• Merhaba Ziyaretçi.
    "Yapay Zeka Objektif " Fotoğraf Yarışması başladı. İlgili konuya  BURADAN  ulaşabilirsiniz. Sizi de bu yarışmada görmek isteriz...

Türk tarihinde "eman" kurumu

Suskun

V.I.P
V.I.P
alpertunga1a.jpg
Prof. Dr. Aydın TANERi​

Eman, pek çok manalar ifade etmekde olup, başlıca; himaye etmek,emniyet vermek, yardım etmek, teslim almak manalarını karşılar. Devletler hukukunda' ise, düşmana emniyet altında olduğuna dair verilen söz veya yapılan işaret yerinde kullanılan bir tabirdir. Harb sırasında verilen "eman" de, harb hali uzadığında, eman verilen şahıs zimmi ise "cizye" öder. Eman verilmesine ya "imam" müsaade veya onun temsilcileri olan "müminler müsaade eder". Halk dilinde' daha ziyade "aman" şeklinde . kullanılır. .

Eman'ın istimal tarzı, şu nevilerdedir:

Eman bi'l-kinaye:
Emanı bir karine ile anlatan bir tabir veya işaret ile verilen eman demektir. Bu tabir veya işaretin eman olduğuna görüp itaat gösterenler emana kavuşmuş olurlar. İslam erkekleri, ses işitilmeyecek kadar uzak bir mesafede ve kendi kuvvetleri arasında bulunan bir düşman eri, müslümanIarın bulunduklan tarafa silahsız olarak gelip, sesini işittirecek bir mesafede eman dilediği takdirde emana nailolur.

Eman bi'l-kitabe: Harb edenlere yazılı eman gönderilmek suretiyle verilen emandır. '

.Eman-ı amm: Harbeden düşmanın hepsine birden verilen emandır ki, bir Müsalaha demektir.

Eman-ı hass: Salahiyetli birinin düşmandan bir veya müteaddid şah sa vermiş olduğu emandır.

Eman-ı muvakkat: Muayyen bir zamana kadar verilen emandır. O müddetin bitmesiyle sona erer. Mütareke demektir. '

Eman-ı müebbed: Zaman kaydı olmaksızın verilen emandır. Sulh yapmak demektir.

Eman-ı sarih: "Sana emin verdim" ve "siz eminsiniz" ve "size bir zarar yoktur" gibi bir tabirle verilen emandır.

Kendisine eman verilmiş olan şahsa müste'men, istiman eden yani aman dileyen şahsa da müste'min denilir.

İslam hukukuna göre, hukuki statüsü ne olursa olsun, kadın-erkek her müslüman herhangi bir gayr-i müslime eman verebilir. Filhakika, hür veya esir her müslüman bu hakka sahiptir. O, biı hususta "velayet sahibi" olarak eman verme selahiyetine haizdir. Onun tercihi ile eman ihraz eden yani kazanan şahıs veya, şahıslar, cemaat, masuniyete ve ~~ masuniyetin bütün neticelerinden istifadeye hak kazanmış olurlar. Hz. Omer devrinde Iran'daki askeri harekat sırasında muhasara edilmiş olan bir şehrin ahalisi kendiliklerinden şehrin kapılarını açtılar. Hz. Omer'in kumandanlan yaptıkları tahkikat neticesinde "ceziye" mukabilinde kendileriyle sulh akdedildiğini şehir ahalisinden istihbar ettiler. Bu muselahanın kimin tarafından akdedildiği tetkik edildiğinde, müslümanlar tarafındaki bir kölenin bu işi gizlice yaptığı anlaşıldı. Kumandan, bir köle tarafından akdolunan sulhu tanımayacağını söyledi. Köl~yi hür adamdan tefrik ettiklerini beyan etmeleri üzerine, mesele Halife Omer'e arzedildi. O, şu cevabı verdi:

