Yazarın bütün görüşlerine iştirak etmesem de, bu makale bazı mühim bilgileri ihtiva ettiği için istifadenize arz ediyorum.
YAVUZ BÜLENT BAKİLER
DÜŞÜNDÜKÇE
Atatürk'ün üç ayrı Türkçe anlayışı
02.03.2004
SÖZÜN Doğrusu kitabımın ikinci cildi de çıktı. O münasebetle davet edildiğim Türkçe sohbetlerinde kanaatlerimi kesin cümlelerle ifade ediyorum: Türkçe başka, Öztürkçe başkadır. Türkçe, milletimizin dilidir, Öztürkçe ise bir avuç azınlığın! Yahya Kemal'in ifadesiyle, 'Ağzımızda anamızın sütü gibi helal ve güzel duran Türkçe, varlık sebebimizdir. Şah damarımızdır, ses bayrağımızdır. İncelikler ve güzellikler dünyamızdır. Öztürkçe ise bir çıkmaz sokaktır. Hatta felaket tellalımızdır' diyorum. Öz kelimesi, annede güzel, babada güzel, kardeşte ve vatanda güzeldir. Öztürkçe ibaresinde ise bölen, iten, red ve inkar eden bir büyük öfke gizli. Türkçe, bizim bin yıllık dilimizdir. Öztürkçe ise bulucinli, kirpi dikenleri gibi sivrilmiş saçlı, ağzı sakızlı, kulağı küpeli yeni yetme delikanlıların veya göbekleri açık şaşkın kızlarımızın yaşında.
Kabile dili değil
NİHAT Sami Banarlı üstadımızın ifadesiyle: 'Biz, büyük devletler, büyük imparatorluklar kuran bir milletiz. Bizim dilimiz aynı zamanda bir büyük imparatorluk dilidir. Basit bir kabile dili değildir. Her dil imparatorluk dili olamaz. Çünkü her millet imparatorluk kuramaz.'
Şimdi güzelim Türkçemizi sala bindirip sel'e atanlar veya ona bir ağaçkakan takırtısı tukurtusu haline getirenler, karşımıza hep Atatürk'ten aldıkları bir cümleyle çıkıyorlar. Bize, hakimane bir edayla soruyorlar:
'Atatürk, Ülkesini, yüksek istiklalini korumasını bilen Türk Milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır dememiş miydi?' diyorlar.
Doğru! Doğru! Doğru! Ama Atatürk bu sözü hangi tarihte söylemişti? Sonra ne olmuştu?
Atatürk, Türkçe'nin bütün yabancı kelimeler boyunduruğundan kurtarılması gerektiğini 2 Eylül 1930 tarihinde söyledi. O zaman, Türk Dilini Tetkik Cemiyeti daha kurulmamıştı. Bu cemiyet kurulduktan sonra, Atatürk, bizzat bu cemiyetin çalışmalarına katıldı. Talimatlar vererek Türk dilindeki bütün yabancı kelimelerin ayıklanmasını, dilimizden çıkarılıp atılmasını istedi.
Çıkmaz sokak
ATATÜRK bu konuda o kadar ileri gitti ki, şey kelimesini bile (Arapça olduğu için) yasakladı. Sonunda 1932-1934 yıllarında, Türkçe, anlaşılmaz bir dil haline geldi. Halkımız yazılanları anlayamaz oldu. Nihayet, Atatürk, Türkçe'nin bir çıkmaz sokağa girdiğini görerek bu yoldan kesinlikle vazgeçti. Falih Rıfkı Atay, o güzelim Türkçesi'yle yazdığı ÇANKAYA isimli değerli eserinin 471. sayfasında diyor ki:
- Bir akşam Atatürk, sofra bittikten sonra, yanıbaşındaki iskemleye oturmamı emretti... Dili bir çıkmaza saplamışız, dedi
Sonra:
- Bırakırlar mı dili bu çıkmazda? Hayır! Ama ben de işi başkalarına bırakmam! Çıkmazdan biz kurtaracağız, dedi.
