Türk Sinema Tarihi

ŞeHaZ

Söyle Derdin mi Var?
Türk Sinema Tarihi

Türkiye'de ilk film gösterimi, Bertrand adlı bir Fransızın II. Abdülhamit zamanında, 1896'da, Saray'da yaptığı gösterimler ile başlamıştır. Daha sonraları Fransız firması Pathe'nin temsilcisi Romanya uyruklu Sigmund Weinberg'in yardımlarıyla Beyoğlu yakınlarında halka film gösterilmiştir. Bu filmler genellikle kısa metrajlı belge ve güldürü filmleriydiler. Weinberg, halkın sinemaya gösterdiği ilgiden dolayı, 1908'de, Türkiye'deki ilk sinema olan Pathe Sineması'nı yaptırmıştır.
İlk Türk sinema gösterimi Cevat Boyer ile Murat Bey'in Şehzadebaşı' nda 19 Mart 1908 de başlattığı gösterimdir.
Daha sonraları Şakir Seden ile Fuat Uzkinay, Türk sinemasının açılışını 6 Temmuz 1910'da gerçekleştirirler.
Birinci Dünya Savaşı'nda yedek subay olan Fuat Uzkinay, 14 Kasım 1914`te Türk sinema tarihinin ilk belgesel filmini çeker. “ Ayastefanos`taki Rus Abidesinin Yıkılışı” adı verilen belgesel film 150 metre uzunluğunda ve İTÜ arşivindedir. Daha sonra, Ordu Sinema Dairesi Başkanlığı`na getirilen Fuat Uzkinay, konulu Türk film çekimlerini de 1918'den sonra yürütmüştür.
İstiklal Harbi yıllarında birkaç senaryolu film yapılmışsa da Türk sineması Muhsin Ertuğrul ve Kemal Film ile firmalaşır.
Ateşten Gömlek
Leblebici Horhor
Kız Kulesinde Bir Facia
Sözde Kızlar
Ankara Postası
Karım Beni Aldatırsa
Fena Yol
Aysel Bataklı Damın Kızı
Faruk Kenç ile bilimsel bir tarz geliştiren Türk sineması “Yılmaz Ali ve Dertli Pınar”filmleri ile yeni bir aşama kaydeder.
Baha Gelenbevi'nin “Deniz Kızı ” adlı filmi ile Şadan Kamil'in filmleri, Türk Tiyatrosunu sinema ile birleştirir.
1934'ten sonra Vedat Örfi Bengü`nün Mısır`a giderek bu ülke sinemasının ilk örneklerini vermesi, bizde de melodramın yerleşmesinde etkili olmuştur. Türk sinema izleyicisinin beğenisi melodrama dönük olduğundan, yönetmenler de hızla Mısır filmlerinin uyarlamalarını çekmeye başlamışlardır.
Muhsin Ertuğrul`un yönettiği "Allah`ın Cenneti" adlı filmi türünün en iyi aşk melodramıdır ve sonraki yıllarda bol bol karşılaşacağımız şarkıcı melodramlarının ilk örneğini oluşturur.
1950`li yıllardan sonra, Türk sinemasında "Tiyatrocular Dönemi" nden kademe kademe "Sinemacılar Dönemi" ne geçiş yaşanmıştır. Bu yıllarda sinemaya toplumsal konuların yanında ağırlıklı olarak melodramlar yer alır.
1960`lı yıllarda sinemaya, melodram formuna bağlı, çocuk kahramanların rol aldığı "Sezercik", "Ömercik", "Ayşecik" filmleri eklenmiştir.
Arabesk tarzın temellerinin atıldığı fakirlik, sakatlık, karşılıksız aşklar, kader kurbanları vb. dramatik Türk ekolünü yaratmış ve senaryolar aynı üslup ve konuları yıllarca işlemişlerdir.
Kısa zamanda ticari kaygılar sinemasal öğelerin önünü kesmiş, aynı tür filmlerde aynı oyuncular kamera karşısına geçmiştir. Hatta aynı senaryolar, dönemin gözde oyuncularıyla defalarca yinelenmiştir.

