Türkçenin Doğru Kullanımı - A dan Z ye

YoRuMSuZ

Biz işimize bakalım...
Bu bölüm Türkçemizin doğru kullanımı ile ilgili çok geniş bir arşivi kapsayacaktır. Türkçenin doğru kullanımı ile yüzlerce örneği bu konu içinde bulabilirsiniz. Tam bir kitap içeriği ile bu bölüm aradığınız kaynaktır.

TÜRKÇENİN DOĞRU KULLANIMI
(İLETİŞİM, ETKİLİ KONUŞMA, YAZMA VE OKUMA KILAVUZU)​




Dil, insanlık tarihiyle beraber ortaya çıkmış ve süregelmiş bir olgudur. Bu süreçte insan ve iletişim birbirine koşut olarak gelişim göstermiştir. Dil, kültürün en temel ögesi olarak insanlar arası iletişimde en etkin araç olarak kabul edilmektedir. Dilin düşünceyi etkilemesi, kültürel değerleri nesilden nesile aktarması ve millete yön vermesi yaşamsal önem arz etmektedir.

Dilin düşünce ile etkileşimi göz önüne alındığında, dilde oluşabilecek kirlenme zaman içinde millî kültür yapısını da bozabilecektir. Dilde meydana gelen kirlenmeye yabancı dillerden dilimize giren çok sayıda sözcük ve dilimizin yanlış kullanımı neden olmaktadır. Yabancı sözcükler dilbilimin öngördüğü incelemeden geçirilmeden kullanılmamalıdır. Bu sözcüklerin yerine Türkçe karşılığı olanların kullanılmasına özen gösterilmelidir.

4NKcJ.png
ATATÜRK, Türk kimliği ve kültürünün en önemli unsuru olarak Türkçeyi görmüştür. Ulu önder, "Millî his ve dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin millî ve zengin olması millî hissin inkişafında başlıca müessirdir. Türk dili dillerin en zenginlerindendir; yeter ki bu dil şuurla işlensin. Ülkesinin yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır." diyerek dilimizin önemini ve yabancı dillerden korunması gerektiğini ortaya koymuştur. Ancak sonraki dönemlerde dilimizde kirlenme başlamış, son yıllarda ise bu kirlenme daha da artmıştır.

Bu kirliliğin önlenebilmesi için Türkçemiz doğru kullanılmalı, yabancı sözcüklerden arındırılmalı, yazım kurallarına uyulmalı, yazılı anlatımlarda, Türk Dil Kurumunun en son hazırladığı "Türkçe Sözlük" ve "Yazım Kılavuzu" esas alınmalı, bilişim ve iletişim teknolojisi takip edilmelidir.

Günümüzde gelişen teknoloji ile uzaklar yakın olmakta, pek çok eylem iletişim araçlarıyla gerçekleştirilebilmektedir. Bu araçları kullanırken gereksinim duyacağımız en önemli araç dildir. Dili doğru kullanmak, insanlar arasındaki iletişimi kolaylaştıracak, aynı zamanda millî kimlik ve kültürümüzün korunmasına katkı sağlayacaktır.

Bu bölümdeki içerik, iletişimi, etkili konuşma, yazma ve okuma becerisini geliştirerek personelin kendisini daha iyi ifade etmesi, sağlıklı iletişim kurması, okuma alışkanlığı kazanması ve sonuç olarak Türkçeyi doğru kullanması amaçlanarak hazırlanmıştır.
 
Son düzenleme:

YoRuMSuZ

Biz işimize bakalım...
Bu bölümde gösterilecek konu başlıkları ve linkleri aşağıda verilmiştir.

BİRİNCİ BÖLÜM
TÜRKÇENİN DOĞRU KULLANIMI
A. Dilimizi Niçin Doğru Kullanmalıyız?
B. Seçme ve Sıralama Eksenleri
C. Sözcük Bilgisine Sahip Olmak
Ç. Cümle Bilgisine Sahip Olmak
D. Doğru ve Güzel Bir Türkçeye Ulaşmanın Yolları

İKİNCİ BÖLÜM
İLETİŞİM
A. İletişimin Tanımı ve İnsan Hayatındaki Önemi
B. İletişimde Dil Unsuru
C. Etkili İletişimin İlkeleri

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
İLETİŞİMİN TEMEL BECERİ UNSURLARI
A. Konuşma
.....1. Konuşmanın Tanımı ve Genel Özellikleri
..........a. Konuşmanın Tanımı
..........b. Konuşmanın Yaşamımızdaki Yeri
..........c. Konuşma Güçlüğü Çekiyor muyuz?
..........ç. Konuşma Gücümüzü Geliştirebilir miyiz?
.....2. Güzel ve Etkili Konuşmanın Nitelikleri
..........a. Güzel ve Etkili Konuşabiliyor muyuz?
..........b. Güzel ve Etkili Konuşmanın İlkeleri Nelerdir?
..........c. İyi Bir Konuşmacının Niteliklerini Taşıyor muyuz?
.....3. Etkili Konuşmada Dikkat Edilmesi Gereken Konular
..........a. Yüz Yüze Konuşma
..........b. Her Şey Konuşma Tarzında Başlar
...............1) Sözlü İletişim
...............2) Sözsüz İletişim
.....4. Konuşma Biçimi: Doğaçlama, Hazırlıklı ve Yazılı Metin
.....5. Konuşma Türleri
..........a. Günlük Konuşmalar
..........b. Özel Durumlar İçin Özel Konuşmalar
B. Yazma
.....1. Yazının Önemi
.....2. Doğru ve Güzel Yazmanın Önemi.
.....3. Güzel Yazı Yazmanın Altın Kuralları
.....4. Güzel Yazı Yazmayı Öğrenmek
.....5. Yazıya Nasıl Başlanmalı?

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
İLETİŞİMİN DESTEK UNSURLARI
A. Okuma
.....1. Okumanın Tanımı
.....2. Niçin Okuyoruz?
.....3. Okumaya Güdüleme
.....4. Okuyucu Türleri
.....5. Güdünün Göstergesi Olarak Başlıca Okuma Tipleri
.....6. Okuma Zevki ve Kişilik
.....7. Okumanın Kuralları ve Okuma İle İlgili Öğütler
.....8. Okuma Yanlışları
.....9. İyi Okuma Konusunda Bazı Öneriler
.....10. Hızlı Okuma
.....11. Hızlı Okuma Tekniği İle İlgili Kavramlar
.....12. Hızlı Okuma Yöntemleri
B. Dinleme
.....1. Etkili Dinleme Stratejileri
..........a. Duymayı ve Dinlemeyi Anlama
..........b. Dinlemenin Önemi
..........c. İyi Dinlemenin Önündeki Engeller
..........ç. Dinleme Çeşitleri
.....2. Dinlemeyle İlgili Son Düşünceler: Güdülenme
..........a. Dinlemenin Neden Önemli Olduğunu Hatırlamaya Çalışın
..........b. Dinleme Güdülenmesi İçin Engelleri Belirleyin ve Kaldırın
..........c. Ortak Bir Zemin Araştırın
..........ç. Dinlemeyi Bir Öğrenme Fırsatı ve Entelektüel Fırsat Olarak Görün

BEŞİNCİ BÖLÜM
ETKİLİ İLETİŞİMİN BASAMAKLARI
A. Yazma ve Konuşmaya Hazırlanmak: İlk Dört Basamak
.....1. Amaç ve Dinleyici / Hedef Kitlenin İrdelenmesi
.....2. Konunun Araştırılması
.....3. Düşüncelerinizin Desteklenmesi
.....4. Düzenleme, Planlama ve Ana Başlıkları Ortaya Koyma
B. Taslak Oluşturma ve Yazma: Diğer Üç Basamak
.....1. Taslak Oluşturma
.....2. Yazıya Dökme
.....3. Geri Besleme ve Onay
C. Etkili İletişimin Ayrıntıları
.....1. Amaç ve Hedef Kitlenin İrdelenmesi
..........a. Anahtar Sorular
..........b. Amacım Ne?
..........c. Ana Düşünceniz Konusunda Açık Olun: Amaç Cümlesinin Yazılması
..........ç. Diğer Konular
..........d. Hedef Kitlenin İrdelenmesi
.....2. Konunun Araştırılması
..........a. Araştırma Planının Yapılması
..........b. Bilgi Toplama Kaynaklarının Belirlenmesi
.....3. Düşüncelerin Genel Hatlarıyla Ortaya Konulması ve Düzenlenmesi
..........a. Amaç Cümlesinin ve Ana Düşüncenin Sonlandırılması
..........b. Ana Düşüncenin Başlangıçta Ortaya Konulması
..........c. Genel Hat: Neden İhtiyacım Var?
..........ç. Genel Hat: Üç Parçalı Yapı
..........d. Genel Hat Biçimleri: Resmî Genel Hatlarda Kullanılan Yapı ve Başlıklar
..........e. Gelişmenin Genel Hattı: Bir Yöntem Seçin
.....4. Yazma
..........a. Başkasından Yardım Almaktansa Kendin Düzenle
..........b. Hızlı ve Etkili Düzenleme - Üç Adım Yaklaşımı
..........c. Geri Besleme ve Onay

ALTINCI BÖLÜM
YAZIŞMALARDA DİKKAT EDİLMESİ GEREKEN KONULAR
A. Genel Esaslar
B. İfade Usulü
C. Yazım Kuralları
Ç. Sözcük Kısaltmalarını Türetme ve Kullanma Esasları
D. Terim ve Sözcüklerden Oluşan Bir İbarenin Kısaltması
E. Diğer Konular
 

YoRuMSuZ

Biz işimize bakalım...
Dilimizi Niçin Doğru Kullanmalıyız?

Dil ekmek gibi, su gibi günlük yaşamımızın içindedir ve soluduğumuz hava gibi bizi sarar; bundan dolayı onun varlığını hemen hemen hissetmeyiz. Gerçekten dil, üzerinde yaşadığımız toprak gibi ürünlerini sessizce bize sunar ve bizler bu sonsuz bahçenin meyvelerini sadece toplarız. Aslında dile, insanlığın en büyük buluşu olduğu için daha fazla ilgi göstermemiz gerektiği kanısındayız. Çünkü insanlarla, düşüncelerle, nesnelerle aramızdaki en önemli iletken dildir.

İnsanları, düşünceleri, nesneleri, dilin aracılığıyla kavrarız. Dil aracılığıyla kendimizi ifade ederiz. İşte dilin önemi burada ortaya çıkıyor. Türkçemizi niçin doğru kullanmalıyız, sorusunun cevabı da buradadır. Dili doğru kullandığımızda o iyi bir iletkendir; yanlış kullandığımızda ise kötü bir iletkendir.