"Müslüman kölelerin sair müslümanlardan bir farkı yoktur. onlar tarafından bahşolunan sulh, sair müslümanlar tarafından bahşolunan sulh kadar muteberdir. "

Velayet-i amme sahibi ve mutasarrıfı olmak sıfatıyle halifenin verdiği emir üzerine, 'emandan rücu olabilir. Ancak, bir müslüman tarafından cemaatin zaranna ve halifenin sarih ve kat' i nehyi hilafına olarak verilmiş bir emanın iptalinin muteber olması için bazı şartlar lazım gelir. Evvela, açıkça emanın iptal edildiğinin ihbar ve ilan edilmesi elzemdir. Bundan başka, her şeyin eski vaziyetine irca edilmesi için gayret edilir. Bu şartların tahakkuku halinde, gayr-i müslimlere karşı yeniden harbin gerektirdiği fiiller tatbik ve istimal edebilir.

Dede Korkut' da pek çok yerde eman geçer:

"Dirse Han bunu işitdi, aydur: Kırk yoldaşım aman, Tanrının birliğine yokdur güman (şüphe)"."Delü Karçar aydur:

Meded aman, el-aman,

Tanrının birliğine yoktur güman".

"Aman mere kafir aman

Tanrının birliğine yokdur güman

Kafirler oğlana aman verdiler,

elin çözdüler, gözün açtılar".

"Mere Azrail aman

Tanrı nın birliğine yokdur güman".

"Oğlan kafiri götürdü, yere vurdu.

Burnundan kanı düdük gibi şorladı.

Sıçrayup şahan gibi kafirin boğazın ele aldı.

Kafir aydur: Yiğit amam, sizün dine ne derler, dinüne girdüm, dedi".

"Aman demek" de şu\şekilde zikredilir:

"Burada Selcen Hatun at saldı, karımın bastı. Kaçanın kovmadı, aman deyeni öldürmedi. Eyle sandı kim vağı basıldı. Kılcınun balçağı kan odaya geldi. Kan Turabyı bulmadı".Dede Korkut'da "aman dilernek" de geçer:

"Deli Dumrul aydur:

Mere azrail aman

Tanrınun birliğine yokdur güman

Azrail aydur: Mere deli kavat, dahı ne aman dilersin?

Ağ sakallu baban yanına vardun, can vermedi.

Ağ bürçekle aman yanına vardun, can

vermedi.. Dahı kim verse gerek, dedi".

Bilindiği gibi, Türkler İslamiyeti kabul ettikleri devirden sonra bile bazen Allah'ın mukabili olarak Tanrı'yı istimal etmişlerdir. Bunun Dede Korkut'ta bir nümunesiyle karşılaşıyoruz. Metinde eman, genellikle Allah'ın birliğine teslim olma tarzında kullanılmaktadır. Kafır beylerinden de kasıt henüz o sırada Islarniyeti kabul etmemiş olan Oğuz beyleridir. Gene Dede Korkut'da aman dileyenin öldürülmediği zikredilir. Bu arada da Deli Dumrul'da, Azrail'den aman dilernesi motifi de zikredilir.Selçuklu devri devletlerinde emana ait pek çok bilgiye sahibiz. Bilindiği gibi, İslam'da mızrakların ucuna Kur'an-ı Kerim takarak eman isteme Harizmşah Sultanı Alaü' d-din Muhammed (l200-1220)'in Semerkand şehrini muhasarası sırasında, buranın hakimi "kılıç ve kefen" ile teslim oldu. Şehir teslim olmasına rağmen, geleneklere aykırı olarak katl-i am yapıldı. Nihayet, seyyidler, imamlar ve ulema ellerinde Kur'an-ı Kerimler olduğu halde sultandan şefaat dilediler. Katl-i am durduruldu.

