Ünlü Sosyologlar ve hayatları

Suskun

V.I.P
V.I.P
Sosyoloji (latince socio+logos) ; “Toplum Bilimi” veya “sosyal olayların bilimi” ya da “sosyal örgütlenme ve sosyal değişimler bilimi” olarak da bilinmektedir.Sosyoloji, sosyal hayatımızda var olan sosyal gerçekleri (sosyal olaylar ve olgular), insanların meydana getirdiği grupları, grupların davranışlarını ve sosyal kurumları olduğu gibi inceleyen pozitif bir sosyal bilim dalıdır. Bir başka ifadeyle, sosyoloji, bir takım varsayımlardan çok; var olan gerçekleri ortaya koymaya çalışan, sosyal gerçeğe eğilen bir bilimdir.

Ünlü Sosyologlar
Ahmet Cevdet Paşa
Alexander Rüstow
Anthony Giddens
August Comte
Baykan Sezer
Behice Boran
Cemil Meriç
C Wright Mills
Claude Henri de Saint Simon
Doğan Ergun
Emre Kongar
Émile Durkheim
Erol Güngör
Erving Goffman
Ferdinand Tönnies
Georges Gurvitch
Georg Simmel
George Herbert Mead
Herbert Spencer
Hilmi Ziya Ülken
Immanuel Wallerstein
İbn'i Haldun
İsmail Beşikçi
Jürgen Habermas
Karl Marx
Max Weber
Mehmet Cihat Özönder
Michel Foucault
Mustafa Erkal
Niyazi Berkes
Norbert Elias
Orhan Türkdoğan
Prens Sabahaddin
Ralf Dahrendorf
Robert K.Merton
Şerif Mardin
Talcott Parsons
Vilfredo Pareto
Wright Mills

Ziya Gökalp
Zygmunt Bauman
 

Suskun

V.I.P
V.I.P
473px-Ahmed_Cevdet_Pasha.jpg

Ahmet Cevdet Paşa
Vikipedi, özgür ansiklopedi
Ahmed Cevdet Paşa (Osmanlıca: احمد جودت چاشا)

(26 Mart 1822, Lofça - 1895, İstanbul) Osmanlı Devleti'nde on dokuzuncu asırda yetişen büyük devlet ve bilim adamı. Mecelle'yi kaleme alarak İslam Hukukunu sağlam bir dille kitaplaştıran kişi.

Babası Lofça İdare Meclisi azasından İsmail Ağa'dır. İlk tahsilini Lofça’da yaptı. Yaradılıştan zeki ve kabiliyetli olduğu gibi, pek de çalışkandı. Dedesinin yardımı ile 1839 yılında İstanbul’a geldi. Medrese tahsiline başladı. Bu arada, matematik, astronomi, tarih ve coğrafya gibi ilimlerle de uğraşarak kültürünü artırdı. O zaman çok meşhur olan Murad Molla tekkesine tatil günleri giderek Farisi öğrendi ve Mevlana’nın Mesnevi’sini bitirdi. Divançe’sinde bulunan şiirlerin çoğunu bu tekkeye devam ettiği sırada yazdı.

1844’te 22 yaşındayken Çanat payesi ile Rumeli kaleminde kadı oldu. 1845 yılında müderris olarak İstanbul camilerinde ders vermek hakkını elde etti. 13 Ağustos 1850’de Meclis-i Maarif azalığı ile birlikte Dar-ül-Muallimin (Öğretmen okulu) müdürlüğüne getirildi. Bu mektebi kısa zamanda ıslah ederek, mektebe giriş ve imtihan usullerini yönetmeliklerle tesbit etti. Encümen-i Daniş’e (Osmanlı Akademisi) 1851’de asli üye seçildi.

"Tarih-i Cevdet" adıyla şöhret bulan kıymetli eserinin üç cildini 1854 yılında bitirip Sultan Abdülmecit'e sundu. Eseri çok beğenen Sultan, rütbesini yükseltti. Bir sene sonra da devletin resmi tarihçisi oldu.

Osmanlı Devletinin kanunlarını yapacak olan Meclis-i Vala-yı Ahkam-ı Adliye'ye 1861 yılında üye tayin edildi. 1866 yılında ilmiye sınıfından vezirliğe geçti. Halep vilayetine vali tayin edildi. Bir müddet orada kaldıktan sonra yeni kurulan Divan-ı Ahkam-ı Adliye'ye başkan tayin edildi. Bu vazifede çok faydalı işler gördü; memleketin adliye ve hukuk sistemini devrin ihtiyaçlarına göre düzenlemeye çalıştı.

Ali Paşa, Fransız medeni kanununun tercüme edilerek Osmanlı Devletinde tatbik edilmesi gerektiğini ileri sürüyordu. Buna karşı Ahmed Cevdet Paşa ve aynı düşüncede olanlar, İslam Hukukunun zengin ve tatbik edilmiş en kuvvetli dalı olan Hanefi fıkhının sistematik hale getirilerek kanunlaştırılması fikrini müdafaa ediyorlardı. Bu ikinci yani, Ahmed Cevdet Paşa ve arkadaşlarının fikirlerinin tatbiki için 'Mecelle Cemiyeti' adıyla ilmi bir heyet toplandı. Memleketin en kıymetli hukuk alimlerinin iştirak ettiği bu meclis, Kur’an-ı Kerim'in hükümlerini kanun şekline sokup, bütün milletlerin kıymet verdiği Mecelle adındaki kitabı hazırlayarak, büyük hizmet etti.

Cevdet Paşa, 1879 yılında Maarif Nazırlığına tayin edildi. Sonra da, çeşitli valiliklerde, Adliye, Maarif, Dahiliye, Ticaret nazırlıklarında bulundu. Padişah’ın hususi encümenlerine iştirak etti. 26 Mart 1895’te vefat etti. Naaşı, Fatih Camii bahçesine defnedildi.
 