Biz dili ne kadar iyi tanıyor, dili ne kadar iyi kullanıyorsak iletişimimiz o kadar iyi olacaktır. Dil bizi başkalarına, başkalarını ve başka nesneleri bize yansıtan bir aynadır. Dili doğru kullanmak, doğru anlamak bu aynayı mükemmelleştirmek demektir. Kullandığımız çağdaş araçlardaki göstergelerin, ekranların, ibrelerin bir an için bozuk olduğunu düşünün. Bu bir felakettir. Fakat bir toplum için ondan daha büyük bir felaket vardır ki o da insanlar arasında, bir iş bölümü içinde görev alan kişiler arasında, fikir ve görüş alışverişinde bulunanlar arasında dil aynasının görevini tam yapamamasıdır. Düşüncelerimizin anlaşılmasını istiyorsak, bunun en kestirme yolu dile hâkim olmaktır.

Dil üzerinde düşünür ve dili bir düşünce odağı gibi kabul ederseniz dilin düşünce yaşamımızı zenginleştireceğini göreceksiniz. Dil düşüncenin evidir; binlerce yıllık insan zekâsı sözcüklerde, deyimlerde, ifade kalıplarında gizlidir. İnsanlık tarafından bilgilerimizi depolamak için kullanılan ilk araç dil olmuştur. Bugün aynı işi daha sistemli yapması için bilgisayarı yarattık. Buna rağmen günümüz için şunu söyleyebiliriz: Dile yüklenmiş bilgi, bilgisayarlarımıza yüklenmiş bilgiden fazladır. Dil, bilgisayarlardan fazla olarak bilgilerin sadece yüklendiği yer değildir, aynı zamanda bilginin üretim alanıdır. Kısaca üzerinde durulması gereken konu, dilin düşüncelerimizi yansıtan bir araç olduğu gibi düşüncelerimizi geliştiren bir alan olduğudur. Basit bir örnek verelim: Bir insanın bildiği sözcük sayısıyla, düşünce zenginliği doğru orantılıdır. Bildiğimiz sözcük sayısı ne kadar fazlaysa düşünce alanımız da o kadar geniştir. İlk bakışta bu düşünce pek doğru görünmese de olgular incelendiğinde doğruluğu ortaya çıkmaktadır. Rönesans dönemi bilgin ve ressamları bakış açısı (perspektif) kavramını yaratmasalardı, gözümüzle görmemize rağmen önümüzde uzayan ağaçlı yolun bir bakış açısı yarattığını göremeyecek ve ilk çağların insanları gibi ağaçları resmimizde aynı boyda çizecektik. Rönesans bilgin ve ressamlarının gözlemini bize ulaştıran şey "bakış açısı" sözüdür.

Dil üzerinde derin bir düşünce geliştirmeden doğru düşünmemiz olanaklı değildir. İnsanlar, nesneler vasıtasıyla değil sözcükler aracılığıyla düşünür. Bundan dolayı düşüncenin iki aracının olduğunu söyleyebiliriz. Bunlardan birincisi dil, diğeri mantıktır. Bilimlerin sunduğu bütün bilgiler bize sadece iki kaynaktan gelir. Dil üzerinde düşünmek ve doğayı incelemekten. İşin ilgi çekici yanı doğadan gelen bilgilerin de dil kalıbına döküldükten sonra bize ulaşıyor olmasıdır. Anlaşılmak, mesleğimizde başarı elde etmek, yaratıcı olmak, yaradılışımızdan getirdiğimiz ve sadece kendimize ait olan yeteneklerimizi yurdumuzun ve insanlığın hizmetine sunmak istiyorsak işe dilimize ilgi göstermekle başlayabiliriz.

Önce, dilin oluşturduğu sistemden, daha sonra da söz ve yazıdan bahsedelim.

Dil, soyut bir sistemdir; buna karşılık onun kişisel kullanımı olan söz ve yazı somuttur. Çağdaş dil bilimi, sözün altında yatan soyut bir dil sistemi olduğunu ortaya çıkarmış bulunmaktadır. Batılılar, dil biliminin bu keşfinden sonra okullarında dil bilgisinin yanında öğrencilerin dillerini daha yetkinlikle kullanabilmelerini sağlamak amacıyla, çağdaş dil bilimiyle birlikte dil sistemine yönelik bilgiler de vermeye başladılar. Dilin oluşturduğu bu sistemi tanımak, bizlere dili daha derinden kavrama ve daha başarılı kullanma olanakları kazandırmaktadır. Dilin nasıl bir sistem oluşturduğunu birkaç örnekle açıklamaya çalışacağız. Ayrıca Türkçemizin sistematik yapısını bir iki küçük örnekle anlatacağız.

Her dil, farklı bir dünya görüşünü yansıtır. İngilizce, Türkçe, Fransızca dünyayı farklı biçimde algılar. Bu algılama farkı aynı nesneleri adlandıran sözcüklerin farklı anlamlar taşıması sonucunu doğurur. Türkçe yürek, Arapça kâlp, Fransızca "coeur", sözcüklerinin anlamları aynıdır, ancak kapladıkları anlam alanı yönünden dilsel değerleri farklıdır. Bu olguya somut bir örnek verelim:

Gokkusagi.png
Gökkuşağı, somut bir gerçeklik alanıdır. Bize değişmeyen bir ışık tayfı sunar. Bu tayfta yer alan renkler örneğin Türk dili tarafından yediye bölünerek, bir Bantu dili tarafından üçe bölünerek adlandırılmaktadır. Bu durumda bir rengin değeri, yani gerçeklik alanı Türk dilinde 1 / 7, Bantu dilinde 1 / 3'tür. Yani gökkuşağındaki renkleri yedi sözcükle karşılayan Türkçede bir sözcüğün payına düşen gerçeklik alanı daha küçük, gök kuşağındaki renkleri üç sözcükle karşılayan Bantu dilinde bir sözcüğün payına düşen gerçeklik alanı daha büyüktür. Bunun anlamı şudur: Bir sözcüğün geniş bir anlama gelmesini bir dilin zenginliği olarak düşünüyorsanız, Bantu dilindeki renk adları anlam yönünden daha zengindir. Ancak, düşündüğümüzün aksine bir dilde bir sözcük, anlam yönünden ne kadar dar bir gerçeklik alanını dile getiriyorsa o dilin anlatma yeteneği o kadar gelişmiştir.

Her dilde sözcüklerin farklı değerlerde olması tercüme konusunu yakından ilgilendirmektedir. Sözcüklerin değer farklılığı hiçbir dilden hiçbir dile tam tercüme yapılamaması sonucunu doğurmaktadır. En iyi yapılmış tercümelerde bile konusuna göre az veya çok mutlaka bir kayıp söz konusudur. Yurdumuz göz önünde bulundurulduğunda çağın bilgilerini edinmek için tercüme çalışmaları çok büyük bir öneme sahiptir. Ancak bu tercümeler, biraz önce sözünü ettiğimiz sözcüklerin değer farklılıkları göz önüne alınmayarak yapıldığından, yani Batı dillerindeki bilgiler Türk dil sistemi içinde anlatılamadığından, edindiğimiz bilgiler eksik kalmakta, yurdumuzda gerçek bir bilim yaşamı kurulamamaktadır. Daha önce dilin düşüncenin evi olduğunu söyledik. Şimdi şunu ekleyelim: Düşünce ancak ve ancak ana dilin bahçesinde çiçek açar. Bilimi Türkçede kuramıyorsak, ona sahip değiliz demektir. Her dilin sözcükleri farklı bir dünya algılaması yansıtır. Bu algılama tarzı dil sisteminin bir parçasıdır.
 

YoRuMSuZ

Biz işimize bakalım...
Seçme ve Sıralama Eksenleri

Dil sistemi, karşıtlık ilkesine dayanır. Ünlüler ünsüzlerle, eş anlamlılar zıt anlamlılarla bir karşıtlıklar düzeni kurar. Bu karşıtlıklardan birisi, seçme ve sıralama eksenidir:

Bir dili kullanırken sözcükleri, dil bilgisinden bildiğimiz bir düzende "Özne, tümleç, nesne, yüklem" düzeninde sıralarız. Buna sıralama ekseni adını veriyoruz. Sıralama ekseninde sözcükler, cümle içindeki görevlerine göre yeni bir anlam kazanırlar. "Ahmet kediyi yakaladı." cümlesinde Ahmet eylemi yapan öznedir, kedi bu eylemden etkilenen varlıktır. "Kedi fareyi yakaladı." cümlesinde eylemi yapan kedidir. Bu, şu anlama gelmektedir: Sözcüğün cümle içindeki konumu ona yeni bir anlam kazandırır. Buna, sözcüğün dil bilgisi anlamı adını veriyoruz. Sıralama ekseninde yapılan değişiklikler, çok ciddi anlam değişmelerine yol açar. Türkçe, söz dizimi açısından kurallı bir dil olduğundan onu doğru kullanmanın temel şartlarından birisi, sıralama ekseninde hata yapmamaktır.

Sıralama ekseninde yer alan sözcükler bulundukları konuma bağlı olarak dil bilgisel (gramatikal) bir anlam kazandıkları gibi, önünde veya ardında bulunan sözcüklere göre ve birbirlerine bağlanış biçimlerine göre yeni anlamlar kazanır. Bu anlama, sözcüğün söz dizimi anlamı diyoruz. "Göz" sözcüğü bir cümle içinde kendisinden sonra gelen sözcüğe göre yeni anlamlar kazanır: "Göz alıcı, göz hekimi, göz hakkı, göz hapsi, göz kararı, göz koymak, göz önü, göz yaşı, göz yummak, gözden düşmek, göze gelmek, gözden kaçmak, gözden kaybolmak, göze girmek, gözü tok" gibi kullanımlarda "göz" sözcüğü çok farklı anlamlarda kullanılmıştır.

Sıralama ekseninden başka, dilde bir de seçme ekseni vardır. Seçme ekseni, sıralama ekseninde yer alan sözcüklerin yerini alabilecek sözcüklerin oluşturduğu listedir. Bir cümlenin öznesinin "Mehmet" olduğunu düşünelim. Bu cümlede "Mehmet" yerine "o, arkadaşım, kardeşim, bizim yaramaz" sözcüklerini kullanabiliriz. Dilimiz bize, cümlede bulunan bir sözcüğün yerini alabilecek bir sözcük listesi sunar. Bu listeye seçme ekseni adını veriyoruz. Dili doğru kullananlar bu listeden en uygun sözcüğü seçenlerdir. Bu sözcüğü seçerken cümleye en uygun olanını bulmamız önemlidir. Bu sözcüğün seçiminde kiminle, nerede, hangi şartlarda konuştuğumuzun veya yazıda kime ve hangi şartlarda yazdığımızın da göz önünde bulundurulması gerekir. Bu konu doğru anlatımın temelini oluşturur.

