İnsanlar öncelikle "yaşamlarını sürdürmek gayesiyle içmek, yemek, barınmak ve giyinmek" gibi gereksinmeleri karşılamak için ilişkiye girer.[17] Marx ve Engels, Batı toplumlarının gelişmesini ve geleceğini, birbirini takip eden ilk dört döneme ayırır ve beşinci olarak gelecekte yaşanacağını varsaydıkları komünizm dönemini öngörür:

* İlkel komünizm: Avcı ve toplayıcı dönemde, paylaşılan mülkiyete ve ilkel demokrasiye dayanan kooperatif aşiretler, kabileler.
* Kölelik: Toplumun kabileden şehir devlete geçtiği, köleliğin, özel mülkiyetin ve aristokrasinin doğduğu, tarımın yaygın olduğu dönem.
* Feodalizm: Kralın da dahil olduğu aristokrasinin yönetici sınıf haline geldiği, dinin önemli bir yer tuttuğu üçüncü dönem.
* Kapitalizm: Burjuva sınıfının yönetici, proletaryanın da ezilen sınıf olduğu, parlamenter demokrasinin yaygın politik sistem, piyasa ekonomisinin işlediği ve üretim araçlarına ağırlıkla özel mülkiyetin sahip olduğu dönem.
* Komünizm: İşçilerin devrim yaparak kapitalistleri kovduğu ve devletsiz, sınıfsız, mülkiyetsiz bir toplumun yarattıkları beşinci dönem.




DEVAMI AŞAĞIDA
;;H
 

Suskun

V.I.P
V.I.P

Politik ekonomi


486px-Das_Kapital.JPG

1973 basımı Das Kapital.

Marx'a göre, insanın kendi emeğine yabancılaşması (meta fetişizmine dönüşen süreç), kapitalizmin en belirgin niteliğinden biridir. Kapitalizmden önce, Avrupa'da var olan piyasalarda üreticiler ve tüccarlar mal alıp satardı. Kapitalist üretim tarzının gelişmesiyle birlikte emeğin kendisi bir mal (meta) halini almıştır. İnsan artık yaptığı ürünü değil, kendi emek gücünü belirli bir ücret karşılığında anlaşarak satmaktadır. Emek gücü, insanın zanaatçılığından farklılaşarak sistemin devamlılığını sağlayan, tamamıyla alınıp satılabilen bir araç haline gelmiştir. Emek gücünü satmak zorunda olanlara proletarya, bu emek gücünü satın alan, genellikle mülk ve üretim teknolojisine sahip gruba da burjuva denir. Proleterler, kapitalistlerden sayıca ve kaçınılmaz olarak fazladır.

Marx, endüstriyel kapitalistlerin tüccar kapitalistlerden ayrıldığını söyler. Tüccar bir piyasadan bir malı alır ve diğer bir piyasada, piyasadaki arz ve talep kanunlarına bağlı olarak, daha yüksek bir fiyattan satar. Böylece bir arbitraj oluşturur. Öte yandan kapitalistler, üretilen maldan bağımsız olarak emek piyasası ile piyasa arasındaki farklılıktan yararlanır. Marx, her başarılı endüstrinin birim maliyeti girdisi ile birim fiyatı çıkışı arasında fark bulunduğunu söyler. Bu farklılık artı değer olarak adlandırılır ve bu artı değer kaynağını işçinin ürettiği artı emekten alır, bu el konulan artı değer kapitalist kazancın esas bölümünü oluşturur.

Marx ve Engels, Komünist Manifesto'da burjuvanin tarihte daha önceden görülmemiş devrimci bir rol oynadığını söyler, ama bu kapitalist üretim sürecinin yaşayacağı krizleri bütünüyle engelleyebilecek güçte olduklarını göstermez. Teknolojinin sürekli gelişmesi, ekonominin büyümeye endeksli olması ve kârın arttırılması gerekliliği kapitalizmi periyodik krizlere mahkûm eder. Bu büyüme, kriz ve tekrar büyüme süreci sonunda her defasında bir öncekinden daha ciddi bir krize yol açacaktır. Aynı zamanda bu süreçte kapitalist sürekli zenginleşmeye çalışacak, işçi de gittikçe güçsüzleşecektir, çünkü artı değeri oluşturan artı emektir. Sonunda proletarya üretim araçlarına el koyacak ve herkese eşit biçimde dağıtacaktır. Uzlaşmak ihtimali mümkün değildir, çünkü kapitalist sistemde bu uzlaşmanın sınıf farklılığını ortadan kaldırma şansı yoktur. Aksine kapitalistler önceki avantajlı durumunu devam ettirmek için şiddete başvuracaktır. Bu geçiş sürecinde iyi organize olmuş devrimci bir gücün ortaya çıkıp idareyi ele alması gerekir. Marx, Gotha Programı'nın Eleştirisi'nde şöyle yazar:
“ Kapitalist toplum ile komünist toplum arasında, birinden ötekine devrimci dönüşüm dönemi yer alır. Buna da bir siyasal geçiş dönemi tekabül eder ki, burada devlet, proletaryanın devrimci diktatörlüğünden başka bir şey olamaz. ”