Suskun

V.I.P
V.I.P
Alexander_R%C3%BCstow.jpg

Alexander Rüstow
Alexander Rüstow (8 Nisan 1885- 30 Haziran 1963) Alman filozof, ordoliberalizm (Fransızca:eek:rdolibéralisme, Almanca: Ordoliberalismus ) ve piyasa sosyal ekonomisi düşünürü.

Rüstow Wiesbaden'de doğdu. Göttingen, Münih ve Berlin Üniversiteleri'nde matematik, fizik gibi alanların yanında felsefe, ekonomi ve hukuk alanında eğitim gördü. 1910 yılında Heidelberg Üniversitesi'nde Russel Paradoksu üzerine doktarasını tamamladı. 1914 yılında eğitimini bırakıp imparatorluk ordusuna gönüllü olarak yazıldı. Bir sosyalist olarak Birinci Dünya Savaşı'nın çıkması ile yarıda kalacak olan devrimci harekete katıldı.

Ekonomi Bakanı olarak görev yaptı. Ruhr'da yer alan kömür endüstrisinin kamulaştırılması çalışmalarını yürüttü. Ayrıca Makine Mühendisleri Sendikası'na katıldı. Ama daha sonra Sosyalist Planlamacı ekonomik anlayışı terk etti.

1933 yılında Hitler'in iktidara gelmesi ile Almanya'yı terk etti. İsviçre'ye yerleşmek zorunda kaldı. Türkiye'de İstanbul Üniversitesi'nde tarih ve iktisadi coğrafya üzerine dersler verdi. 1938'de liberal entellektüeller ve iktisatçılar tarafından düzenlenen Walter Lippmann Kolokyumu'na katıldı. Orada liberalizmin mimarisi üzerine uzun ve ilgi çekici bir konuşma yaptı. 1950'de Heidelberg Üniversitesi'ne 1956 yılında emekli olana kadar ders vermek üzere geri döndü. 1963 yılında vefat etti.
 

Suskun

V.I.P
V.I.P
Anthony Giddens, (Baron Giddens, d. 18 Ocak 1938), İngiliz toplumbilimci.

Yapılandırma kuramı ve modern toplumlar üzerindeki bütünsel görüşleriyle tanınır. Sosyoloji alanındaki en önemli modern bilimcilerden biridir. 29 dilde yayımlanan 34'ten fazla kitabıyla, yılda birden fazla kitap yayınlamış bir yazardır. John Maynard Keynes'den sonra İngiltere'nin en tanınan sosyal bilimcisidir.

Akademik hayatında üç önemli aşama belirlenebilir:

* İlki,
klasiklerin bir yeniden yorumlanmasına dayanan, toplumbilimin kuramsal ve yöntembilimsel olarak anlaşılmasını ortaya koyan, toplumbilimin ne olduğuna dair yeni bir ufku içeren kısımdır. Bu dönemin büyük çalışmaları Kapitalizm ve Modern Toplum Kuramı(1971) ve Toplumbilimsel Yöntemin Yeni Kuralları(1976) dır.

* İkinci aşamada Giddens ikisine de bir öncelik tanımadan yapılandırma kuramını geliştirdi, ajansın ve yapının çözümlemesi. Bu dönem çalışmaları, Toplum Kuramında Merkezi Sorunlar(1979) ve Toplumun Oluşumu(1984)gibi, ona toplumbilimsel arenada uluslararası bir ün getirdi.

* Son dönem ise modernite, küreselleşme ve siyaset, özellikle modernitenin toplum hayatı ve birey yaşamı üzerine etkisi.Bu dönem onun postmoderniteyi eleştirmesini ve Modernitenin Sonuçları(1990), Modernite ve Kimlik(1991), İçtenliğin Dönüşümü(1992), Solun ve Sağın Ötesinde (1994) ve Üçüncü Yol: Sosyal Demokrasinin Yenilenmesi (1998)'de görülebilen, siyasette "ütopyacı gerçekçi"[2] üçüncü yol tartışmaları ile belirginleşmektedir.


Giddens Edmonton, Londra'da doğdu, Londra Ulaşım'da çalışan bir katibin oğlu orta sınıf bir ailenin çocuğu olarak büyüdü. Ailesinde üniversiteye giden ilk kişiydi. Lisans derecesini Hull Üniversitesi'nden 1959'da aldı, daha sonra Londra Ekonomi Okulu'ndan yüksek lisans derecesini aldı, bunu 1974'te Cambridge Üniversitesi'nden alınan PhD derecesi takip etti. 1961'de toplum psikoloji öğrettiği Leicester Üniversitesi'nde çalışmaya başladı. İngiliz toplumbiliminin gelişim yerlerinden biri olan Leicester'da, Norbert Elias'la tanıştı ve kendi kuramsal pozisyonunu oluşturmaya başladı. 1969'da , İktisat Fakültesi'nin bir alt bölümü olacak Toplumsal ve Siyasal Bilimler Komitesi(SPS)'nin oluşumuna yardım edeceği Cambridge Üniversitesi'nde bir pozisyona atandı.
 

Suskun

V.I.P
V.I.P
414px-Auguste_Comte.jpg

Auguste Comte

Isidore Marie Auguste François Xavier Comte, kısaca Auguste Comte (19 Ocak 1798 - 5 Eylül 1857), Fransız sosyolog, matematikçi ve filozoftur. Sosyolojinin babası olarak tanımlanabilir.

Fransa'nın Montpellier kentinde doğdu. Katolik bir aileden gelen Comte, ailenin üç çocuğundan biriydi. Babası vergi dairesinde memur, annesi ise ev hanımıydı.