Dikkat edilecek olursa seçme ekseninde yer alan sözcükler iki zıt özelliği kendilerinde toplarlar: Onlar bir bakıma eş anlamlı sözcüklerdir. Özne olarak bir cümlede "Ahmet" sözcüğünü kullanabileceğim gibi "o" zamirini de kullanabilirim. Bu durumda "Ahmet" ve "o" aynı varlığı dile getirir ve eş anlamlıdır. Diğer yönden Ahmet'ten "Ahmet" veya "o" diye söz etmemiz arasında ince bir anlam farkı vardır. "Ahmet" sözcüğü ile "o" sözcüğü bir "karşıtlık" hâli içindedir. Seçme ekseninde yer alan sözcükler bir yönden aynı, bir
yönden farklıdırlar. Anlatım dediğimiz şey bu listeden en uygun olanını seçmektir. Kişisel olarak sözcüklere bağlı seçme
eksenlerimizin genişliği dile hâkimiyetimizin bir göstergesidir.

1.png


Obayramdaburadakalacak.
Ahmet29 EkimdeAnkara’daoturacak.
Bizimkitatildeevdeolacak.
Arkadaşımo günevdençıkmayacak.

Dilimizin sözcükleri, sadece söz dizimi ilişkileri içinde değil, anlam bilimi ilişkileri içinde de bir karşıtlık sistemi yaratır:

Karşıt Sözcükler Sistemi

2.png


Bu tablo bize, sözcükleri tek başına öğrenmenin pek de yararlı*olmadığını göstermektedir. Sözlüklerimiz bize sözcüklerin anlamını verirken sözcüğün sadece eş anlamlılarını sayar. Bu yararlıdır; fakat yeterli değildir. "İnmek" sözcüğünün Türkçede nasıl kullanıldığını bilmek için onu bütün karşıtlık sistemi içinde algılamak gerekmektedir.*
Dil sistemlerinin incelenmesinden şu sonuç çıkmıştır:*

Sözcüklerin anlamlarını doğru öğrenmenin dört yolu vardır: Tanımlarını öğreniniz, eş anlamlarını öğreniniz, zıt anlamlarını öğreniniz, karşıtlarını öğreniniz. Birçok soyut sözcüğün anlaşılması ancak zıt ve karşıt anlamlarının bilinmesiyle mümkündür.*Türkçenin söz dizimi yapısına bir örnek:*

Yardımcı Fiiller Seçme Ekseni

Buradaki yardımcı fiil listeleri birer "seçme ekseni"*oluşturmaktadır. Bu listeleri biliyor ve amacınıza en uygun olanı*seçebiliyorsanız, dili doğru kullandığınızdan emin olabilirsiniz:

3.png
 

YoRuMSuZ

Biz işimize bakalım...
Sözcük Bilgisine Sahip Olmak

Bizler günlük yaşamımızda sözcükleri, nesneleri adlandırmak için onların üzerine yapıştırılmış birer etiket gibi düşünürüz: "Şu nesne kapıdır, şu nesne kitaptır." deriz, geçeriz. Sözcükler bize hep aynı işi, adlandırma işini yapıyormuş gibi görünürler. Aslında olgu hiç de basit değildir. Önce bilimin kullandığı sözcüklerden, kavramlardan söz edelim: Örneğin "İnsan" sözcüğünü hem insanın niteliklerini ifade etmek için kullanabiliriz hem insan kümesini, insan sınıfını anlatmak için kullanabiliriz. Ayrıca tek ve somut bir insanı adlandırmak için kullanırız. Bu kullanışların hiçbiri sözcüğün mecaz anlamı değildir, üç hâlde de sözcük gerçek anlamında kullanılmıştır. Birinci durumda insan sözcüğü "içlem" (tazammun) hâlinde insanı ifade eder. Bir kavram içine aldığı bireylerin ortak özelliklerini gösterirse o nitelikler kavramın içlemini oluşturur. Akıllılık, hareketlilik, duyarlılık gibi nitelikler insan kavramının içlemini oluşturur. Bu durumda insan sözcüğünün tanımı şöyle olacaktır: "İnsan: Akıllı, hareketli, duyarlıklı canlı varlık." İkinci durumda insan sözcüğü kaplam hâlinde insanı ifade eder. Bir kavramın kaplamı, içine aldığı fertler kümesidir, bir sözcük tarafından belirlenmiş bir nesne sınıfıdır. Bu ikinci durumda insan sözcüğünün tanımı şöyle olacaktır: "İnsan: Ahmet, Mehmet, Ayşe, Descartes, Aristoteles." Örnek olarak ele aldığımız sözcük ağaç olsaydı bu durumda tanımı şöyle olacaktı: "Çam, gürgen, meşe, ardıç ağaç adını alır." Üçüncü durumda insan kavramı nesne sınıfının bir tek üyesini belirtmek üzere kullanılabilir: "İleride bir insan görüyorum." cümlesinde bu kavram tek ve belirli bir kişiyi ifade eder ve ilk iki anlamından tamamen farklı bir anlamda kullanılmıştır.

Bu örnek bize şunu göstermektedir: Tek bir sözcük olarak gördüğümüz kavramlar gerçek anlamlarında olmak şartıyla en azından üç ayrı şekilde kullanılabilmektedir. Sözcüklerin doğru kullanılabilmesi için bu üç ayrı anlamını bilinçli olarak birbirinden ayırmamız gerekir.

Bilindiği gibi sözcüklerin bir sözlük anlamları, bir de kullanım anlamları vardır. Sözcüklerin sözlük anlamları onların genel anlamlarıdır, sözlüklerde sözcükler çoğu zaman içlemleriyle tanımlanır. Bir sözlüğe bakıldığında aynı sözcüğün birçok gerçek ve mecaz anlamının olduğu görülür. Buna karşılık bir cümle içinde çok anlamlı bir sözcüğün sadece tek bir anlamı vardır. Ancak edebî eserlerde sözcükler çok anlamlı olarak kullanılabilir. Bilim eserlerinde ve iş başında sözcükler asıl anlamlarında kullanılmalıdır.
 

YoRuMSuZ

Biz işimize bakalım...
Cümle Bilgisine Sahip Olmak

Anlatımın temel birimi cümledir. Ses, hece, sözcük gibi birimler, bir başlarına bildirişim ya da anlatım aracı olamazlar. Bunların anlatımdaki işlevlerini yerine getirmeleri cümleyi yapılandırmalarına bağlıdır.

Cümle, anlatımın temel birimi olması yönünden bildirişim aracı olarak dilin en üst basamağında yer alır. Çünkü, dilin yargı bildiren anlamlı tek birimidir cümle. Böyle olunca sözlü ve yazılı anlatımda başarılı olma, büyük ölçüde cümlelerimizin sağlamlığına, doğruluğuna, güzel ve etkili oluşuna bağlıdır.

Cümlenin Oluşumu ve Ögeleri

Bir düşünceyi, bir dilek ya da duyguyu sözle ve yazıyla anlatabilmemiz için en az iki öge gereklidir. Bunlardan biri, kendisinden söz ettiğimiz, anlatmak istediğimiz şey, öteki de kendisinden söz ettiğimiz şeyin ne olduğu ya da ne yaptığıdır. Sözünü ettiğimiz kişi, varlık ya da kavrama özne diyoruz. Öznenin ne olduğunu ya da ne yaptığını belirtip açıklayan ögeye de yüklem adını veriyoruz. İşte bir cümlenin oluşması için en az bu iki ögeye gereksinim vardır. Bunlar olmadan cümle kurulamaz, daha doğrusu yargı oluşamaz. İster istemez duygu, dilek ve düşüncelerimizi de dile getiremeyiz.

Şu tümcelere bakalım:

"Yolcular bindi. Tren kalktı. Annen geldi. Sen gelmedin."

Bu cümlelerin hepsi de birer yargı birimidir. Hepsinde de yargının oluşması, cümlenin kurulması için zorunlu öge olan özne ve yüklem vardır. Bu zorunlu ögelere cümlenin temel ögeleri denir.

Yüklem: Cümlenin temeli yüklemdir. Yüklemsiz cümle kurulamaz. Cümleye giren sözcükleri, sözcük öbeklerini genellikle yüklemin durumu belirler. Şöyle ki dilimizde sözcükler anlatımı oluşturmak için tek tek kullanım alanına çıktığı gibi, kavramları açıklamak ya da belirtmek amacıyla belirli kurallara göre öbekleşerek de çıkarlar. Sözgelimi "yolcular" dediğimiz gibi, "İstanbul'a gidecek yolcular" da diyebiliyoruz. Böylece sözcükten büyük belirtme öbekleri oluşturuyoruz. Bir bakıma cümle de böyle bir öbekleşmenin ürünüdür.

Sözcüklerin birbirine bağlanış ya da öbekleniş biçimi belli bir kurala göre gerçekleşir. Şöyle ki Türkçe anlatımda yardımcı ögeler önce, temel ögeler sonra gelir. Cümlenin temel ögesi de yüklem olduğu için genellikle yüklem sonda bulunur. Cümleye giren ya da
girecek olan bütün sözcükleri, sözcük öbeklerini yüklem yönlendirir.

Yüklemler tek sözcükten oluşabileceği gibi, sözcük öbeği durumunda da olabilir. Şu örnekte olduğu gibi:

"Yatağa girerken, bir dergide okuduğum rakam sayma usulünü denemeye karar vermiş bulunuyordum."

Özne: Belirttiğimiz gibi yüklemin bildirdiği işi, oluş ve kılışı yapan ya da kendisiyle ilgili bir durumu üzerine alıp gösteren ögeye özne diyoruz. Özneler kimi durumlarda ayrı bir sözcükle belirtilmezler. Cümlenin yüklemi çekimli bir eylem, şahıs (kişi) takıları almış ekeylemse bu takılardan özne anlaşılabilir.

Özneler ad soylu sözcüklerden oluşurlar. Tek sözcük olabilecekleri gibi, sözcük öbekleri biçiminde de bulunabilirler:

"En candan dostum öldü." "Amerikalı, ünlü romancı, bir basın toplantısı yaptı."

Tümleçler: Cümlenin oluşması için mutlaka gerekli olan ögelere temel ögeler demiştik. Ne ki düşündüklerimizi, isteklerimizi, duygu ve tasarılarımızı her zaman bu iki ögeyle (yüklem - özne) anlatamayız. Cümlelerimize başka ögeler de katarız, böylece anlatımı genişletiriz. Ne ki cümleye kattığımız bu ögeler, cümlenin oluşması için zorunlu olmayan ögelerdir, salt anlatımı boyutlandırmak için gerekir. Böyle ögelere yardımcı ögeler, bir başka terimle tümleçler diyoruz.

