Türkçenin Doğru Kullanımı - A dan Z ye

YoRuMSuZ

Biz işimize bakalım...
Konuşmanın Tanımı ve Genel Özellikleri

a. Konuşmanın Tanımı


Düşünce ve duyguların, başkalarına sözlü olarak bildirilmesine konuşma ya da sözlü anlatım denir. Konuşma, insanın çevresiyle doğrudan iletişim kurmasının en etkili yoludur. Konuşmaya, sesli düşünme de denir. Buna göre insanlar düşüncelerini başkalarına seslerle iletirler. Ancak bunu yaparken de sözlerini etkili kılmak için jest, mimik, tonlama, vurgulama gibi konuşmayı tamamlayıcı ögelere başvururlar. Konuşma olgusu; dil, düşünce, duygu, ses ve konuşma organları gibi ögelerle doğrudan ilgilidir. Bunlardan birinin eksikliği ya da yetersizliği, çeşitli konuşma kusurlarına yol açar.

b. Konuşmanın Yaşamımızdaki Yeri

Konuşmak, düz bir iletişim aracı değildir. Kişinin tüm duygularının yanı sıra düşüncelerini de çevresine ulaştırabildiği en etkin yoldur.

Yalın bir tanımla konuşma, duygu ve düşüncelerimizi, görüp yaşadıklarımızı karşımızdakilere sözle iletme işidir. Bu bağlamda günlük yaşamımızın bir parçası gibidir. Tıpkı solumak, yemek yemek, su içmek, yürümek gibi... Sabahın ilk saatlerinden yatma zamanına değin sıradan bir günümüzü düşünelim; bu süre içinde konuşmanın büyük bir yer tuttuğunu görürüz. Yakınlarımız ile, çevremizdekilerle, dost ve arkadaşlarımız ile günün olayları üzerinde konuşmuşuzdur. Karşılıklı olarak gazetelerde okuduklarımızdan, duyduklarımızdan, kişisel ve toplumsal sorunlarımızdan söz etmişizdir. Bu sorunlar üzerindeki düşüncelerimizi, görüşlerimizi açıklamışızdır. Böylece düşünce alışverişi yapmış, yaşantılarımızı paylaşmışızdır. Bu, toplum içinde yaşayışımızın doğal bir sonucudur. Günlük bir gereksinimdir.

Konuşma, günlük bir gereksinim olduğu gibi işimiz ve uğraşımız yönünden de bir gereksinimdir. Kimimiz öğrenciyizdir; konuları arkadaşlarımız ile birlikte tartışırız. Hazırladığımız bir konuyu sınıfa ve öğretmenlerimize sunarız. Konumuz ile ilgili bize yöneltilen soruları, eleştirileri yanıtlarız. Kimimiz öğretmenizdir; ders anlatırız, öğrencilerin sorularını karşılarız. Kimimiz iş adamıyızdır; bir iş toplantısına katılır, bu toplantıda değişik projeler üzerine görüşlerimizi açıklarız. Kimimiz satıcıyızdır; satacağımız malın niteliklerini alıcıya anlatır, onu iyi bir mal alacağına inandırmaya çalışırız. Kimimiz avukattır; üstlendiğimiz davanın savunmasını yaparız. Kimimiz doktordur; hastalarımıza hastalığının özelliklerini açıklar, iyileşmesi için izleyeceği yolu gösteririz. Kısaca, her birimizin bir işi, bir uğraşı vardır. Bu iş ve uğraşının gerektirdiği konuşmalar yaparız. Bunlar, günlük iş ve uğraşı konuşmalarıdır. Her iş ve uğraşıda başarıyı etkileyen etkenlerden biri de konuşma becerimizin o alandaki gelişkinliğine, yetkinIiğine bağlıdır. Hele kimi iş dalları özellikle konuşma sanatında ustalık gerektirir. Avukatlık, öğretmenlik, politikacılık, tanıtıcılık ve satıcılık gibi... Öte yandan kimi iş ve çalışmalar da takım hâlinde çalışmayı gerektirir. Söz gelişi tıp alanındaki uygulama ve çalışmalar bu türdendir. Bilim ve uygulayım (teknik) alanlarındaki yeni buluşlar, gelişmeler de bu alanlarla ilgili kişilerin sık sık bir araya gelmesini zorunlu kılar. Konuşmalar, konferanslar, açık oturumlar, masa başı tartışmaları (paneller), toplu tartışılar (forumlar) düzenlenir. Kısaca, seçtiğimiz işte başarı yolu üzerindeysek bu tür etkinlikIere katılmamız gerekecektir. Katıldığımız bu etkinliklerde varlığımızı kanıtlamak, kendimizi kabul ettirmek de konuşmamızın, düşüncelerimizi açıklamadaki ustalığımızın gücüne bağlıdır.

Değindiğimiz gibi konuşma, bir düşünce alışverişi; başka türlü söylemek gerekirse, yaşantılarımızı başkalarıyla paylaşma işidir. Demokratik bir toplumda toplumsal yaşama bu yolla katılabiliriz. Düşüncelerimizi, duygularımızı, olaylar ve sorunlarla ilgili görüşlerimizi açıklarız. Şurası açık bir gerçektir ki susan bireylerden oluşan toplumlarda sağlıklı bir demokratik yaşamdan söz edilemez. Çünkü demokratik yaşam, düşüncelerin, görüşlerin özgürce söylenebildiği, özgürce tartışılabildiği bir ortam gerektirir. Bu ortamı da düşüncelerimizi, görüşlerimizi kendi içimizde saklayarak değil, bunları her olanaktan yararlanarak ortaya koymakla sağlayabiliriz. Bu da bizden konuşma gücü ister. Susan, dinleyen, sadece onaylayan bireyler olarak değil konuşarak demokratik yaşama hizmet edebiliriz.

Görülüyor ki konuşma, günlük yaşamımızın bir gereksinmesi olmaktan öte bir yer tutuyor yaşamamızda. Demokratik yaşamı oluşturmada bir etken, bu yaşama katılmamız için de hem bir olanak hem de bir sorumluluk oluyor.

Öyle insanlar vardır ki etkili konuşmaları sayesinde bulundukları her ortamda kısa bir sürede insanları etraflarına toplamayı başarırlar ve çevreleri üzerinde kıskanılacak bir etki bırakırlar.

Örneğin işveren, personelini işe almadan evvel bir mülakattan geçirir. Burada amacı, sınırlı bir sürede karşısındakini en iyi şekilde tanımaya çalışmaktır. Bu görüşmelerin sonunda bazen bir bakarsınız sizden çok daha az özelliklere sahip birisi, o çok istediğiniz işe alınmıştır.

"Bu işin sırrı nedir?" diyecek olursanız bu sorunun yanıtı son derece açıktır: Güzel konuşmayı becerebilmek...

Çünkü konuşmak, yalnızca düz bir iletişim aracı değildir. Kişinin tüm duyguları yanı sıra tüm düşüncelerini de çevresine ulaştırabildiği en etkili yoldur.

Güzel konuşmak için, Psikolog Jack Marrison Pollack diyor ki:

Önce dinlemeyi bilin: Birçoğumuz, ne söyleyeceğimizi düşünmekten, başkalarının söylediklerini doğru dürüst dinlemeyiz. Siz onları dikkatle dinlerseniz, onlar da sizi ilgiyle dinler.

Başkalarını ilgilendiren konulardan söz edin: Karşınızdakine yetenekli olduğu konuda konuşma olanağı verirseniz, sıkıntılı bir sessizliği önlersiniz ve çoğunlukla karşınızdaki, anlattıklarına o denli dalar ki iki insanın konuşmasına en çok engel olabilecek sıkılganlığı unutmuş olur.

Sıkıcı ayrıntıdan kaçının: Konuşurken en küçük ve gereksiz hiçbir noktayı atlamadan anlatırsanız, siz ana konuya gelinceye kadar karşınızdaki kişi sıkılır ve bu kişinin ilgisi dağılır.

Kesin ifadelerle konuşmaya çalışın: Konuşmaya başlamadan durup önce aklınızda sözcükleri seçin. Bir konudan ötekine atlamayın. Konuşurken konuştuğunuz kişinin yüzüne bakın, mırıldanmayın.

Sorularınızı yerinde sorun: Bir soruyu akıllıca sorarsanız karşınızdaki kişinin "açılmasını" sağlarsınız. "İşler nasıl?" ya da "Ne haber?" gibi sorular gereksizdir. Fakat "İşe nasıl başladınız?" veya "Sizce nasıl?" gibi sorular karşınızdaki kişiyi konuşturur ve sizin de gerekenden fazla konuşmanızı önler.

Öfkelendirmeden karşı çıkmayı öğrenin: Çoğu kez ne konuştuğunuz değil de nasıl konuştuğunuz önemlidir. Dostça bir tartışma konuşmayı zenginleştirir; fakat sertçe söylenen bir söz, iki tarafın da hırsa kapılıp birbirlerinden uzaklaşmalarına sebep olur.

Kimsenin sözünü kesmeyin: Biri konuşurken konuşmaya girmeniz gerekirse konuşmayı keserken yumuşak bir cümle kullanmanız gerekir.

Hoşgörülü ve anlayışlı olun: Çoğu kez bizi sinirlendiren ve rahatsız eden kişilerle konuşmak zorunda kalırız. Böyle durumlarda konuşulan konu ile ilgilenmeye çaba harcayın.


Övgü, çoğu zaman işe yarar: Birini haklı olarak övmek onun ilgisini kazanmak olur. İnsanlara iltifat etmeyi öğrendiğiniz an, sohbetiniz de daha zenginleşir.

Kendinizi birçok konuda geliştirin: Kitap okuyun, uğraş alanları (spor, müzik vb.) bulun, araştırıcı olun. Böylece sohbetleriniz zenginlik kazanır.

c. Konuşma Güçlüğü Çekiyor muyuz?

Konuşma gücünü nice yıllar sonra kazanan Helen Keller, konuşamadığı yılları "suskunun köleliği" diye adlandırmıştır. Bu adlandırmada gerçeğin payı büyüktür. Nesneler, varlıklar, olaylar, kısaca bizi kuşatan doğal ve toplumsal çevre karşısında düşündüklerimizi, duyduklarımızı sese, söze dönüştüremediğimiz zaman köleyizdir. Varlığımızı kanıtlamada, dış dünya ile bağlantımızı kurmada konuşmanın bize sunduğu olanaklardan yararlanırız. Acaba bu olanakları gerektiği gibi kullanabiliyor muyuz? Nasıl konuşuyoruz? Konuşma güçlüğü çekiyor muyuz? Söylemek istediklerimizi karşımızdakilere etkili, güzel bir biçimde anlatabiliyor muyuz? Anlatımımızı engelleyen birtakım yanlış alışkanlıklarımız var mı? Bu konular üzerinde belki de hiç düşünmemişizdir. Şöyle bir deney yapsaydık nasıl bir sonuçla karşılaşabilirdik? Varsayalım ki sıradan bir günümüzün filmi yapılıyor ve yaptığımız her türlü konuşma da bir teybe alınıyor. Böylesi bir kayıt, nasıl bir sonuç gösterecektir?

Bu kayıttan, öncelikle günün ilk saatlerinden gecenin geç saatlerine değin türlü amaçlarla yaptığımız konuşmaları bütün yönleriyle gözlemleyebiliriz. Konuşma güçlüğü çekip çekmediğimizi, düşünce ve duygularımızı rahatça anlatıp anlatamadığımızı, karşımızdakilerle doğal bir iletişim kurup kuramadığımızı anlayabiliriz. Konuşurken hangi türden yanlışlar yapıyoruz, söylemek istediklerimizi tam verebiliyor muyuz, bunları öğreniriz.

Konuşma sırasında yaptığımız yanlışların ayrımına varamayız. Bunları ancak karşımızdakiler, bizi dinleyenler bilebilir. Oysa böyle bir denemede kendi kendimizin dinleyicisi olacağımız için yanlışlarımızı somut örnekleriyle görebiliriz. Belki tekdüze ya da çatlak, rahatsız edici bir ses tonumuz vardır. Belki sözcükleri ağzımızın içinde yuvarlıyoruz, gerekli vurgu ve tonlamayı yapmadan üst üste söylüyoruz. Belki amacımızı tam karşılayacak uygun sözcükleri seçemiyor; aşınmış, kullanımdan düşmüş sözcükler seçiyoruz. Belki tam cümle kuramıyor, birtakım dil bilgisi yanlışları yapıyoruz. Belki konudan sapıyor, daldan dala atlıyoruz. Belki el, kol, yüz hareketlerimizi, bedensel davranışlarımızı konuşmanın akışına uyduramıyoruz.

Bu "belkiler" daha da çoğaltılabilir. Önemli olan, kendimizi ve konuşmamızı tanımak konuşma gücümüzü bir eleştiriden geçirmektir. Bu da "Nasıl konuşuyorum?" sorusu üzerinde yeterince durmak, düşünmekle olur. Öte yandan çevremizdeki kişilerin konuşmalarını bu sorulara göre dinleyerek de böyle bir değerlendirmeyi yapabiliriz.

