Kerhen MC hükûmeti (12 Kasım 1979 - 12 Eylül 1980)
14 Ekim ara seçimleri
14 Ekim 1979'da yapılan seçimlerde AP ikinci parti olarak çıkmış olmasına rağmen Bülent Ecevit'in istifa etmesiyle Süleyman Demirel'e hükümeti kurma yetkisi verildi.
43. Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti
Türkiye Cumhuriyeti 43. Hükümeti - 6. Demirel Hükümeti, Kerhen MC, (12 Kasım 1979 - 12 Eylül 1980)
MSP ve MHP'nin dışardan desteklediği azınlık hükümetidir. 24 Ocak Kararları bu hükümet döneminde alınmıştır. 12 Eylül darbesi ile görevi sona ermiştir.
"Yüz Gün Planı"
Üçüncü Ecevit hükûmetinin istifasından sonra Milliyetçi Hareket Partisi, Milli Selamet Partisi'nin hükûmete alınmasına karşı çıktığı için Üçüncü Milliyetçi Cephesi gerçekleştirilememiş ve 12 Kasım 1979'da Süleyman Demirel'in başbakanlığında azınlık hükûmeti kurulmuştur. Milliyetçi Hareket Partisi ve Milli Selamet Partisi bu hükûmeti dışarıdan desteklemiştir. Demirel "Yüz Gün Planı"nı açıklayarak anarşi ve enflasyon olmak üzere iki temel sorununu 100 günde çözeceğini iddia etmiştir. Bu plan tartışmalara yol açmış ancak tartışma yüz günün hükûmetin güvenoyu aldığı 25 Kasım 1979'dan itibaren mi yoksa Demirel'in Plan'ı açıkladığı 8 Aralık 1979'dan itibaren mi sayılacağı konusuna odaklanmıştır.
TSK'nın Uyarı Mektubu
27 Aralık 1979'da Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Bülent Ulusu, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Tahsin Şahinkaya ile Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Sedat Celasun'un imzasını taşıyan, ülkedeki iç karışıklıkla ilgili bir uyarı mektubu Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'e gönderildi. 1 Ocak 1980'de Çankaya köşkünde Kenan Evren ve kuvvet komutanlarıyla bir görüşme yapıldı.
"Türk Silahlı Kuvvetleri ülkemizin bugünkü hayati sorunları karşısında siyasi partilerimizin bir an önce, milli menfaatlerimizi ön plana alarak, anayasamızın ilkeleri doğrultusunda ve Atatürkçü bir görüşle bir araya gelerek anarşi, terör ve bölücülük gibi devleti çökertmeye yönelik her türlü hareketlere karşı bütün önlemleri müştereken almalarını ve diğer anayasal kuruluşların da bu yönde yardımcı olmalarını ısrarla istemektedir."
Turgut ÖZAL
43. Hükümetin Ekonomik Patronu
24 Ocak Kararları
24 Ocak Kararları, 24 Ocak 1980 tarihinde ekonomik literatüre geçen ve yapısal dönüşümleri içeren bir program.
Süleyman Demirel, 1979 yılında Başbakanlık Müsteşarlığı'na getirdiği Turgut Özal'a yeni bir ekonomik istikrar programı hazırlama görevi vermiş ve bu program kısa sürede hazırlanmıştı. Bir başka deyişle IMF tarafından hazırlanmış olan program, 24 Ocak 1980'de kamuoyuna açıklandı.
IMF'nin daha önce yaptıramadığı isteklerini içeren program; Türkiye'yi tek taraflı olarak yabancı sermayeye açmış,
24 Ocak Kararları'nın ana hatları şu şekildedir:
1. %32,7 oranında devalüasyon yapılarak günlük kur ilanı uygulamasına gidilmiş,
2. Devletin ekonomideki payını küçülten önlemler alınmış,KİT'lerdeki uygulamaya paralel olarak tarım ürünleri destekleme alımları sınırlandırılmış,
3. Gübre, enerji ve ulaştırma dışında sübvansiyonlar kaldırılmış,
4. Dış ticaret serbestleştirilmiş, yabancı sermaye yatırımları teşvik edilmiş, kar transferlerine kolaylık sağlanmış,
5. Yurtdışı müteahhitlik hizmetleri desteklenmiştir.
6. İthalat kademeli olarak libere edilmiş, ihracat; vergi iadesi, düşük faizli kredi, imalatçı ihracatçılara ithal girdide gümrük muafiyeti, sektörlere göre farklılaşan teşvik sistemi ile teşvik edilmiştir.