Marx'ın etkilendikleri


Karl Marx üzerinde etkili olanlar kısaca şöyle sıralanabilir:

* Hegel diyalektik metodu ve tarih anlayışı, (Alman felsefesi).
* Adam Smith ve David Ricardo politik ekonomisi, (İngiliz iktisadı).
* Rousseau başta olmak üzere Fransız eşitlikçi ve sosyalist düşüncesi, (Fransız politikası).

Marx tarih ve toplumun bilimsel bir metodla birlikte ele alınması gerektiğine inanır. Marx'ın tarih anlayışı, tarihsel materyalizm olarak tanımlanır Engels ve Lenin de bunu diyalektik materyalizm olarak ele alır, Hegel'in "gerçeklik ve tarihin diyalektik biçimde ele alınması" gerektiği düşüncesinden oldukça etkilenmiştir. Fakat Hegel'in düşüncesi bu diyalektiğin temeline idealizmi oturttuğundan dolayı, Marx tarafından eleştirilmiştir, Engels Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı'da Marx'a atıfla şöyle yazar:
“ Tarihte bir iç gelişme, zincirleme bir iç bağlantı olduğunu tanıtlamayı deneyen ilk adam Hegel'dir, ve onun tarih felsefesindeki birçok şey, bugün bize ne kadar tuhaf gelirse gelsin, onu izleyenleri, hatta ondan sonra tarih üzerinde genel muhakemeler yürütmeye kalkışanları kendisiyle kıyasladığımızda, temel anlayışının yüce niteliği bugün de hayranlığa layıktır. Phénoménologie'sinde, Estetik'inde, Felsefe Tarihi'nde, her yere tarihin bu yüce anlayışı girer, ve her yerde konu, tarihsel tarzda, "soyut olarak baş aşağı edilmiş" olsa da, tarih ile belirli ilişkisi içinde incelenir. ”

Popüler ifadeyle Marx, baş aşağı duran Hegel'i ayakları üstüne koyar. Marx'ın Hegel'in idealizmini reddetmesinde ve materyalist diyalektiği benimsemesinde Feuerbach da etkili olmuştur. Feuerbach ve arkadaşları, Tanrı'nın insan icadı olduğunu söyler ve diyalektik metodu teolojik boyutundan kopararak dini ve politikayı analiz etmekte kullanır. Marx da bu dünyanın insanlardan herhangi bir "gerçek" şeyi sakladığına katılmaz, aksine din ve idealizm tarihsel ve sosyal olarak insanların kendi gerçek konumlarını açıkça görmesini engeller. Genç Hegelciler'den koptuktan sonra Feuerbach'ı eleştirmiş olsa da, ondan bir ölçüde etkilenmiştir.

Marx, her ne kadar Rousseau'ya nadir göndermelerde bulunsa da, Rousseau özel mülkiyete ciddi biçimde ilk saldırıyı yapan ve eşitlikçi düşünceye katkıda bulunan önemli bir filozoftur ve bu konularda Marx'ın düşüncesini oluşturmasında etki sahibidir. Marx ütopik olarak nitelendirmesine rağmen Charles Fourier ve Saint-Simon gibi sosyalist düşünürlerin görüşlerinin önemini de reddetmez: "Ama bu sosyalist ve komünist yayınlar, eleştirel bir öğe de içerirler. Bunlar mevcut toplumun bütün ilkelerine saldırırlar. Bu yüzden işçi sınıfını aydınlatacak en değerli malzemelerle doludurlar." (Komünist Manifesto'dan)

Marx'ın etkisi

Marx ve Engels'in çalışmaları, toplum ve tarihin kompleks analizini sunan birçok başlıktan oluşur. Karl Marx'ın görüşleri, özellikle ölümünden sonra, Marksizm genel başlığı altında incelenir ve tartışılır. Ama Marksistler arasında Marx'ın yazılarının nasıl yorumlanması ve varolan olaylara ve durumlara nasıl uyarlanması gerektiği konusunda çeşitli ciddi tartışmalar vardır. Hatta bu tartışmalar henüz Marx hayattayken ortaya çıkmıştır, Marx 1883 yılındaki ölümünden önce hem Paul Lafargue hem de Fransız işçi lideri Jules Guesde'yi "devrimci deyim tüccarı" olmakla suçlamıştır. Fransa partisi reformist ve devrimci olarak ikiye bölündükten sonra, devrimcinin lideri Jules Guesde Marx'tan emir almakla suçlanmış, Marx da Lafargue'ye "Eğer Marksizm buysa, ben Marksist değilim" demiştir. ("Ce qu'il y a de certain c'est que moi, je ne suis pas Marxiste", bu söz Engels'in Eduard Bernstein'e yolladığı 2-3 Kasım 1882 tarihli mektubunda geçer.)
Marx-Engels-Forum01.jpg