Hiçbirimizin konuşması tıpatıp birbirine benzemez. Çünkü düşünsel ve dilsel yetkinleşmemiz tam bir özdeşlik göstermez. Bunda yetişmemizin, içinde bulunduğumuz toplumsal ortamın da payı büyüktür. Eğitimci, H. A. Overstreet bir gerçeği şöyle belirtir:

"Çocukların tümü, çevrelerindeki kişilerin diliyle konuşmaya başlarlar, daha doğrusu konuşmayı onlardan öğrenirler. Bunlardan ancak bir bölümü yaşamları boyunca sözlü anlatım becerilerini geliştirebilirler. Yetişkinlik dönemlerinde konuşma sanatının inceliklerini kullanabilen; durumlara ve konulara göre açık, etkili, güzel bir biçimde konuşabilen bir düzeye erişirler. İyi bir konuşmanın başarıyı hazırlayan etkenlerden biri olduğunu anlarlar. Bir bölümü ise çevrelerinden öğrendikleri konuşma biçimini olduğu gibi sürdürürler. Şurası açık bir gerçektir ki kişiliğimizi de düşünsel gelişimimizi de belirleyen ana ölçüt, konuşmamızdaki yetkinliğimizdir." Bunun yargılardaki gerçek payını yadsıyamayız. Halk ya da bir topluluk önünde konuşmayı bir yana bırakalım, bu gerçeği kişiler arasındaki günlük konuşmalarda, söyleşmelerde de açıkça görebiliriz. Kimi kişiler sıradan önemsiz bir konu üzerinde bile karşılarındakileri ağızlarına baktırarak konuşurlar. Kendilerini büyük bir dikkatle dinletebilirler. Çok güzel konuşan böyleleri için, "ağzından bal akmak" deyimini kullanırız.

Konuşmalarının renkliliği, anlatışlarındaki doğallık ve içtenlik, konuşmalarına kattıkları fıkra ve gülmece ögeleriyle büyülerler bizi. Bunun yanı sıra, kimi kişiler de vardır, aynı konu üzerinde konuşurlar, fakat doğru dürüst söyleyemezler söyleyeceklerini. Ağızlarından dökülür sözcükler. Ağızlarına kira isteyen bir durumları vardır. Mırıldanır, mızmızlanırlar sanki. Neyi, niçin anlattıklarının ayrımında değillerdir. Ya bir sözü, bir düşünceyi yineleyip durur ya da daldan dala atlarlar. İkide bir, "Ne diyordum? Haa! Gelelim meseleye..." gibisinden zikzaklar çizerler. Bu da dinleyicilerini bıktırır, usandırır. Hele kimileri de vardır ki karşısındakilere ağız açtırmaz. Sözün ucunu bir kez ellerine geçirdiler mi konuşur da konuşurlar. Konu dışı, gereksiz sözlerle dinleyicilerin kafalarını allak bullak ederler.

Konuşma açısından belirttiğimiz bu tipleri, şöyle alıcı bir gözle bakarsak, kolayca bulabiliriz çevremizde. Ancak önemli olan, kendi konuşmamızı, konuşmamızdaki eksiklikleri tanımaktır. Bu da sanıIdığı gibi kolay bir iş değildir. Başkalarının eksikliklerini kolayca görebiliriz de kendimize gelince iş çatallaşır, güçleşir. Çünkü bir tartıdan, bir ölçüden kendimizi geçirmeye alışmamışızdır. Ne var ki güzel ve etkili konuşma sanatını öğrenmenin ilk adımı, kendi konuşmamızı tanımaktır. Eksikliklerimizi bilmezsek bunları gideremeyiz. Öyleyse şu sorunun üzerinde duraIım: Konuşma güçlüğü çekiyor muyuz?

Aşağıdaki sorular, bunu anlamamıza bir ölçüde yardımcı olabilir:

- Söylediklerimi karşımdakiler kolayca anlayabiliyor mu?
- Düşüncelerimi açık ve etkili bir biçimde belirtebiliyor muyum?
- SözcükIeri söylerken söyleyiş ve dil yanlışları yapıyor muyum?
- Sesimi, duygu ve düşüncelerimi besleyecek, zenginleştirecek bir yönde kullanabiliyor muyum?
- Tekdüze mi yoksa canlı ve hareketli bir biçimde mi konuşuyorum?
- Konuşurken bakışlarımı beni dinleyenlere yöneltiyor muyum?
- El ve yüz hareketlerimi kullanırken birtakım yapmacık durumlara düşüyor muyum?
- Beni dinleyenlerin ilgisini dağıtacak, gereksiz ayrıntılardan, laf kalabalığından kaçınabiliyor muyum?
- Anlattıklarımın önemine, değerine inanıyor muyum?
- Sözü başka alanlara kaydırıyor, amaçtan ve konudan sapıyor muyum?

Kuşkusuz bu sorular kendi konuşma durumumuzu kabaca tanıma açısından birer ipucudur. Bu eksiklikler üzerinde ileride ayrı ayrı duracağız.

ç. Konuşma Gücümüzü Geliştirebilir miyiz?

Diyelim ki konuşma güçlüğü çekiyoruz. Birtakım temel eksiklerimiz var. Bunları da biliyoruz. Başkaları güzel ve etkili bir biçimde konuşuyor; ama biz öyle konuşamıyoruz. Biz de bu eksiklerimizi giderebilir, güzel ve etkili bir biçimde konuşabilir miyiz? Birçokları bu soruya olumlu bir yanıt vermezler. Onlara göre "güzel konuşma sanatı" çalışmakla, özel bir çaba göstermekle öğrenilemez. Çünkü bu bir yetenek işidir. Tanrı vergisidir. Nasıl insanların kimileri mavi gözlü, sarı saçlı, esmer tenli doğuyorsa, bunları değiştirmek insanın elinde değilse, konuşma işinde de bu böyledir. Kimi kişiler de üstün konuşma yeteneğini doğuştan getiriyorlar, bunu sonradan kazanmıyorlar. Güzel ve etkili konuşan nice kişiler var ki bunların hiçbiri belli bir konuşma eğitiminden geçmiş değildir. Öyleyse konuşmada yeteneği de, yeteneksizliği de Tanrı vergisidir. Bu yanlış bir görüş ve düşünüştür. Çünkü bundan önceki açıklamamızda da belirttiğimiz gibi konuşmayı ilk çocukluk yıllarımızda hiçbir çaba göstermeden, çevremizdeki kişilerden öğreniriz. Başka açıdan bakıldığında ise konuşma doğuştan getirdiğimiz bir yetenek değildir; sonradan kazandığımız bir alışkanlık, bir beceridir. Her beceri, her alışkanlık gibi bunu da zamanla ilerletir, geliştiririz. Nitekim Brayn adlı bir düşünür şöyle der: "İyi ve güzel konuşabilme yeteneği, Tanrı vergisi değil, çalışmakla, konuşma denemeleri yapmakla elde edilen bir beceridir."

Etkili ve güzel konuşma da bir bakıma sanattır. Nasıl ki her sanatın yerleşik, temel kuralları varsa konuşma sanatının da kendine özgü birtakım kuralları vardır. Nitekim birçok ülkenin okullarında, üniversitelerinde konuşma sanatını öğreten özel bölümler, konuşma laboratuvarları vardır. Buralarda konuşma sanatının kuralları, ilkeleri, yöntemleri uygulamalı bir biçimde öğretilmektedir.
 

YoRuMSuZ

Biz işimize bakalım...
Güzel ve Etkili Konuşmanın Nitelikleri

a. Güzel ve etkili Konuşabiliyor muyuz?


Konuşma, karşılıklı olarak gerçekleştirilen etkileşimsel bir süreç olduğuna göre güzel ve etkili bir konuşmanın nitelikleri üzerinde duran konuşma uzmanları da bu sürecin eksiksiz gerçekleşip gerçekleşmediğine bakarlar. Şöyle ki konuşma karşımızdakinde ya da karşımızdakilerde bir yankı uyandırma, onları etkileme işi olduğuna göre onlar üzerinde bunu yapabiliyor muyuz? Konuşmacı olarak beklentimiz gerçekleşmiş oluyor mu? Söylediklerimizin doğruluğuna ve geçerliğine bizi dinleyenler inandılar mı? Söylemek istediklerimizi tam olarak iletebildik mi?

Bu ve bunlara benzer sorularla konuşmamızı değerlendirmek için öncelikle güzel ve etkili bir konuşmada bulunması gerekli
nitelikleri, bu tür konuşmaların dayandığı ilkeleri tanımamız gerekir.

b. Güzel ve Etkili Konuşmanın İlkeleri Nelerdir?

Konuşma uzmanları, güzel ve etkili konuşmanın on temel ilkesini belirli başlıklar altında toplamışlardır. Kuşkusuz, bunlar donmuş, değişmez ilkeler değildir. Ancak bu ilkeleri yapacağımız bir konuşmayı kendi kendimize değerlendirme, dinlediğimiz bir konuşmayı eleştirebilme açısından birer ölçüt olarak kullanabiliriz.

1) İyi Bir Konuşma Yıkıcı Değil, Yapıcıdır: İnsanları etkilemede önemli araçlardan biridir konuşma. Bu etkileme onların duygularını kamçılama, yanlış yönlere yöneltme biçiminde olmamalıdır. İster halk ya da topluluk önünde konuşalım ister
arkadaş, eş dost çevrelerinde; bizi dinleyenlerin inançlarını, değer yargılarını göz önünde bulundurmalıyız. Bunları hiçe sayan ya da yadsıyan bir konuşma, tepkilere yol açar. Elbette ki her konuşmanın, bir iletisi (mesajı) vardır. Dinleyicilerimizi belli bir görüşe, belli bir davranışa eriştirmek isteriz. Bunun için de onların duygularını sömürmekten, özellikle kaçınmalıyız. Dinleyenleri avlamaya, gerçekleri bir yana atıp salt duygulara yönelen bir konuşma, yapıcı bir nitelik taşımaz. Yapıcı konuşma, dinleyicilerin inançlarını, değer yargılarını, düşüncelerini olumlu bir yönde değiştirmeyi amaçlar.

2) İyi Bir Konuşma, İlginç ve Değerli Konuları Kapsar: Seçeceğimiz konu, hem kendimiz için hem de dinleyicilerimiz için ilginç olmalıdır. Açık bir gerçektir ki ilgi duymadığımız bir konuda rahatça konuşamayız. Üzerinde konuşabileceğimiz konular sayısızdır. Söz gelimi, günlük olaylar, yurt ve dünya sorunları, hayaller, umutlar, düşler, korkular... vb. gibi. Bunlar, herkesin ilgisini çekecek nitelikteki konulardır. İki kişi bile bir araya geldiğinde söz dönüp dolaşıp bunlardan birine gelir. Konuşmanın düzeyini belirlemede de seçilen konunun büyük bir payı vardır.

3) İyi Bir Konuşma, Konuşmacının Kişiliği ile Bütünleşir: Konuşmacının kişisel nitelikleriyle konuşma arasında sıkı bir etkileşim vardır. Söz gelimi, yalancılığı, ikiyüzlülüğü herkesçe bilinen birinin "yalancılığın kötülükleri" üzerinde yapacağı bir konuşma, kimseyi inandırmaz. Bunun gibi, konuşmacının kişisel görünüşüyle sözleri arasında da bir bağlantı kurmak ister dinleyici. Bu yönden,
konuşmanın inandırıcılığında konuşmacının kişiliği önemli
etkenlerden biridir.

4) İyi Bir Konuşma, Belli Bir Amaca Yönelir: Yalın bir tanımla amaç, dinleyiciler üzerinde konuşmacının bırakmak istediği etkidir. Dinleyicilerimize neyi vermek istiyoruz? Onları neye, hangi gerçeğe yönelteceğiz? Konuşmamız süresince bu soruları göz önünde tutmak zorundayız. Bir amaca yönelmeden yapacağımız konuşma, dağınık,
etkisiz kalacak, dinleyicilerimizde bir karşılık uyandırmayacaktır.

5) İyi Bir Konuşma, Konuşmayı Etkileyen Etkenleri Çözümleyerek Oluşur: Konuşmayı etkileyen etkenler şunlardır: Konu, dinleyici, ortam ve konuşmacı. İyi bir konuşma yapabilmek için bu ögeleri ayrı ayrı, bir bütün olarak değerlendirmeli, çözümlemeliyiz. Üzerinde konuşacağımız konunun boyutları nelerdir? Dinleyicilerimiz yönünden önemi nedir? Kimler için konuşacağız? Konuşacağımız kişilerin toplumsal, kültürel, ekonomik durumları, yaş, cinsiyet özellikleri nedir? Nerede, ne kadar süreyle konuşacağız? Konuşmacı olarak kendi durumumuz nedir? Bu soruların üzerinde durup bir bütün olarak bunları değerlendirmemiz gerekir. Konuşmamızı düzenleme, hazırlama aşamasında bu soruları göz önünde tutmazsak başarılı konuşma yapamayız.

