Forumlar
Yeni Mesajlar
CerezExtra
EĞLENCE ↓
Şans Kurabiyesi
Renk Falınız
ÇerezRADYO
Sevgiliye Özel
ÇerezDERGİ
Hızlı Okuma Testleri
Pratik Çözümler
Yeniler
Yeni Mesajlar
Yeni ürünler
Yeni kaynaklar
Son Aktiviteler
İndir
En son incelemeler
Dükkan
Giriş
Kayıt
Yeniler
Yeni Mesajlar
Menu
Giriş
Kayıt
Uygulamayı yükle
Yükle
Forumlar
Serbest Alan (Genel Konular)
Güncel Haberler
Ekonomi Haberleri
TÜRKİYE VE OSMANLI DEVLETİNDE İKTİSAT TARİHİ
JavaScript devre dışı bırakıldı. Daha iyi bir deneyim için, devam etmeden önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
You are using an out of date browser. It may not display this or other websites correctly.
You should upgrade or use an
alternative browser
.
Konuya cevap yaz
Mesaj
<blockquote data-quote="dderya" data-source="post: 797914" data-attributes="member: 112565"><p>Osmanlı Tarım</p><p>1881'de faaliyete geçen Düyun-u Umumiye İdaresi ikinci bir maliye bakanlığı gibi çalışmakla yetinmemiş çeşitli şirketler aracılığı ile ticarette yapmıştır. Örneğin; tuz tekelini ele geçirdikten sonra kısa adı Reji İdaresi olan şirket aracılığı ile de tütün tekelini ele almıştı. Reji idaresinin ortaklarından biride Osmanlı Bankası idi. Bu yabancı sermayeli şirket ülke içinde tütün ekimini, fiyatını, işlenmesini ve ihracatını tek başına yönlendiriyordu. Oluşturduğu bağımsız "Kolcu Örgütü" ile tütün piyasasını denetim altında tutmaya, kaçakçılarla acımasız bir şiddetle mücadele etmeye çalışmıştı. Bu çatışmalar sırasında binlerce Müslüman Anadolu halkı ölmüştü. Abdülhamit yönetimi verilen imtiyazın süresi bitmediğini gerekçe göstererek, "Kolcuların cinayetlerine seyirci kalmıştı". Anılan imtiyaz ancak 1924 yılında kaldırılmıştı.</p><p>Tek parti (CHP) döneminde yedi yıl yedi ay Millî Eğitim Bakanlığı yapan Hasan Ali YÜCEL bir makalesinde (1936) şu tespiti yapıyor:</p><p>"İmparatorluk devrinde asırlar ve asırlar DEVLET, Türk köyüne yalnız "almak" için gitmişti. Salyane alır, öşür alır, asker alır, istediğini bulamazsa malını alır, canını alırdı. Hükümet diye gördüğü adam, dayak atan jandarma; kültür mümessili olarak karşımıza çıkan ölü yıkayıcısı, iskatçı, Karagözden daha cahil medrese kaçkını softa idi".</p><p></p><p>XX. yüzyılın başında Osmanlı İmparatorluğu içinde yaşayan insanların çoğunluğu kırsal alanlarda tarımla</p><p>uğraşırken, kentlerde yaşayanlar ticaret (azınlıklar), memuriyet ve askerlik yapmaktaydı-. Ancak kentlerle</p><p>kırsal alanlar arasında iktisadi, sosyal ve kültürel iletişim ve etkileşim yoktu. Örneğin büyük kentlerin tahıl ihtiyacı iç piyasa oluşmadığı için ithalatla karşılanıyordu.