Büyük Selçuklular'ın ünlü vezın Nizamü'I-Mü1k "Siyasetname"sinde eman müessesi hakkında nazari bilgi vermez. Ancak,eman hakkında pek çok vak'a zikreder. Bunlardan bazılarını iktibasediyoruz:

i "Kirman valisi Ebu Ali'nin cevabını ve saygılarını (hıdmeti-ha)nı aldığı zaman, sultan (Gazneli Mahmud), Ebu Ali'nin doğru söylemekte olduğunu anladı, Ebu Ali' nin elçisini has hil' at ile geri gönderdi ive Ebu A!i'ye "Kirman askerini toplamasını ve Kirman vilayetinde tur atmasını, filan ayın başında Kuç u Beluç'e olan taraftaki Kirman hududu (serhad) na gelmesini, orada durmasını, haberci (Kaasıd) miz filan parola (nişan) ile kendisine erişince, derhal göç etmesi ve Kuç u Beluç vilayetine akın etmesi gerektiğini, onlardan bulduğunu öldürmesini ve hiç eman vermemesini, benim burada mallarını aldıkları müddeilere dağıtmam için- ihtivarlarından ve kadınlarından mal almasını ve göndermesini, onlarla sağlam bir 'anlaşma yapmasını ve karar almasını ve dönmesini söyleyiniz"dedi."

Nizamü'l-Mülk, Semerkand hanı Şemsü'l-Mülk'ün elçisinin, kendisi hakkında bana bilgi verirken şunları söylediğini yazar:"Vezirin bir kusuru vardır. Bir gün' öğle namazı (vakti) onunla konuşmak üzere çadınna gittim. Onun, sağ parmağına bir yüzük takmış olduğunu gördüm. (Hem yüzüğü) parmağında döndürüyordu, (hem de) benilnle konuşuyordu" dedi.

Danişmend Eşter derhal "burada Şemsü'l-Mülk'ün huzurunda onun elçisinin ağzından şöyle şöyle söz çıktı, bilmiş olasın" diye bana yazdı.Ben sultandan korktuğum için son derece üzüldüm. (Kendi kendime), "O (Alp Arslan), Şafii mezhebinden arlanıyor. Eğer (elçinin) bu söz(ü), -Çiğillilerin, Semerkand hanının huzurunda, beni Rafızi göstermiş oldukları sözü- Sultan (Alp Arshın) ın kulağına ulaşırsa, o canıma eman vermez (öldürür)" dedim.

Fahrü'd-devle zamanında Dide-i Sipah Salarlar şehri ahalisi ona şöyle hitap ettiler:

"Hareketimiz, melikden ve bütün herkesden gizli değildir. Zira, bizler ne çaldık, ne katiliz, ne de bir kimsenin karısını ve oğlunu yoldan çıkarmışızdır:ne de bir kimse bizim sebep olduğumuz bir muhal (işi) veya bir ıstırabı melikin huzuruna -şikayet- maksadıyla getirmiştir. Ama, melik canımıza eman verirse: bizim ne kavim olduğumuzu ve ne iş üzerinde olduğumuzu söyleyelim" dediler. Fahrü'd-devle, "cana, mala eman verdim ve buna yemin ettim" dedi.

Fahrü'd-devle bu sözleri işitince, yüzünü kendi vezirine çevirdi,"fikrin nedir? Bizim bunlara ne yapmamız lazımdır?" dedi. Vezir, "melik onlara kendi ağzıyla eman vermiştir. Kalem ehlidirler: Insanoğlu insandırlar.

B!lZılarını bendeleri de biliyor ve tanıyorum. Bendeleri ile (akrabalık) alakaları (olanlar da) vardı. Onlarla meşgul olmayı (melik) bendelerine bırakırsa onlara icab eden yapayım. Bendeleri (onların) hakkında kafi derecede meşgul olacaktır. Oyle ki, yarın onlara dair haberler efendimizin kulağına erişecektir". dedi. "

Sasan1 hükümdarı Nuşirevan ile ilgili pasaj:"Buluşma gene onların cümlesinin tamamıyla doyacak ve artacak şekilde bir ziyafet sofrası kurulmasını emredelim. Yemeği yedikleri zaman saraydan (onları) başka bir saraya geçirsinler ve Şarab Meclisi'ne gelsinler:herkez yedi kadeh şarab içsin: O zaman ellişer ellişer herkese uygun

has hilat giydirsinler: öyle ki, hepsi yUkarıdan aşağı hilat giymiş olsunlar.Silahlıane (Zerrad-hane) nin kapısını açalım ve hepsine silah verelim:hemen aynı gece çıkış yapalım. Kim bizim mezhebimize girerse, ona eman verelim: kim girmezse, öldürelim" dedi.