24 Ocak kararlarının etkileri
Kararın uygulanmaya başlanmasından dört yıl sonra, bu politikaların burjuvazinin küçük bir kesimi dışında tüm toplum kesimlerinin çok önemli kayıplarına neden olduğu görülmüştür. Kaynak Belirtilmeli Bu politikaların ortaya atıldığı dönemde destekçisi olan büyük holdinglerin önemli bir kesimi desteklerini geri çekmiştir.
Kararlarının gerçek uygulamaları askeri bir yönetim varken gerçekleştirilmesi sonucu; kararlardan kaybeden kesimler olan kitle örgütlerinin ortadan kalkması ya da etkisizleşmesi, basının denetim altında olması bu politikalara tepkilerin birikmesinde gecikmiş ya da açık hale gelememiştir.
24 Ocak 1980 tarihinde meydana gelen bu olay Türkiye’de birçok şeyin değişeceği anlamına geliyordu. Cumhuriyetin kuruluşundan beri uygulanan karma ekonomik model köklü bir şekilde değiştiriliyor, yerine serbest piyasa ekonomisi geliyordu. Peki, neden böyle bir değişime gidilmesi gerekti? Bu noktaya gelinene kadar birçok olay yaşanmıştı, bu olayların etkisi birleşmiş ve Türkiye’yi bu kararların alınması ile karşı karşıya getirmişti. İlk olarak 1970’li yıllarda petrole gelen yüksek zamlar Türkiye’nin zaten dengesiz olan borçlarını iyice alt üst etmiş, daha sonra aşırı değerli kurla ticaret açıkları fazlasıyla artmıştı. KİT’lerle ilgili problemler de 24 Ocak için zemin oluşturmuştu. Kıbrıs Barış Harekâtı’ndan sonra uygulanan ambargonun da bu kararların alınmasında büyük etkisi vardır. Son olarak bu açıkların kapanması için vergi arttırma yerine para basma yoluna gidilince hükümet bir anlamda 24 Ocak kararlarını zorla almak zorunda kaldı. Kararlar şunlardı: • “İthal ikamesi” (ithal etme içeride üret yöntemi) yöntemi yerine “ihracata yönelik sanayileşme” yöntemine geçiş
• Aşırı değerlenmiş kurun gerçekçi kur seviyesine düşürülmesi
• Mal fiyatlarının mümkün olduğunca serbest piyasada belirlenmesi (Devletin ekonomiden elini çekmesi)
• KİT reformu (Aşırı istihdamın önlenmesi, temel mallarda sübvansiyonların kaldırılması)
• Yabancı sermayenin ülkeye girişinin kolaylaştırılması (Devlet tekelindeki çeşitli üretim alanlarının yerli ve yabancı özel sermayeye açılması)
• Faizi devletin değil, piyasadaki arz ve talebin belirlemesi
24 Ocak kararlarının sonuçları ise Türkiye’nin bir süre belirsizlik ve bir bilinmezlik içinde yaşamasına yol açtı. Faizlerin bu şekilde başıboş bir şekilde olması çoğu bankanın bankerler yoluyla para toplamasına neden oldu. Daha sonraları çıkan bankerleri denetim altına alma yasaları rağmen bazı bankerler faaliyetlerine hala devam ediyorlardı. Fakat sonunda bankerler battı ve vatandaştan topladıkları paralarla kayboldular. Böylece banka batışları alışıldık duruma gelecek ve on binlerce insan paralarını kaybedecekti. Bu 24 Ocak kararlarının kötü bir sonucu olarak bankacılık sistemine büyük zarar vermiştir. 