Anlatımı, cümle düzeyinde boyutlandırıp genişletmek için üç türlü tümlece zaman zaman cümlelerimizde yer veririz. Bunlardan biri düz tümleç (nesne)'dir. Düz tümleç, öznenin yaptığı işten etkilenen ya da etkilenen varlıkIa ilgili niteliği karşılayan ögedir: "Önce kurumuş dalları kestik." Bu cümlede "kurumuş dalları" düz tümleçtir. Öznenin yaptığı, yüklemin belirttiği işten etkileniyor. Yüklemin anlamını bu yönelen tümlüyor.

Düz tümleçler de (nesneler) sonlarına durum takısı alıp almadığına göre belirtili ve belirtisiz olmak üzere ikiye ayrılır: "İIkin ağacı budadım." cümlesinde ağacı belirtili düz tümleçtir. Çünkü, bilinen, belirli bir ağaçtan söz ediliyor. Oysa aynı cümle şöyle olsaydı: "İlkin ağaç budadım." Bu kez ağaç sözcüğü belirtisiz düz tümleç olacaktı. Çünkü sözü edilen ağaç belirsiz bir varlığa göndermektedir bizi.

İster belirtili ister belirtisiz olsun düz tümleçlerin cümlede bulunması yüklem olan eylemin özelliğine bağlıdır. Yüklem geçişli bir eylemse cümleye düz tümleç girer, geçişsizse girmez.

Yüklemin anlamını yönelme, bulunma, ayrılma ve çıkma yönünden tümleyen, -e, -de, -den durum ekleriyle yükleme bağlanan sözcük ve sözcük öbeklerine de dolaylı tümleç diyoruz. Şu cümlede olduğu gibi:

"Hastayı, eski bir jip içinde, köydeki evinden sağlık ocağına götürüyorduk."

Bu örnekte olduğu gibi, her yüklem -e'li, -de'li, -den'li tümleçleri tümüyle istemeyebilir. Bunların tümceye girmesi, yüklemi oluşturan eylemin durumuna bağlıdır. Kimi eylemler -e'li ve -den'li dolaylı tümleç istemezken, kimileri -e'li, kimileri de hem -e'li hem de -den'li tümleç isterler.

Tümleçlerin bir bölümü de yüklemin anlamını zaman, nitelik, nicelik ya da durum yönünden tamamlar. Bu türden tümleçlere belirteç (zarf) tümleçleri diyoruz: "Akşam inerken, türkü söyleye söyleye köye vardık."

Ögeler Arasındaki İlişkiler

Cümleyi oluşturan ögeleri ve bunların işlevini tanıma, doğru, sağlıklı cümle kurabilmemiz için gereklidir. Çünkü cümlelerimizdeki yanlışlıkların bir bölümü ögelerIe ilgilidir. Daha doğrusu bu ögeleri yerli yerinde kullanmama ya da bunlar arasında uyum sağlamama, ögeleri birbirine yanlış bağlama cümlelerimizin yanlış kurulmasına yol açar. Bu tür yanlışlıklardan kurtulmak için cümlelerimizi oluşturan ögelerin arasındaki uyuma, birbirlerine bağlanışına özen göstermeliyiz.

Özne - Yüklem Uygunluğu: Bir cümlede özne ile yüklemin kişi, tekillik ve çoğulluk yönlerinden tutarlı oluşuna uygunluk diyoruz. Sözgelimi, "Ben bütün gün kitap okudum." cümlesinde özne birinci tekil kişi (ben)'dir; buna bağlı olarak yüklem de (okudum) birinci tekil kişidir. Bu uyum, genel ve değişmez kuraldır. Ancak bunun dışında kimi durumlar vardır ki özne ile yüklem arasındaki tekillik, çoğulluk, kişi uygunluğu değişir. Bu değişiklikler nerelerde, ne zaman ortaya çıkar? Bunları tanımazsak ister istemez yanlışlıklara düşeriz.

Başlıcalarını tanıyalım:

1. Bir cümlede özne bir topluluk adına konuşuyorsa yüklem birinci çoğul kişili olabilir: "Derslerimizde görsel araçlardan yararlanmaIıyız." (Bu cümlede konuşan kişi öğretmenler adına
konuşuyor.)

2. Özne bir kişi de olsa, övünme, böbürlenme, karşısındakini küçümseme amacıyla birinci çoğul kişi biçiminde düşünülmüşse yüklem de birinci çoğul kişili olur. Şu örnekte ki gibi: "Bizim böylesi sözlere karnımız tok, başka kapıya!" (Böbürlenme, karşısındakini küçümseme amacıyla oluşturulmuş cümle.)

3. Özne tek kişi de olsa alçakgönüllülük gösterme amacıyla "ben" yerine "biz" ya da "bizler" kullanıldı mı yüklem de birinci çoğul kişiye dönüşür: "Biz bu konuşmamızda ayrıntılara inmeden dilimizin söz dağarcığındaki değişmeleri ele alacağız." (Konuşmacı ben
demekten kaçınıyor.)

4. Konuşmada ve yazmada söze saygı, incelik anlamı katmak için sen yerine siz zamirini•kullanırız ya da böyle düşünürüz. Bu durumda yüklem de ikinci çoğul kişiye dönüşür: "Bu gece de bizde kalınız." (Cümlede sen, siz biçiminde düşünülmüş.)

5. Üçüncü tekil kişilerde aşırı saygı gösterilmek amacıyla bir kişi de olsa, yüklem çoğul üçüncü kişiye dönüşebilir: "Büyük hala geldiler.

Kapıyı açıyorlar." (Cümlede sözü edilen tek kişidir. Ama aşırı saygı gösterme amacıyla yüklem çoğullaştırılmıştır.)

6. Özne bir organın ya da organdan çıkan bir nesnenin adıysa bu ad çoğul durumunda olsa bile yüklem tekil olur. Şu örneklerde olduğu gibi:

"Yukarı kattan sesler, çağrışmalar geliyordu."
"Gözlerinden boşalan yaşlar, yanaklarından yuvarlanıyordu."

7. Özne çoğul eylem adlarından oluşuyorsa. yüklem tekil olur. Şu örnekte olduğu gibi:
"Sokakta gülüşmeler, bağrışmalar birbirine karışıyordu."

8. Hayvan ve bitkiler özne görevinde ve çoğul durumda cümleye giriyorsa, yüklem tekil olur:
"İki yabancının, yaklaştığını görünce köpekler havlamaya başladı.", "Tepede ağaçlar biraz daha seyrek duruyor."

9. Özne cansız varlıklardan oluşuyorsa, çoğul durumunda" bulunuyorsa yüklem tekil olur:
"Yamaçtan aşağı seller akıyordu. Ancak cansız varlıklardan oluşan çoğul özneye kişilik kazandırmaya yönelik bir kullanım verilirse, yüklem de çoğullaşır: "Ağaçlar, caddeler sisin örtüsüne sarınarak gözden kayboldular."

10. Çoğullaştırılmış zaman adları özne göreviyle kullanılırsa yüklem tekilleşir: "Günler, haftalar, aylar böyle geçti.", "Dakikalar, saatler birbirini izledi." Ancak özneye kişilik kazandırmaya yönelik kullanımlarda yüklem çoğullaşır: "Günler ne çabuk geçiyorlar."
11. Tekil durumda bulunan ve özne göreviyle kullanılan topluluk adlarının yüklemleri de tekil olur: "Sürü dağıldı.", "Kalabalık uzun süre bekledi."

12. Cümlede birden çok özne varsa, öznelerden biri tekil ya da çoğul birinci kişi zamiri (ben, biz) ise, yüklem birinci çoğul kişi 0lur:
"Uşak önde, ben arkada çıktık."

13. Cümlede birden çok özne bulunursa, öznelerden biri tekil ya da çoğul ikinci kişi zamiriyse (sen, siz), yüklem çoğul ikinci kişi olur:
"Ahmet, kardeşin Salih ve sen yarın bağa gideceksiniz."

14. Cümlede birden çok özne bulunuyorsa, öznelerden biri tekil ya da çoğul üçüncü kişi zamiriyse (o, onlar) yüklem çoğul üçüncü kişi olur: "Babası, dayısı, o ve küçük hala bize geldiler."

15. Cümlede birden çok özne bulunuyorsa, öznelerden her ikisi ya da üçü tekil ya da çoğul birinci, ikinci, üçüncü kişi zamiriyse (ben, biz, sen, siz, o, onlar), yüklem çoğul birinci kişi olur: "Siz de, o da ben de rahat ederiz."

Özne-yüklem ilişkisi ya da uyumu doğru, sağlıklı cümle kurmanın temel koşullarından biridir. Aynı durum, tümleçler için de söz konusudur.

Tümleç-Yüklem Uygunluğu: Önce de belirttiğimiz gibi tümleçlerin türü ve niteliği, cümleye girişleri ya da girmeyişleri yüklemin niteliğine bağlıdır, Öyle ki sıra ya da bileşik yapılı cümlelerde başka başka tümleçler alması gereken birden çok yüklem birbirine bağ!anıyor. Bunlardan yalnız birinin tümleci yazılıyor. Bu tümleç öteki yüklemlerle de uyum sağlıyor mu, aralarında bir uygunluk var mı? diye düşünülmüyor. Bu da cümlelerde tümleç eksikliği diyeceğimiz bir anlatım pürüzüne yol açıyor. Sözgelimi şu
tümceye bakalım:

"Buna ancak okurlar karar verir, uygular."

"Buna" tümleci "karar verir" yüklemi için doğrudur, ama "uygular" yükIemi için doğru değil. Yani, "buna uygular" denilemez. Bundan dolayı her iki yüklemin de "buna" tümlecine bağlanmış olması yanlıştır. Çünkü "karar verir" eylemi geçişsiz, "uygular" ise geçişlidir. Bu yüzden cümlede tümleç-yüklem uygunluğu sağlanamamıştır.

Cümle Türleri

Anlatımımızın tek düzelikten kurtulmasında değişik cümle türlerini kullanmanın önemli bir payı vardır. Bu değişikliği yüklem yapı, anlam ve söz dizimi yönlerinden yaparız, daha doğrusu cümleleri bu açılardan türlendiririz.

Ad Cümlesi: Yüklemi ad, ad soylu sözcük ya da sözcük öbeği olan bağımsız bir yargı bildiren sözcük dizisine ad cümlesi diyoruz:
"Anlatımın gücü, sözcüklerde gizlidir."

Ad cümlelerinin yargı bildirişi ekeylemle gerçekleşir. Yüklemi oluşturan ad ve soylu sözcükler ekeylemle çekimlenerek yüklem niteliğini kazanırlar: "Çok çok hastaydı." Kimileyin de ek eylemin -dir biçimi gelir: "Tiyatro, söz ve eylem sanatıdır." Örneklerden de anlaşıldığı gibi ad cümleleri, öznenin ne olduğunu ya da bir durumu bildirirler.

Eylem (Fiil) Cümlesi: Yüklemi çekimli bir eylemden oluşan, bağımsız bir yargı bildiren sözcük dizisine eylem cümlesi denir. Eylem cümlelerinde öznenin ne yaptığı açıklanır: "Romanlarında daha çok Çukurova yöresini anlatıyor."