</p><p>1838-1841 Ticaret Anlaşmaları sonrasında başta İngiliz malları olmak üzere her türlü ithal malları kentlerde yerli ürünlerin yerini almıştı. Zira Hükümet tarım kesimini veya çiftçiyi koruyacak önlemler alamıyordu. Kapitülasyon rejimi altında olan ülke, 1878-1913 döneminde her yıl ortalama 75 bin ton un, 65 bin ton pirinç ve 10 bin ton buğday ithal etmek zorunda kalmıştır. Bu yüzden her yıl yaklaşık 12 milyon altın lira ödenmiştir. Devlet'in koruyuculuğundan ve kentlerin olanaklarından uzak yoksul Anadolu halkı, tarımda kuraklık ve kıtlık yaşandığı yıllarda açlıkla savaşmak ve ölümü kabullenmek zorunda kalmıştır.</p><p>Ünlü Tarihçi Toynbee Osmanlı Devleti'nin ilkel bir tarım toplumu düzeni aşamasında kaldığını şöyle açıklıyor:</p><p>"Ne haçlılar fırtınası, ne bunları izleyen Batı ticareti, ne İtalyan rönesansından esen imbat; ne de son yüzyıl içindeki misyoner faaliyetleri toprağın bu sade ve bilgisiz çocuklarını etkileyebilmiştir. Onlar gerçek muhafazakardırlar. Dinlerine ve atalarının geleneklerine hayatlarının her alanında bağlıdırlar. Tarım faaliyetlerini de atalarının bin yıl önce yaptığı gibi sürdürmektedirler".</p><p>Birinci Dünya Savaşı yıllarında tarım kesiminde üretime katkıda bulunan insanlar askere alınırken, büyükbaş hayvanlar da askerî birliklerin emrine verilmişti. Bu olgu tarımsal üretimin anılan yıllarda azalmasına yol açınca, Devlet "tarımda çalışma-ekme yükümlülüğü" getirmişti.</p><p>Bu uygulama Kurtuluş Savaşı yıllarında da önemini korumuştur. Özellikle Anadolu'da hayvan ve orman</p><p>varlığı savaş yıllarında büyük tahrip görmüştür. Henüz kömür ve petrolü tanımamış olan kırsal kesim insanı enerji üretmek için ormanları bilinçsiz biçimde kesmiş adeta yağma etmiştir. (Türkiye İktisat Tarihi)</p><p>İlkel tarım teknolojisi kullanılarak ve hava koşulları uygun gittiği yıllarda üretilen pamuk, tütün, afyon, fındık, üzüm, incir gibi geleneksel tarım ürünleri ihraç edilmekteydi. Özellikle pamuk ekim ve üretiminde miktar ve kalitenin artırılmasında önce İngilizler sonra Almanlar etkili olmuşlardır. Fakat yabancılar "sömürge tipi çiftlikler" kurmaya gitmemiş ticaret ve ulaştırmayı elde tutmakla yetinmişlerdir. Toprak alım satımının serbest olmasından ve Türklerin yoksullaşmasından yararlanan Rum ve Ermeni cemaati geniş topraklar satın almışlardır. Böylece Müslüman Osmanlı, azınlıkların işçisi durumuna gelmiştir.</p><p>Kurtuluş Savaşı öncesine kadar Türk köylüsü devletin sadece "vergi ver asker ver" haber ve isteklerine muhatap olmuştur. Bu yüzden köylü ülkenin büyük kesiminde devlet yerine "derebey" veya "ağa "nın himayesine sığınmıştır.</p><p>I. Dünya Savaşı yıllarında yaklaşık üçmilyon çalışma yaşındaki nüfus askere alındı. İşgücü eksikliği nedeniyle tarım sektörünün her alanında üretim hızla düştü. İthalat yapılamadığı için önce kentlerde sonra ülkenin her yerinde mal kıtlıkları yaygınlaştı.</p><p>Tarım sektöründeki darboğazları aşmak gayesiyle Tarım Bakanlığı ve ilgili kuruluşların yönetimine Almanlar el koydu. Ayrıca Ziraat Bankası Genel Müdürlüğüne de bir Alman olan Kautz getirildi. Amaç yeni yönetimin üretimi arttıracak yeni yatırımları planlaması ve uygulaması idi. Bu çerçevede 18 Eylül 1916'da "Zirai Mükellefiyet Kanunu" ile köylüye ekim ve çalışma zorunluluğu getirildi. 500 dönüm ve daha geniş alanda çiftçilik yapan ailelerin erkekleri askerlikten muaf tutuldu. Alınan bütün önlemlere karşın beklenen çözüm gelmeyince, devlet ihtiyaç duyduğu malların sahiplerinin üretimine el koyma yoluna gitti.</p></blockquote><p></p>