24 Ocak’ın diğer bir kötü sonucu ise, hayali ihracat olaylarının ortaya çıkmasıdır. Bu dönemde ihracat yapacak şirketlere çok büyük olanaklar sağlanmıştır. Bunlar; çeşitli vergi muafiyetleri, kredi kolaylıkları, döviz tahsis etmek, ihracat sonucu ele geçen dövizin %50’sini belli bir süre elde tutabilmek gibi maddelerdi. Çoğu şirket ihracat yapmadan hayali ihracat yapıyor, belgesi ile beraber giderek ihracatı üzerinden belli bir miktarı devletten alıyordu. Bu öyle bir dereceye ulaştı ki, verilere göre, ülkenin yaptığı tüm ihracatın yarısı düzeyinde idi. Fakat daha sonraları alınan kararlar enflasyonu düşürdü, dış borçları azalttı. İthalat (silah, cephane, uyuşturucu gibi kalemler hariç) serbest bırakılmıştır. Böylece karaborsaya düşen çoğu mal bu durumdan kurtarılmıştır. Tabii ithalatın artması cari açığın da artmasına sebep olmuştur. Ayrıca yabancı sermayenin Türkiye’ye ilgisi bu dönemde artmıştır. Vergi kolaylıkları, yatırımın %50’sinin vergi iadesine konu olması, sermayenin yönünü ve miktarını belirleyen kuralların olmaması ve yatırım ve ihracat teşvik kredileri bu konuda etkin rol oynamıştır. Son olarak çeşitli ülkelere olan borçların ertelenmesi borçlarımızı arttırmıştır. Bundan dolayı dış borçlarımız ilerleyen yıllarda büyük bir artış göstermiştir. 24 Ocak’ın etkileri şu an hala tartışılmaktadır. Burada tartışılan yön, bazılarına göre, hukuksal taban hazırlanmadan böyle büyük bir değişime gidilmiş olmasıdır. Eğer gerekli taban hazırlansaydı, kararların kötüye kullanılması engellenebilirdi. Ayrıca, 12 Eylül’de yapılan askeri darbenin, basın yayın organlarının sansüre uğraması ve askeri yönetimin baskısının, 24 Ocak kararlarına verilmesi gereken olası toplumsal tepkiyi azalttığı düşünülüyor. Sonuç olarak hükümetin hatalarından ve kontrol edilemeyen birçok değişkenden dolayı meydana gelen bu kriz, birçok kötü duruma sebebiyet veren fakat sonuçta Türkiye’nin ekonomik sistemini değiştiren bu kararlarla düzeltilmeye çalışılmıştır.
Ekonomik olarak yaşayan istikrarsızlık, üretimin azalması ve karaborsacalığın oluşması gibi nedenlerin ortadan kaldırılması için kamu harcamalarının sınırlandırılması,ücretlerin düşürülmesi,serbest döviz kuru gibi ekonomik önlemler alınması kararlaştırılmıştır. Bunun için Süleyman Demirel Turgut Özal'ı başbakanlık müsteşarlığına atadı ve IMF ile bu kapsamda bir anlaşma imzalandı.
"Kadayıfın Altı"
Şubat 1980'de Milli Selamet Partisi başkanı Necmettin Erbakan Demirel hükûmetini kerhen (istemeyerek) desteklediğini açıkça dile getirmiştir. Bundan 43. Cumhuriyet Hükümeti "Kerhen MC (Milliyetçi Cephe)" olarak anılmaya başlamıştır.