6) İyi Bir Konuşma, Sağlam Bir Konuşma Yöntemi Üzerine Kurulur: Yöntemimizi, amacımıza ve konuşma ögelerini
değerlendirmemize göre seçeriz. Genellikle konuşmalarda dört ana amaç ve bu amaçlara yönelik dört ana yöntem vardır: Tartışma, savunma, öğretme ve duyguIandırma. Amaçla yöntem arasındaki bağlantıyı kurmak, başarılı bir konuşmanın ön koşullarından biridir. Konuşmanın hazırlanışı bölümünde bu amaçlar ve yöntemler üzerinde ayrıntılı bir biçimde duracağız.

7) İyi Bir Konuşma, Dinleyicilerin İlgi ve Dikkatini Toplar: Hangi konuda olursa olsun, ilgi ve dikkat dağıldığı zaman iletişim de durur. İlgi ve dikkatin diri, canlı kalması da dinleyicilerimizi bilinçlendirmeye, onların meraklarını ayakta tutmamıza bağlıdır. Başka bir deyişle, onları bizi dinlemeye, söylediklerimizi bizimle paylaşmalarını sağlamaya bağlıdır. Bu da öncelikle dinleyicilerimizi iyi tanımakla, söylediklerimizle onların ilgileri arasındaki bağlantıyı kurmakla sağlanır.

8) İyi Bir Konuşma, Sağlam Bilgilere Dayanır: Hangi konuyu seçersek seçelim, o konu üzerinde rahatça, doğal bir biçimde konuşabilmemiz, konunun gerektirdiği bilgileri, araç ve gereçleri edinmemize bağlıdır. Düşüncelerin dinleyicilere etkisiz ve etkili bir biçimde aktarılması salt sözcüklerle, sözel simgelerle olmaz. Bunları konunun ve durumların gerektirdiği gereçlerle de somutlaştırmak gerekir. Varsayalım ki "köylerden kentlere göç" olayı üzerinde konuşuyoruz; kullanacağımız sayılar, resimler daha çarpıcı, daha etkili kılar konuşmamızı. Çünkü konuşma, görsel ve işitsel simgelerle oluşturulan bir iletişim işidir.

9) İyi Bir Konuşma, Etkili Bir Ses Tonu, El ve Yüz Hareketleri Gerektirir: Etkili bir ses tonuna dayanmayan, el ve yüz hareketleriyle beslenip renklenmeyen bir konuşma, ölü bir konuşmadır. Sözcüklerin anlam ve duygu yükü, ses tonumuz, el ve yüz hareketlerimizle zenginleşir. İnsan sesinin değişik biçimler, boyutlar kazanması yönünden oldukça geniş olanakları vardır. Bu olanaklardan yararlanarak iletmek istediğimiz düşünce ve duyguları canlı kılabiliriz. Başka bir deyişle sözü, göze ve kulağa daha iyi iletebiliriz. Bu da konuşmamızın başarısını artırır.

10) İyi Bir Konuşma, Canlı Bir Dil, Hareketli Bir Üslup Gerektirir: Konuşma, geniş anlamda sözlü bir iletişim biçimidir. Böyle olunca temel aracı sözcüklerdir. Canlı, diri, amacımıza uygun sözcükleri seçme, bunları cümle içinde yerli yerine yerleştirme, her birinin ses ve anlam hakkını vererek doğru söyleme, konuşmamızın etkisini, güzelliğini artırır. Cümlelerimiz için de bu böyledir. Kısa, yoğun, hareketli cümleler kurma, bunlar arasındaki geçişleri doğal bir biçimde sağlama, anlatışımızı canlılaştırır.

Sıraladığımız bu on temel ilke, güzel ve etkili konuşmanın belirleyici özellikleridir. Bir konuşmayı, bu ilkelerin doğrultusunda değerlendirirsek, onun başarısı üzerinde bir sonuca ulaşabiliriz. Öyleyse bu ilkeleri kendi konuşmalarımıza uygulamaya çalışmak, bunlara ne ölçüde uyup uymadığımızı araştırmak, konuşmamızı geliştirmenin ilk adımıdır. Ne var ki saptanan bu on temel ilke, güzel ve etkili konuşmanın temel noktalarıdır. Bunlar, kendi içlerinde de birtakım temel noktaları içermektedir. Söz gelimi, konuşmanın ögeleri olan dinleyici, konuşma ortamı, konuşmacı; konuşmanın hazırlanışını içeren amacımızı saptama, amacımıza göre konuşma türleri ve yöntemleri, konuşmanın gerektirdiği bilgi ve verilerin toplanması, konuşmanın düzenlenmesi (planlanması; konuşmanın sunuluşunu kapsayan) sunma, bedensel davranışlar, sesin idaresi, konuşmada seçilecek dil ve anlatımın özellikleri... gibi. Bunlar üzerinde de ileriki bölümlerde ayrı ayrı duracağız.

Görülüyor ki konuşma da bir sanattır. Bu sanatın uzun deneyimler sonunda elde edilen ilkelerini, kurallarını tanır, bunları biIinçle uygularsak konuşmamızı geliştiririz.

Bir kez daha belirtelim ki güzel ve etkili konuşma sanatı, doğuştan getirilen Tanrı vergisi değildir. Bu, denemelerle, çalışmalarla sonradan kazanılan bir beceridir. Deneyerek, çalışarak, konuşma güçlüklerinin, özürlerinin kolayca üstesinden gelebiliriz. Sesimize, sözümüze egemen olabiliriz. Hiçbir bedensel özrü olmayanları bir yana bırakalım, bugün nice kekemeler bile çalışarak kekemeliği yenmekte, güzel ve etkili konuşma sanatının inceliklerini öğrenmektedir. Yeter ki bu öğrenme isteğini duyalım...

c. İyi Bir Konuşmacının Niteliklerini Taşıyor muyuz?

Güzel ve etkili konuşabilmek için, özellikle halk önünde ya da bir
topluluk karşısında yapılan konuşmalarda, dinleyicilerimizi, konuşma ortamımızı tanımamız, bunları iyi değerlendirip çözümlememiz gerektiğini belirttik. Bunu ne denli iyi yaparsak yapalım, yetmez. Çünkü konuşmayı oluşturan ana ögelerden biri de konuşmacıdır. Acaba konuşmacı olarak güzel ve etkili bir konuşma yapabilecek
nitelikleri taşıyor muyuz? Bu nitelikler nelerdir?

Bundan önceki bölümde iyi bir konuşmanın ilkelerini on ana noktada toplamıştık. Denilebilir ki iyi bir konuşmacı, bu on ana ilkeyi tanıyan, bunların buyruklarına uyan kişidir. Bununla birlikte yer yer o ilkeleri de kucaklayan, güzel ve etkili konuşma sanatının inceliklerini bilen bir konuşmacıda bulunması gerekli olan kimi nitelikleri de kısaca açıklayalım:

Sorumluluk Duygusu: Ahlaki değerlere bağlılık, iyi bir konuşmacının başta gelen niteliklerinden biridir. Bu da bize hem kişilere hem de topluma saygılı olmayı buyurur. Sorumluluk duygusundan yoksun bir kişi ise bunu umursamaz. Topluma ve bireylere nasıl bir katkıda bulunacağı, hangi değer yargılarını, hangi duygu ve düşünceleri aşılayacağı bir sorun değildir. Bu yüzden de sözleriyle edimleri arasında bir uyum yoktur. Oysa, dinleyicilerimizin bize inanabilirliği, saygınlığımız ilk elde buna bağlıdır. Yaptığımız işin önemine, sorumluluğuna inanmazsak, dinleyicilerimizle aramızdaki iletişim kopar. Öte yandan sorumluluk duygusundan yoksun bir konuşmacı, gerçekleri kolayca çarpıtabilir, sözcüklerin gücüne sığınarak kimi durumlarda dinleyenleri aldatabilir. Böylelikle bir ölçüde başarı da sağlayabilir; ancak, bunlar gelip geçicidir. Saygınlık kazanan, dinleyicisinin yüreğinde ve belleğinde iz bırakan konuşmacılar, işine karşı, dinleyicilerine karşı, toplumsal ve ahlaki değerlere karşı sorumluluk duygusuyla davranabilenlerdir.

Sağlam Bir Kişilik: İyi bir konuşmacı, dinleyicilerine tepeden bakmaz. Düşüncelerini, duygularını, başka bir deyişle, konuşmasının iletisini onlarla dostça paylaşmak ister. Bu da sağlam bir kişiliğin belirleyici iki yönüne, içtenlik ve dürüstlüğe sahip olmayı gerektirir. İçtenlik, dinleyici karşısında olduğumuz gibi görünmek ya da göründüğümüz gibi olmaktır. İnandığımızı söylemekten kaçınır, söylediğimize kendimiz inanmazsak, dinleyicilerimizi de kendimize inandıramayız.

İçtenlikle dürüstlük iç içe yürür. Dinleyicilerimize söyleyeceklerimizi dolaylamalara başvurmadan, doğrudan doğruya anlatmalıyız. Dürüst bir konuşmacı, konuşma sanatını birtakım çarpıcı söz oyunları olarak görmez. Söz cambazlığına sırt çevirir, söyleyeceklerini en yalın biçimde, yapaylığa, yapmacıklığa düşmeden verir. Yalınlık da sağlam bir kişiliği oluşturan nitelikler arasında yer alır.

Dinleyicilerimizi büyüleme, kendimize bağlama; söz cambazlığı, söz oyunlarıyla değil, kendimize ve onlara güvenmemizle gerçekleşir. Dinleyenlerimizin iç evrenlerine girme, onların yaşantıları, söz dağarcıklarıyla antenlerimizi birleştirme ancak kendi duyarlığımızı yapaylığa düşmeden dışlaştırmamızla olabilir.

İçtenlik, dürüstlük, yalınlıkla birlikte, dinleyicilerimiz bizden hareketli, canlı, renkli bir söyleyiş de bekler. Kuşkusuz bunlar da sağlam bir kişiliğin belirleyici özelliklerindendir. Konuşmamız duygusal ögelerden yoksun, dümdüz, ölü ise dinleyicilerimizle aramızdaki iletişim kopar. Bu kopuşu yansıtan en iyi ayna da dinleyicilerimizin yüzleridir. Etkileyen gücümüzü, söylediklerimizi dinleyicilerimizin bizimle paylaşıp paylaşmadığını bu aynada görebiliriz.

İçtenlik, doğruluk, nesnellik, yalınlık, canlılık gibi niteliklerin yanı
sıra gülmece ya da eski deyişle, mizah duygusu da sağlam bir kişiliğin belirleyici yönlerindendir. Konuşmamıza yumuşaklık, esneklik kazandırma, renklilik ve tazelik vermede bu duygunun önemli bir katkısı olabilir. Konuşmamızın akışı içinde zaman zaman bu duygudan yararlanma, dinleyicilerimizi gerginlikten kurtarır. Onların ilgilerini toplar. Ancak bu, ileride de değineceğimiz gibi işlevsel bir özellik taşımalıdır.

Düşünsel Olgunluk: Etkili bir konuşmacı, öncelikle üzerinde konuşacağı konu üzerinde düşünsel bir olgunluğa kavuşmuş olmalıdır. Bu kitap boyunca sık sık değineceğimiz gibi belli bir bilgi birikiminden yoksunsak, söyleyeceğimiz söz yoksa, konuşma sanatının kurallarını, ilkelerini ne denli iyi bilirsek bilelim yine de etkili ve güzel konuşamayız. Düşünsel olgunluğumuz da bilgi dağarcığımızın zenginliğine bağlıdır. Konumuzu seçmeden, konunun geliştirilmesinde kullanacağımız verileri açıklamada göstereceğimiz başarı, düşünsel olgunluğumuz ve bilgi dağarcığımızın zenginliğiyle orantılıdır.

Bilgi dağarcığımız, salt öğrenim yoluyla edindiklerimizden oluşmaz. Gözlemlerimiz, yaşantılarımız, kısaca edintilerimizin tümüdür bu dağarcık. Ancak her konu, özel bilgiler gerektirir. Bu da bizi, araştırmaya, okumaya yöneltir. Bu nokta üzerinde bundan sonraki bölümde ayrıntılı bir biçimde duracağız.