Basit Cümle: Cümleyi bir yargı birimi olarak tanımlamıştık. Yalnızca tek bir yargı bildiren cümle türüne yalın cümle ya da eski terimiyle basit cümle diyoruz: "Tevfik Efendi, banka önünde vezne arabasından indi.", "Öğrenciyim.", "Dün bizde toplandık:"

Basit cümle tek sözcükten oluşabileceği gibi birden çok sözcükten de oluşur. Cümlenin basitliğini belirleyen sözcük sayısı değil, bildirdiği yargıdır.

Birleşik Cümle: Düşünce ve duygular, bağımsız birer yargı biçiminde oluşacağı gibi, birbirine bağımlı, neden-sonuç yönünden ilişkili yargılar biçiminde de ortaya çıkarlar. Yargıların bu bağlanışı, neden-sonuç yönünden birbirine zincirlenişi bileşik yapılı cümlelerin doğmasına yol açar. İçinde birden çok yargı barındıran cümleye bileşik cümle denir: "Klasikleri okurken her okuyucu, bilerek ya da kendiliğinden okuduklarını kolayca kendi dünyasına aktarır."

Örnek cümleden anlaşılacağı gibi, bileşik cümlede çekimli bir eylemle yüklemlenen bir temel cümlecik vardır: "Okuyucu... aktarır." Bunun gibi bir ya da birden çok yan cümlecik bulunur: "Klasikleri okurken / bilerek / ..." gibi. Yan cümlecikler tamamlanmamış yargılardır, bunlar değişik ilişkiler içinde temel cümleciği tümler, onun ögelerinden biri olurlar.

Sıralı Cümle: Tek yargılı basit ya da bileşik yapılı bağımsız cümlelerin anlam ya da öge ilişkisiyle art arda gelmesi, (,) ya da (;) ile birbirine bağlanmasından oluşan cümleler zincirine sıra cümle diyoruz: "Islak bir sabah, yağmur yok, rüzgar yok, havada bir kıpırdanma yok." "Anne güldü, adımı söyledi, beni tanımış." "Uzattığım parayı geri itiyor, gazeteleri zorla elime vererek beni dükkandan çıkarıyor."

Bağlı Cümle: En az iki bağımsız cümleden oluşan ve aralarındaki anlam ilgisine göre bir bağlaçla birbirine bağlanan cümlelere bağlı cümle adını veriyoruz: "Geldi ve gitti.", "Çok çalıştı, ama başaramadı." gibi.

Olumlu Cümle: Eylemin ya da yargının olduğunu, gerçekleştiğini bildiren cümlelere olumlu cümle denir. Bu tür cümlelerde yüklem ya olumlu çekimli bir eylemdir ya da ekeylem almış ad, ad soylu bir sözcük ve sözcük öbeğidir: "Roman okumayı çok seviyordu.", "Kenan, derinliği olmayan bir roman kişisidir."

Olumsuz Cümle: Eylemin ya da yargının gerçekleşmediğini, olmadığını bildiren cümleIere olumsuz cümle adını veriyoruz: "İlk romanı beklediği kadar çok satmadı.", "Büyük halası sandığı kadar varsıl değildi."

Örneklerden anlaşılacağı gibi, eylem cümlelerinde olumsuzluk -me olumsuzluk ekiyle, ad cümlelerinde ise değil edatıyla yapılıyor.

Soru Cümlesi: Öğrenme, bir soru ya da kuşkuyu giderme amacıyla kurulan ya da yargıyı soru yoluyla belirten cümlelere soru cümlesi diyoruz. Bu tür cümlelerin anlatımına değişik anlam özellikleri katacak kullanım biçimleri vardır. Bunların bir bölümü mi soru takısıyla oluşturulur: "Batılılaşmanın gerekçesi bu mu?", "Anlattıkları
doğru değil mi?"

Soru cümlelerinin bir dilimi de soru sıfatlarıyla, soru zamirleriyle ve soru belirteçleriyle (zarflarla) kurulur: "Ziyafete kaç kişi gittiniz?", "Bu zavallı kime derdini anlatacak?", "Ne kadar cansız konuşuyor?"

Soru cümleleri her zaman bir şeyi öğrenme, bir merakı giderme amacıyla kurulmaz. Soru yoluyla cümleye değişik anlam ve anlatım özellikleri kazandırır. Anlatıma renk ve canlılık katılır. Söz gelimi kimi soru cümleleri bir duyguyu, bir düşünceyi karşımızdakine onaylatmayı amaçlar. Bu tür soru cümlelerinin yanıtı evet, hayır, var, yok türünden
tek sözcüklüdür: "Eleştirinin ılımlısı mı olurmuş?"

Soru cümlelerinin kimileri de yalanlama ya da benimsememe anlamı taşır: "Ben böyle bir kabalık yapar mıyım?" Bunun gibi olasılık ve kuşku, beğenme, övme ve yüceltme, şaşma, beklenmezlik, bilmezlikten gelme, bilinmezlik, yakınma, acınma, özlem... gibi anlamlar katar cümleye.

Ünlem Cümlesi: Korkma, acıma, üzüntü, hayıflanma, yakınma... gibi durum ve duyguları anlatan cümlelere ünlem cümlesi adını veriyoruz: "Gördün mü yaptığın işi!", "Ah, nasıl geri dönmek, yine yaşamak isterdi o günleri!"

Şart (Koşul) Cümlesi: Bir eylemin yapılıp yapılamayacağını bir başka eylemin oluşumuna bağlayan cümleye koşul cümlesi denir: "Bir arabam olsaydı, basıp gaza kentin dışına giderdim."

Kurallı ya da Düz Cümle: Önce de belirttiğimiz gibi, dilimizin temel kurallarından biri yardımcı ögelerin önce, temel ögelerin sonra gelmesidir. Dilin işleyişini yönlendiren bu temel kuraldır. Bütün sözcük öbekleri, tümcede sözcüklerin dizilişi bu kurala göre olur. Yüklem de cümlenin temel ögesi olduğu için genellikle sonda bulunur. Yüklemi sonda bulunan cümleye, kurallı ya da düz cümle adını veriyoruz.

Yüklem, cümlenin zembereği durumundadır. Cümlede önemsenip vurgulanmak istenen sözcük ya da sözcük öbeği yükleme yaklaştırır. Bu da cümledeki sözcüklerin kesin, demirbaş bir yeri olmadığını gösterir. Söz gelimi, "Köyün erkekleri kışa doğru büyük kentlere gider." cümlesinde vurgulanmak istenen "büyük kentlere" sözcükleridir. Bu cümleyi, "Kışa doğru büyük kentlere köyün erkekleri gider." biçiminde oluşturursak, "köyün erkekleri" ögesini önemseyip belirtmiş oluruz.

Devrik Cümle: Yüklemi sonda bulunmayan cümlelere devrik cümle denir: "Fikir adamıyım, bilim adamıyım ben.", "Bir şiir
antolojisini karıştırdım dün gece."

Türkçenin temel kuralına, yardımcı ögelerin başta, temel ögenin sonda bulunması kuralına aykırı bir görünümü var diye, devrik cümleyi bozuk ya da yanlış saymamalıyız. Devrik cümlenin de kendine özgü belli bir düzeni, belli bir öyküsü vardır. Genellikle günlük konuşmalarda, şiirlerde, roman, öykü, oyun gibi yazınsal yaratılarda kullanılır. Anlatımı bir örneklikten kurtarır. Anlatıma konuşmanın tadını katar. Şaşma, acıma, öfke gibi ruhsal duyguları açığa vurmaya, söze duygusallık değeri katmaya yarar.

Devrik cümleyi üst üste yığmadan kaçınmak gerekir. Bir anlatım nasıl salt düz cümlelerden oluşunca tekdüzeleşirse, aynı durum. devrik cümleler için de düşünülebilir.

Cümle Vurgusu

Sözcük vurgusunda belirttiğimiz gibi, cümle içinde yada sözcük öbeğinde bir sözcüğün ötekilere oranla daha baskılı bir biçimde söyleme ve seslendirme işine vurgu diyoruz. Cümle içinde bir sözcüğü ya da öbeği ötekilere göre farklı söyleme, onu önemsemenin sonucudur. Önemsediğimiz ögeyi, vurgulamanın ya da belirtmenin bir yolu, onu yükleme yaklaştırmaktır. Bunun dışında ögeleri yerli yerine tam oturmuş, düz bir cümlede vurguyu genellikle yüklemin kendisi, kimileyin de zaman bildiren zarf tümleci üzerine çeker.

Kestirmeden söylemek gerekirse vurgu, söze duygu değeri katar. Konuşmalarda olduğu gibi, vurgusuz okumalarda anlamlar yeterince belirginlik kazanmaz. Ayrıca dinleyicilerin dikkati uyanık tutulmaz.

İyi ve Doğru Bir Cümlenin Nitelikleri

İyi ve doğru bir cümlenin ilk belirleyici niteliği dilbilgisi kurallarına uygunluktur. Bu uygunluk, cümlenin ögeler arasında tam bir uyumun bulunmasıyla, sözcüklerin yerli yerinde kullanılmasıyla sağlanır. Bunun için nelere özen göstermemiz gerektiğini yukarıda belirtmiştik. Bunların dışında iyi ve doğru bir cümleye ulaşabilmek için şu nitelikleri tanımalı, onları bozan etkenleri gidermeliyiz:

Dilbilgisi Kurallarına Uygunluk ve Bu Uygunluğu Önleyen Etkenler: Düşünce, duygu ve isteklerimizi yargıya dönüştürüp cümleleştirme gelişigüzel olmaz. Belirli bir düzen içinde gerçekleşir. Bu düzeni biçimlendiren dil kurallarıdır. Dil kurallarını öğrenmek yetmez. Bu kurallara, uygulamalara işlerlik, canlılık kazandırmalıyız.
Bunun için de şunlara dikkat etmeliyiz:

1. Çok uzun cümleler kurmaktan kaçınmalıyız. Uzunluk hem anlaşılırlığı engeller hem de dilbilgisi kuralları yönünden birtakım
yanlışlıklar yapmamıza yol açar. Şu cümleye bakalım:

"Devrimlerle asırlardır özlemini çektiğimiz bir hukuk devletinin kurulacağına, bütün sosyal ve ekonomik kurumların da demokratik esaslara göre düzenleneceğine, bu topraklar üzerinde yaşayan insan olan hepimizin her şeyden önce hak ve onurumuzun demokratik yasalarla korunacağına inanıyor ve bekliyoruz."