"Kadayıfın altı kızarmadan bu hükûmeti uzaklaştıracak olursanız, bu zihniyet milleti aldatmanın gene fırsatını bulacaktır. Onun için kadayıfn altının kızarmasını bekleyeceğiz. " (Necmettin Erbakan, 13 Mart 1980 tarihli basın toplantısı)
"18 Mayıs'a MSP il başkanları toplantısına kadar bekleyeceğiz. Kadayıfın altının kızarıp kızarmadığına bakacağız." (Necmettin Erbakan, 23 Nisan 1980 tarihli basın toplantısı)
Cumhurbaşkanı Seçimi Bunalımı
Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'ün görev süresi dolduğu sırada meclisteki en büyük 2 partinin liderleri Ecevit ve Demirel daha Cumhurbaşkanlığı için aday bile belirlememişlerdi. Son anda adaylar bulundu. Seçimler sırasında hiçbir aday cumhurbaşkanı olmak için yeter oyu alamıyordu. Meclis onlarca defa tekrar oylama yaptı fakat bir türlü yeni Cumhurbaşkanı seçilemedi.CHP'nin adayı eski Hava Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral Muhsin Batur,MC Partilerinin(AP,MHP,MSP)adayı ise eski 1.Ordu Komutanı emekli Orgeneral Faik Türün'dü.Seçimlerde CHP adayı Muhsin Batur en fazla oyu almasına rağmen salt çoğunluk sağlanamadığı için cumhurbaşkanı seçilememiştir.Bu durumsa ülkeyi daha kötü günlere sürüklemiştir.
Bayrak Harekâtı
17 Haziran'da Genelkurmay Başkanı Kenan Evren, kuvvet komutanları ve Genelkurmay II. Başkanı Necdet Öztorun'u çağırmış ve kod adı "Bayrak Harekâtı" olan bir darbenin 11 Temmuz 1980'de gerçekleştirilmesi bildirmiştir.
"Bütün Ordu Komutanlarına; Bayrak Planı'nın uygulanmaya giriş günü 11 Temmuz, saati ise: 04.00'dır."
Ancak 2 Temmuz'da Süleyman Demirel hükûmeti güvenoyu aldığı için ertelenmiştir.Daha sonra 28 - 31 Ağustos'ta "5 Eylül 1980'den itibaren her an hazır olunması" bildirilen "Bayrak Harekâtı" emirleri özel kuryelerle komutanlara teslim edilmiştir
Çorum katliamı
Çorum Katliami, Çorum'da 1980 Mayıs-Temmuz aylarında meydana gelen sağ-sol ayrımı temelinde, mezhep çatışması yüzünden Çorum ilinde ortaya çıkan kanlı olaylar. Ülkücülerin, Alevi mahallesi olarak bilinen Milönü Mahallesine saldirmasi üzerine, çogu Alevi olmak üzere 57 sol görüşlü yurttaşın ölümü ve yüzlercesinin yaralanmasıyla sonuçlanan olaylar.
Olaylar öncesi ortam
Olaylardan hemen önce Çorum Emniyet Müdürü Hasan Uyar görevinden alınarak yerine Tunceli'de görev yapmış olan Nail Bozkurt atandı. Milli Eğitim Müdürlüğü'ne MHP'li Fethi Katar getirildi. Çorum valiliğine Rafet Üçelli atandı. 40'a yakın polis memuru başka illere nakledildi.
Gün Sazak'ın öldürülmesi ve protestolar
Milliyetçi Hareket Partisi'nin (MHP) önde gelen isimlerinden Gün Sazak'ın 27 Mayıs 1980'de solcular ve komünistler tarafından öldürüldüğü iddiası üzerine Çorum'da da gerginlik arttı. Alevi ve Sünni mahalleleri arasında barikatlar kuruldu ve sokağa çıkma yasağına karşın, çatışmalar oldu.
Olayların başlaması
Mayıs ayında yaşanan bu gerginlik askeri müdahaleye karşın devam etti. 30 Haziran'da MHP yanlısı bir işadamına ait bir otomobilden Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) taraftarlarının ve diğer solcuların yoğun olduğu bölgelerde sivillerin üzerine ateş açıldı.