Auguste Comte, sosyoloji ismini öne süren ilk sosyologtur. "Sosyoloji neden diğer bilim dalları gibi bir dal olmasın" tezini savunarak sosyolojinin temelini o zamanlarda attı. Ayrıca felsefede pozitif düşünce üzerine de çalışıyordu. Daha sonraları fizik, gökbilim ve kimya ile de uğraştı. Ayrıca Comte yaşadığı çağda altı bilimden sözetmiştir: Fizik, Matematik, Kimya, Biyoloji, Sosyoloji ve Astronomi'dir. Sosyolojiyi bunların üstünde görmüştür.
Sosyolog yönüyle Auguste Comte

Fransız Devriminden hemen sonra doğduğu için -Sosyoloji alanındaki- çalışmaları Fransız Devrimine ve Aydınlanma Düşüncesine bir tepki niteliğinde insanlık dinini kurmayı deneyen, pozitivizmin sahte peygamberi sever. Fransız filozofudur. Veznedar bir babanın ve dindar bir annenin oğlu diye bilinir. Dokuz yaşında doğduğu şehrin kolejine girer ve keskin zekâsı sayesinde parlak bir talebe olur. On dört yaşında iken bir takım nedenlerden dolayı ailesinden ayrılır ve katı bir cumhuriyetçi olur. Ayrıca disiplin ve otoriteden nefret eder. Henüz 16 yaşındayken Paris'te politeknik okulunun giriş sınavlarını kazanır. Matematikte çok iyi olmasına borçludur bunu. Bu okulda çeşitli fikir adamlarının kitaplarıyla ilgilenir. Ailesi istememesine rağmen Paris'e dönüp biyolojiyle ilgilenir. Saint Simon la tanışıp yedi yıl arkadaşlık ve çıraklık eder. Fakat hocasının itaat ettirmek isteği, Comte'unsa disiplinsiz ve kendi büyüklüğüne fazlasıyla inanmış olması ikilinin yollarını ayırır. Comte zayıf ve bedbaht biriydi diye söylenir. Bir sokak kadınıyla evlenmesi ve onu boşu boşuna yola getirmeye çalışması devamlı geçimsizlik ve kavgaya neden olur aralarında. Comte geçimini sağlamak için pozitif felsefe dersleri vermeye başlar. Ona göre gerçeğin ölçüsü, metafizikten mahrum oluşuydu. Yani tecrübe ile ispat olunmayan hiçbir şeye inanılmamalıydı. Yıllarca karısıyla gelgitli bir hayat yaşaması ve aşırı derecede okuması dolayısıyla gelgitler yaşamaya başladı. Yedi ay akıl hastanesinde tedavi gören Comte karısının isteğiyle çıkarıldı. Ama kendine gelmesi bir yıl sürdü ve tekrar ders vermeye başladı. Fakat karısı beş yıl sonra kendisini terk etti ama yıllarca mektuplaştılar.1845 yılında kocası müebbet hapse mahkûm olmuş bir kadına âşık olur artık zenginlerden aldığı yardımlarla yaşar ve çevresindeki insanlara karşı çok kırıcı bir hal takınır. O zamanın kanunlarına göre boşanmak mümkün olmadığı için evlenemez fakat bu kadına çok içten âşık olur. Bir yılda 180'nin üzerinde mektup yazar bu kadına fakat kadın bir yıl sonra veremden ölür. Artık büsbütün bu platonik duyguya kaptırır kendini. 1849-1850 yıllarında Comte'ta belli başlı fikirler dallanıp budaklanır ve bazı garip teşebbüslere girişir. Pozitif bir din kurar. İnsanlık dini. Hatta Rus çarına ve Osmanlı sadrazamına mektup yazarak onları bu dine davet eder. Comte artık peygamberdir ve dininin esaslarını belirler. Hatta şeytan yerine Napolyon'a lanet etmeye vaaz eder. Ernest Renan Comte'tan söz ederken`200 yıldan beri birçok bilim adamının kendisi kadar görüp anladıkları gerçekleri kötü bir Fransızcayla anlattığı için Comte'a büyük adam denilmesi beni kızdırıyor der. Zihin çöküntüsü ve his dalgalanmaları yoğunlaşır, kurduğu pozitif sisteme tamamıyla ters bir hareketle mistik ve metafizik olduğu kadar da garip bir din kuran Comte 5eylül 1857 günü, insanlığın sembolü ve temsilcisi sayıp ulu varlık adını verdiği veremden ölen sevgilisinin masasının önündeki son merasimini yaparken ölür. Sosyolojiyi Sosyal Statik ve Sosyal Dinamik olmak üzere ikiye ayırır. Sosyal Statik; bir toplumdaki düzeni ve durağanlığı incelediği için bir düzen kuramaz. Çünkü peygamber olamamıştır en başından beri. Sosyal Dinamik ise, değişme ile ilgili olduğu için bir ilerleme kuralıdır. Comte evrimcidir. Tarihi bir ilerleme süreci olarak görür yani iyimserdir. Comte' un üç hal ya da üç durum yasası vardır.

Bunlar:

a) Teolojik ya da hayalî hal,
b) Metafizik ya da soyut hal,
c) Pozitivist ya da bilimsel haldir.

Comte'e göre aile, din, devlet toplumun temel müesseseleridir. İnsan düşüncesinin hareket noktasında din bulunmaktadır.

Comte fetişizmden politeizme oradan da monoteizme geçiş olduğunu savunmuş, müsbet bilim olması gereken pozitivist devrede insanlığın pozitivist bir dine sahip olması gerektiğine dikkat çekmiş dininde bu devrede insanlığa veya topluma tapma şeklinde olması gerektiğini savunmuştur.
 