Nihayet, Gazneliler'e ait olarak şu vaka vardır:"Bir tüccar, Sultan Mahmud'un zulme uğrayanlara delalet dağıttığı yer (Mezalim-gah)e geldi: sultanın oğlu Mesud1 dan şikayet etti ve yakındı.Oğlunun kendisinden aldığı 60.000 dinarlık borcu ödemediğini söyledi."Emir Mesud'u benimle birlikte kadıya göndermeni isterim" dedi.

Sultan Mahmud, bu sözden dolayı kızdı ve üzüldü: bunun üzerine oğlu Mesud'a sert bir haber gönderdi.

Mesud aciz kaldı: hazinedar (Hazin)ına "bak bakalım, hazinede nakid altın ne kadar toplanmıştır" dedi.

Hazinedar gitti ve geri geldi, "20.000 dinardan fazla (param) yok" dedi.

Mesud, "(o parayı) alınız, tüccara götürünüz: geri kalan 40.000 dinar için üç mühlet isteyiniz ki, ödeyeyim" dedi. Yine Mesud, elçiye "sultanın katına arzet ki, 20.000 nakid dinarı bu saat ödedim: geri kalan 40.000 dinar için üç güne kadar tüccardan eman diledim. Alemin Efendisi böylece bilsin. Ben kaftanımın (belini) bağlamış ve çizmemi. giymiş olarak, sultan ne emreder diye ayakta bekliyorum" dedi.

Selçuklu devrinde eman isteyenin, eman isteme alameti olarak boynuna kefen sardığını görüyoruz. Müste'menin elinde kılıç da bulunur.Böylece, hayatının bağışlanmasını ister. Eski Türklerdeki kuşak takma adetinin İslami devirde kefene dönüştüğü anlaşılmaktadır. Kırgızca'da "moyunga kur (kuşak) salmak" merhamet dilemek demektir. Manas Destanı'nda bir kahramanın "boynuna kuşak koyup" beyine yalvardığı tasvir ediliyor. "Kaplan doğmuş delinin açığı yaman geldi. Yanındaki kırk arkadaşı sızlanarak .kalkıverdiler, sakaııarı darmadağın oluverdi. Alman-bet boynuna kuşak (boto=futa) asıpyalvardı."

Bu konuda, "emalı kasesi" nin de amil olduğu görülür. Herhangi bir hükümdarın eman vereceği şahsa, eman kasesini yoIIaması adeti vardı.Kaseyi alan şahıs şerbeti içer ve şefaate nailolur. Mesela, Selçuklu emirlerinden

Alpkuş, Halife RaşidbiIIah ile birleşerek Selçuklu Hükümdarı Mesud'un ismini hutbeden çıkarttı. Onlar, Sultanın yeğeni Azerbaycan Valisi Melik Davut adına hutbe okutmuşlardı. Mes'ud, Halife'ye galebe etti ve emirlere bu arada Alpkuş'a da "eman" kasesi gönderdi. Gene, 530-i135 senesinde sultan Mes'ud, Arap reisIerinden olan İbn-i .Dübeys'e Emir Sarsar vasıtasıyle, eman kasesi gönderdi. Kaynağımıza göre, Arap reisi kaseyi aldı, ağlayarak ve titreyerek şerbeti içti. Daha sonra da sultanın gönderdiği ata binerek, huzura kabul edildi.