Karl Marx ve Friedrich Engels anıtı, Marx-Engels-Forum, Berlin
Genel olarak, Marksist sözü Marx'ın kavramsal dilini ("üretim biçimi", "sınıf savaşı", "meta fetişizmi" gibi) kapitalist ve diğer toplumları anlamak için kullanan ya da işçi devriminin komünist topluma geçişi sağlayan tek araç olduğuna inanan kişiler için sarfedilir. Marx'ın kuramının genelini ya da bir kısmını kabul edip bütün akıl yürütmelerini kabul etmeyen kişilerin nasıl adlandırılacağı da tartışma konusudur.

Marx'ın ölümünden 6 yıl sonra ilk kongresi yapılan İkinci Enternasyonal, politik hareket için önemli bir merkez oluşturdu. Büyük işçi partilerinin, özellikle Marksist Almanya Sosyal Demokrat Partisi, katılımıyla Birinci Enternasyonal'den daha başarılı oldu. Bazı üyelerin Eduard Bernstein'in ortaya attığı evrimsel sosyalizm teorisine ilgi duymaya başlaması ve patlak veren I. Dünya Savaşı 1914'te bu Enternasyonalin sona ermesine yol açtı.

Vladimir Lenin önderliğinde Marksist Bolşevikler'in Ekim Devrimi ile Rusya'da iktidarı ele alması dünya çapında büyük bir yankı yarattı. Moskova'da Mart 1919'da kurulan "Üçüncü Enternasyonalin amacı tüm dünyada Komünist partilerin kurularak uluslararası proleter devrimine yahut dünya devrimine yardım etmeleriydi.

Marx, komünist devrimin Fransa, Almanya ve İngiltere gibi ileri derecede sanayileşmiş ülkelerden başlayacağını düşünüyordu. Lenin ise emperyalizm çağında "eşitsiz ekonomik ve siyasal gelişme yasasına" bağlı olarak, Rusya'nın eski bir tarım ülkesi olmasına rağmen aynı zamanda emperyalizmle ilişkili olarak endüstriyel sıkıntıları yaşayan bir ülkede zincirin en zayıf halkasından kopacağını, böylece "geri kalmış" diye tabir edilen bir ülkede devrimin gerçekleşmesinin olanaklı olduğunu, bu toplumun yaktığı devrim ateşinin Avrupa'nın endüstriyel toplumlarına da sıçrayacağını söyledi

Marx ve Engels, Komünist Manifesto'nun 1882 tarihli Rusça baskısına yazdıkları önsöz bu konuda ışık tutucudur:
“ Şimdi sorun şudur: Büyük çapta zayıflamış olsa bile, gene de, ilkel bir ortak toprak sahipliği biçimi olan Rus obşina'sı, doğrudan doğruya komünist ortak mülkiyetin üst biçimine geçebilir mi? Ya da tersine, ilkönce Batının tarihsel evrimini oluşturan aynı çözülme sürecinden mi geçmelidir?

Buna bugün verilebilecek tek yanıt şudur: Eğer Rus Devrimi, Batıdaki bir proleter devriminin habercisi olur, ve bunlar, böylelikle, birbirlerini tamamlarlarsa, Rusya'daki mevcut ortak toprak sahipliği, komünist bir gelişmenin başlangıç noktası olabilir.

450px-Karl-Marx-Monument_in_Chemnitz.jpg


Almanya, Chemnitz'de bulunan Karl Marx anıtı, bu şehir önceden Karl Marx Şehri adıyla Doğu Almanya'ya bağlıydı.
Marx'ın sözleri Lenin için bir başlama noktasını oluşturdu, Troçki ve Eski Bolşevikler ile birlikte yürüttüğü Rus devriminin "Batıdaki bir proleter devriminin habercisi" olması gerektiği düşüncesi Komintern'in de amacıydı (dünya devrimi). Bu bağlamda Komintern'in ilk kongredeki resmi dilinin Almanca olması ve Lenin'in devrim sırasında yoğun olarak Alman ajanlığıyla suçlanması tesadüf değildir. Daha sonra Batı'da devrim hareketlerinin başarısızlığa uğraması ve diğer devletlerin Sovyetler'e cephe almasından sonra Stalin'in öne sürdüğü "tek ülkede sosyalizm" Sovyetler Birliği'nde hakim görüş haline geldi. Stalin yönetimine muhalefetini sürdüren Leon Troçki ve yandaşları Dördüncü Enternasyonal'i 1938 yılında örgütledi.