Suskun

V.I.P
V.I.P
Baykan Sezer'in Sosyoloji Anlayışı
Baykan Sezer, her şeyden önce, ülkemizdeki öncü sosyologlardan biridir. O, ürettikleriyle, yetiştirdiği öğrencileriyle ekol oluşturabilmiş, yaşayan gelenek haline gelebilmiş bir yerli sosyoloğumuzdur. Batılı sosyoloji kuram, yaklaşım ve doktrinleri ile Türk toplum yapısı ve gerçeğinin kavranamayacağını belirten, eşdeyişle, Batı sosyolojisi temelli argüman ve saptamalarla Türkiye´de sosyoloji yapmanın "yanlış" olduğunu vurgulayan Sezer´in tüm çabası ve amacı "kendimizi" ve/veya "Türk toplumunu" Doğu-Batı ekseninde açıklamadır.
 

Suskun

V.I.P
V.I.P

Behice_boran.jpg

Behice Boran
Vikipedi, özgür ansiklopedi​


Doç.Dr.Behice Boran, (d. 1 Mayıs 1910, Bursa – ö. 7 Ekim 1987, Brüksel). Türkiye İşçi Partisi’nin son genel başkanı, siyasetçi, akademisyen ve sosyolog.

Yaşamı
Ailesi 1890’larda Bursa’ya göç etmiş, Kazan Tatarı'ydı. Tahıl ticareti yapan Sadık Bey ile Mahire Hanım’ın kızı olarak 1910'da Bursa'da doğdu. Üç kardeşin en küçüğüydü.

Boran ilkokula Bursa’da başladı. Kurtuluş Savaşı döneminde Yunanlılar Bursa’ya girince, ailesiyle İstanbul’a göç etti. Orta öğrenimini Arnavutköy Amerikan Kız Koleji'nde yaptı. Babası okuryazar, aydın bir adamdı Çocuklarının yabancı dil eğitimine çok önem veriyordu. Bu sebepten Fransız okuluna yazdırıldı. Bu okul kapatılınca Arnavutköy’deki Amerikan Kız Koleji’nde okumaya başladı. 1927’de orta, 1931’de lise kısmını birincilikle bitiren ilk Türk kız öğrenci oldu. Manisa Orta Mektebi İngilizce muallimeliğine atandı. Amerikan Michigan Üniversitesi (ABD) ona burs verme teklifinde bulundu. Kendini bu üniversiteye öneren kişi, Amerikan Kız Koleji’ndeki tarih öğretmeniydi.

Michigan Üniversitesi’nde sosyoloji doktorasını tamamladıktan sonra 1939'da Türkiye'ye döndü ve Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi (DTCF) sosyoloji bölümüne doçent olarak atandı. Aynı dönemde Yurt ve Dünya ve Adımlar dergilerinin yayın faaliyetine katıldı. 1946'da Nevzat Hatko ile evlenen Boran, 1948'de siyasi görüşleri nedeniyle üniversiteden uzaklaştırıldı.

1950 yılında kurucusu ve başkanı olduğu Barışseverler Cemiyeti, Menderes hükümetinin Kore'ye asker göndermesini kınayan bir bildiri yayımlayınca 15 ay hapis cezası aldı.

1962'de Türkiye İşçi Partisine üye olan Boran, 1965 seçimlerinde Urfa'dan milletvekili seçildi. Birkaç dönem Avrupa Parlamentosu'nda Türkiye'yi temsil etti. TİP genel başkanı Mehmet Ali Aybar'a karşı tavır aldı ve 1970 yılındaki parti kurultayında genel başkan seçildi.

12 Mart 1971 muhtırası ile birlikte tutuklandı ve partisi kapatıldı. Boran, 15 yıl hapis cezası aldı. 1974 yılında ilan edilen genel aftan yararlanarak serbest kaldı.

1975'te tekrar kurulan TİP'in genel başkanı seçildi. 12 Eylül 1980 darbesinin ardından kısa süre ev hapsinde tutulan Boran, daha sonra yurtdışına çıktı.

O her ne kadar “Sosyalist doğulmaz sosyalist yaşanır.” dese de onun doğduğu gün belkide hayatının bir işareti olabilir.


1981'de yurttaşlıktan çıkarıldı. Yurtdışında iken TKP ile TİP'in birleşme kararı aldıklarını duyurdu ve iki gün sonra da öldü.

Cenazesi Türkiye'ye getirilen Boran, TBMM ve İstanbul'da düzenlenen törenlerin ardından 18 Ekim'de İstanbul Zincirlikuyu Mezarlığı'nda toprağa verildi.
 

Suskun

V.I.P
V.I.P
Cemil Meriç

images?q=tbn:b5ZGjLrzti8kxM.jpg

12 Aralık 1916'da Hatay, Reyhanlı'da Balkan göçmeni bir ailenin çocuğu olarak doğdu. Antakya Lisesi'nde eğitimini sürdürdükten sonra İstanbul'a geldi ve Pertevniyal Lisesi'ni bitirdi. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe bölümüne girdi. Öğrenimini tamamlayamadan Hatay'a döndü. Bir süre ilkokul öğretmenliği, Nahiye Müdürlüğü ve Tercüme Kalemi'nde reis muâvinliği yaptı.

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Fransız Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirdi. Elâzığ Lisesi'nde Fransızca öğretmenliği yaptı (1942-1945). İstanbul Üniversitesi yabancı diller okulunda okutman olarak çalıştı (1946).

1955'te görme yeteneğini kaybetti. Fakat öğrencilerinin yardımıyla çalışmalarını ölümüne kadar sürdürdü. 1974 senesinde İstanbul Üniversitesi'nden emekli oldu. 13 Haziran 1987 günü İstanbul'da vefat etti. Kızı Sosyoloji Prof. Ümit Meriç'tir.

cemilmeric_454923045.jpg
 

Suskun

V.I.P
V.I.P
School.jpg

C Wright Mills


C. Wright Mills (1916-1962): reformist ve karşılaştırmalı (mukayeseli) - tarihsel (1950'lerden sonra dışlanan) bir bakış açısına sahip, ABD'li muhalif sosyologtur. Çatışmacı bakışla, toplumsal düzen bağlantısını başarıyla kurabilmiştir. Oy kullanmamıştır. Pozitivizme karşı çıkarak, sosyolojiye daha hümanist bakmıştır.

