Türkçe Düşmanları

cırcırböcee

V.I.P
V.I.P
Uzun zaman imparatorluk dili olan Türkçe, devletin resmî sınırları içinde kalan azınlık dillerini etkilediği gibi, bazen onlardan da etkilenmiştir. Böylece Türkçe’nin yanında, “Türkçeleşmiş Türkçe” denilen ikinci cephe doğmuştur. Fakat güzel dilimizin sahipleri, azınlıkların dilini köreltici, kökten silici tedbirlere başvurmamışlardır.

Bayramlarda düğünlerde
Toplantıda yığınlarda
Sıkılınca dar günlerde
Türküz türkü çağırırız
Aşık Veysel


Dünya üzerinde en çok konuşulan dillerden birisi Türkçe’dir. Onun sesisini ve yankısını kucaklayamayan, ondan izler taşımayan bir karışlık toprak, “toprak olamayışının ayıbı”nı yaşar.
Türkçe, “tacidâr dil”lerdendir.

Uzun zaman imparatorluk dili olan Türkçe, devletin resmî sınırları içinde kalan azınlık dillerini etkilediği gibi, bazen onlardan da etkilenmiştir. Böylece Türkçe’nin yanında, “Türkçeleşmiş Türkçe” denilen ikinci cephe doğmuştur. Fakat güzel dilimizin sahipleri, azınlıkların dilini köreltici, kökten silici tedbirlere başvurmamışlardır. Hür Türkçe’nin ulaştığı her yerde, azınlık dilleri de, giderek kendi vadilerinde olgunlaşmışlardır. Pratikte bu durum, kötüye gidişin aynası olarak karşımıza çıkmıştır. Hür Türkçe’nin kanatları altında “korkusuzca palazlanan diller”, daha sonraki günlerde, bölücülerin ekmeğine yağ sürmüştür. Bunun sonucunda da dilimiz, ilkin bölücülerin hesaplı saldırılarıyla hançerlenmiştir. Bu hançer yaraları, dilimizin gelişme tarihinde, “Çerkezce, Lazca, Kürtçe” gibi isimlerle yerlerini almıştır. Hoşgörü, “maraz” doğurmuştur. Bölücüler de günümüzde bile işlerine geldikçe, bu marazı kaşıyıp duruyorlar.

Ya, “tarihî yağdanlıklar?”
Onların sahne aldıkları zamanlarda anadilimiz, nedense “Uygurca, Kazakça, Özbekçe, Azerice, Osmanlıca, Uzca” gibi isimler almıştır. Böylece dilimiz hem zayıflamış, hem küçültülmüştür. Yağdanlıklar, devleti yöneten aile veya zümrelere yaranmak için, dilimizin adının değiştirilmesine bilerek sebep olmuşlardır.

Her iki tutum, Türkçe’mizin zararına sonuçların filizlenmesine yaramıştır. Haydi amaçları doğrultusunda hareket eden bölücüleri yok sayalım. Fakat yağdanlıklara gelince...
Bunlar, “Türklük şuuru”ndan habersiz oluşlarının kurbanı olmuşlardır. Fakat gafletlerinin cezasını da, Türk milletine çektirmişlerdir. Sonra da, “dönen çarka göre vaziyet almışlar”dır. Yağdanlıkların gel-gitleri, Türkçe’yi konuşanların yüreklerinde “acaba tohumları”nın boy atmasına yetmiştir. Sade vatandaşa sorsanız, Kazak ile Türk’ün aynı dalın çiçekleri olduğu cevabını alamazsınız.
Ya ilim, edep sahipleri?

Onların ihaneti, asla affedilecek gibi değil. Çok bilmişlerimiz, sözüm ona akıl ve irfan sahiplerimiz, ipin ucunu bıraksanız, ilkokulları geçelim, anaokullarına bile “İngilizce”yi sokuverecekler. İllâ “İngilizce” diye ayak dirediğim sanılmasın. Bu, bazen Fransızca, bazen Almanca, hatta Japonca olarak da karşımıza çıkıyor.

Elbet dil öğrenmek güzel şey! Benim anlatmak istediğim de, böyle bir şeye karşı oluşum değil. Ancak dilimize vurduğumuz “üçüncü hançer”e işarettir.
Bence kendi dilini tam bilmeyen, onu sevmeyenler; dünyanın hangi dilini bilirlerse bilsinler, “kan ve kemik” yapılarını değiştiremeyeceklerinden, “enselerinde patlayan tokatların zilleti”ni, daima yaşayacaklardır.

Gelin! Onu bunu bırakalım. “Türkçe’nin ses bayrağını uzayın dorukları”na doğru yükseltelim. Bu yolun da birincisi, öncüsü “edebiyat tarlası”ndan geçmez mi?
Kısaca; her yerde, her durumda ve her konumda, Türkçe’mizin hakkını verelim.
Türk olmanın yolu, biraz da Türkçe demek değil midir?
Ayıpların yüküne daha ne kadar katlanacağız?

Oyhan Hasan BILDIRKİ
 
Geri
Top