Çin'de Mao Zedung Marx'a bağlıluğını dile getirmekle beraber komünist devrimde öncü rolü sadece işçilerin değil köylülerin de oynayabileceğini söyledi. Henüz köylü toplumlarda işçi sınıfı tam oluşmadığı için feodalizme karşı gelen köylüler de komünist bir düzenden yana tavır koyabilirdi. Marx'ın temel görüşlerinden farklı olsa da Marksist-Leninist çizgiye daha yakın olan bu düşüncelerini Zedung, Yeni Demokratik Devrim teorisiyle dile getirmiştir. Mahir Çayan bu konuda şöyle der: "Mao'nun bu katkısının özlerini ve temel unsurlarını Lenin'de de görmekteyiz. Fakat Marksizm-Leninizmin bu son derece önemli iki ilkesi (milli demokratik devrim ve proleter kültür devrimi), en mükemmel şekillerini Mao'nun siyasi pratiği içinde almışlardır."

1923 yılında Almanya'da Marksistlerin kurduğu Toplumsal Araştırma Enstitüsü de Marksist disiplininin eleştirisinde önemli bir rol oynamıştır ve bu enstitünün bir düşünce akımı olarak ifade edilmesine Frankfurt Okulu denmiştir. Theodor Adorno, Max Horkheimer, Walter Benjamin, Herbert Marcuse, Jürgen Habermas önde gelen temsilcileri arasında yer alır ve bu okulun genel yaklaşım biçimi eleştirel teori olarak adlandırılır. Bu okul Ortodoks Marksizme karşı çıkmış ve sınıf bilinci ve ekonomik belirlenimcilik konularında çarpıcı eleştiriler getirmiştir. Bazı Marksistler de bu okulu Marksizmi pratiğinden soyutlayıp sadece bir akademik disiplin alanına çekmekle suçlamışlardır. Frankfurt Okulu'yla birlikte olmamakla beraber aynı dönemde yaşayan Antonio Gramsci Marksizm'e önemli açılımlar kazandırmıştır.
Marx'a dönüş
Karl Marx'ın dev eseri Das Kapital, 2008 yılında düzenlenen Frankfurt Kitap Fuarı'nda en çok satılan kitaplar sıralamasında en önde yer almıştır.

Karl Marx, 2009 yılında BBC tarafından yapılan "bin yılın en büyük düşünürü" online anketinde ilk sırada yer almıştır.
Eleştiriler
Karl Marx ve Marksizm konusundaki eleştiriler çoğunlukla Sovyetler Birliği pratiği üzerinde yoğunlaşır. Marx'ın kapitalizm ve ekonomik analizi için yapılan eleştiri oranı komünizm ve Sovyetler Birliği konusunda yapılan eleştiri oranının oldukça altındadır. Marx'ın ortaya koyduğu artı değer, değişim değeri ve sermaye tanımları iktisatta doğru kabul edilir.

Kapitalizm savunucularının birçoğu refahın üretimi ve dağıtımının sosyalizm ya da komünizmden daha etkili ve adil olduğunu savunur. Marx ve Engels'in belirttiği zengin ve fakir arasındaki uçurumun sadece vahşi kapitalizm dönemine ait geçiçi bir sorun olduğu belirtirken, insan doğasının kişisel çıkara ve sermaye biriktirmesine daha yakın olduğunu kapitalizm dışında bir ekonomik sistemin bu duruma uygun olmadığını söyler. Avusturya Okulu iktisatçıları da Marx'ın emek değer kuramını eleştirir. Ayrıca Sovyetler Birliği'nin çöküşü, Berlin Duvarı'nın yıkılışı Marksizmin popülaritesini ve dünya çapındaki marksist görüşlerin etkisini azaltmıştır.

Friedrich Hayek Serfliğe Giden Yol kitabında sosyalist bir ekonomide iletişim problemlerinin oluşacağını, Leninist dönemde de bunların olduğunu ve bu problemlerin üretim sürecinde bir tıkanmaya yol açacağını söyler. Hayek'in takipçileri de Leninist dönemde veya Britanya'da 1939'dan 1951'e kadar olan savaş demokrasisi döneminde oluşan kıtlıklara dikkat çeker ve bunun adaletsizlik yarattığını ekler.