Konuşma Yönteminde Ustalık: Etkili ve güzel konuşma, konuşma sanatının ilkelerini tanımayı, bunları konuşma süresi içinde uygulamayı gerektirir. Konuşmacı olarak bu ilkeleri tanıyacak, konuşmamızı bunların kılavuzluğunda hazırlayacağız. Her konuşma, özellikle halk ya da belli bir topluluk önünde yapılan konuşmalar, belirli aşamalardan geçerek hazırlanır. Her aşamada yapmamız, uymamız gereken işler, kurallar vardır. Örneğin, konumuzu seçme, amacımızı belirleme, amacımız doğrultusunda bilgi toplama, bilgileri düzenleme, konuşmamızı sunma gibi... Bundan sonraki bölümde bunları ayrı ayrı ele alacağız. İyi bir konuşmacı, bu noktalarda belirli becerileri kazanmış olan kişidir.

Buraya değin söylediklerimiz, konuşmayı etkileyen etkenler üzerinde birtakım kuramsal öğütler ve saptamalardır. Önemli olan, bunları işe, uygulamaya dönüştürmektir. Daha doğrusu, alışkanlık durumuna getirmektir. Bu da güzel ve etkili konuşmanın ilkelerini, kurallarını tanımayı aşan bir iştir. Tek başına tanımak yeterli değildir. Tanıdığımız bu kuralları, ilkeleri uygulayamazsak bunlar, birer süs bilgi olmaktan öteye geçemez.

Konuşmayı etkileyen etkenlerle ilgili olarak söylediklerimiz, güzel ve etkili bir konuşmanın ilkeleri diye gösterdiklerimiz gerçekte bugüne değin yapılmış birtakım denemelerin ürünüdür. Yine, bunlar, başarılı ve başarısız konuşmaların
değerlendirilmelerinden, eleştirilerinden çıkarılmış sonuçlardır. Bize geçmişin bir mirasıdır. Bu mirastan yararlanmamız, bizi başarısızlığa düşmekten kurtarır.
 

YoRuMSuZ

Biz işimize bakalım...
Etkili Konuşmada Dikkat Edilmesi Gereken Konular

a. Yüz Yüze Konuşma


"İnsan beyni doğduğunuz andan itibaren çalışmaya başlar vetoplum karşısında konuşmaya kalktığınız ana kadar durmaz."
George Jessel

Er ya da geç bir topluluk karşısında konuşmak zorunda kalacaksınız. Hele ordudaysanız bu kaçınılmazdır, engel olma olasılığınız düşüktür ve konumunuz yükseldikçe de kaçınılmaz olacaktır. Bu durum sizi düşündürüyor ve sıkıntıya sokuyorsa yalnız değilsiniz. Araştırmalara göre çoğu insan, topluluk karşısında konuşmayı ölüm korkusundan sonra ikinci sıraya koyar. Deneyimsizseniz; bu bölümdeki konuşma ipuçları ve esasları, size bu konuda yardımcı olacaktır. Başarılı bir konuşmacıysanız, bu bölümü tekrarlama açısından gözden geçirin ya da atlayın.

Hedeflerinizden biri, konuşma düşüncenizi geliştirmek olmalıdır. Olumlu düşünün ve mükemmel olmak üzerine değil gelişmek üzerine odaklanın. Konuşma da dinleme gibi bir beceridir; bir kere temelini kaptığınız zaman geri kalanı; uygulama güzelleştirme ve tarzdır. İlk hatalarınızdan utanabilirsiniz; fakat yaşamaya devam edersiniz. Çoğumuz konuşmacı olmayabiliriz; fakat temel ölçütleri öğrenirsek hepimiz daha etkili konuşabiliriz. Mümkünse çevrenizdeki başarılı insanlardan konuşma ipuçlarını öğreniniz. Zaten başarılı bir konuşmacıysanız bildiklerinizi diğerleriyle paylaşın. Herkes nesnel ve zamanında geri besleme alırsa konuşmasını geliştirebilir.

b. Her Şey Konuşma Tarzında Başlar

1) Sözlü İletişim


Bilginizi ve düşüncelerinizi iletmek için sesinizi nasıl etkili kullanırsınız? Konuşma hızında, ses tonunda, vurgulamada, durmada ve sesinizin diğer etkenlerinde kontrolünüz vardır. O zaman sunumunuzun ilginç olması için sesinizi kullanın. Ne demek istediğimizi anlamak için bu bölümü dikkatli okuyun.

Konuşma Hızı (Oran / Ritim)

Her konuşmaya uyan bir konuşma hızı yoktur. Yine de unutmayın, insanlar bir dakikada konuşulan 120 sözcüğün 4 - 5 katı daha hızlı dinleyebilir. Bu yüzden çok yavaş konuşursanız, sizin konuşmanızdan daha hızlı bilgi alan birinin dikkatini ve ilgisini kaybedebilirsiniz. Diğer taraftan, her zaman aynı konuşma hızını kullanmak istemeyebilirsiniz. Sunumunuz esnasında neye vurgu yapmak istiyorsanız orada ses seviyenizi yükseltin.

Ses Seviyesi / Gürültü
Ses seviyesi konuşmanıza vurgu yapabileceğiniz başka bir sözlü tekniktir. Mümkünse odayı hangi ses seviyesi kullanacağınıza dair kontrol edin ve unutmayın ki kalabalık ortamlar sesi yutar. Seyyar mikrofon, özellikle büyük salonlarda, alçak sesli konuşmacılar için iyi bir çözümdür. Bir noktaya vurgu yapmak için sesinizi alçaltın veya yükseltin. Sesinizi alçaltmanız ve yumuşatmanız, vurgu yapmak için daha etkili bir yoldur.

Vurgu / Ayar
Vurguyu etkili kullanmak için bir müzisyenin yeteneklerini pratik yapmanız gerekir. Vurgu, ses perdesindeki notaların kullanımıdır. Sizin için uygun bir ses seviyesinden başlayın ve daha sonra vurgu için sesinizi alçaltın veya yükseltin, bunu da sesli - sessiz harflerdeki, sözcüklerdeki ve cümlelerdeki vurgulara dikkat ederek yapınız.

Konuşmanızdaki "kesinlik" ifadelerinde yüksekten alçağa, şüphe ifadelerinde ise "alçaktan yükseğe" tonlama kullanın. Tonlamadaki bu değişiklikler konuşmanızı tekdüzelikten kurtarır ve dinleyicinin ilgisini toplar.

Durak / Nefes Kontrolü
Duraklar size nefes alma, dinleyicilere de sizin düşüncelerinizi anlama fırsatı verir. Asla acele etmeyin. Ara sıra durun ki izleyici ne demek istediğinizi anlasın. Burada önemli soru, nerede duracağınızdır. Konuşmadaki duruşlar, yazıdaki noktalamalar gibidir. Kısa duruşlar cümledeki iki ayrı noktayı, uzun duruşlar da cümlenin bittiğini anlatır. Aynı zamanda uzun duruşlar da bir düşünceden diğer düşünceye geçerken kullanılabilir. Bu duruşlar size uzun gelebilir; fakat genelde sizin düşündüğünüzden çok daha kısadır. Dinleyicileriniz de bundan memnun olacaktır. Fakat konuşmanızı gereğinden çok duraklamalarla da bölük pörçük bir hâle getirmeyin!

Telaffuz ve Türkçe
Telaffuzunuz Türkçeye olan hâkimiyetinizi gösterir. Söyleyiş, sözcükleri anlaşılır bir şekilde ifade etme sanatıdır. Telaffuz ise sözcükleri doğru söyleme sanatıdır. Düşüncelerinizi iyi ifade edebilirsiniz; fakat yine de sözcükleri yanlış telaffuz edebilirsiniz. Ne yazık ki çoğu insan sözcük telaffuzunu veya yanlış telaffuzu zekânızla doğru orantılı düşünecektir. Kendinizi dinleyin, sözcüklerinizi netleştirin ve dilinizi anlaşılabilir ve izleyicilere uygun hâle getirin. Telaffuzdan emin değilseniz, işinize başlamadan önce sözlüğe bakınız. Ayrıca İnternetteki bazı sözlüklerden de sözcüğü telaffuzuyla dinleyebilirsiniz.

Uzunluk / Zamanlama
Sunuculuk öğretmenlerinin "zamanlama" konusu üzerinde neden çok durduğunu hiç merak ettiniz mi? Çünkü sunumun uzunluğu çok önemlidir. Askerî ortamda düşüncelerinizi kısa ve etkili ifade etmelisiniz. Sözlü iletişimde ana kural konuşmayı kısa ve hoş tutmaktır. Gereksiz yere vaktini alan birini hoş görecek çok az kişi vardır. Konuşmadan önce elinizdeki malzemeyi toplayın. Ne söylemek istediğinizi bilin. Aklınızın bir köşesinde her zaman amacınızı ve izleyicinizi tutarak konuşun. Konuşma yaparken sesinizi kontrol etme ve yönetmek için gerekli noktalara değindik. Bu tavsiyelerimize uyarsanız herkesin imreneceği bir "radyo sunucusu" sesine sahip olursunuz. Fakat hepsi bu kadar değil. Toplum içinde konuşmak için sesinizi yönetmekten daha fazlasını yapmalısınız. Jestlerinizi, mimiklerinizi, hareketlerinizi heyecanınızı kontrol altına almalısınız.

2) Sözsüz İletişim

"İlk izlenimi vermek için ikinci bir şansın yoktur."

Birçok çalışma göstermiştir ki insanlar sözlü olarak anlatılanların 'unu hatırlarlar. İlk izlenim ise daha çok sözsüz iletişime bağlıdır. Sözsüz iletişimin unsurları kıyafetiniz, kendinizi nasıl taşıdığınız, mimikleriniz ve diğer beden dilleridir. Karşılaşacağınız en büyük sorun endişeleriniz olacaktır. Bu yüzden sahne korkusunu üzerinizden atmaya hazır olun. Sahne korkusu, yanlış yönlendirilmiş enerjimizden başka bir şey değildir; hissettiğimiz endişe veya heyecan başkalarının göreceği bir şekilde ortaya çıkar. Çoğunuz çok güzel bir sunumun sadece heyecanı kontrol edememekten dolayı kötü bir sunuma dönüşmesine şahit olmuşsunuzdur. Aşağıda, sahne korkusunu yenebilmeniz ve en iyi adımı atabilmeniz için size bir kontrol listesi verilmiştir. En azından bu ipuçları ile izleyicilerinizi aldatabilirsiniz. Unutmayın; heyecandan tamamen kurtulmak imkânsızdır. Fakat heyecanınızın mesajınızı etkilemesini engelleyebilirsiniz.

Terli Eller Korkusunu Yenmek

- İzleyicilerinizi çözümleyin: Dinleme özellikleri, gereksinimleri, davranışları ve eğitim geçmişleri... Bu sizin bilinmeyen sebepsiz korkunuzu yenmenizi sağlayacaktır.

- Konuşma yaptığınız yeri kontrol edin. Gelecek izleyiciyi alacak kapasitede mi?

- Tahtası var mı? Görsel yardımcılarınızı kullanabileceğiniz yer var mı? Masalar, sandalyeler, havalandırma, ışık, kalemler, kâğıt, telefonlar, fazladan projeksiyon lambası, vb... Bu yardımcılar düzgün
çalışıyor mu?

- Uygulama! Uygulama! Uygulama! Teyp, kamera, uzun ayna, hatta arkadaşlarınızı kullanarak uygulama yapın. Ofiste veya başka bir yerde "kuru geçiş" yapmayı deneyin. Uygulama her şeydir.

- Konuya girişinizi ve ana meseleye geçişinizi unutmayın. Bu size her zaman ilk ve en zor anlarda yardımcı olacaktır.

- Her zaman güler yüzlü ve olumlu olun. İzleyicileriniz sizden başarmanızı bekliyor.

- Endişelerinizi ve heyecanınızı içinizde saklayın. Hataları siz söylemedikten sonra dinleyiciler anlamayacaktır.

- Sahneye çıkmadan hemen önce kısa bir yürüyüş yapın ki bir miktar enerjinizi alsın.

- Mesajı verin. Dikkatleri mesajın üstüne çekin, kendi üzerinize değil.

- Göz temasında bulunun ve geri besleme alın. İzleyicinizle oynayın. İzleyicileriniz onlara konuştuğunuzu ve baktığınızı bilsinler. Bu onların dikkatini çekecektir. Sadece notlarınıza bakarsanız izleyicilerin ilgisini kaybedersiniz. Onların uyuduklarını bilmezseniz, onları uyandıramazsınız!

- Konuşmacıların seviyesine uygun dil kullanın. Kısaltmalar kullanın ve cümleleri kısa tutun. Soyut ve karmaşık meseleleri anlatıyorsanız anahtar sözcükler üzerinde durun ve ayrıntılı, özel örneklerle açıklayın.

- Sunumunuzu gazete kupürü, karikatür, müzik, uygun ve ilgili sözler kullanarak zenginleştirin.

- Enerji fazlalığınızı doğal yollarla harcayın. Yüz ifadeleriyle, jestlerle, yürüyerek ve parmaklarınızı kürsüye veya sandalyeye bastırarak yüz ifadenizi, ellerinizi ve kollarınızı konuşmanızı etkili kılmak amacıyla kullanın; ama kesinlikle aşırıya kaçmayın. Geri yaslanmak, vücudu ileri itmek veya sağa sola yatmak ya da ayakları bükmek enerjiyi atmak için geçerli bir davranış tarzı değildir. Bu endişe verici durumlarla ilgili daha fazla bilgiyi yeri geldiğinde vereceğiz.