Cümle oldukça uzun sayılır. İlk okuyuşta yazarının ne demek istediğini anlayamıyoruz. İkinci, üçüncü bir kez okumamız gerekir cümleyi. Ayrıca, dilbilgisi kurallarına da uygun değil bu cümle. Şöyle ki "... kurulacağına, düzenleneceğine, korunacağına inanıyoruz" diyebiliriz; ama "kurulacağına, düzenleneceğine, korunacağına bekliyoruz" diyemeyiz. Çünkü "bekliyoruz" geçişli bir eylemdir, -i'li nesne ister. Oysa burada -e'li tümlece bağlanıyor. Bu da dilbilgisi bakımından yanlıştır. Bu yanlışlıklara düşmemek için cümlelerimizin kısa olmasına özen göstermeliyiz.

2. Türkçemizde sayı ve belgisiz sıfatlardan sonra gelen adlar çoğul eki almaz. Cümlelerimizde yaptığımız temel dilbilgisi yanlışlıklarından biri de budur. Yani, bu tür sıfatlardan sonra gelen adları çoğul biçimleriyle kullanırız. Şu örnekte olduğu gibi:
"Kambiyo kaydının mevcut olmadığı dünyada müstesna birkaç memleketlerden biri de Lübnan'dır."

3. Cümlenin kurulması için mutlaka gerekli olan ögelerine, temel ögeler deriz. Bu ögelerin yüklem ve özne adını aldığını biliyoruz. Cümlemizin tamlığı, bu ögelerin bulunmasına bağlıdır. Ancak, anlatıma çeşni katmak, deyişte bir değişiklik sağlamak amacıyla bu ögelerden biri bulunmayabilir. Böyle cümlelere eksiltili cümleler denir. Ne var ki eksiltili cümlelerde düşüncenin anlaşılırlığı kaybolmamalıdır.

Şu örneğe bakalım:

- İstanbul'a gidecek misiniz?

- Hayır. (Bu cümlede hem özne hem de yüklem düşmüştür. Ama, sözün gelişinden cümlenin anlamı tam olarak anlaşılmaktadır.
Bu cümlenin aslı: "İstanbul'a gitmeyeceğim"dir.)

Bu tür örneklerin dışında, cümlemizden özne ve yüklem düşerse cümle bozulur, söylemek istediğimizi tam olarak anlatamayız. Aşağıdaki cümlede bu tür bir yanlışlık vardır:

"Memlekette bulanıklık yok bugün. Tersine, alacakaranlıktan sıyrılmış durumda."

İkinci cümlede özne belirtilmemiş. Oysa, bu cümle birincinin devamı olduğuna göre, birinci cümlenin öznesi olan "bulanıklık"ı alması gerekirdi. Ama almıyor. "Alacakaranlıktan sıyrılmış olan memleket" sözüyle, "Memleket alacakaranlıktan sıyrılmış durumda" denmek isteniyor. Bunun tam belirtilmesi için özne olan "memleket" sözcüğünün cümlede bulunması gerekirdi.

4. Birleşik bağlı cümleleri kurarken özellikle ögeler arasındaki uygunluğa dikkat etmeliyiz. En çok yaptığımız yanlışlıklardan biri de aynı özneyi almayan eylemleri birbirine bağlamadır. Şu cümleye bakalım:

"Belediye tarafından inşa ettirilmekte olan dokuz katlı mağazanın inşaatı ekim ayında bitecek ve faaliyete geçecektir."

Bu söz, "Mağazanın inşaatı bitecek ve faaliyete geçecektir." anlamına gelir. Bu yanlış anlam, iki eylemin tek eyleme bağlanmasından doğuyor. Oysa, bitecek olan "mağazanın inşaatı", faaliyete geçecek olan "mağaza"dır. Bu nedenle ikinci cümlenin başına "mağaza" öznesini eklemek, cümleyi "Belediye tarafından inşa ettirilmekte olan dokuz katlı mağazanın inşaatı ekim ayında bitecek ve mağaza faaliyete geçecektir." biçimine getirmek gerekir.

5. Bir özneye bağlı birkaç yüklem aynı nesneyi almayabilir. Cümlelerimizde genellikle nesneleri ayrı ayrı belirtmeyerek yanlışlığa
düşeriz. Şu cümledeki yanlışlık bu türdendir:

"Çalışmak, onların şereflerine halel getirmez, bilakis yükseltir." Birinci cümle için doğru olan "şerefine" tümleci ikinci cümle için yanlıştır. Çünkü "Bilakis şerefine yükseltir." denemez. Bu bakımdan cümleyi doğru biçime sokmak için, "şerefine" sözcüğünü de ikinci cümleye katmak, cümleyi: "Çalışmak, onların şereflerine halel getirmez, bilakis şereflerini yükseltir." biçimine sokmak gerekir.

Şu birkaç örnek de gösteriyor ki cümlemizin sağlamlığı dilbilgisi kurallarına uyarlığı, bu yönden doğruluğu ile sağlanır. Cümlelerimiz üzerinde çalışırken bu noktadan onları değerlendirmemiz gerekir.

Duruluk ve Duruluğu Bozan Etkenler: İyi ve sağlam bir cümlenin niteliklerinden biri de duruluktur. Duruluk, cümlede gereksiz sözcüklerin bulunmamasıdır. Daha kısa bir deyişle, düşüncemizi olabildiğince az sözcükle anlatmadır. Bu niteliği sağlamak için düşüncenin belirtilmesinde belli bir görevi olmayan sözcükleri cümleden atmalıyız. Cümlelerimizi bu gereksiz sözcüklerden ayıklama, hem söylemek istediklerimizi doğrudan anlatmaya hem de anlatımımıza yalınlık ve doğallık kazandırmaya yarar.

Gereksiz sözcüklerden kurtulmanın en kestirme yolu, düşünceleri zihnimize doğduğu gibi yazmadır. Her türlü yapmacıktan ve özentiden kaçınmadır. Bunun ölçüsü de şu olmalıdır: Cümleden bir sözcüğü attığımızda cümlenin anlamında bir daralma, anlatım gücünde bir zayıflama olursa o sözcük gerekli; olmuyorsa o sözcük gereksizdir. Cümlelerimizi bu ölçüye göre değerlendirme, iyi bir yazıda bulunması gereken özlülük, yalınlık, duruluk ve etkililik gibi olumlu nitelikleri de yazımıza kazandırır.

Cümlelerimizde duruluğu sağlamak için yukarıdaki noktalarla birlikte şunlara da dikkat etmeliyiz:

1. Her türlü süs ve özentiden kaçınmalıyız. Bu bakımdan düşünceyi belirlemekten çok, sözü uzatmaya yarayan sözcükleri
atmalıyız. Şu cümleye bakalım:

"Bu güzelim hayatın bin bir çeşit güzelliklerine veda ederek, ezelî ve ebedî bir diyara, ölüm ülkesine göçtü."

Bu cümlede anlatılmak isteneni tek sözcükle anlatabiliriz. Söz.
gelişi, "öldü" diyerek de cümlenin anlatmak istediğini belirtebiliriz. Demek ki cümlede yer alan öbür bütün sözcükler gereksizdir.

2. Bağlayıcı ögeleri, bağlaçları ve ilgeçleri kullanmada titiz davranmalı, gelişigüzel kullanmaktan kaçınmalıyız. Bağlaçlar ve ilgeçler, yerli yerinde ve gerektiği zaman kullanılmazsa anlatıma tutukluk, cümleye ağırlık verdiği gibi, doğallık niteliğini de engeller cümlenin. Şu örneğe bakalım:

"Kum ve çakıl ve taş ve bunların hazırlanmasını bildirmiştim." Cümlede "ve" bağlacı gelişigüzel kullanılmaktadır. Bunun yerine "," işareti koyarak cümleyi doğal, etkili bir duruma getirebiliriz: "Kum, çakıl, taş gerektiğini belirtmiş; bunların hazırlanmasını istemiştim."

3. Birkaç sözcüğün anlamını karşılayabilecek kimi ad ve sıfatlarla da gereksiz sözcükleri kullanmaktan kaçınır, duruluğu sağlayabiliriz. Özellikle seçkin sözcükler, küçültme ekleriyle kurulmuş ad ve sıfatlardan yararlanabiliriz. Sözgelimi, "Elmanın tadı birazcık ekşi gibi." cümlesini, "Elmanın tadı ekşimsi." biçimine dönüştürebiliriz. Aynı biçimde "ekşice", "ekşimtırak" sözcüklerinden birini kullanarak da duruluğu sağlayabiliriz.

4. Olmak, etmek, eylemek, kılmak gibi yardımcı eylemlerin yerine, canlı eylemler kullanarak da duruluğu sağlayabiliriz. Örneğin, "Hasta oldu." yerine, "Hastalandı.", "Su bulanık bir hale geldi." yerine "Su bulandı." diyebiliriz.

5. Aynı anlama gelen sözcükleri yan yana getirmekten kaçınmalıyız. Örneğin, şöyle bir cümle duru ve doğal değildir:

"Parası pulu çok, varlıklı, zengin, yoksul diyemeyeceğimiz bir kişiydi."

Bu cümleyi, "Zengin bir kişiydi" ya da tek sözcükle, "Zengindi" biçiminde kurarak duruluğu sağlayabiliriz.

Açıklık ve Açıklığı Engelleyen Etkenler: Cümle bir yargı birimidir. Yukarda da değindiğimiz gibi, bir düşünce, bir duygu ve isteğin tam anlatılmasıdır cümle. Bu yönden iyi bir cümle, karşıladığı yargıyı, yani hükmü tam olarak anlatır. Bu yargıyı açıkça anlatması gerekir. Yani, cümleden bir anlam çıkarılmalıdır. Böyle olmaz da bir cümle çeşitli anlamlara gelirse hem öyle bir anlam çıkar hem de böyle bir anlam çıkarsa, yani birden çok yoruma yol açarsa o cümle açık değildir. Açıklık, cümledeki anlamın. kolayca anlaşılma niteliğidir. Bu yönden üzerinde özellikle durmamız gerekli noktalardan biridir. Çünkü, hangi türlüsü olursa olsun, yazma, bir kimseye, bir şey hakkında bir şeyler söyleme işidir. Bunun gerçekleşmesi de söylediklerimizin açıklığına ve anlaşılırlığına bağlıdır.

Yazımızın açıklığını, anlaşılırlığını etkileyen türlü etmenler vardır: Söylediklerimizin soyut ya da somutluğu, düşüncenin tam geliştirilip geliştirilmediği, düşüncelerin iyi düzenlenip düzenlenmediği, yani düşünsel düzenin sağlanıp sağlanmadığı önemlidir. Ama, açıklığı doğrudan doğruya etkileyen etmenlerden biri ve en önemlisi, cümlelerimizin açık ve anlaşılır olmayışıdır. Cümlelerimizin açıklığını engelleyen noktalar nelerdir? Nelere dikkat etmeliyiz ki cümlelerimiz açık ve anlaşılır olsun?