Bazı eleştiriler de tarihsel materyalizm kavramı konusunda toplanır. Yazılı tarihteki olayların ve sınıfların üretim biçimlerinden kaynaklandığını söyleyen bu görüşü eleştirenler "Üretim biçimi nereden gelir?" biçiminde bir soru yöneltir. Murray Rothbard şöyle der "Marx hiçbir zaman bu soruya bir yanıt vermeye çalışmamıştır, aslında veremezdi de çünkü teknolojik değişimleri ya da teknoloji devletini bir insana, bireye atfederse bütün sistemi çöker. Böyle bir durumda insanlık bilinci ya da birey bilinci üretim biçimini belirleyen faktör olur ve başka bir yol da mümkün değildir." Ancak Marx Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı da şöyle der:"Varlıklarının toplumsal üretiminde, insanlar, aralarında, zorunlu, kendi iradelerine bağlı olmayan belirli ilişkiler kurarlar; bu üretim ilişkileri, onların maddi üretici güçlerinin belirli bir gelişme derecesine tekabül eder." Marx burada bu üretim biçimlerinin insanın "kendi iradelerine bağlı olmayan" bir biçimde geliştiğini söyler ve bu gelişmenin sosyal doğasını açıklar.
 

Suskun

V.I.P
V.I.P
Max_Weber_1894.jpg

Max Weber

Max Weber (21 Nisan 1864-14 Haziran 1920), Alman düşünür, sosyolog ve ekonomi politik uzmanı. Modern antipozitivistik sosyoloji incelemesinin babası olduğu düşünülür. Sosyolojiyi metodolojik olgunluğa ulaştırmıştır.

Weber, siyaset sosyolojisi ve eğitim sosyolojisi alanında yaptığı araştırmalarıyla da tanınır. Marx'ın sınıf temelli çözümlemelerinin yerine statü kavramını getirmiştir. Bürokrasi üzerine çalışmalarıyla tanınır.

Çocukluğu

Weber, Almanya’nın Erfurt kentinde doğmuştur. Sir Max Weber’in yedi çocuğunun en büyüğüdür. Babası seçkin bir liberal politikacı, annesi Helene Fallenstein ise ılımlı bir protestandı. Sir Weber politikanın içinde bir figürdü ve aile hayatına da bunu yansıtmıştı, Weber’leri salonunda bir çok göze batan entelektüel ve siyasi ağırlanırdı.

Genç Weber ve daha sonra kendisi gibi bir sosyolog ve ekonomist olan kardeşi Alfred, işte böyle bir entelektüel ortamda büyümüşlerdir. 1876’da, Max henüz 12 yaşındayken, ailesine Noel hediyesi olarak iki tarihi metin kaleme almıştır: “Alman Tarihi Hakkında, İmparator ve Papa’ya Özel Atıflarla” ve “Konstantin’den Kavimler Göçüne, Roma İmparatorluğu”. 14’üne geldiğininde Homer, Virgil, Çicero ve Livy atıflı mektuplar yazıyor ve henüz üniversiteye girmeden evvel Goethe, Spinoza, Kant ve Schopenhauer’u genişçe biliyordu. Weber’in üniversite çağında sosyal bilimler alanında uzmanlaşmak isteyeceği açıkça belli idi.
Öğrenimi
1882'de Heidelberg Üniversitesi'ne Hukuk öğrencisi olarak girdi. Hukuk dersleriyle birlikte, ekonomi, Ortaçağ Tarihi ve teoloji derslerine de katıldı. Aralıklarla, Strasbourg’da Alman ordusuna hizmet verdi.

1884 Sonbaharında, babasının evine, Berlin Üniversitesi’ne çalışmak için girdi. Sonraki 8 yıl boyunca, sadece bir dönem Goettingen Üniversitesi için ve kısa dönem askerlik için evinden ayrıldı. Baba evindeyken, stajer avukat oldu ve nihayetinde Berlin Üniversitesine doçent olarak girdi. Meslek birliğinin sınavını kazandı. 1880’ler boyunca tarih dersleri almaya devam etti. 1889 yılında "Ortaçağ İşletme Organizasyonları Tarihi” isimli doktora tezini verdi. İki yıl sonra “ Roma Tarım Tarihi ve Roma Tarım Tarihinin Özel ve Halk Hukukundaki Önemi” adlı makalesini tamamladı. Weber artık bir profesör olması için önünde bir engel kalmamıştı.