Fatsa nokta operasyonu
14 Ekim 1979'de yapılan ara seçimler sonrası Dev-Genç'e yakınlığı ile bilinen bağımsız aday Fikri Sönmez Fatsa Belediye başkanı oldu. Belediye direniş ve halk komiteleri şeklinde örgütlenmişti. 8 Temmuz 1980'de askeri birlikler Fatsa ilçesine gönderilmiş ve 9 Temmuz 1980 tarihinde Kenan Evren ordu komutanlarıyla beraber inceleme yapmak için Fatsa'ya gitmiştir. Bakanlar Kurulu tarafından, «Küçük terör odaklarında» baskınlar yapılmasına ilişkin kararla 11 Temmuz sabah erken saatlerinde asker ve polis "nokta operasyonu" düzenlenmiş ve Fatsa Bağımsız Belediye Başkanı Fikri Sönmez ile beraber 300 kişi gözaltına alındı bunlardan 250 kişi 15 Temmuz'da serbest bırakıldı 12 Temmuz'da sokağa çıkma yasağı ilan edildi ve kaymakam görevden alındı. DİSK genel başkanı ise Demirel'i Çorum'u unutturmak için Fatsa olayını yaratmakla suçladı.Sönmez 18 Temmuz'da tutuklanarak 12 Eylül'den sonra cezaevinde ölmüştür.
Kenan Evren 25 Ekim 1982'de Trabzon gezisi sırasında yaptığı bir konuşmada bu olayla ilgili şu sözleri sarfetti:
Ve yine biliyorduk ki, Fatsa kurtarılmış bir kasaba idi. Oralarda Devletin kanunları işlemiyordu. Buralarda vatandaşlar sorunlarını, Devletin ilgili makamlarına değil, mahalle komitelerine bildirmekte ve şikayetleri kendilerinin taktıkları isimle buralardaki (Halk Mahkemelerinde) neticelendirilmekte ve hatta bu halk mahkemelerinde ölüm cezaları dahi verilmekte ve bu cezalar sokak ortasında herkesin gözü önünde kurşunlanarak icra edilmekteydi. Böyle sokak ortasında, bu mahkeme kararlarının yerine getirildiği zamanları da biliyoruz.
Kudüs Mitingi
Kudüs mitingi, kamuoyunda 6 Eylül Konya olayları diye de bilinir.
İsrail hükümeti, bütün dünyanın ve Müslüman ülkelerin tepkisine rağmen 23 Temmuz 1980’de Kudüs'ü İsrail'in ebedi başkenti olarak ilan etti. Söz konusu kararın 30 Temmuz 1980 tarihinde İsrail parlamentosu Knesset 'te onaylanması üzerine 28 Ağustos 1980’de Türkiye, tepki olarak Kudüs'teki Başkonsolosluğu kapatıp İsrail’le ilişkilerini maslahatgüzarlık seviyesine indirdi. Ancak muhafazakar çevrelerin söz konusu karar dolayısıyla İsrail’e tepkisi bununla sınırlı kalmayacaktı. Milli Selamet Partisi Genel Merkezi,kendisine yakın çevrelerin bu tepkisini dile getirebilmesine imkân tanımak için 6 Eylül 1980’de Konya’da bir "Kudüs'ü Kurtarma Mitingi" düzenlemeye karar verdi.
Konya Belediye Başkanı MSP'li Mehmet Keçeciler'in önderliğindeki Tertip Komitesi'nin hazırladığı ve MSP Genel Başkanı Necmettin Erbakan 'ında katıldığı mitinge, Konya ve çevre illerden gelen yaklaşık 100 bin kişi katıldı. Büyük çoğunluğu sarık,cübbe ve şalvar giyen bu kalabalık içinde yer alan bazı kimseler çevredeki binalara yeşil renkli boyalarla slogan yazmaya başladılar.
Kızılay Derneği'ne ait olan Dergah Oteli yetkilileri duvarlarına yazı yazılmasına izin vermeyince, boyunlarına tahta tesbihler asmış olan bir başka gurup, otelin camlarını kırmaya başladı.
Bununla da yetinmeyen topluluk, Konya kent merkezinde yeralan Tekel bayileri ile içki satan lokantalara da saldırıp taşladı.
Toplanma amacından tamamen sapan gurup, "Dinsiz Devlet yıkılacak elbet" ve "Konya faşistlere mezar olacak" şeklinde sloganlar atarak yürüyüşe geçti.