Marx ve Weber’den çok etkilenmiş olup; “Yabancılaşma” kavramını Marx’tan almıştır; düşünceleri ve bakış açısı, Coser ve Dahrendorf’un çatışmacı bakış açılarına da oldukça uygun düşmektedir.

“Güç” ve “İktidar” en önemli kavramlarındandır; ancak final formu olarak zora dayalı güçten çok, “Karar verme ve güç yapısı (power structure)” ile ilgilidir.

En önemli eserleri: The Power Elite (İktidar Seçkinleri), Listen, Yankee: The Revolution In Cuba (Dinle Yankee: Ve Castro’nun Tarihi Savunması), The Sociological Imagination (Toplumbilimsel Düşün), The Marxists (Marksistler)dir.

Sosyal psikolojik ilkeleri hiçbir zaman göz ardı etmemekle birlikte, bunları yapıyla ilgili sosyolojik kaygılara bağlamayı bilmiş bir kuramcıdır; ---ayrıca bilinmeyen bir tarihte fuhuş çuluktan hapse girdi--- eklemlendiği şey sosyal psikolojidir. Poloma’ya göre Mills; "Sosyolojik tasarım" (toplumsal tahayyül, hayalgücü,düşün/sociological imagination) çağrısı ile büyük kuramcıları ("grand theorists") eleştirmiştir. Mills'in sosyolojik kuramında, grand teori perspektifinin yoksun olduğu 3 öğenin merkezi önemde bulunduğu görülür:

* Düşüncelerin, insan tarihinde sahip oldukları önemli yer

* Gücün (power) doğası ve bilgiyle ilişkisi

* Ahlaki eylemin anlamı ve bilginin ahlaki eylemdeki yeri

Sosyolojik imajinasyon, 3 önemli soruya cevap arar:

1) Belirli bir toplumda işler, faaliyetler nasıl örnek hale gelmektedir?

2) Bu toplumun insanlık tarihindeki konumu nerdedir? (Tarihselciliğe yaptığı vurguyla, Parsons’a tarihselci bir alternatif getirmektedir)

3) Bu toplum, ne tür insan tipi üretmektedir?

Mills'e göre, çağrıda bulunduğu "sosyolojik tasarım (imgelem)", makroskobik ve moleküler (mikroskobik) bakış açısının bir harmanı olmalıydı:

Makroskobik: Amacı, belirli tarihi fenomen tipleri ortaya koyarak, bu fenomen tipleriyle sistematik olarak birbirine bağlanan kurumları ilişkilendirmek olan bakış açısıdır ki; Weber, Marx, Simmel ve Mannheim'ın çalışmaları, tümüyle makroskobik araştırma yollarını örnekler.

Mikroskobik: Küçük ölçekli problemler ve doğrulamada(sınama) kullanılan istatistiksel modelleri ifade (karakterize) eder. Mills’e göre; “Sorun ve çalışmalarımızın siyasal ve toplumsal olarak önemi arttıkça, çözümlerimiz de daha az özenli ve bilgimiz daha az kesin olmaktadır”. Bu ikileme getirdiği çözüm ise; bu iki yöntem arasında mekik dokumaktır: Bu da, makroskobik düzeylerde geniş boyutlu çalışırken, mikroskobik düzeyde yeterince kanıtlayıcı veri toplayabilmek için inceden inceye çalışma olanağı sağlar.

Mills'e göre, anlamlı bir sosyolojik kuramla ilgilenip, tarih ve biyolojiyi veri kaynağı olarak kullanan sosyolog; "sosyolojik tasarım"a sahiptir. Böyle sosyologlar, anlamlı bir sosyolojik kuramla ilgilenip, iyi bir tarih ve biyoloji bilgisi ve kullanma yeteneği ile harmanlarlar. Yani sosyolog, makro düzeyde çözümler ararken, mikro seviyede olayları tasvir edici, tamamlayıcı verileri toplamaya gayret eder. Bu noktada işlevselci sosyolojiye (fonksiyonalizme), Talcott Parsons’ın üzerinden, “kuramını doğrulayıcı yeterince veri toplamadığı” hususu ile eleştiri getirir. Natüralistik sosyolojinin, fizik kurallarını sosyolojiye uygulama heveslerinde olduğunu belirtir (“Fizikçilerin doğaya ilişkin olarak yaptılarına inandıklarını, toplum ve tarihle yapmak üzere yola koyulmuşlardır”): Mills’in kuramı ise, değerlendirici ve hümanistik bir kuram özelliğindedir. Gerth ve Mills; biyolojik organizmalarının ve fiziksel yapılarının ve her kişilik yapısında rol oynayan kişinin farklı konumlanmaları nedeniyle kadın ve erkeğin eşsiz (unique) yaratıklar olduğunu söylemektedirler.

Mills’e göre insanlar doğaları gereği, davranışsal olarak irrasyoneldirler. Bu yüzden kadın ve erkekler; dürtülere, politik sloganlara ve statü sembollerine irrasyonel, duygusal tepkiler vermeye eğilimlidirler. Bu irrasyonelliği sergilemek sosyolojinin görevi olmalıdır. Bu sergileyişle tüm insanlar irrasyonel tepkiler vermeye daha az eğilimli olacaklardır (Bu sebepledir ki; Mills, güç ve siyaset üzerine makaleler yazmış,”White Collar” ve “The Power Elite” çalışmalarını yapmıştır). Sosyal bilimcilerin, sosyolojinin toplumun acil sorunlarıyla doğrudan bağlantısına ilgi duyması gerektiğini vurgulamaktadır. Bir toplum bilimcisi olarak sosyoloğun günümüzde insan yaşamının kalitesinde bir farklılık yaratmakla ilgisi olması gerektiğini düşünmekte ve sosyologları “Scientism” (bilimcilik) tehlikesine karşı uyarmaktadır. Durkheim’ın “anomi” karşısında entelektüellere biçtiği rol ve atfettiği görevler düşünülürse, bu bakımdan Mills’in Durkheim’dan etkilendiği söylenebilir.