Atatürk, kendi ifadesiyle çıkmaza sapladığı Türkçemize, yeniden nefes aldırmak istedi. Böylece 1934-1936 yılları arasında, Türkçeleşen Türkçe'dir! inancı içinde oldu. Bu görüş, 1911 yılında çıkan Genç Kalemler dergisinde, Ömer Seyfettin, Ziya Gökalp, Ali Canip Yöntem tarafından ortaya atılmıştı: Türkçeleşen Türkçe'dir!
Atatürk bir gece Çankaya'da, (KTB) kökünden türetilen kelimeleri okuduktan sonra dedi ki: Arkadaşlar! Bu listedeki, kitap, katip, kalem, mektup tamamen bizimdir. Çünkü Türkçeleşmişlerdir. Ama, ketebe lem yektup, em yektup, iktip, ektip... Arabındır. Çünkü bu kelimeler Türkçeleşmemişlerdir.
1936-1938 yıllarında ise Atatürk Güneş- Dil Nazariyesine inandı. Bu nazariyeyi ona, Avusturyalı bir dil heveskarı olan Kıvarniç telkin etmişti. Güneş Dil Nazariyesi'ne göre 'İlk insan Türk'tür... İlk lisan Türkçe'dir. Ve bütün dünya dilleri Türkçe'den doğmuşlardır.'
Atatürk bu görüşü benimsedi. Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi'ne resmen ders olarak koydurdu. Prof. İbrahim Necmi Dilmen, Güneş- Dil Nazariyesi'ni altı yıl müddetle okuttu. Ama İsmet İnönü, 'ilmi değildir' gerekçesiyle, 1944 yılında Güneş- Dil Nazariyesi'ni yasakladı.
Şimdi lütfen siz söyleyin. Bu üç ayrı görüşten hangisini benimsiyorsunuz. Ben, dün olduğu gibi bugün de: 'Türkçeleşen Türkçe'dir!' inancındayım.
__
Mustafa SELMAN
YAVUZ BÜLENT BAKİLER
DÜŞÜNDÜKÇE
Atatürk'ün üç ayrı Türkçe anlayışı
02.03.2004
SÖZÜN Doğrusu kitabımın ikinci cildi de çıktı. O münasebetle davet edildiğim Türkçe sohbetlerinde kanaatlerimi kesin cümlelerle ifade ediyorum: Türkçe başka, Öztürkçe başkadır. Türkçe, milletimizin dilidir, Öztürkçe ise bir avuç azınlığın! Yahya Kemal'in ifadesiyle, 'Ağzımızda anamızın sütü gibi helal ve güzel duran Türkçe, varlık sebebimizdir. Şah damarımızdır, ses bayrağımızdır. İncelikler ve güzellikler dünyamızdır. Öztürkçe ise bir çıkmaz sokaktır. Hatta felaket tellalımızdır' diyorum. Öz kelimesi, annede güzel, babada güzel, kardeşte ve vatanda güzeldir. Öztürkçe ibaresinde ise bölen, iten, red ve inkar eden bir büyük öfke gizli. Türkçe, bizim bin yıllık dilimizdir. Öztürkçe ise bulucinli, kirpi dikenleri gibi sivrilmiş saçlı, ağzı sakızlı, kulağı küpeli yeni yetme delikanlıların veya göbekleri açık şaşkın kızlarımızın yaşında.
Kabile dili değil
NİHAT Sami Banarlı üstadımızın ifadesiyle: 'Biz, büyük devletler, büyük imparatorluklar kuran bir milletiz. Bizim dilimiz aynı zamanda bir büyük imparatorluk dilidir. Basit bir kabile dili değildir. Her dil imparatorluk dili olamaz. Çünkü her millet imparatorluk kuramaz.'