- İyi görünmek, özgüven oluşturur ve izleyicilere karşı kredinizi artırır. Saç tıraşına ihtiyacınız var mı? Üniformanız ütülü mü? Rütbeleriniz ve isimliğiniz düzgün olarak takılmış mı? Düğmeler takılı mı? Ayakkabılar boyalı mı? Dik, uyanık ve sakin misiniz? Unutmayın, dağınık bir üniforma ve şaşkın davranışlar, dağınık ve şaşkın bir konuşmacı demektir. Adil veya değil; ama izleyicinin beyni böyle
çalışır. Hepimiz doğal birer eleştirmeniz!

Garip Davranışlar

Endişeyle ilgili son birkaç söz daha. Göz önünde olduğumuzda çoğumuzun yaygın olarak kullandığı garip davranışları olur. Burada önemli olan kendi garip davranışlarımızı bilmek ve bunlarda aşırıya kaçmamaktır. Her zaman kendinizi kontrol ediniz ve geri besleme alınız. Zaman içinde bunu sanata çevireceksiniz. Biz aşağıya birkaç tanesini çıkardık. Bunlardan hangisi size uyuyor?

- Filika: Bu tür konuşmacı kendisini, canını kurtaracakmış gibi sahneye veya kürsüye bağlayan kişidir. En büyük korkusu, önünde kendisini güven ve huzur içinde hissettiği tahtayı terk etmektir; bu yüzden de ümitsizce iki eliyle kürsüye sarılır. Bu konuşmacı için sahnede yürümek düşünülemez bile.

- İncir yaprağı: Bu konuşmacı yukarıdaki durumdan biraz kurtulup ara sıra izleyici önünde tur atan kişidir, fakat ellerini ne yapması gerektiğini hâlâ bilmez. Bu konuşmacı hızla, filika olan kürsüye dönmek ister; ama onun yerine sabit duran kollarında incir yaprağı gibi bir el diğerinin üzerindedir ve eller dinlenmededir. Bu resmi canlandırabildiniz mi?

- EI yıkayanlar: Bunlar, tüm heyecanını elinde tutan konuşmacılardır. Bunlar konuşurken ellerini yıkarlar da yıkarlar. Tüm bu sürtünme sonunda ellerinde ısıdan dolayı yara olacağını sanırsınız; fakat onlara bir şey olmaz! Onların bu davranışına odaklanır, asıl konuşmayı kaçırırsınız.

- Kafesteki kaplan: Bu konuşmacıları dinlemek tenis maçı izlemek gibidir. Bu konuşmacılar sahnenin bir tarafından diğer tarafına volta atarlar, nabızlarını ölçmek için bile durmazlar. O kadar çok enerji harcarlar ki sunumları bedensel bir çalışma olarak adlandırılabilir. Bu tekniği el yıkamayla birleştirirlerse kalori harcamaları çok daha fazla olur.

- Sallananlar: Sallananlar, özgürlüklerine kavuşmak isteyen kaplanlar gibidir. Sahne korkusunun en yüksek basamaklarını yaşamışlardır ve onlarda artık terleme ve ağız kuruluğu yoktur. Onlar sadece sahnede konuşamama ve ayakta sabit duramama sorunu yaşarlar. Konuşma deneyimleri onları eğitmiştir; fakat bu sanatı istenilen rahat konuşma noktasına kadar getirmemiştir. İki türü vardır: İleri - geri ve sağa - sola.

- Cep düşkünleri: Evet, kurallara uymuyor belki; ama bu türler kesinlikle ceplerini diktirmelidirler. Çünkü ne zaman konuşmaya başlarlarsa, akşam yediklerinden çocukluklarına kadar her şeyi anlatırlar. Bu türler ümitsizce, el yıkayanlar veya incir yaprağı grubuna dâhil olmak istemediklerinden ellerini ceplerine hapsederler. Bu hareketin seyirciyi kızdırıp dikkatlerini dağıtacağını unuturlar. Bu konuşmacılar ellerinde bir şey tutmanın onları "el yıkayanlar" grubuna dâhil etmeyeceğine inanırlar.

- Kalemle oynayanlar: Bu konuşmacılar cep düşkünlerine benzerler. Elleriyle bir şey yapıyor olmak zorundadırlar. Bütün kalemler ve benzer nesneler bu konuşmacı sunumunu yapmak için ayağa kalkmadan önce kürsüden kaldırılmalıdır. Kendilerini ellerindeki bir kalemle oynamak zorunda hissederler ve bu da genellikle izleyiciden iyi puan almaz.

Bu hareketler kendi başlarına bir konuşmacının başarısızlığına sebep olmaz; fakat aşırıya kaçarsa sorun oluşturabilirler. İzleyiciler konuşmacıyı dinlemek yerine onun hareketlerine takılabilir. Bir kez daha belirtelim, bu tarz hareketleri herkes bir veya birkaç kez yapar. Davranışlarınızdan haberdar olun, onları kontrol edin ve onların sürekli davranışlarınız olmasına ve mesajınızın etkisini azaltmasına izin vermeyin.
 

YoRuMSuZ

Biz işimize bakalım...
Konuşma Biçimi: Doğaçlama, Hazırlıklı ve Yazılı Metin

Sözlü iletinizi ulaştırma biçimi, hazırlanmanız gereken zamandan, iletinin doğasına kadar birçok etkenden etkilenebilir. Genel olarak kullanılan yapılar aşağıda ifade edilmiştir:

Doğaçlama: Doğaçlama, bir soruyu yanıtlanırken veya sahneye çıkmak zorunda olduğumuz zamanki konuşmadır. Haberimiz olmadan birkaç dakikalığına yaptığımız konuşma şeklidir. Bu işi çok iyi başarabilmeniz için öz güveninizin çok yüksek, konuya hâkimiyetimizin çok iyi ve ayaklarınız üzerinde düşünebilme yeteneğinizin olması gerekir. Mükemmel bir konuşmacı, sözlü iletişimde en yüksek noktaya ulaşmış kişidir.

Hazırlıklı Konuşma: Bu tür konuşmalar hazırlanmaya fırsat bulduğumuz zaman yaptığımız konuşma tarzlarıdır. Çoğu askerî konuşma bu şekilde yapılır. Bu, bir şeyler yazıp ezberlememiz anlamına gelmez; fakat genellikle iyi bir planlama ve ön hazırlık gerektirir. Anlık ve doğal olarak, konuşma esnasında özel sözcük ve kalıplar kullanılır.

Yazılı Metinden Konuşma: Bu tür konuşmalar kesinlikle her sözcüğün mükemmel olması gerektiği yerlerde kullanılır. Bu tür bir konuşmayı yapabilmek için söylenecek her şeyin çok iyi belirlenmesi ve kelimesi kelimesine bir hazırlık yapılması gerekir. Daha çok üst düzey toplantılarda, çok karmaşık ve tartışmacı bir dil kullanılacağı zaman kullanılır. Aynı zamanda senede birkaç kere yapılması gereken rutin brifingler için ya da çok resmî kutlamalarda (emeklilik veya madalya törenleri gibi) yapılır. Yazılı metin ile konuşma yapmanın avantajları şöyledir:

- Temel konunun atlanmayacağını garanti eder.

- Hazırlıksız bir konuşmada olabilecek hatalar bu konuşma türünde olmaz.

- Gerekliyse kesin tanımı ve tam cümleyi verir.

- Fazla yoğun hazırlanmadan ve prova yapmadan, konuya hâkim olmayan bir personelin de böyle "konser ve brifing" verebilmesini sağlar.

UYARI: Yazılı bir metinden konuşma brifinge tat katar mı?

Kesinlikle hayır. Yetenekli bir konuşmacı değilseniz ve sözcükleri olduğu gibi okuyorsanız bu kesinlikle çok sıkıcı olur. Konuşmacılar genellikle uyaranlardan yoksun, göz kontağı kurmadan ellerindeki metni alıp kürsünün arkasına geçerler. İzleyiciler sizin konuşma metninin arkasına saklandığınızı ve kesinlikle hiçbir şey bilmediğiniz bir konu hakkında konuştuğunuzu düşünürler. Ayrıca dinleyicilerinizi bilirsiniz. Sizin okuduğunuz bu metni kendilerinin de okuyabileceğini düşünürler. Bir konuşma metnini düzgün okuyabilmiş ve bittiğinde hâlâ izleyicilerinizle doğrudan gözle iletişim kurabiliyorsanız başarılı bir konuşmacısınız demektir.

İyi bir konuşma ve güzel bir hazırlık için bazı temel esaslar şöyledir:

- Brifingi hazırlamak:

Okunması kolay, en az 12 puntodan oluşan bir metni sanki konuşuyormuş gibi yazınız.

Hazırladığınız sayfanın sadece üstten 2 / 3'üne yazınız ki gözleriniz aşağıya düşüp de izleyicilerinizle göz kontağınız kopmasın. Boşlukları iki veya üç yapınız ve kesinlikle satır sonunda bir sözcüğü veya sayfa sonunda bir tümceyi bölmeyiniz.

Sayfayı kalın harflerle numaralandırınız.

Vurgu yapmak istediğiniz sözcüğün altını çiziniz ve uzun bir duruş yapmak istediğiniz yeri işaretleyiniz.

Görsel yardımcıları kullanacağınız yerleri belirleyiniz ve işaretleyiniz.

- Uygulama yapınız.

- Yazıyı tekrar tekrar neredeyse ezberleyinceye kadar okuyunuz.

- Ses, göz teması ve vurguları kullanınız.

- Söylenmesi zor sözcüklerden ve uzun cümlelerden kaçınınız.

- Cümlelerinizi bitirirken ve duygusal bir şeyler söylerken izleyicilerinize bakınız.

- EI hareketlerini kullanmayınız ve heyecanınızı yenmek için uğraşta bulununuz.

- Görsel yardımcıları kullanınız. - Öz güvenle bitiriniz.

- Neden okumayı tercih ettiğinizi kesinlikle belirtmeyiniz. Güzel hazırlanmışsanız fark edilmeyecektir.

- Esnek olunuz. Gerektiğinde bazı yerleri de konuşma esnasında kaldırabilirsiniz.

"Sonuç olarak" cümlesinden sonra konuşmanızı kesinlikle uzatmayınız.

Sonuç bölümünde konuşmanıza yeni bilgiler eklemeyiniz.

Üç sunum şeklini de (doğaçlama, hazırlıklı ve yazılı metinden) iyi kullanan birisi her zaman çok kıskanılır. Konuşmacı olarak bilgili, güvenli olarak görülürler; çünkü ev ödevlerini çok iyi yapmışlardır. Konularında uzman olabilirler ve düşüncelerini açık ve net bir şekilde dinleyicilerine aktarabilirler. Sunumlarını iyi araştırmış, iyi hazırlanmışlardır. Konuşmadan önce kesinlikle çok dikkatli düşünürler ve her zaman ana düşüncelerini ortaya koyar, ne söylenmesi gerekiyorsa onu söylerler. En önemlisi susacakları zamanı bilirler. Hazırlanmanın, pratik yapmanın ve çalışmanın yerini tutacak başka bir şey yoktur. Hazırlanmaya vaktiniz varsa kesinlikle hazırlanınız.
 

YoRuMSuZ

Biz işimize bakalım...
Konuşma Türleri

Yapılışlarına ve yapılarına göre konuşmaları iki ana türde toplayabiliriz: Hazırlıklı konuşmalar, hazırlıksız konuşmalar. Hazırlıklı konuşmada bildiğimiz gibi, konumuzu önceden seçiyor, amacımızı belirliyor, bilgi topluyor, topladığımız bilgileri düzenliyor, sonra da bunları konuşma metnine dönüştürüyoruz. Başka bir deyişle, ne söyleyeceğimizi, nerede söyleyeceğimizi, kimlere söyleyeceğimizi biliyoruz önceden. Oysa, kimi durumlarda böyle bir ön hazırlık yapmadan konuşmak zorunda kalabiliriz. Diyelim ki bir anma ya da bir okulun bitirme törenine katılmış olabiliriz. Bizden de o anda bir konuşma yapmamızı isteyebilirler. Yapacağımız konuşma içimizden geldiği gibi olacaktır. Bir de günlük, yani karşılıklı konuşmalarımız vardır. Bunların tümünü burada ele alacak değiliz. Başlıcalarını genel çizgileriyle belirtmekle yetineceğiz.