Doktora tezi sonrasında, Weber’in ilgisi çağının sosyal politikalarına kaydı. 1888’de “Verein für Socialpolitik”e katıldı. Bu birlik, tarihçi ekole bağlı Alman ekonomistlerin kurduğu yeni bir meslek örgütüydü. Orada, sosyal problemlerin birçoğunun ekonomi ile çözümlenebildiğini gösterdi ve ekonomik problemleri çözümlemede istatistik yöntemleri kullanmaya öncelik etti. Siyasete ilgisi devam ediyordu ve sol görüşlü Protestan Sosyal Kongresi’ne katıldı. 1890, “Verein” Polonya Sorunu “Ostflucht” diye bilinen, yabancı çiftçilerin Doğu Almanya’ya girişleri ve yerli çiftçilerin ise hızla sanayileşen Alman şehirlerine göç etmelerini üzerine bir araştırma programı açtı. Bu araştırmanın bir kısmını yürüten Weber araştırmanın sonuç raporunu da kaleme aldı. Bu sonuç raporu, muhteşem bir empirik çalışma denilerek övüldü ve Weber’in tarım ekonomisi dalındaki uzmanlığını perçinledi.

1893’de, kuzeni ve geleceğin feminist yazarı olan Marianne Schnitger ile evlendi. Schnitger, Weber’in ölümünden sonra, onun gazete makalelerini toplayıp kitaplaştıran insandır. Çift 1894’de Weber’in Freiburg Üniversitesi'ne Ekonomi Profesörü olarak atanması üzerine, Freiburg’a gittiler. Bundan iki yıl sonra, aynı görevle Heidelberg Üniversitesi atandı. 1 yıl sonra, oğluyla sert bir anlaşmazlığa düşmelerinden iki ay sonra baba Weber vefât etti. Bu olayın ardından, Weber artarak uyku problemine ve sinirliliğe düçar oldu. Bu durum, Weber’in profesörlük görevini sürdürmesini zorlaştırdı. Bu durum, daha az ders vermesine neden oldu ve 1889’da son dersini verdi. 1900’de eşiyle birlikte İtalya’ya gittiler ve 1902’ye dek Heidelberg’e dönmediler.
Kapitalizmin Ruhu ve Protestan Ahlak
1890’lardaki engin üretkenliğinden sonra, 1898’den 1902 sonlarına kadar tek bir sayfa bile yazmamış ve nihayetinde 1903’de profesörlükten istifa etmiştir. Bu sorumluluktan kurtulunca, “Archives for Social Science and Social Welfare”den gelen ortak editörlük teklifini, meslektaşları Edgar Jaffe ve Werner Sombart’la birlikte kabul etti. 1904’te, bazı makalelerini bu dergide basmaya başladı, “Kapitalizmin Ruhu ve Protestan Ahlak” (Die protestantische Ethik und der Geist des Kapitalismus) da bunlardan en dikkate değer ve ünlü olanıdır. Bu çalışması, daha sonraki, ekonomik sistemleri kültür ve dinle temellendirmek düşününe temel oluşturmuştur.

Bu çalışması, o hayattayken kitap olarak basılan tek eseridir. Yine o yıl, A.B.D.’ye gitti ve Congress of Arts and Sciences’da World's Fair (Louisiana Purchase Exposition)’a atıldı. Bu başarılarına rağmen, Weber sürekli hocalığa devam edemeyeceğini düşünüyor, sadece özel dersler veriyordu, geçimini de kısmen bu yolla büyük ölçüde kendisine 1907’de kalan mirasla sağlıyordu. 1912’de Weber, sosyal demokratlar ve liberalleri birleştirerek bir sol parti kurmayı denedi. Bu girişim, liberallerin, sosyal demokratlardan devrim yapabilecekleri endişesiyle uzak durmaları sonucunda başarısızlıkla sonuçlandı.

Alman siyasetindeki yeri ve etkisi
I. Dünya Savaşı sırasında, Heidelberg’deki bir askeri hastanede müdürlük yaptı. 1915 ve 1916’da, savaş sonrasında Belçika ve Polonya’daki Alman üstünlüğünün sürdürülmesi için görevlendirilen komisyonda görev aldı. Savaş sırasında Weber’in Alman İmparatorluğu’nun genişlemesine dair görüşleri gibi, savaş hakkındaki görüşleri de değişti. 1918’de Heidelberg’deki “İşçi ve Asker Konseyi”ne katıldı. Yine aynı yıl, Versay Anlaşması'na katılan Alman Ateşkes Komisyonu’na danışmanlık yaptı ve "Weimar Anayasası komisyonuna üye olarak atandı. Özellikle 48. madde'nin bu anayasayada yer almasını sağladı. Bu madde daha sonra "Hitler" tarafından, muhaliflerini susturmak ve diktatörlüğünü kurmak için kullanılmıştır. Weber’in Alman politikasına yaptığı katkılar halen tartışılmaktadır.
Max_Weber_1917.jpg