“Toplum” ve “sosyoloji” tanımları, yapısal fonksiyonalisttir. Ancak yukarda da belirtildiği gibi; insanın irrasyonel tarafına yaptığı vurgu ile yapısal fonksiyolizmden ayrılır.

Mills’e göre;

Siyasal düzen: İnsanların, toplumsal yapıdaki güç ve otorite dağılımını ele geçirdikleri, kullandıkları ve etkiledikleri kurumları kapsar.

Ekonomik düzen:
İnsanların mal ve hizmetleri üretmek ve dağıtmak için emeği, kaynakları ve teknik araçları örgütledikleri kurumları kapsar.

Askeri düzen: İnsanların meşru şiddeti örgütledikleri ve kullanımını destekledikleri kurumları kapsar.

Kamuoyu; belli bir zamanda belli bir tartışmalı durum karşısında bu sorunla ilgilenen kişi ya da kişilerin gruplarında hâkim olan kanaattir. Dolayısıyla bir toplumda tek bir kamuoyundan bahsetmek mümkün değildir; sadece savaş gibi halkın tek vücut olduğu durumlarda tek bir kamuoyundan bahsedilebilir. Kamu toplumu ve kitle toplumundaki ayrımlar ise;

* 1 Kamunun Öğeleri
* 2 Kitlenin Öğeleri
* 3 Orta sınıf hakkındaki görüşleri
* 4 İktidar seçkinleri
* 5 Dış bağlantılar

Kamunun Öğeleri


1) Kamu toplumunun temel dayanağı düşüncenin özgürce açıklanabilmesidir, toplumsal hayatta bireyler düşünce ve görüşlerinin özgürce açıklayabilmektedirler. Kamuoyu da açık tartışmalarla oluşmaktadır.

2) Hiçbir kurumun, kamu üzerinde açık ya da gizli herhangi bir baskısı bulunmamaktadır.

3) Kamuoyu toplumu, kendi sorunlarıyla ilgili her sorunu protesto etmeyebilirler; protesto haklarının oluşu, özgürlük ortamının varlığı sayesindedir.

Kitlenin Öğeleri

1) Kitle toplumunun temel dayanağı ise kitle iletişim araçlarının bireyleri manipüle ederek gönderilen mesajları tüketmelerini sağlamaktır.
Düşünce ve eğilimler karşılıklı dinlenebilmesine rağmen, kendini ifade edebilenlerin sayısı azdır. Kitle toplumu, güdülenmiş toplumdur.

2) İktidar, kamu üstünde baskı sahibidir

(Bu da, bir toplumun kitle/kamu toplumu olduğunu gösteren ölçüttür). Bireyler yığını olarak görülen kamu; KİA (Kitle İletişim Araçları) ile biçimlenir ve KİA ile oluşturulan kamuoyunun oluşturacağı davranışlar, iktidar tarafından sürekli denetlenir. Açık ya da örtülü bir baskı mevcuttur.

3) Demokrasinin varlığı adına her konu protesto edilebilir.


Her toplum zamanla değişebilir; kitle toplumu ya da kamu toplumu halini alabilir. Mills’e göre Amerikan toplumunun gidişatı, kitle toplumuna doğrudur. KİA’nın kullanımı ve idaresi, iktidar seçkinlerinin elindedir.

Orta sınıf hakkındaki görüşleri

Mills’e göre orta sınıf, geniş bir yelpaze olup; işverenlerle ücretli çalışanlar arasındaki tampon sınıftır, büyük ölçüde”yabancılaşma”nın pençesindedir. Marx’ı hatırlarsak, Marx’a göre;

* İnsanları hayvanlar dünyasından ayıran şey, “emek”tir.

* Kapitalist sistemin ortaya çıkardığı modern sanayi, insanlığın kendini emeğiyle ifade etmesini giderek zorlaştırmaktadır. Bir çiftçi, hasatta elde ettiği ürünle, esnaf girişimiyle, doktor iyileştirdiği hastasıyla doyuma ulaşabilir; ancak kapitalizmde sanayileşme kişisel olarak giderek daha anlamsız işler yaratmaktadır. Bu doğrultuda kişiler kendilerini emekleri ile ifade edemeklerinden, hem ortaya çıkan sonuca hem sürece, hem kendilerine hem de doğaya yabancılaşmaktadırlar. İş dünyasında yaşanan yabancılaşma, “iç dünya”ya da sirayet etmekte ve çılgınca bir eğlence anlayışını doğurmaktadır: Kişiler sentetik heyecanların peşinde, sentetik ilişkiler kurarlar; gerçek ve derin ilişkiler, rahatlamalar yaşanamaz. Orta sınıf, devamlı iktidar seçkinlerinin sahip olduğu para, iktidar ve prestijin peşindedir; ancak bunlara hiçbir zaman sahip olamayacaktır. Mills’in orta sınıf sorununa yaklaşımındaki temel kavram, Marx’ın yabancılaşma sorunudur. Mills’e göre prestijin en önemli yolu doğumdur; eğitimle de sağlanır ve eğitimin süresi, prestiji belirler.

Mills, orta sınıf işçilerinin ve hatta serbest meslek sahibinin; genelde kendi yaşamlarını kontrol edecek bir kişisel güçten ve ulusu şekillendirebilecek bir politik güçten yoksun olduklarını belirtmektedir.