Konuşmaları belirli türler içinde toplarken onların amacını, yapılış biçimlerini, oluşumunu göz önünde bulunduruyoruz. Yoksa bunlar kesin çizgilerle birbirinden ayrılmaz. Dahası yer yer birbirleriyle de kesişirler. Bu ayırmada konuşmanın işlevini de bir ölçüt olarak alabiliriz. Amaç, işlev, yapılış yönünden başlıca konuşma biçimlerini belirli adlar altında toplayabiliriz:

a. Günlük Konuşmalar

Evde, yolda, sokakta, okulda, iş yerinde, kahvede veya parkta
kısaca günlük yaşamın her kesiminde arkadaşlarımızla ve çevremizdeki diğer insanlarla karşılaşır, merhabalaşır, selamlaşıp esenleşerek şuradan buradan konuşuruz. Bu konuşma, öteki konuşma biçimlerine göre yaşamımızda daha çok yer tutar. Belli bir amaca yönelik olanları da vardır olmayanları da vardır.

1) Gelişigüzel Konuşma ve Söyleşmeler: Bu, tanıdıklarımız, eş ve dostlarımızla olduğu gibi herhangi bir ortamda yeni tanıştığımız kişilerle de dereden tepeden, şuradan buradan, daldan dala atlayarak yaptığımız konuşma biçimidir. Adlandırmamızdan da anlaşılacağı gibi öyle önceden amacı belirlenmez, özel bir hazırlık gerektirmez. Kuşkusuz özel bir hazırlık gerektirmez ama yine de uymak ya da izlemek zorunda olduğumuz kimi ilkeleri vardır. Şöyle ki bu tür konuşmalar gelişigüzel biçimde başlar; ama daldan dala atlanarak değişik konuların kapısını çalarız. Sanattan siyasete değin bin bir türlü konuyu gelişigüzel konuşuruz. Söyleşi havası içinde şurasından burasından irdelenir.

Gelişigüzel konuşma ya da söyleşmelerde kendimizi dinletebilmek için dinlemeyi bilmeliyiz. Karşımızdakine saygı ile davranmalı, içten olmalıyız. Bu tür konuşmaları ballandıran bu içtenliktir. İçtenliğin yanı sıra şu noktaları da aklımızda tutmalıyız:

- Konuşurken kendimizden çok söz etmemeli, "ben şöyleyim, ben böyleyim" cümlelerinden sakınmalıyız.

- Hep kendimiz konuşmamalı, karşımızdakine de konuşma olanağı vermeliyiz.

- Karşımızdakinin sözünü ağzından almamalı, konuşmasını kesmemeliyiz.

- Çevremizdekileri ya da karşımızdakini incitici, kaba, argo sözcük ve deyimleri kullanmaktan kaçınmalıyız.

- Sesimizi, ses tonumuzu iyi ayarlamalı bağırarak konuşmaktan
çekinmeliyiz. Bunun gibi duygu, düşünce ve yaşantılarımızı anlatırken her türlü abartıdan özellikle kaçınmalıyız .

- İki kişi konuşuyorsa konuşmaya katılmanın uygun zamanını beklemeliyiz. Bu da karşımızdakilerin konuştukları konuda düşüncelerimizi, görüşlerimizi sormalarıyla ortaya çıkar.

2) Görüşmeler (Mülakatlar): Görüşme, günlük konuşmaların bir amaca yönelik özel bir türüdür. Görüşmelerin hangi amaçla yapılacağını, görüşmeden önce ne gibi bir ön hazırlık yapmamız gerektiğini daha önceki bölümlerde kısaca belirtmiştik. Yapacağımız görüşmenin verimli ve başarılı olması, kimi noktalara uymamızla gerçekleşir. Önce kiminle görüşeceğimizi kararlaştırmalı, görüşeceğimiz kimseyle nerede ve ne zaman, hangi konuda görüşeceğimizi belirtmeli, gerekli hazırlıkları yapmalıyız. Bu konudaki yayınları olanaklar ölçüsünde gözden geçirmeliyiz. Ne soracağımızı saptamalı, her soruyla neyi öğrenmek istediğimizi açık seçik saptamalıyız. Soruları sorarken aldığımız yanıtlara göre gerekirse yeni sorular sorabilmeliyiz.

3) Öğretici ve Tartışmacı Boyutlu Konuşmalar: Dinleyici ya da konuşmacı olarak katıldığımız konuşmaların büyük bir bölümü de öğretici ve tartışmacı boyutlar taşır. Bir gerçeği öğretme, bir düşünce ya da bilgiyi yayma doğrultusunda olabileceği gibi kimi gerçekleri ortaya çıkarma, yerleşik kanı ve düşünceleri değiştirme yönünde de olabilir. Bunların başlıcalarını ana noktalarıyla tanıyalım:

a) Rapor ve Konferanslar: Bizi konuşmaya iten temel amaçlardan biri de öğretme, bir düşünceyi, bir duygu ya da yaşam gerçeğini karşımızdakilerle paylaşma isteğiydi. İşte bir düşünceyi, bir duyguyu, bir insan ya da toplum gerçeğini dinleyicilere açıklama, onları bilgiyle donatma ereğiyle yaptığımız konuşmalar, rapor ve konferans adıyla adlandırılır.

Bu tür konuşmalarda başarı sağlama ne için, kimin için konuşacağımızı bilmeye bağlıdır. Dinleyicilerimizin düzeyini, onların hangi türden bilgiye gereksinim duyup duymadığını bilmeyi gerektirir. Bu bağlamda değişik rapor türlerinden söz edebiliriz. Söz gelişi bir öğretmenin sınıfında verdiği ders, bir tür sözlü rapordur. Amaç, öğrencilerin bilgi dağarcığını zenginleştirme, bilgi düzeyini yükseltmedir. Bunun gibi, bir şirket ya da derneğin sorumlu yöneticisi, dernek ya da şirketin siyasetini belirleyecek yönetim kuruluna rapor verir. Bu durumda onları kolayca karar alıp uygulayacak bilgiyle donatır. Bazen de bir kurum ya da kuruluşun danışmanı değişik soru ve sorunlar üzerine rapor düzenler, ilgililere sunar.

İyi bir rapor, bilgileri tam, açık ve aydınlık, ilgi çekici bir biçimde yansıtmalıdır. Bunun için de daha önceki bölümlerde değindiğimiz bir konuşma metninin hazırlanmasında uyulacak kurallara bağlı kalınmalıdır. Sorun sınırlandırılarak ele alınmalı, açık ve anlaşılır biçimde bölümlere ayrılmalı, öne sürülen düşünceler ve iletilecek bilgiler genellemelerden uzak, özel ve somut biçimde yansıtılmalı, ana ve yardımcı noktaları içeren bir cümle planı hazırlanmalı, hazırlanan plan açıklama, betimleme ve öyküleme yollarından yararlanılarak hazırlanmalıdır.

Raporlar gibi konferanslar da öğretici, açıklayıcı amaca yöneliktir. Konferans; sanat, bilim, eğitim, teknoloji, uzay çalışmaları, insan ilişkileri, uluslararası ilişkiler gibi değişik alanlardan seçilecek bir konu üzerinde konuşmaktır. Konferansta o sorunla ilgili değişik boyutlar, gelişmeler, sorunu çözüme götürecek öneriler, açıklamalar bir bütünlük oluşturacak yönde ele alınır.

Konferansçı, alanında tanınmış uzman kişidir. İyi bir konuşmacının daha önceki bölümlerde belirttiğimiz niteliklerini taşır. Alanındaki gelişme ve değişmeleri yakından izleyen, bilgi düzeyine güvenilen kimsedir.

Konferanslarda konuşmacı, dinleyicilerin yüreklerinden çok kafalarına seslenmeyi amaçlar. Coşkulandırmayı, duyguları devindirme yerine bilgilendirmeyi, öğrenmeye karşı güdülemeyi düşünür. Konferansını da bu doğrultuda düzenler. Konferans metinlerindeki dilin ağırbaşlı olması, terimsel bir doku taşıması, duygusallıktan uzak olması da bundandır işte.

b) Söylevler: Bu tür konuşmalar da öğretici bir boyut taşır. Ancak konferans niteliği taşımaz. Buradaki öğretmenin amacı, bilgileri zenginleştirme değil, duyguları devindirme, dinleyenlerin duygu ve davranışlarını belirli bir amaç doğrultusunda etkilemedir.

Konuşmacının amacı, dinleyicilerinin yüreklerinde titreşimler yaratma, onların duygu evrenlerini kamçılamadır. Bunu yaparken ister istemez kimi şeyleri de öğretecektir. Ancak bu, kupkuru bir öğrenme değildir. İşte söylevin konferanstan ayrıldığı nokta burada başlar. O, dinleyicisinin saIt kendi gibi düşünmesiyle yetinmez, kendisi gibi duymasını, davranmasını da ister. Bunun için de onların düş gücünü devindirmeyi, bu gücü kamçılamayı amaçlar. Söylevin söz ve cümle örgüsünü, konferansınkinden ayıran yön de buradan gelir. Bu, vurgulamaya çalıştığımız gibi dinleyicilerin düş ve imgeleme güçlerini devindirmeye yönelik bir söylem biçimidir.

c) Kümesel Konuşmalar: Bu tür konuşmalar büyük ölçüde tartışmaya dayanan konuşma türleridir. Çünkü karşılıklı konuşmalarınızda ve bir topluluk karşısında yaptığımız konuşmalarda sık sık başvurduğumuz bir konuşma biçimi de tartışmadır. Tartışmalara genellikle karşımızdakilerin kanılarını değiştirmek, onları doğruluğuna ve gerçekliğine inandığımız düşüncelere ulaştırmak için girişiriz.

Uygulamada değişik biçimleri vardır tartışmanın. Söz gelimi, bir yargı üzerinde iki kişi tartışır. Buna özel tartışma denir. Bunun gibi bir topluluk karşısında, bir küme içinde tartışırız. Buna da küme tartışması adı verilir. Küme tartışmaları da bugün, değişik adlar altında uygulanmaktadır. Örneğin, "paneI", "forum", "açık oturum" gibi... Biçimi ne olursa olsun, sağlıklı bir tartışmanın oluşması için tartışmayı oluşturan kimi noktaları çok iyi bilmemiz gerekir.

Tartışmanın ilk adımı, ortaya bir önerinin atılmasıdır. Bu, dinleyicimizin ya da karşımızdakilerin kabul etmesi için öne sürdüğümüz yargıdır. Bu yargı, olumlu ya da olumsuz olabilir. Ancak ister olumlu ister olumsuz, önerimizin kimi nitelikleri taşıması gerekir. Bir kez önerimiz tek yönlü olmalı, tartışmayı değişik yönlere sürükleyecek nitelik taşımamalıdır. Belli bir düşünceyi yansıtmalı, tartışma noktası açıkça belli olmalıdır. Hemen belirtelim ki öneri olarak öne sürdüğümüz yargılar, çok kez karmaşık bir nitelik taşır. Örneğin, "Bu gül kırmızıdır." yargısını eIe alalım. Bu yalın yargının bile iki boyutu vardır: "Bu güldür."ve "Bu kırmızıdır." Ancak burada tartışılacak olan kırmızılıktır.

Tartışmanın başarılı olması için önce öne sürdüğümüz önerinin, başka bir deyişle, tartışılacak düşüncenin açık seçik olması gerekir. Açık bir öneri, söylemek istediklerimizi tam karşılayandır. Daha önceki bölümlerde de zaman zaman belirttiğimiz gibi açıklık, sözcüklerin seçimi, cümledeki yeri, onlara yüklenecek anlamla ilgili bir durumdur. Anlamsa kolayca sınırlandırılıp belirtilemez. Nesnel kavramlarda bile böyledir. Bu durum, kavramların ve anlamlarının kişiden kişiye değişmesi, soyut konularda "güzel, çirkin, doğru" gibi kavramlarda daha da belirginleşir. Bu yüzden tartışmayı olumlu biçimde yürütmenin yolu, sözcüklere ve terimlere belirgin anlamlar yükleyerek sözcükleri kullanmaktır.

Tartışmada öneri ortaya atıldıktan sonra ikinci adım onu kanıtlamaktır. Bu da kanıtlarımızı iyi seçmeyi gerektirir. Genellikle iki türlü kanıttan yararlanırız: Gerçek ve kanı. Gerçek; gözlenen, deneylerle doğrulanabilen olgu ve düşüncelerdir. Söylediklerimizi gerçeklere yaslama, karşımızdakilerin kanı ve düşüncelerini değiştirir. Kanı ise kişiden kişiye değişen, değişik yorumlara açık olan yargı ve düşüncelerdir. Salt kanılara dayanan bir tartışma, ereğine ulaşmaz.