Max Weber, 1917
Weber, önce Viyana Üniversitesi'nde, 1919'da ise Münih Üniversitesi'nde ders vermeye yeniden başladı. Münih'te Almanya'nın ilk sosyoloji enstitüsünü kurdu ve başına getirildi ancak sosyoloji bölümü için yeterli personel bulunamadı. 1919 ve 1920'de Weber, sağcıların kışkırtmaları ile siyasetten ayrıldı. Birçok meslektaşı ve öğrencisi, 1918 ve 1919'daki Alman Devrimi boyunca solcuların davranışları ve konuşmaları hakkındaki görüşlerini protesto ettiler. Bazı sağcı öğrenciler ise evinin önünde protesto gösterileri yaptı.
Ölümü

Weber,14 Haziran 1920'de zatürreden öldü
 

Suskun

V.I.P
V.I.P
Profesör Doktor Mehmet Cihat Özönder, (d. 1947, Ankara, Türkiye) - (ö. 26 Temmuz 2007, Ankara, Türkiye),Milletvekili Türk sosyolog ve Türkolog.
1971 yılında Hacettepe Üniversitesi Sosyoloji Bölümünü bitirdi ve aynı bölümde akademik hayatına başladı. "Manisa Salihli'de Meskun Kazak ve Bulgaristanlı Göçmenlerin Sosyo-Kültürel Yapıları" konulu tezi ile doktor unvanını aldı. 1981 yılında Güney Kore'nin başkenti Seul'deki Hankuk University of Foreign Studies'de iki yıl süreyle misafir öğretim üyesi olarak çalıştı. 1992 yılında profesör payesini alan Özönder, Hacettepe Üniversitesi'nde Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü ve Stratejik Araştırmalar Merkezi'ni kurdu ve uzun yıllar Sosyoloji bölüm başkanlığı görevini yürüttü. 1991 yılında bir sivil toplum kuruluşu olarak KÖK Sosyal ve Stratejik Araştırmalar Vakfı'nı (KÖKSAV) kurdu, KÖKSAV'ın başkanlığını yürüttü.

Hacettepe Üniversitesinde lisans ve lisansüstü seviyelerde Genel Sosyoloji, Kurumlar Sosyolojisi, Kültürel Değişme, Sosyal Değişme, Gelenekler ve Görenekler, Türk Sosyo-Kültür Yapısı, Kent Sosyolojisi derslerini veren Özönder, bu konularda lisans, yüksek lisans ve doktora tezleri yönetti. Ayrıca, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi'nde Çağdaş Türk Lehçeleri Bölümü'nde Türk Dünyasının Sosyo-Kültürel Yapısı, Kore Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı'nda Kore Kültürü Araştırmaları dersleri veren Özönder, Başbakanlıkta Türkiye dışında yaşayan Türkler konusunda müşavirlik görevinde bulundu ve ilgili çeşitli derneklerde görev aldı. Bulgaristan, Yunanistan, Makedonya, Romanya, Kırım, Azerbaycan, Gürcistan, Kırgızistan, Kazakistan, Rusya ve Çin Halk Cumhuriyeti'nde yapılan çeşitli kongre, konferans ve sempozyumlarda Türk kültürü konularında konuşmalar yaptı. Türkiye'nin sosyo-kültürel yapısı ile başta Balkan Türkleri olmak üzere Türk dünyasının meselelerine yönelik çok sayıda çalışması ve yayını bulunmaktaydı.

23. Dönemde MHP'den İstanbul Milletvekili seçilen Mehmet Cihat Özönder, milletvekili mazbatasını almak üzere Ankara'dan İstanbul'a giderken Ankara şehir sınırları içinde geçirdiği trafik kazasında yaşamını yitirdi
 

Suskun

V.I.P
V.I.P

Michael+Pollan+or+Michel+Foucault%3F+5A.jpg

Fransız filozof Michel Foucault ("Mişel Fuko" olarak okunur)
15 Ekim 1926’da Poitiers’de doğdu. Babası, oğlunun kendi kariyerini takip etmesini isteyen bir cerrahtı. Foucault, Saint-Stanislas Okulunu bitirdikten sonra, saygın bir okul olan Paris’teki 4. Henry Lisesi’ne girdi. 1946’da, daha önce sınavlarında başarısız olduğu École Normale Supérieure’e kabul edilen dördüncü öğrenciydi. İkinci dünya savaşı sırasında Poitiers, Alman ordularının işgali altında kaldı.