Bunları şöylece sıralayabiliriz:

1. Cümledeki sözcüklerin ve ögelerin yerinde kullanılmayışı, söylenmek istenene tam karşıt bir anlamın ortaya çıkmasına ya da anlaşılmamasına yol açar. Şu örneğe bakalım:

"Kötü bir anlayışın ve düşüncenin verimi olan dil devrimini kökünden yıkma çabaları hızlandı."

Bu cümleyi yazanın ereği, dil devrimini yıkma çabalarının kötü bir anlayış ve düşüncenin ürünü oluşunu göstermektir. Oysa, bu hâliyle cümleden bu anlam çıkmaktadır. Cümleyi okuyan, ikizli bir durumla karşılaşmaktadır: Dil devrimi mi kötü bir anlayış ve düşüncenin verimi, yoksa dil devrimini kökünden yıkma çabaları mı? İkisi de anlaşılıyor cümleden. Bir cümle önce de söylediğimiz gibi, birden çok anlaşılmaya yol açarsa o cümlede açıklık yok demektir.

2. Noktalama işaretlerinin yerli yerinde kullanılmayışı da cümlelerin açıklığını engeller. Bu örnekteki yanlışlık bu türdendir:

"Dana ahırına doğru koştu."

Bu cümleden anlayacağınız, filan kimsenin dana ahırına doğru koşmuş olmasıdır. Oysa söylenmek istenen bu değildir. Virgül işaretinin kullanılmayışı böyle bir yanlışlığa ve belirsizliğe yol açmıştır. Söylenilmek istenen: "Dana, ahırına doğru koştu." cümlesidir.

3. Yanlış yapılan karşılaştırmalar da cümlenin açıklığını ve anlaşılırlığını etkiler, ikili anlaşılmaya yol açar. Örneğin:

"Ben, şiiri Ali'den daha fazla severim."

Bu biçimiyle cümle açık değildir. Ondan çıkaracağımız anlam şudur: "Şiiri de seviyorum, Ali'yi de. Ama, şiiri Ali'yi sevdiğimden daha fazla seviyorum. Halbuki asıl belirtilmek ve söylenilmek istenilen bu çıkardığımız anlama tam karşıttır: "Ben de, Ali de şiiri severiz. Ama ben şiiri, Ali'nin sevdiğinden daha fazla severim."

Böyle bir yanlış anlaşılmanın önüne geçmek için cümleyi şu biçimde kurabilirdik: "Ben, şiiri Ali'nin sevdiğinden daha fazla
severim."

4. Zamirlerin belirli olmayışı da yanlış anlaşılmalara yol açabilir. Şu cümleye bakalım:

"Nuri, matematik öğretmenini babasına şikayet etti ve onun dersiyle ilgilenmesini istedi."

Dersiyle ilgilenmesini istediği babası mıdır, yoksa matematik öğretmeni mi? Belli değil. Cümleden ikisi de anlaşılabilir; çünkü "onun" sözü hem matematik öğretmeninin yerini tutmakta hem de babanın. Cümleyi bu ikili anlaşılmadan kurtarmak için, bir zamiri, iki adı karşılayacak yolda kullanmamak gerekir.

Buraya değin söylediklerimiz, genellikle yazılarımızda cümle örgüsü yönünden sık sık yaptığımız yanlışlıkları somutlaştırmaktadır.

Gerçekte, cümle bir yargı birimidir. Bu yüzden de bu yargıyı değişik biçimde anlatma olanağı vardır. Bu, sözcükleri seçme işidir. Diyelim ki şöyle bir cümle kurduk: "Hava güzel değildir." Bunu gene, "Hava kapalıdır.", "Hava sıkıntılıdır." biçimlerinde de söyleyebiliriz. Önemli olan, cümlelerimizin söylemek istediğimizi tam karşılayıp karşılamadığını bir tartıdan geçirmektir.
 

YoRuMSuZ

Biz işimize bakalım...
Doğru ve Güzel Bir Türkçeye Ulaşmanın Yolları

Türkçenin kuralları hiçbir dilde görülmeyecek kadar yalın ve basittir. Dil öğrenimi, ana dilimiz bile olsa dünyanın en zor bilgi alanlarından birisidir. Çünkü öğrenilecek unsurlar sonsuzdur. Türkçe diğer dillere göre büyük bir kurallılık sergilediğinden göreceli olarak bize büyük kolaylıklar sağlamaktadır. Ancak Türkçenin bize sağladığı bu kolaylık, dilimizin aleyhine bir durum yaratmaktadır. Dilimizi doğru kullanmak için bir çaba göstermemiz gerekmediği duygusuna kapılıyoruz.

Sizlere Türkçeyi daha doğru kullanabilmeniz için onun hangi alanlarına eğilmeniz gerektiğini kısaca hatırlatmak yararlı olacaktır.

Türkçe, eklemeli bir dil olduğundan ek sistemini çok iyi tanımak gerekmektedir. Çünkü bu eklerin çok ince görevleri vardır. Etkili bir anlatıma ulaşmak için bu ek sistemini mükemmel olarak öğrenmeniz gerekmektedir. Örneğin "Bul-u-n-du" veya "gül-ü-n-dü" sözcüklerindeki "n" ekinin veya "Görüldü" veya "tutuldu" sözcüklerindeki "l" ekinin görevini doğru tespit edemememiz olasıdır. Güzel ve doğru Türkçeye ulaşmanın ilk şartı bu ek sistemini eksiksiz olarak bilmektir.

Güzel ve doğru Türkçeye ulaşmak isteyenlerin üzerinde çalışacağı ikinci konu, Türkçenin eylem sistemidir. Türkler, hareketli bir millet olduğundan dilimiz eylem yönünden çok zengindir ve olağanüstü kolay ve kurallı bir çekim sistemine sahiptir. Buna karşılık ad soylu sözcüklerimiz azdır. Bu da dilimizin zayıf yönünü oluşturur.

Ancak Türkçe, fiillerden ad yaparak, yardımcı fiillerden ve yineleme öbeklerinden yararlanarak bu zayıflıktan bir zenginlik alanı yaratmıştır. Bundan dolayı fiillerin, Türkçenin temelini oluşturduğunu söyleyebiliriz. Fiilleri, fiil yapım eklerini, fiil çekim sistemini, yardımcı fiilleri, fiilimsileri yani bağ fiilleri ve sıfat fiilleri gereğince tanımadan Türkçeyi doğru kullanmak mümkün değildir.

Nihayet Türkçenin en önemli fiili olan "cevher fiili"nden, günümüzdeki adlarıyla "ek fiil"den yani şu minicik "i-mek" fiilinden söz açmalıyız. İsim cümlelerinde ve birleşik zaman çekiminde ortaya çıkan bu fiil, Türkçenin sırlarından birisini oluşturur.

İsim tamlaması, Türkçeyi doğru kullanmak isteyenlerin üzerinde en fazla duracakları konulardan biridir. Bu, herkesin bildiği basit bir konudur; bununla birlikte tamlamalar bizi en sık yanıltan alanların başında yer alır. İsim tamlaması uzadıkça ve diğer söz gruplarını içine aldıkça bize konuşmacı hatta dinleyici olarak çetin sorunlar çıkarır. Sizlere isim tamlamalarına hâkim olmanızı öneririz. Tamlamalara hâkim olan, Türkçede kolay kolay yanlışlık yapmaz.

Türkçe çok renkli bir dildir; yabancı uzmanlar, Tükçenin bu özelliğini sık sık vurgulamışlardır. Türkçeye bu özelliğini veren deyimler ve atasözleridir. "Eli ermemek, gözü arkada kalmak, daldan dala konmak, dört elle sarılmak" deyimleri gerçekten gözlerimizin önüne canlı tablolar serer.

Türkçenin inceliklerini öğrenmek ve onu doğru kullanmak isteyenlerin Türkçe deyimleri, atasözlerini, türküleri, manileri, bilmeceleri incelemeleri gerekir. Türkçenin henüz dil bilgisi kitaplarına geçmemiş bütün güzelliklerini, bütün kurallarını onlarda bulabilirsiniz. Türkçenin inceliklerini öğrenmenin diğer bir yolu klasik eserlerimizi okumaktır. Bilim alanında en yeni kitapları okuyunuz, sanat alanında ise başyapıtları tercih ediniz.

Dili doğru kullanmak ve doğru anlatmak amacına ulaşmak için birkaç alanda bilgi sahibi olmamız ve bu sahalardaki bilgilerimizden yararlanmamız gerekmektedir. Bütün büyük başarılar gibi dili doğru kullanma başarısına ulaşmamız da bazı bilgi dallarına ilgi duymamıza bağlıdır. Doğru bir anlatıma ulaşmak isteyenler, düşünme sanatından, dil bilimi ve dil bilgisiden, kompozisyon sanatından yararlanmak zorundadır. Günümüzde dili doğru kullanma anlayışı bunların da ötesine geçmiştir. Çağdaş anlayış, artık bizden dilimizin oluşturduğu soyut sistemi tanımamızı, dilde ölçü fikrini göz önünde bulundurmamızı ve dil ile dilin kullanıldığı ortam arasındaki ilişkiyi söze yansıtmamızı istemektedir.

Düşünme sanatı; fark etme, seçme, sınıflandırma, karşılaştırma, çözümleme ve sentez yapma sanatıdır. Bu sanatı öğrenmek isteyenler dilin büyülü dünyasından işe başlayabilirler.
 

YoRuMSuZ

Biz işimize bakalım...
İletişimin Tanımı ve İnsan Hayatındaki Önemi

İletişim, terim anlamıyla "zihinler ya da insanlar arasında kurulan, düşünce, niyet ve anlamların bir zihinden diğerine aktarılmasını sağlayan etkileşim, belirli bir düşünce ya da söylenimler türünden fiziki araçlarla, bir insandan kişi ya da zihinden bir başkasına aktarılması süreci" demektir. Bir diğer deyişle "Belli bir şeyi anlatmak isteme, önermesel bir tavrı (yani bir inanç, arzu, üzüntü vs.) bir dinleyici ya da dinleyiciler topluluğuna dilsel veya başkaca yollarla aktarma eylemi"dir.

İnsan, yapı itibarı ile sosyal bir varlıktır. Kendini ifade etmek ve diğer insanları anlamak ihtiyacı içindedir. İnsan; arkadaş edinme, aile kurma gibi en temel amaçları gerçekleştirebilmek için iletişime gereksinim duyar. Kısacası sosyal varlığının gelişmesi iletişime bağlıdır. Bu da iletişimi insan yaşamı için çok önemli bir konuma getirir. Çünkü insanoğlu; acı, sevinç, öfke, mutluluk gibi duygularını paylaşamadığı sürece yaşayamaz. Yaşamasının bir anlamı kalmaz.