Mevlana Celalü'd-din-i Rumi de eman konusunda, "kılıç-kefen"i zikrederek bahseder. O, şöyle diyor:

"Senin padişahça huyunu tanımamıştım,Kılıcı, Kefeni önüne koyuyorum: sana boynumu uzatıyorum: vur kes boynumu".Bir başka yerde ise şunları söyler:

"Saygı yüzünü vurduysam ey ay yüzlüm, kılıç ile kefen ile geldim."Divan-ı Kebır'de de kılıç-kefenden bahis vardır:"Yürü aydınlığa dal: Niceye bir Tatar'dan, Ermeni'den söz edeceksin?Ne vakte dek yeninden yakandan bahsedeceksin? Kefen giy, kılıç Kuşan yürü".

Zilkade ayının beşinci cumartesi gecesiydi, yıllardan altı yüz elli .dörttü."

Mesnevi' de şu mısralar da vardır:

"Şehzade padişahtan affını istiyor .Yere kapandı, yeri öptü, koltuğunda bir kılıçla kefen almıştı."

Etlili' de "aman yüzüğü" motifi anlatılan menkıbe şu şekilde geçmektedir:"Tann katında çok kabul edilen ulu dostlarımızdan bazıları şöyle rivayet ettiler: Fakihlerden zevk ve eğlenceye düşkün olanlar: "Bir mahluka

secde etmek doğru değildir" diyerek arkadaşları kötü1üyor. Mevlana: "Ey kahpenin kardeşi. Şeytanın hilesinden kurtanp hürriyetini sağlayan ve bana yeniden hayat bağışlayan kimsenin önüne niçin secdede bulunmayayım

ve uğruna canımı feda etmeyeyim" dedi ve şu misali getirdi:

Zamanın padişahım birine kızıp amansız bir celladın idam edilecek meydana götürse de tam boynunu vunnak istediği sırada, padişahın yakınlanndan biri: "Bu adarm derhal serbest bırakın ve kendisine hil'at verin" diye bir eman yüzüğü ile gelip onu kurtarsa, bu zavallı adam: Acaba bu lutuf ve insanlığı kim yaptı ve hayatımı yenid~n kim bağışladı?" diyerek kurtarıcısını aramaz mı?"

Osmanlı Devleti zamanında da emana ait misalIere sahibiz. i. Murat (1361-1389) zamanında Bulgar Kralı Şişman, boynuna kefen asıp, Sultandan affedilmesini istemiştir.

Eman-nameye gelince, Bu, hükümdarların fethettikleri şehir ve bölgelerin halkına ve müdafilerine, onların hayatlannın emniyette olduklannı tersik eder. Nitekim, Fatih Sultan Mehmet 857/1453 senesinde İstanbul'u fethedince, Galata sakinlerine bu tarzda eman verdi. Burada,"Ben ulu padişah ve ulu şahihşah Sultan Mehmed Han b. Sultan Murad Hanım. Yemin ederim ki, yeri ve göğü yaratan perverdigar hakkıyçün ve Hazret-i Resul aleyhissalat-ü vesselamın pak ve münevver ve mutahhar nıhı içün veyedi mushaf hakkıyçün ve benim başım içün ve oğlancıklanmın başı içün ve kuşandığım kılıç hakkıyçün" diye yemin etmiştir.

III. Mehmed de, Eğri kalesini eman ile teslim almıştır. ıı Ekim 1596- i9 Safer 1005 tarihinde kale muhafızı Nyary ile dokuz arkadaşı geldi. Bunlara mukabil, Osmanlılar da rehine alarak Szolnok sancakbeyi Bemtaş Bey de içeri gönderdiler. Yegane teslim şartı olarak bu kumandanın şahıslarına münhasır olmak üzere verilen "Hattı eman" da III. Mehmed: "Bindüğüm at ve kuşandığım kılınç hakkıyçün"tarzında mukaddesat üzerine and içmiş ve teminat vermiştir.
 
Top