Okul yıllarında eşcinselliğini keşfetti. Maurice Merleau-Ponty ile felsefe çalıştı. 1948’de felsefe diplomasını, 1950’de psikoloji diplomasını aldı ve 1952’de psikopatoloji diplomasıyla ödüllendirildi. 1950-1953 yılları arasında Fransa Komünist Partisi'nde yer almıştır. Partiye girişi Louis Althusser aracılığıyla olmuştur. Ancak Stalin'in Sovyetler Birliği'nde izlediği politikalar onu partiden soğutmuş ve bir süre sonra partiden ayrılmıştır.

1954’ten itibaren dört yıl İsveç’te Uppsala Üniversitesi’nde doktora tezini yazdı. Zamanın Uppsala Üniversitesinin pozitivist damarı Foucault'un tezini bilimsel bulmayıp, kabul etmedi. Birer yıl da Varşova ve Hamburg Üniversitelerinde Fransızca öğretti. 1960’da Fransaya Clermont-Ferrard Üniversitesine Felsefe bölüm başkanı olarak döndü. "Delilik ve Medeniyet" kitabındaki teziyle doktorayla ödüllendirildi. Aynı yıl Foucault, kendinden on yaş küçük olan felsefe öğrencisi Daniel Defert’la tanıştı. Defert’ın politik aktivizmi çalışmalarında ona yol gösterdi. Foucault, Defert’la aralarındaki ilişki için çok sonraları bunun zaman zaman da aşka benzeyen uzun soluklu bir tutku ilişkisi olduğunu söyledi.

Foucault’nun ikinci önemli eseri "Kelimeler ve Şeyler" (Les Mots et les choses) 1966’da yayınlanan karşılaştırmalı bir ekonomi, doğa ve dil bilimleri çalışmasıydı. Çok satan bu kitap Foucault’nun adının tanınmasında büyük rol oynadı. 1966-1968 arasında Defert’la birlikte Tunus’a gitti ve birlikte tekrar Paris’e döndüler. Foucault, Vicennes’deki Paris-VIII Üniversitesi’nde Felsefe bölüm başkanı oldu, Defert da sosyoloji bölümünde ders vermeye başladı. 1968 öğrenci hareketinden oldukça etkilendiler. Aynı yıl Foucault başka aydınlarla beraber Hapishane Bilgilendirme Grubu’nu (Groupe d'information sur les prisons) kurdu.

1969’da "Bilginin Arkeolojisi"’ni (Archéologie du savoir) yayınladı. 1970’de en önemli araştırma enstitülerinden biri olan Fransa Koleji’ne Düşünce Sistemleri Tarihi profesörü olarak seçildi. 1975’te belki de en etkili kitabı olan "Hapishanenin Doğuşu"’nu (La Naissance de la Prison) yayınladı.

Ömrünün kalan yıllarında kendini "Cinselliğin Tarihi" (Histoire de la sexualité) çalışmasına adadı. 1976’da ilk cildini yayınladı, çalışmasını tam bitirememiş olsa da ikinci ve üçüncü ciltler 1984’teki ölümünden hemen sonra yayınlandı.

1978'li yıllarda İran'da Şah karşıtı gösteriler ayyuka çıktığında Foucault, Corriere della Sera ve Le Nouvel Observateur dergilerine muhabirlik yapmış, İran'ı ziyaret etmiştir. Paris'te Ayetullah Humeyni görüşmüş, İran'daki muhalefet liderleri ve gösteriye katılan insanlarla mülakatlar gerçekleştirmiştir. İran'a ilişkin "Ruhsuz dünyanın ruhu" gibi yazdığı makaleler ve kullandığı "siyasi ruhanilik" kavramı ilginçtir. Bu makaleler İngilizce'ye çok sonradan tercüme edilmiş, özellikle 11 Eylül saldırılarının ardından ilgi görmüş; siyasal İslam, İran-Batı ilişkileri bağlamında incelenen metinler olmuştur.

Michel Foucault, daha çok toplumdaki daimi doğruları inceleyen bir filozoftu. Nietzsche ve Heidegger’in düşüncelerinden oldukça etkilenen Foucault, çalışmalarında çoğunlukla Karl Marx ve Sigmund Freud’un fikirleriyle mücadele etti. Hapishaneler, polis, sigorta, delilik, eşcinsellik ve sosyal haklar konularında çalıştı. Bütün çalışmalarını modernitenin bireyler üstündeki etkisi ve getirdiği yeni iktidar ilişkileri üstüne kurdu. Öte yandan Gerard Raul'a verdiği röportajda post-modernist yahut post-yapısalcı olarak tasnif edilmeyi reddettiğini söylemiştir.

25 Haziran 1984'te Paris'te yakalandığı AIDS hastalığı nedeniyle vefat etmiştir.
 
Top