Şimdi güzelim Türkçemizi sala bindirip sel'e atanlar veya ona bir ağaçkakan takırtısı tukurtusu haline getirenler, karşımıza hep Atatürk'ten aldıkları bir cümleyle çıkıyorlar. Bize, hakimane bir edayla soruyorlar:
'Atatürk, Ülkesini, yüksek istiklalini korumasını bilen Türk Milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır dememiş miydi?' diyorlar.
Doğru! Doğru! Doğru! Ama Atatürk bu sözü hangi tarihte söylemişti? Sonra ne olmuştu?
Atatürk, Türkçe'nin bütün yabancı kelimeler boyunduruğundan kurtarılması gerektiğini 2 Eylül 1930 tarihinde söyledi. O zaman, Türk Dilini Tetkik Cemiyeti daha kurulmamıştı. Bu cemiyet kurulduktan sonra, Atatürk, bizzat bu cemiyetin çalışmalarına katıldı. Talimatlar vererek Türk dilindeki bütün yabancı kelimelerin ayıklanmasını, dilimizden çıkarılıp atılmasını istedi.
Çıkmaz sokak
ATATÜRK bu konuda o kadar ileri gitti ki, şey kelimesini bile (Arapça olduğu için) yasakladı. Sonunda 1932-1934 yıllarında, Türkçe, anlaşılmaz bir dil haline geldi. Halkımız yazılanları anlayamaz oldu. Nihayet, Atatürk, Türkçe'nin bir çıkmaz sokağa girdiğini görerek bu yoldan kesinlikle vazgeçti. Falih Rıfkı Atay, o güzelim Türkçesi'yle yazdığı ÇANKAYA isimli değerli eserinin 471. sayfasında diyor ki:
- Bir akşam Atatürk, sofra bittikten sonra, yanıbaşındaki iskemleye oturmamı emretti... Dili bir çıkmaza saplamışız, dedi
Sonra:
- Bırakırlar mı dili bu çıkmazda? Hayır! Ama ben de işi başkalarına bırakmam! Çıkmazdan biz kurtaracağız, dedi.
Atatürk, kendi ifadesiyle çıkmaza sapladığı Türkçemize, yeniden nefes aldırmak istedi. Böylece 1934-1936 yılları arasında, Türkçeleşen Türkçe'dir! inancı içinde oldu. Bu görüş, 1911 yılında çıkan Genç Kalemler dergisinde, Ömer Seyfettin, Ziya Gökalp, Ali Canip Yöntem tarafından ortaya atılmıştı: Türkçeleşen Türkçe'dir!
Atatürk bir gece Çankaya'da, (KTB) kökünden türetilen kelimeleri okuduktan sonra dedi ki: Arkadaşlar! Bu listedeki, kitap, katip, kalem, mektup tamamen bizimdir. Çünkü Türkçeleşmişlerdir. Ama, ketebe lem yektup, em yektup, iktip, ektip... Arabındır. Çünkü bu kelimeler Türkçeleşmemişlerdir.
1936-1938 yıllarında ise Atatürk Güneş- Dil Nazariyesine inandı. Bu nazariyeyi ona, Avusturyalı bir dil heveskarı olan Kıvarniç telkin etmişti. Güneş Dil Nazariyesi'ne göre 'İlk insan Türk'tür... İlk lisan Türkçe'dir. Ve bütün dünya dilleri Türkçe'den doğmuşlardır.'
Atatürk bu görüşü benimsedi. Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi'ne resmen ders olarak koydurdu. Prof. İbrahim Necmi Dilmen, Güneş- Dil Nazariyesi'ni altı yıl müddetle okuttu. Ama İsmet İnönü, 'ilmi değildir' gerekçesiyle, 1944 yılında Güneş- Dil Nazariyesi'ni yasakladı.
Şimdi lütfen siz söyleyin. Bu üç ayrı görüşten hangisini benimsiyorsunuz. Ben, dün olduğu gibi bugün de: 'Türkçeleşen Türkçe'dir!' inancındayım.
__
Mustafa SELMAN