[QUOTE="dderya, post: 797914, member: 112565"] Osmanlı Tarım 1881'de faaliyete geçen Düyun-u Umumiye İdaresi ikinci bir maliye bakanlığı gibi çalışmakla yetinmemiş çeşitli şirketler aracılığı ile ticarette yapmıştır. Örneğin; tuz tekelini ele geçirdikten sonra kısa adı Reji İdaresi olan şirket aracılığı ile de tütün tekelini ele almıştı. Reji idaresinin ortaklarından biride Osmanlı Bankası idi. Bu yabancı sermayeli şirket ülke içinde tütün ekimini, fiyatını, işlenmesini ve ihracatını tek başına yönlendiriyordu. Oluşturduğu bağımsız "Kolcu Örgütü" ile tütün piyasasını denetim altında tutmaya, kaçakçılarla acımasız bir şiddetle mücadele etmeye çalışmıştı. Bu çatışmalar sırasında binlerce Müslüman Anadolu halkı ölmüştü. Abdülhamit yönetimi verilen imtiyazın süresi bitmediğini gerekçe göstererek, "Kolcuların cinayetlerine seyirci kalmıştı". Anılan imtiyaz ancak 1924 yılında kaldırılmıştı. Tek parti (CHP) döneminde yedi yıl yedi ay Millî Eğitim Bakanlığı yapan Hasan Ali YÜCEL bir makalesinde (1936) şu tespiti yapıyor: "İmparatorluk devrinde asırlar ve asırlar DEVLET, Türk köyüne yalnız "almak" için gitmişti. Salyane alır, öşür alır, asker alır, istediğini bulamazsa malını alır, canını alırdı. Hükümet diye gördüğü adam, dayak atan jandarma; kültür mümessili olarak karşımıza çıkan ölü yıkayıcısı, iskatçı, Karagözden daha cahil medrese kaçkını softa idi". XX. yüzyılın başında Osmanlı İmparatorluğu içinde yaşayan insanların çoğunluğu kırsal alanlarda tarımla uğraşırken, kentlerde yaşayanlar ticaret (azınlıklar), memuriyet ve askerlik yapmaktaydı-. Ancak kentlerle kırsal alanlar arasında iktisadi, sosyal ve kültürel iletişim ve etkileşim yoktu. Örneğin büyük kentlerin tahıl ihtiyacı iç piyasa oluşmadığı için ithalatla karşılanıyordu. 1838-1841 Ticaret Anlaşmaları sonrasında başta İngiliz malları olmak üzere her türlü ithal malları kentlerde yerli ürünlerin yerini almıştı. Zira Hükümet tarım kesimini veya çiftçiyi koruyacak önlemler alamıyordu. Kapitülasyon rejimi altında olan ülke, 1878-1913 döneminde her yıl ortalama 75 bin ton un, 65 bin ton pirinç ve 10 bin ton buğday ithal etmek zorunda kalmıştır. Bu yüzden her yıl yaklaşık 12 milyon altın lira ödenmiştir. Devlet'in koruyuculuğundan ve kentlerin olanaklarından uzak yoksul Anadolu halkı, tarımda kuraklık ve kıtlık yaşandığı yıllarda açlıkla savaşmak ve ölümü kabullenmek zorunda kalmıştır. Ünlü Tarihçi Toynbee Osmanlı Devleti'nin ilkel bir tarım toplumu düzeni aşamasında kaldığını şöyle açıklıyor: "Ne haçlılar fırtınası, ne bunları izleyen Batı