Tartıştığımız konuda öne sürdüğümüz öneriyi inandırıcı kılmanın bir başka yolu da tanık göstermedir. Tanık göstereceğimiz kimse, tartıştığımız alanda tanınmış, yetke sahibi biri olmalıdır. Yetkelik, genellikle bir kimsenin belli bir alandaki başarısına dayanır. Söz gelimi, zengin bir tüccar, para kazanmanın yolunu, ünlü bir ressam resim yapmanın tekniğini, tanınmış bir güreşçinin de güreşin yolunu yordamını çok iyi bildiği varsayılır. Çünkü başarı, başarıyı kazanmış kişiye karşı bizde güven duygusu yaratmıştır. Böylece onun sözlerini daha inandırıcı buluruz. Bu nedenle üzerinde tartıştığımız konuda tanınmış kimselerin adını anarak, sözlerini ve düşüncelerini kendi söyleyeceklerimize destek olarak seçme, söylediklerimizin inandırıcılığını artırır.

Tartışmaya dayalı kümesel konuşmalar biçimsel yönden büyük ölçüde birbirini andırır. Bunların kimi yönleri ortaktır. Ancak amaç, tartışmaya katılanların sayısı, dinleyicilerin durumu gibi yönlerden aralarında küçük ayrımlar da yok değildir. İşte bu ayrımları göz önünde bulundurarak konuşma alanında çalışan uzmanlar bunları da türlendiriyorlar. Kümesel konuşmaların başlıcaları şunlardır:

(1) Panel: Bir sorunu ortaya koyma, o sorunun çözümü konusunda değişik görüşler öne sürmeye dayanan bir küme tartışmasıdır. Panele katılan konuşmacı sayısı dört sekiz kişi arasında değişir. Dinleyicilerin tam karşısına düşecek yüksekçe bir yerde, bir masa etrafında yarım ay biçiminde oturulur. Panel başkanı (konuşmaya katılanlardan biri) konuşmayı açar; dinleyicilere panelin konusunu, nasıl bir yol izleneceğini, panele kimlerin konuşmacı olarak katıldığını söyler. Sonra da konuyu açmaya, sorunu belirlemeye yönelik soruları sırayla sormaya başlar.

Her konuşmacı, soruyla ilgili görüşlerini ortaya koyar. Kuşkusuz görüşlerin birbiriyle örtüşmesi beklenemez. Ancak konuşmacıların değişik yaklaşımlar içinde de olsa bir düşünce alışverişi içinde olduklarını unutmamaları gerekir. Konuşmacılar görüşlerini söyleyip bitirdikten sonra dinleyiciler de konuşmacılara soru yöneltip kendi düşüncelerini açıklayabilirler. Ne var ki bu soru ve açıklamaların konuya yönelik olması, kısa ve özlü bir nitelik taşıması gerekir. Dinleyiciler de soru ve açıklamalarını bitirdikten sonra başkan, söylenenleri derleyip toparlar; özetleyerek paneli bağlar.

(2) Sempozyum: Sempozyum, sayısı üç beş kişi arasında değişen bir konuşmacı kümesinin belli bir dinleyici topluluğu önünde herhangi bir sorunla ilgili önceden hazırladıkları kısa konuşmaları sunma işidir. Panelden ayrıldığı yön, bir küme tartışması olmaktan çok, halk önünde yapılan birer konuşmalar toplamı olmasıdır. Amacı da dinleyicileri coşkulandırma, duygu ve davranışlarını etkileme değil, onları bilgilendirmedir. Bir konuda değişik konuşmacıların neler düşündüklerini görüp öğrenmeleridir. Sempozyum, üzerinde konuşulacak sorunun ortaya konmasıyla başlar. Konuşmacılar için en sağlıklı yol, sorunu bir bütün olarak ele almaları, görüşlerini bir bütün olarak yansıtmalarıdır. Sorunu değişik boyutlarıyla ele alma, bunlara yeri geldikçe açıklama getirme, konuşmayı etkisiz kılar.

Sempozyum yöneticisi, konuşmacıları tanıtır; tartışılacak sorunun önemini birkaç tümceyle vurgular. Konuşmacılar, konuşma sıralarını bitirince de dinleyicilerin sorularını yanıtlar.

(3) Açık Oturum: Değişik görüşler taşıyan küçük bir konuşmacı kümesinin (üç beş kişi) belli bir konuda ve dinleyiciler önünde tartışmasıdır. Üzerinde tartışılacak konu; bilim, sanat, siyaset, toplumsal sorunlarla ilgili olabilir. Kimi zaman da bu tür açık oturumlar, radyoda ve televizyonlarda düzenlenir. Açık oturum başkanı, önce açık oturumun konusunu dinleyicilere açıklar, açık oturumun nasıl bir yolla gerçekleştirileceğini belirtir; sonra da açık oturuma konuşmacı olarak katılanları tanıtır. Sırayla konuşmacılara söz verir. Açık oturumu yöneten kişinin konuşmacılara eşit süreyle söz vermesi, gerekmedikçe konuşmanın akışını kesmemesi gerekir. Süreyi iyi ayarlaması, konuşmacılara ayrılan süreyi iyi değerlendirmesi; açık oturumun sonunda, üzerinde tartışılan sorunun hangi yönlerinde ortak görüşlere varıldığı, hangi yönlerinde varılmadığını belirtmesi zorunludur.

(4) Münazara: Ortaya atılan bir savın doğru ya da yanlış olduğunu bir dinleyici topluluğu önünde tartışmadır. Diyelim ki ortaya şöyle bir sav atılıyor: Kadınlar çalışmalı mı çalışmamalı mı? Savın olumlu yönünü bir küme, olumsuz yönünü de bir küme tartışıyor. Ancak kümeyi oluşturan konuşmacıların tümünün konuşmacı olması gerekmez. İçlerinden birini seçerler. Seçilen sözcülere sırasıyla söz verilir. Kimi zaman da takım olarak münazara yapılır. Takımı oluşturan üyeler kendi aralarında görev bölümü yaparlar. Sorunun hangi yönünü tartışacaklarsa o yönü belli açılardan bölüşürler.

Bir zamanlar öğrencilerin konuşma gücünü geliştirme yönünden okullarda sık sık münazara yapılırdı. Münazara, bir düşünme ve konuşma sporu olarak ele alınmalıdır. Yanlışı doğru diye benimsetme, yaşamın akışına ters düşen konuları tartıştırma münazaranın zararlı yanları olarak söylenebilir.

(5) Forum: Kümesel tartışma ya da konuşmaların bir türü de forumdur. Sözcük kökensel yönden eski Roma'ya değin uzanır. Forum; halkın toplandığı, toplumsal sorunların tartışıldığı yer anlamına gelir. Kimi sorunların irdelenerek karara bağlandığı toplantı anlamında da kullanılmıştır. Günümüzde de bu anlamını korumaktadır. Bir sorunun dinleyicilerin daha etkin olduğu, sorular sorup görüş belirttiği bir toplantıda tartışılmasıdır. Foruma katılacak konuşmacı sayısı konunun ve sorunun özelliğine göre beş yedi arasında olabilir. Forumu yönetecek kişinin sorumluluğu büyüktür. Konuşmanın akışını ve sözün ipini avucunda tutacak, konuşma inceliklerini iyi bilen biri olmalıdır. Konuşmacılara soracağı soruları ustalıkla dengelemeli, konuşmacıların konu dışına çıkmasına, gereksiz laf kalabalığına ve konuyu boğuntuya getirmemelerine özen göstermelidir.

Kümesel tartışmaların hemen tümü (panel, sempozyum, açık oturum) bir dinleyici topluluğu gerektirir. Bu topluluğun salt konuşmacılara bakan, onları izleyip onaylayan, edilgen kimseler olması beklenemez. Beklenen, dinleyicilerin de tartışmalara katılmasıdır. Bunun için de öteki kümesel konuşmalarda olduğu gibi, forumdan sonra da bir sorular ve yanıtlar süresi ayrılmalıdır. Sorular yazılı veya sözlü olarak sorulabilir. Bunu forumu yönetecek kişi, ortama göre belirler.

Tartışmamızın konusu ve türü ne olursa olsun, tartışmayı sağlıklı bir biçimde yürütmek için kimi noktalara uymalıyız. Bu noktalar, tartışmayı başıboşluktan kurtarır, tartışmanın azarak başka alanlara kaymasını önler. Uymamız gereken bu noktaları şöylece
toplayabiliriz:

- Sesimizi iyi ayarlamalı, bizi dinleyen ya da izleyenlerin duyabileceği bir sesle konuşmalıyız.

- Karşı çıktığımız, benimsemediğimiz ya da değiştirilmesini istediğimiz durum, yargı, düşünce ve önerilerin üzerinde durmalı; bunları öne sürenlerin kişiliği ile oynamamalıyız.

- Sert ve kırıcı bir dil kullanmaktan kaçınmalı, hoşgörülü olmalıyız. Düşünceye saygı, başarılı bir tartışmanın can damarıdır.

- İçten davranmalı, karşımızdakilere tepeden bakmamalıyız. İçtenlik, soğukkanlılık, alçakgönüllülük başarılı bir tartışmacının en önemli niteliklerindendir.

- Karşımızdakiler konuşurken onları dikkatle izlemeli, not almalı, başka şeylerle uğraşmamalıyız.

- Başka tartışmacılarca öne sürülen düşünceleri ya da konuşma sırasında daha önce belirttiğimiz düşünceleri yinelemekten kaçınmalıyız.

- Konu dışına çıkmaktan, konuyu çarpıtıp başka alanlara kaydırmaktan sakınmalıyız.

- Öbür tartışmacıların sözlerini kesmemeli, söylediklerimiz eleştiriye uğramışsa, tartışma yöneticisinden söz alarak
söyleyeceklerimizi söylemeliyiz.

b. Özel Durumlar İçin Özel Konuşmalar

Bir topluluk karşısında konuşmalarımız nasıl değişik biçimler ve özellikler taşıyorsa, kimi özel durumlarda yapacağımız konuşmalar da o durumu içinde barındıran özel nitelikler taşır. Bu demek değildir ki özel durumlarda yapılacak konuşmalar konuşma ediminin dışında, genel anlamda konuşmalarımızın dokusundan ve örgüsünden farklı bir özellik taşır. Elbette bunlar da konuşmanın dokusu ve örgüsüne uygun olarak gerçekleşecektir. Ancak özel durumlar olduğundan, söylemsel yönden kimi ayrılıkları vardır.

1) Tanıtmalar: Bir dinleyici topluluğuna bir konuşmacıyı tanıtma görevi bize verilebilir ya da böyle bir görevi yerine getirme durumu ile karşı karşıya gelebiliriz. Tanıtma böyle bir durumda yapacağımız konuşmanın adıdır. Konuşmamızın doğru, ilgi çekici olabilmesi, konuşmacıyla dinleyicisi arasında bir yakınlık oluşturmamız, kimi bilgiler edinmemize bağlıdır. Olanağı varsa tanıtacağımız kişiyle, onu tanıyanlarla konuşmalıyız. Yaşam öyküsüyle ilgili bilgiler toplamalıyız. Onun nasıl biri olduğunu aydınlatacak, dinleyicilerinin kafasında somutlaştıracak bilgilerle konuşmamızı donatmalıyız.

2) Karşılama ve Uğurlamalar: Bir kurum ya da kuruluşta kimi konukları karşılama, bunları gezdirip uğurlama görevini üstlenebiliriz. Bu durumda kısa da olsa konuklara "Hoş geldiniz." ya da "Güle güle." anlamı içeren konuşmalar yaparız. Konuşmamızın konukları hoşlandıracak, rahatlatacak bir havası olmalı. Onları ağırlamaktan, aramızda görmekten duyduğumuz memnuniyeti dile getirmeliyiz. Konuşmamız, bu tür konuşmaların beylik kalıplarını kullanma yerine, duygularımızı içtenlikle dile getiren, karşıladığımız ya da uğurladığımız kişilerin değerini belirten noktalar içermelidir.

3) Anmalar ve Yıl Dönümleri: Önemli kişilerin doğum ve ölüm günlerini anma, belirli olayların yıl dönümlerini kutlama törenlerinde yapacağımız konuşmalar bu türdendir. Örneğin, her 10 Kasımda Atatürk'ü anarız. Bunun gibi, 19 Mayıs, 29 Ekim, 23 Nisan günlerinde de kutlama törenleri düzenleriz. Konuşmamızın kuru olmaması birtakım gerçekleri yineleyen bir kusur taşımaması için dinleyicilerimizi coşkulandıracak yollara başvurmalıyız.

Yukarıdaki örnekler, daha da çoğaltılabilir. Ölümlerde bir dost ve arkadaşımızın mezarı başında, yakınlarımızın nişan ve düğün törenlerinde konuşmamız gerekebilir. Her durumun gerektirdiği uygun sözleri seçebilme, basmakalıp olanlardan kaçınma, içtenlikli olma, bu tür özel durum konuşmalarında dikkat edeceğimiz noktalardır.
 

YoRuMSuZ

Biz işimize bakalım...
Yazının Önemi

Söz yazıdan eskidir; ancak sözün bir duyguyu, bir düşünceyi yaymadaki gücü sınırlıdır. Duygu ve düşüncelerimizin kalıcılığını da sağlayan yazı; duygu, düşünce ve isteklerimizin yayılmasına, iletilmesine de yardımcı olur.