İstasyon Meydanından, İtfaiye Meydanına kadar yaklaşık 7 kilometre yürüyen topluluk burada “Şeriat İslam’dır, Anayasa Kur’an’dır”, “Şeriat Hakkımız Söke Söke Alırız”, “Komutan Erbakan Akıncı Asker”, “Yaşasın İslam Devleti Hakkımız”, “Ya Şeriat Ya Ölüm”, “Tek Halife Tek Devlet”, “Cihadımız Devletimizi Kuruncaya Dek.” yazılı pankartları açtılar ve slogan attılar.
Miting başlarken okunan İstiklâl Marşı, topluluk tarafından yuhalandı ve topluluk yerlere oturdu. Bu sırada üzerinde Kelime-i Tevhid bulunan yeşil bayraklar açıldı.
Mitingten sonra Necmettin Erbakan mitingi partilerinin değil Konya Belediyesi'nin yaptığını belirtir:
"Konya Mitingini MSP olarak biz yapmadık. Bütün partilerin sahip çıkması için bir tertip heyeti düzenlendi ve önemine binaen, bütün partileri ve liderleri davet etti."
Ancak dönemin MSP'li Konya Belediye Başkanı Mehmet Keçeciler, mitingin MSP tarafından düzenlendiğini,hatta kendisinin mitingten önce Necmettin Erbakan ve Oğuzhan Asiltürk'le,Ankara'da MSP Genel Merkezi'nde bu mitingi iptal ettirmek için görüştüğünü,iptal ettiremeyince MSP'den istifa ettiğini, fakat bunun da kabul edilmediğini yıllar sonra belirtir.
Mitingin ardından Konya Cumhuriyet Başsavcılığı , Siyasi Partiler Kanunu açısından MSP hakkında soruşturma başlattı. Özellikle İstiklâl Marşı'nın protesto edilmesi, dönemin başbakanı Süleyman Demirel'i bile kızdırdı.
Bu mitingin, mitingten 6 gün sonra gerçekleşen 12 Eylül Darbesi nin gerekçelerinden biri olduğu, Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Haydar Saltık tarafından, 29 Ekim 1980 tarihinde yapılan bir basın toplantısında dile getirilmiş ve "Konya mitingi 12 Eylül'e gelinmesinde bardağı taşıran son damla olmuştur” değerlendirmesini yapmıştı.
Zafer Bayramı ve Kudüs Mitingi
Necmettin Erbakan "Karadeniz şehirlerinden birisinde vefat eden bir din adamının cenaze töreni"ni bahane olarak göstererek 30 Ağustos Zafer Bayramı'nın Anıtkabir'deki kısmı ile Genelkurmay Başkanlığı'nda yapılan kutlama törenlerine katılmamıştır.
23 Temmuz 1980'de İsrail'in Kudüs'ü başkent ilan etmesi sonucu Milli Selamet Partisi 6 Eylül Cumartesi günü Konya'da "Kudüs'ü kurtarma yürüyüş ve mitingi" düzenlemiştir. Bu mitinge 100 bin kişinin üzerinde katılım olmuş,bazı kişiler şalvar, cübbe ve sarıkla, eski harflerin bulunduğu pankartlarla gelmiş ve "Şeriat gelecek, vahşet bitecek", "Dinsiz devlet, yıkılacak elbet" gibi sloganlar atmışlardır. Miting sırasında okunan İstiklâl Marşı topluluk tarafından yuhalanmıştır.
Necmettin Erbakan mitingi partilerinin yapmadığını belirtir:
"Konya Mitingini MSP olarak biz yapmadık. Bütün partilerin sahip çıkması için bir tertip heyeti düzenlendi ve önemine binaen, bütün partileri ve liderleri davet etti."
Ancak dönemin MSP'li Konya Belediye Başkanı Mehmet Keçeciler, mitingin MSP tarafından düzenlendiğini, hatta kendisinin mitingten önce Necmettin Erbakan ve Oğuzhan Asiltürk'le, Ankara'da MSP Genel Merkezi'nde bu mitingi iptal ettirmek için görüştüğünü, iptal ettiremeyince MSP'den istifa ettiğini, fakat bununda kabul edilmediğini yıllar sonra belirtir.