ticareti, ne İtalyan rönesansından esen imbat; ne de son yüzyıl içindeki misyoner faaliyetleri toprağın bu sade ve bilgisiz çocuklarını etkileyebilmiştir. Onlar gerçek muhafazakardırlar. Dinlerine ve atalarının geleneklerine hayatlarının her alanında bağlıdırlar. Tarım faaliyetlerini de atalarının bin yıl önce yaptığı gibi sürdürmektedirler". Birinci Dünya Savaşı yıllarında tarım kesiminde üretime katkıda bulunan insanlar askere alınırken, büyükbaş hayvanlar da askerî birliklerin emrine verilmişti. Bu olgu tarımsal üretimin anılan yıllarda azalmasına yol açınca, Devlet "tarımda çalışma-ekme yükümlülüğü" getirmişti. Bu uygulama Kurtuluş Savaşı yıllarında da önemini korumuştur. Özellikle Anadolu'da hayvan ve orman varlığı savaş yıllarında büyük tahrip görmüştür. Henüz kömür ve petrolü tanımamış olan kırsal kesim insanı enerji üretmek için ormanları bilinçsiz biçimde kesmiş adeta yağma etmiştir. (Türkiye İktisat Tarihi) İlkel tarım teknolojisi kullanılarak ve hava koşulları uygun gittiği yıllarda üretilen pamuk, tütün, afyon, fındık, üzüm, incir gibi geleneksel tarım ürünleri ihraç edilmekteydi. Özellikle pamuk ekim ve üretiminde miktar ve kalitenin artırılmasında önce İngilizler sonra Almanlar etkili olmuşlardır. Fakat yabancılar "sömürge tipi çiftlikler" kurmaya gitmemiş ticaret ve ulaştırmayı elde tutmakla yetinmişlerdir. Toprak alım satımının serbest olmasından ve Türklerin yoksullaşmasından yararlanan Rum ve Ermeni cemaati geniş topraklar satın almışlardır. Böylece Müslüman Osmanlı, azınlıkların işçisi durumuna gelmiştir. Kurtuluş Savaşı öncesine kadar Türk köylüsü devletin sadece "vergi ver asker ver" haber ve isteklerine muhatap olmuştur. Bu yüzden köylü ülkenin büyük kesiminde devlet yerine "derebey" veya "ağa "nın himayesine sığınmıştır. I. Dünya Savaşı yıllarında yaklaşık üçmilyon çalışma yaşındaki nüfus askere alındı. İşgücü eksikliği nedeniyle tarım sektörünün her alanında üretim hızla düştü. İthalat yapılamadığı için önce kentlerde sonra ülkenin her yerinde mal kıtlıkları yaygınlaştı. Tarım sektöründeki darboğazları aşmak gayesiyle Tarım Bakanlığı ve ilgili kuruluşların yönetimine Almanlar el koydu. Ayrıca Ziraat Bankası Genel Müdürlüğüne de bir Alman olan Kautz getirildi. Amaç yeni yönetimin üretimi arttıracak yeni yatırımları planlaması ve uygulaması idi. Bu çerçevede 18 Eylül 1916'da "Zirai Mükellefiyet Kanunu" ile köylüye ekim ve çalışma zorunluluğu getirildi. 500 dönüm ve daha geniş alanda çiftçilik yapan ailelerin erkekleri askerlikten muaf tutuldu. Alınan bütün önlemlere karşın beklenen çözüm gelmeyince, devlet ihtiyaç duyduğu malların sahiplerinin üretimine el koyma yoluna gitti. [/QUOTE]
Alıntıları ekle...
İsim
Spam kontrolü
Sarı kırmızı renkleri ile ünlü futbol takımımız?
Cevapla
Forumlar
Serbest Alan (Genel Konular)
Güncel Haberler
Ekonomi Haberleri
TÜRKİYE VE OSMANLI DEVLETİNDE İKTİSAT TARİHİ
Top