Çok eski çağlarda insanlar yasalarını, inançlarını, efsanelerini, anılarını, kitaplarda değil, belleklerinde saklamak zorundaydı. Anlaşmak için her toplum, birbirinden farklı sistemler geliştirmek durumunda kalıyordu. Kültürel değerler ağızdan ağza, kulaktan kulağa geçerken eklemeler yapılıyor, unutulanlar oluyordu. İşte yazının bulunuşu her şeyden önce insanoğlunun unutma zayıflığına karşı en kesin çare oldu. Yazının en büyük görevi; düşünceyi kalıcı kılması, taşıması ve yaymasıdır.

Uygarlığın simgesi olan yazının bulunuşu ile:

- Bilgi, duygu, düşünce ve isteklerin tam olarak saklanması ve aktarılması mümkün olmuştur.

- İnsanın düşüncesi gelişmiş, yeni boyutlar kazanmıştır.

- İletişim kolaylaşmış, duygu ve düşünce alışverişi hızlanmıştır.

- Düşünce ve sanat ürünlerinin hazırlanması ve yayılması hızlanmıştır.

- Kitabın doğuşuna temel hazırlanmıştır.

- Kalem, kâğıt, mürekkep gibi yazı malzemeleri, matbaanın bulunması gibi gelişmeler yazıyla koşut bir gelişme izlemiştir.
 

YoRuMSuZ

Biz işimize bakalım...
Doğru ve Güzel Yazmanın Önemi

Buraya kadar uygarlığın anahtarı kabul edilen yazının tanımı, önemi, bulunuşu ve tarihî gelişimi üzerinde durduk. İnsanlar yazının önemini her dönemde kabul etmişler ve ondan, doğru ve güzel yazarak yararlanmaya çalışmışlardır. Hepimizin bir tablo olabilecek kadar güzel yazı yazması elbette beklenemez. Ama yazı yazmanın da bir sanat olduğunu, tablo olabilecek nitelikte güzel yazılar yazıldığını da unutmayalım.

"Çok yazı yaza yaza yazım bozuldu." şeklindeki savunmalar artık inandırıcı değildir. Yazı uzmanları insanın yazısından karakterinin okunabileceğine inanıyorlar, yazının insanın iç dünyasını ele verdiğini ileri sürüyorlar.

Günümüzde insanlar arasında doğru ve okunaklı yazı yazan pek az kimse vardır. Yapılan incelemeler yalnızca sıradan insanların değil aydınların da yazılarının giderek bozulduğunu göstermektedir.

Güzel bir yazı yazma alışkanlığı kazanan kişiler, düzeni ve disiplini alışkanlık hâline getirir, eğitim yaşamı boyunca ve yaşamın her döneminde başarılı olur.

Öyleyse kişinin doğru ve güzel yazmayı öğrenebilmesi için kendisinin de;

- Yazı çalışmalarının ilgi çekici ve bilinçli bir çalışma olduğunu bilmesi,

- Eleştiriye, kontrole ve teşvike olanak sağladığı için kişilerin ihmalini önlediğine, kötü alışkanlıklarının önüne geçtiğine inanması,

- Yazının, insanın iradesini kuvvetlendirdiğini, kendi kendisini yetiştirmesine katkıda bulunduğunu kavraması,

- Yazının bireyler ve kümeler arasında faydalı bir yarışma doğurduğunu, eleştiri ve eleştiriyi iyi karşılama alışkanlığı kazandırdığını kabul etmesi,

- İnsanlara sanat zevki ve el becerisi kazandırdığının bilincine varması gerekir.
 

YoRuMSuZ

Biz işimize bakalım...
Güzel Yazı Yazmanın Altın Kuralları

Güzel yazı nasıl yazılır? Bu sorunun cevabını vermek için aşağıdaki kuralları öğrenmek ve bu kuralları uygulamak zorundayız. Her insan değişik yazsa da herkes kendi çapında güzel yazı yazmak ister.

a. Yazmaya başlamadan önce neyi, ne için, kime ve ne kadar uzunlukta yazacağımızı düşünmeliyiz. Bazı kimseler çok konuşur, hiçbir şey söylemez. Bazıları da çok yazar, hepsi amaçsız ve faydasızdır.

b. Yazdığımız konuyu sevmeliyiz! Konuyu çok iyi tanımalı ve ona sadık kalmalıyız: İlk önce "sorunu" yazmalı, sonra diğer ayrıntıya girmeliyiz.

c. Yazmaya başlarken kendimize bir yol haritası çizmeli, konuyu adım adım ele almalıyız. En önemlisi konunun ana hatlarını belirlemeliyiz.

ç. Kendimiz için yazmamalı, okuyucuyu düşünerek yani basit ve sade yazmalıyız. Her insan kendi dilini konuşur. Kimi zaman insanlar bilimsel yazar ve kimse bir şey anlayamaz kimi zaman da basit yazar, çok şey anlaşılır. Hepimizin çok sevdiği bir dil vardır. Kullandığımız dil basit, anlaşılır, sade, açık ve yanlış anlaşılmayan bir dil olmalıdır. Bu oldukça zor bir iştir. Schoppenhauer bu zorluğu şöyle tanımlamaktadır: "Hiçbir şey anlamlı düşünceleri herkesin anlayabileceği şekle getirmek kadar zor değildir."

d. Sadece parmaklarımızla yazmamalı, beş duyu organımızın beşini de kullanmalıyız. Yazarken okuyucunun beş duyusunu canlandırmalıyız.

e. Yabancı sözcük kullanmamalı, Türkçe yazıyorsak Türkçe yazmalı, Almanca yazıyorsak Almanca yazmalıyız. Kimseye yabancı sözcük bilgimizi kanıtlamak zorunda değiliz.

f. Yüklem nesnenin yerine geçmemeli, isim cümleleri yerine fiil cümleleri kullanılmalı, gereksiz açıklamalardan sakınmalıyız. Fiiller her zaman cümlelerin can damarıdır. Basit, sade, keyifle okunabilecek Türkçe ile yazmayı öğrenmeliyiz.

g. Yazdığımız metin akıcı olmalı, yazdığımız okuyucuya keyif vermelidir. Voltaire'in söylediği gibi: "Yazı her çeşit yazılabilir, bir tek sıkıcı yazılamaz!" Yazı okunmak için yazılıyorsa, kendi kendine konuşur gibi yazılmamalıdır. Okuyucunun anlayabileceği biçimde yazılmalıdır.

h. Cümlelerimiz metin içinde yerli yerine oturmalı ve aynı zamanda birden çok düşünceyi vermemelidir. Okuyucudan iki veya daha fazla düşünceyi anlaması beklenmemelidir.

ı. Paragrafların uzun olmamasına özen göstermeli, okuyucuya düşünme zamanı tanımalıyız.

i. Yazılarımızda ne düşünürsek düşünelim, yazdıklarımızı herkes anlayabilmelidir. Açık ve basit bir dille konuşulan veya yazılan hiçbir şey kötü olamaz. Ne zaman ki güzel yazmayı öğrenirsek, o zaman açıkça düşünmeyi ve konuşmayı da öğrenmiş oluruz.
 

YoRuMSuZ

Biz işimize bakalım...
Güzel Yazı Yazmayı Öğrenmek

Okula giden her insan az çok okuma ve yazma öğrenir. Ancak güzel yazabilmek farklı bir olgudur. Yazma sanatını becerebilen insan, ne demek istediğini açık bir dille ifade edebilir ve okuyucusunu ikna etme kabiliyetine sahiptir. Yazmak, doğuştan gelen bir beceri değildir. İnsanlar arasında beceri farkı bulunsa da yazma sanatının tekniğini ve ana hatlarını öğrenmek gerekir.

Konuşma sanatı ile yazma sanatı arasındaki farka baktığımızda yazma işinin daha zor bir sanat olduğunu görürüz. Bazı insanlar tanırız, toplumda saatlerce konuşup, gün boyu hiç zorlanmadan herkesi eğlendirebilirler. Bu tür insanların sohbetine doyum olmaz, çünkü çevrelerindeki insanlara çok şey verir, onları hem güldürüp hem de ağlatabilirler.

Ne var ki güzel konuşabilen herkesin güzel yazabilme becerisine de doğrudan sahip olması beklenemez. Konuşurken karşımızda bir veya birden fazla insan bulunur ve onların gösterdiği tepkilerinden nasıl konuştuğumuzu fark ederiz. Konuşmamız sıkıcı ise aramızdaki iletişimden bu konuşmanın ne yöne gittiğini anlarız. İlgi çekici bir şeylerden konuşuyorsak, yine aynı şekilde karşımızdaki insanın tepkisinden bunu hemen fark ederiz. Konuşurken sadece sözcükler değil, bakışlarımız, ellerimiz, yüz ifademiz, hareketlerimiz de birlikte konuşur. Konuşma hızımız, vurgulama yöntemimiz, arada nefes almalarımız ve duraksamalarımız hep karşımızdaki insana hitap eder.

Neden konuştuklarımızı yazamayız? Elimize boş bir kâğıt aldığımız zaman veya bilgisayarımızın ekranını açtığımızda, dakikalarca ne yazacağımız ve nasıl başlayacağımız hakkında düşünür dururuz. Sözcükler öyle kolay akmaz, konuşur gibi düşünceler yağmaz. Bazen beynimiz durur gibi olur, kalem tutan elimiz ise sanki bir anda felç olmuş gibi hareket etmez. Neden acaba? Çünkü konuşmayı kesintisiz ve uzun süre deneyerek öğreniyoruz.

Yazarken yukarıda sıraladığımız koşullar yoktur. Kendi kendimizle baş başa olduğumuzdan, bize herhangi bir tepki gelmez. Bu bakımdan kullandığımız dilin okuyucuya ne şekilde yansıdığını göremeyiz, sadece kendi yazdıklarımızdan sezinleyebiliriz.

Yazma sanatını öğreneceklerin dikkat etmesi gereken en önemli nokta Türkçeye hâkim olabilmeleri ve onu doğru kullanabilmeleridir. Türkçe dünyanın en güzel ve en canlı dillerinden biridir. Bu güzel dili kullanırken coşkulu ve tutkulu olmaya özen göstermeliyiz.

Hatasız yazabilmek, etkili yazabilmek değildir. Her yazı yazanın etkili yazabilmeyi öğrenmesi gerekir. Bunu yapabilmek demek, büyük adımlarla yürümek, düşünceleri anlamlı bir biçimde düzene sokabilmek ve doruk noktalara çıkabilmekle olanaklıdır.
 

YoRuMSuZ

Biz işimize bakalım...
Yazıya Nasıl Başlanmalı?

İlk önce yazacağımız konu hakkında fikir sahibi olmanız gerekir. Yani sonra bu konu hakkındaki düşüncelerimizi biçimlendirmelisiniz. Varılan sonuç ile takip eden ana konuya geçiş zemini hazırlayınız. Eski yazarlar genellikle el yazısıyla yazmışlardır. Bu yöntemi kullandıkları için hep yazdıklarının yan taraflarına notlar almışlar, önemsiz yerlerin üzerini çizmişlerdir. Bir yazıya son şeklini vermeden önce üç dört kez denetimden geçirmişlerdir. Bu nedenle yazıları bilgisayara geçirmeden önce kâğıda yazmanın birçok fikrin kaybolmaması açısından önem taşıdığını unutmamak gerekir.

Bilgisayar çağında alışkanlık sonucu hemen bilgisayara düşüncelerimizi aktarmayı seçiyoruz. Ancak bazen bir yazıyı tam bitirmek üzereyken aniden hepsini kaybettiğimiz veya bir şeyi sildikten sonra bir daha asla geri getiremediğimiz de olabiliyor.

Önemli olan ilk adımların mükemmel olması değil önemli olan iyi bir başlangıç yapabilmektir. Başlangıçta konu tespiti yapmadan hiçbir şey yazılamaz ve hiçbir düşünce üretilemez. Hazırlık yapmadan, not almadan veya herhangi bir konuda birkaç fikir üretmeden de içerik oluşamaz. İçerik oluşturulmadan da bir yazıya biçim verilmez. Yazarken bütün bu adımlar dikkate alınmalıdır.

Yazmak, anlatabilme sanatıdır. Yazı yazan kişi kendisini okuyana öyle anlatmalı ki okuyucu yazılandan bir akıntıda sürüklenir gibi etkilenebilsin.

Yazının amacı nedir? Ana konular nelerdir? Öncelikli olarak ana konulardan birincisini ifade ediniz. Ana konuyu destekleyen cümleler yazınız. Gerçekler, görüşler, sayısal değerler gibi örnekler kullanınız. Sonuç olarak, amacı başka sözcüklerle tekrar ifade ediniz. Bunun için ana noktaları tekrar hatırlatmaya ortam hazırlayınız. Son cümle olarak güçlü mantığı olan bir bitiriş yapınız.
 
Top