İktidar seçkinleri

Mills, kuramının tarihin her dönemi için geçerli olamayacağını söylemiş olmakla birlikte; büyük ölçüde 20.yüzyıla uygun olduğu düşüncesindedir (aslında Mosca ve Pareto’nun elit teorileri ile birlikte düşünülürse, Mills’in tezi demokrasiye karşı sunulan görüşlerin antitezi, yani bir Neo-Elit kuramıdır). Mills’in iktidar yapısı çözümlemesi karamsardır; kadın ve erkeği, kaderleri elitin toplumsal eylemlerince belirlenen piyonlar olarak görme eğilimindedir.

Mills’e göre demokrasi, yurttaşlara söylenmekte olan bir yalandır ve işin aslı başkadır: Toplum, üçlü bir dikta (triviumverate) tarafından, yani siyasi-sanayi-askeri elit tarafından, üçlü bir etkileşimle (Capitol-Pentagon-Wall Street) yönetilmektedir. Bu etkileşim içindeki üçlü şema, bir “kenetli müdüriyet” (directorate) oluşturmuşlardır. Bu elitin (sermaye-iktidar-ordu üçgeninin) özellikleri ise;

* Karşılıklı değiştirilebilen roller içerir (Fabrika sahibi zengin bir işadamının, bir sonraki dönemde rahatça bakan olabilmesi gibi/Üçlü diktanın herhangi bir branşında dorukta olanlar, diğer branşa hızlı ve kolayca geçebilirler).

* Benzer sosyal geçmişlere sahiptirler.

* Hiçbir elit, tek başına güç olamaz.

* Yoksulluk, durgunluk, ekonomik bunalım ve savaş kararları, iktidar eliti tarafından verilir.

* Gizlilik içinde çalışmalarının, temel prensipleridir (ancak bunu reddetmeleri, inkâr etmeleri).

* Çok yüksek bir prestije ve teknoloji gibi istediklerinin uygulanmasını sağlayacak araçlara sahiptirler.

* Siyasal iktidar, hükümetin üst düzeylerinde yoğunlaşır.

* Günümüzde hükümet ve ekonomik sermayeyi büyük hükümetten ayırmak imkânsızdır, askeri güç ise II. Dünya Savaşı’ndan bu yana yükseliştedir. O’na göre “Amerika’da bugün askeri yapı, politik yapının önemli bir parçasını oluşturmaktadır”, “askeri kapitalizm”dir: Çünkü siyasal elitin dikkat noktası ulusal konulardan uluslar arası konulara kaymıştır, bu da büyük askeri liderlere karar verme sürecinde daha fazla söz hakkı tanımaktadır. Ekonomi ise; aynı anda hem savaş ekonomisini hem de özel şirket ekonomisini yaşamaktadır.

Bu açıdan Mills, “Equilibrium” yani “Hükümetin, çekişen çıkarlarının dengelenmesiyle düzenlenen bir çeşit otomatik makine olduğu” şeklindeki denge tezine de karşı çıkar. Amerikan sahnesindeki yakın olayların tarihsel kargaşasına bakıldığında, Mills’in siyasal elit tartışmasının tümüyle isabetli bir kehanet olduğunu söylemek mümkündür. Bütün belirtiler, toplumda iktidar paylaşılmasına ve dağılımına değil; iktidarın tekelleşmesine, toplanmasına, merkezileşmesine gidildiğini göstermektedir.

Milovan Djilas’ın “Sosyalist Toplumda Yeni Sınıf ve Tabaka” adlı eseri ve C. Wright Mills’in “İktidar Seçkinleri”, birbirlerini sosyalist ve kapitalist düzende tamamlayan iki çalışmadır. Djilas’a göre, eski sistemin bürokrat ve sosyalistleri, yeni sistemin kapitalistleri olmuşlardır.
 

Suskun

V.I.P
V.I.P
Henri_de_Saint-simon_portrait.jpg

Claude Henri de Saint Simon
Claude Henri de Rouvroy, comte de Saint-Simon, genellikle Henri de Saint-Simon veya Claude Henri de Saint Simon olarak anılır (17 Ekim, 1760 – 19 Mayıs, 1825), Fransız sosyalizminin kurucusudur ve Paris'te doğmuştur. Toplumu, çaba, üretim, eylem ve yaratma olarak görür. Düşünce tarihinde, toplumun bilimi olarak gördüğü sosyolojinin düşünce babası olarak tanınan Fransız filozof ve iktisatçısı. Temel eserleri: De la Reorganisation de la Societe europenne [Avrupa Topluluğunun Yeniden Örgütlenmesi Üzerine], Du Systeme industriel [Sanayi Sistemine Dair], Cateschisme des Industriels [Sanayicilerin İlmihali].

Saint-Simon, toplumda bir reforma gitmeyi amaçlamış, toplumun endüstri çağının, endüstrinin gereklerine göre düzenlenmesi gerektiğini savunmuştur. Bilimsel düşünceye dayanan bir toplum bilimi kurmanın zamanının geldiğini, artık pozitif bilim çağının başlamış olduğunu öne sürdüğü için, aynı zamanda pozitivizmin de kurucusu olarak da bilinen Saint-Simon’un en büyük düşü, insan toplumunun reformdan geçiril*mesi olmuştur. Ona göre, Fransız Devrimi mutluluk getirmemiştir. Evrensel insan haklarının ilanı, Saint-Simon’a göre, aşağı sınıfların cehaletini ve yoksulluğunu ortadan kaldırmamıştır. Toplumdaki tüm insanların mutluluğunun yeni bir toplumsal düzenleme, bir sosyal reformla sağlanabileceğine inanan Saint-Simon, toplumda gerçekleştirilecek reformun toplumsal yasaların bilgisine dayandığını ve bunun bilimlerde de bir reformu gerektirdiğini düşünmüştür.