İletişimin temel görevi sadece duyguların ifade edilmesi ile sınırlı kalmaz. Aynı zamanda düşünce ve bilginin aktarılması anlamına geldiği için de eğitim ve öğretimin en temel unsurudur. Bir toplumun eğitim ve öğretim olmadan ilerlemesi kesinlikle mümkün değildir. İletişim olmadan bunlar gerçekleşemeyeceğine göre sadece insanın değil toplumların da var olması ve varlığını devam ettirebilmesi yine iletişime bağlıdır.

İletişim, üç temel unsur üzerinden gerçekleşir. Bunlar: Konuşma, yazma ve dinlemedir. Bu üç unsur üzerinden insanlar kendilerini ifade eder, birbirlerini anlar ve bildiklerini başkalarına aktarabilirler. Kısacası bir insan kalabalığından topluma dönüşürler. İletişimin üç ana ögesi vardır: Kaynak / gönderici, ileti ve dinleyici / alıcı. Başarılı bir iletişimin gerçekleşebilmesi için alıcının sadece iletiyi alması değil, iletiye kaynak tarafından yüklenen anlamı da algılaması gerekmektedir.

İnsan yaşamı için bu kadar önemli olan iletişim, özen gösterilmesi gereken bir konudur. Söz konusu "insan" olduğu için iletişimde hataya yer yoktur. Çünkü bu yanlışlar zaman zaman tahmin bile edilemeyecek kadar kötü sonuçlar doğurabilir. Buna izin vermemek amacıyla, iletişimin temel unsurlarının nasıl doğru ve etkili kullanılacağını bilmek gerekir. Elinizde tuttuğunuz kitap bu amaca hizmet etmek için hazırlanmıştır.
 

YoRuMSuZ

Biz işimize bakalım...
İletişimde Dil Unsuru

Dil, insanlar arasında iletişimi sağlayan en kısa ve etkili yoldur. İnsanın kendini ifade edebilmesi ve karşısındakini anlayabilmesi en kolay dil ile gerçekleşir.

Dil, iletişimde tek yol olmamakla beraber, diğer yöntemlerden çok daha kısa ve etkilidir. Dilin bu özelliği insanlara verilmiş doğal bir yetenek olmasından kaynaklanır. Örneğin, bir olguyu konuşarak veya yazarak başkalarına çok rahat aktarabiliriz. Ancak aynı olguyu resimlerle veya hareketlerle anlatmaya çalışmanın zorluğu, dilin insan yaşamı ve iletişimi için ne kadar önemli olduğunu çok iyi gösterir.

İletişim, bugün tüm dünyada en çok dil aracılığıyla kurulur. Bundan dolayı dili doğru kullanmak çok önemlidir. Etkili ve doğru bir iletişimin ilk gereği, kurallarına uygun olarak kullanılan bir dildir. Örneğin, anlam karmaşaları ile dolu bir konuşmanın sağlıklı bir iletişim aracı olması mümkün değildir. Dili doğru kullanmanın ilk şartı ise dile hâkim olabilmektir. Bu da ancak dilin kurallarını, dil bilgisini iyi bilmekle gerçekleşir.

Etkili ve doğru iletişim kurmak isteyen bir kişi, dili mutlaka doğru kullanabilmelidir.
 

YoRuMSuZ

Biz işimize bakalım...
Etkili İletişimin İlkeleri

İletişimin önemini kavradıktan sonra, başarılı ve başarısız iletişimin nedenlerini anlamak ve ortaya koymak önemlidir. Yapılan hataların büyük çoğunluğu, etkili iletişimin beş kuralından birisinin unutulması sonucunda gerçekleşir. Bu bölümde bu beş ana ilkeden bahsedilecektir.

1. Odaklanma: "Konuyu araştırın, bütün konuyu, ama sadece konuyu!" Etkili iletişimin ilk ve en önemli aşaması konuya odaklanılmasıdır. Kaynak / göndericinin açık ve net bir fikri olmalı, bu amaca kilitlenmeli ve ondan ayrılmamalıdır.

Akademik veya askerî ortamlarda konuşma ve yazma işlemi genellikle öğretmen veya komutan tarafından sorulan bir soruya yanıt vermeyi gerektirir. Böyle bir durumla karşılaşıldığında yapmanız gereken:

"Soruya yanıt verin, tüm soruya, ama sadece soruya."

Odaklanma sorunları genel olarak üç şekilde karşımıza çıkmaktadır:

a. Yanlış soruya yanıt vermek: Bu genellikle, verilen görevin veya dinleyicinin / alıcının öğrenmek istediği bilginin yanlış anlaşıldığı durumlarda ortaya çıkar. Çok başarılı olduğuna inanılan bir yazının, konu yanlış ele alınmış veya konu anlaşılamıyor şeklinde eleştiri alması ya da sorulan bir soruya çok uzun yanıt alınması ama cevabın soruyla hiç ilgisi olmaması gibi durumlar bu hataya örnek olarak verilebilir.

b. Sorunun sadece bir kısmına yanıt vermek: Soru birkaç bölümden oluşuyorsa bu durumda, bize kolay ve ilginç gelen kısmı detaylıca inceleyip daha zor ve sıkıcı olan bölümünü yanıtlamayı unutmak, hatanın en sık rastlanan şeklidir.

c. Soruyla ilgisi olmayan bilgi eklemek: Bu tip hatada, soru yanıtlanmıştır; bununla birlikte yanıt ilginç, fakat konuyla ilgisiz bilgilerle birlikte sunulmuştur. Yanıt tam olsa bile, samanlıkta iğne arar gibi yanıtı bulup çıkarmak gerekecektir.

Konuya doğru şekilde odaklanamamak, personel arasındaki iletişimi ciddi şekilde zedeler.

Sözcükleri dikkatli okumadığımız veya sorulan soruya yeterince dikkat etmediğimiz için her seferinde çaba ve emeğimiz boşa gitmektedir. Komutanın imzalamadan geri gönderdiği evrakın büyük çoğunluğu, konuyla ilgili asıl soruya yanıt verilmemesi nedeniyle geri dönmektedir.

2. Düzenli Olma: "Bilgi ve düşüncelerinizi düzenli olarak sunun." Düzenli olmak, konunun mantığa dayalı bir sıra ile sistematik olarak sunulmasıdır. Bu düzen, okuyucunun yazıyı sözcüklerin üzerinden tekrar tekrar geçerek okumadan, yazarın ne demek istediğini tahmin etmek zorunda kalmadan konuşmacıyı anlamasını sağlar.

Düzenli hazırlanmamış bir yazı veya konuşma, karşıdaki insanın kolaylıkla aklının karışmasına, sabırsızlanmasına ve okumayı / dinlemeyi bırakmasına sebep olabilir. Belirli bir düzene bağlı olmadan verilen bilgiler ne kadar önemli olursa olsun alıcı / dinleyici bunun farkına varamayabilir ve hem verilen bilginin hem de yazıyı / konuşmayı hazırlayanın değeri düşebilir.

Düzenleme ile ilgili sorunların çözümü ise nispeten daha kolaydır ve bu çözümlerin kısa zamanda çok faydası görülür.

3. Açık ve Sade Olma: "Her sözcüğün hakkını vererek açık bir iletişim kurun."

Bu ilke birbiriyle ilgili iki konuyu kapsar. Bunlardan ilki, açık ve anlaşılır bir iletişim için dilin kurallarının, sözcüklerin yazılışının ve okunuşunun tam olarak bilinmesi zorunluluğudur. İkincisi ise aktarılmak istenen düşüncenin sözcük yığınlarının arasında saklanmadan doğrudan verilmesidir.

İnsanlar, yazıyı hazırlayanın veya konuşmacının dili yanlış kullanmasını eleştirmek noktasında çok aceleci davranırlar. Böyle bir durum sizin inandırıcılığınızı ve anlatmak istediğiniz düşüncelerin kabul edilebilirliğini kısıtlar. Yanlış kullanılan sözcükler, etkili iletişimin en önemli engellerindendir. Bu sebeple, Türkçenin doğru kullanılması bir zorunluluktur ve bu konuda bir eksiklik varsa mutlaka giderilmelidir. İyi bir dil bilgisine sahip olmak için çalışmak, kuvvetli kaslara sahip olmak için ağırlık çalışmaya benzer; ancak kararlı bir çalışma ile gelişim sağlanır. Unutmayın ki "Amacımız gelişmek olmalı, mükemmel olmak değil."

Dili düzgün kullanmak, başarmanın sadece yarısıdır. Dili doğru kullanmalarına karşın konuşma yapan ve yazı yazan pek çok insan meslek argosu kullanarak büyük, uzun ve edilgen cümlelerle kendilerini başarısızlığa mahkûm ederler. Bu kötü alışkanlıklar mesajın anlaşılmasını zorlaştırır.

4. Anlama (Farkındalık): "Dinleyicinizi ve onların beklentilerini çözümleyin."

Düşüncelerinizi başkaları ile paylaşmak istiyorsanız onların konu hakkındaki genel bilgi düzeyini, yaklaşımlarını ve ilgi seviyelerini bilmek yararlı olacaktır. Bir rapor yazmanız istendiğinde ise raporun biçimini, istenen detay derecesini, raporu ne zaman teslim etmeniz gerektiğini ve komutanın bu konudaki emrini bilmeniz yararlı olacaktır. Dinleyici / alıcı kitlesinin yanlış değerlendirilmesinin iletişim sorunlarına yol açabileceğini görmek çok da zor değildir. Şu ana kadar katılmış olduğunuz konferanslarda bu hatanın yapıldığını birçok kez görmüşsünüzdür.

5. Katkı (Destekleme): "Ana düşünceyi vermek için mantık ve destek unsurları kullanın."

Yazılar ve konuşmalar genellikle karşı kitleyi bilgilendirmek veya ikna etmek amacıyla hazırlanır. Burada karşılaşılan zorlukların büyük bir kısmı iddiaları destekleyecek bilgiyi toplarken ve düzenlerken yaşanır. Verilmek istenen mesajın desteklenmesi ve bir mantık örgüsü içinde sunulması hedef kitle üzerinde güven ve inandırıcılık tesis eder.

Yazım kurallarına uygun, açık ve sade olarak yazılmış bir yazıyı ancak ve ancak saptırılmış veya yanlış bilgi bozabilir. Bu bataklıktan kaçınmak deneyimli yazar ve konuşmacılar için bile oldukça zordur. Bunun en önemli nedeni ise insanın soyut düşünme yeteneğini zorlamasını gerektiren mantık olgusunun, öğrenilmesi ve öğretilmesinin zor olmasıdır. Küçük yaşlarda edinilmiş olan kötü alışkanlıkların kırılması için özel çaba harcanması gerekmektedir. Genellikle yapılan yanlışlıklardan kurtulmak ve mantık desteğini kullanarak yazı veya konuşmanızı daha da güzelleştirmek için yapılabilecek bazı pratik teknikler doküman içerisinde verilmiştir.
 
Top