Bundan dolayı, onun felsefesi öncelikle toplum konusunu ele alır ve bir toplum felsefesi olarak ortaya çıkar. Toplumu bir or*ganizma olarak gören ve bu organizmanın evrimini inceleyen Saint-Simon’a göre, top*lumun kökeninde çıkar öğesi vardır. O, bir toplumun insanlarının birbirlerine gelişigü*zel yaklaşmadığını söyler. İnsanlar, ancak bir çıkar durumu ortaya çıkınca, bir toplum halinde bir araya gelirler. Toplum, Saint-Simon’a göre, çıkar öğesinin bir sonucu olarak uzlaşmayla kurulur. Bir toplumun kuru*labilmesi, çıkarın sonucu olan bir toplumsal bağın var olmasına ve dolayısıyla kollektif bir vicdanın oluşmasına bağlıdır.

Saint-Simon’a göre, insanlar kendileri ne özgü orijinal varlıklar olmanın yanında, doğada hüküm süren determinizme tabi olan varlıklardır. Fizik ve kimya alanındaki ağır*lık merkezi yasası gibi, toplumları yöneten bir ilerleme yasası vardır. Sosyoloji biliminin görevi, bu yasanın varlığını gösterip, in*sanlara bu yasaya itaat etmeyi öğretmektir. Zira, Saint-Simon’a göre, bu yasayı insanlar koymuş değildir. Biz, bu ilerleme yasasını, siyasi, ahlâki, ekonomik, vb, olaylar içinde görürüz. Sosyolojinin tarihsel yöntemi be*nimseyen bir gözlem bilimi olmasının nede*ni budur. O, bu ilerleme yasasını düzenli bir yöntemle açıklayarak, Avrupa Uygarlığının toplumsal ve siyasi evriminin genel yasalarını elde etmeye çalışmıştır.

İnsanın toplumsal tarihinin kendilerine ayrı düşünce tarzlarının karşılık geldiği üç ayrı aşamadan, yani sırasıyla çoktanrıcılık/kölelik, teizm/feodalizm ve pozitivizm/endüstriyalizm evrelerinden geçtiğini öne süren Saint-Simona göre, toplumsal değişme ve düzenin yasaları, pozitivizmin mari*fetiyle, bulunabilir. Toplumun, ona göre, başlıca görevi, yaşamak için gerekli nesne*leri çoğaltan üretimi geliştirmektir; çünkü mutluluk ancak bu şekilde sağlanır. Yeni düzende toplumu anlar, yani endüstri ala*nında çalışanlar yönetecektir. Endüstri alanında çalışanlarla, o zanaatlarla uğraşanları, çiftçileri, fabrikatörleri, yatırıma açtıkları kredilerle üretime katılan bankerleri, türlü üretim dallarındaki uzmanları anlatmak ister. Toplumu endüstri alanında çalışanla*rın yönetmesi. yoksulları yoksulluklarından kurtaracaktır; ona göre, bilimle, akla uygun olarak düzenlenecek üretim, bütün çalışanları her bakımdan yükseltecektir. Herkes çalıştığı, görevini yerine getirdiği ölçüde, üre*timden payına düşeni alacaktır. Üretimi yönetenler, Saint-Simon’a göre, halkı keyiflerine göre değil, fakat üretimi geliştirmenin gereklerine göre yöneteceklerdir. Bu yöneticilerin görevlerini kötüye kullanmala*rına, halkı aldatmalarına, halka ödevlerini anlatacak yeni bir din ile toplumu aydınlatacak bilginler engel olacaktır.

Şu halde, ekonomik ve siyasi yönetimin başında banka, fabrika, maliye uzmanlarının bulunmasına karşılık, inanç ve eğitim gibi işlerin başında da bilim, sanat uzmanla*rı bulunacaktır. Yeni din, kardeşlik ve sev*giye dayanan bir inanç olmalı ve her türlü hurafeden arındırılmalıdır. Başka bir deyiş*le, modern toplumun yön ve düzeninin, üre*tici olmayan bürokratlar tarafından değil de, bilim adamları ve sanayiciler tarafından belirlendiğini öne süren Saint-Simon’a göre, modern toplumdaki kriz de, pozitivizme dayanan yeni bir din ile çözülebilir.

O, bilim konusunda, tüm bilimlerin şim*diye dek bilimsel olmayan yöntem ve adımlarla işe başlamış olduğunu söyler. Bundan başka, her bilim birtakım dini tasarımlar, metafizikle ilgili sanılarla yüklüdür. Başlangıçta, teolojik bir temeli olan ve metafizik kavramlarla geliştirilen, gerçek olmayan bir bilimin yerine, Saint-Simon’un çağında ger*çek bilim, pozitif bilim geçmiştir. Ona göre, ilerlemeyi sağlayan etken de bilimin, başlangıçta onun içine karışmış olan bu öğeler*den temizlenmesidir. Saint-Simon, artık po*zitif bilim çağının başlamış olduğunu söyler



Bazı kitapları

* Toplumsal Örgüt Üzerine Deneme
* İnsanın Tarihi
* İnsan Bilimi Üzerine İnceleme
* Sanayi Sistemi


saint simona göre fizik bilmi fiziki olyları önceden görmeyi ve onları kontrol altına almayı mümkün kıldığı gibi sosyal fizikte sosyal olayları görüp onları kontrol altına almayı ve şekillendirmeyi mümkün kılacaktır. pozitif bilimlerin tim dallarıyla ilgilenen düşünür bu bilimlerin ancak pozitif bir sosyal ilmin yaratılması ile tamamlanacağına inanmış ve bu amaçla bu bilme sosyal fizik adını vermiştir. simon, sosyolojinin sistematiğinden çok mevcut ve gelecekteki sosyal sorunlarla uğraşmayı tercih etmiştir. sosyolojinin gücüne inanarak bu ilmi yeni bir din haline dönüştürerek toplumu örgütleyip sorunları çözümlemeyi amaçlamıştır.
 
Top