Türk Sinemasında Bazı İlkler
İlk sinema gösterimi Yıldız Sarayı`nda yapıldı. (1896)
Sürekli film gösterilen ilk salon Beyoğlu`nda Sigmund Weinberg tarafından Cinema Pathe adıyla açıldı (1908).
İlk Türk filmi Fuat Uzkinay tarafından çekilen `Ayastefonos`daki Rus Abidesinin Yıkılışı` (1914).
Afişi basılarak yurdışına satılan ilk Türk filmi Binnaz oldu (1919).
İlk konulu Türk filmleri Sedat Simavi tarafından çekilen `Pençe` ve `Casus` (1917).
İlk özel yapım şirketleri Kemal Film (1922) ve İpek Film (1928).
İlk sesli Türk filmi `İstanbul Sokaklarında` Muhsin Ertuğrul tarafından çekildi (1928).
İlk sansür yönetmeliği Mussolini`nin sansür yasasından esinlenerek hazırlandı ve yürürlüğe girdi. (1939).
İlk film festivali `Yerli Film Yapanlar Cemiyeti` tarafından düzenlendi. `Unutulan Sır` adlı film en iyi film seçildi. En iyi kadın oyuncu ödülünü Nevin Aypar, en iyi erkek oyuncu ödülünü Kadri Erdoğan aldı (1948).
Tiyatro etkisinden çıkan ilk film Kanun Namına`yı Ömer Lütfi Akad çekti (1952).
İlk renkli Türk filmi Halıcı Kız Muhsin Ertuğrul tarafından çekildi (1953). Aynı zamanda Muhsin Ertuğrul`un çektiği son filmdi.
Metin Erksan`ın `Aşık Veysel`in Hayatı` adlı filmi Sansür Kurulu tarafından yasaklanan ilk film oldu.
İlk uluslararası ödülü Metin Erksan`ın yönettiği `Susuz Yaz` aldı. Film Berlin Film Şenliğinde `Altın Ayı` büyük ödülünü aldı (1964).
Köy hayatını işleyen ilk Türk filmi Beyaz Geceler`i Lütfi Akad çekti (1965).
1970'li yıllardan 1985' li yıllara kadar Türk sineması TV etkisiyle bir kriz dönemine girer ve erotik Türk sineması ile sex furyası donemi başlar. 1990 ve 2000'li yıllarda ise krizden kurtulma ve gerçek öykülere dayali realist Türk sinemasına doğru adımlar atılır.
Aslında Türk sineması Türk tiyatrosundan doğarak gelişmiş fakat Türk sinema tarzını ve dilini yaratamamıştır. Bir Fransız ve Rus film tarzından bahsedilebilir. Fakat Türk sinema dili ve tarzından şimdilik bahsetmek mümkün değil. Aynı şekilde Türk sinema platformu ve alanlarında da yetersizlik olduğu bir gerçektir.
 

ŞeHaZ

Söyle Derdin mi Var?
Türk Sinemasında Sansür

Toplumsal birikimlerin bir ürünü olan sinema tarihte varolduğu günden bu yana içinde bulunduğu içinde bulunduğu toplumları etkilemiş ve onlardan etkilenmiştir. Gelişim süreci içinde büyük mesafeler kat eden bu Sanat bir toplumun her gruptan insanına hitap edebildiği ölçüde başarılı görülmüştür.

Bununla birlikte kitlelere ulaşmada önemli bir araç olan sinema, bu özelliğinden olsa gerek icat edilişinden bu yana pek çok kişi veya kurumların güdümünde varlık göstermiştir. Yıllar boyunca birçok gerekçe ile sinemanın önüne set çekilmiştir. İster insan güdümünde, isterse bir kurum güdümünde gerçekleşen bu sınırlandırma faaliyetlerine genel anlamda SANSÜR adı verilir. Sansür belirli bir düşünce veya sanat eserini, ilgili kurumların kendilerince gerekçelerle, kontrol altında tutması veya sınırlandırmasıdır. Bir bakıma, bir bebeği doğmadan öldürmek, bir çiçeği açmadan koparmak gibidir. Hangi gerekçelerle olursa olsun SANSÜR sanat eserinin celladıdır.

7. Sanat olarak bilinen sinema, daha önce de belirttiğim gibi, gücünün büyüklüğünden olsa gerek birçok kişinin korkulu rüyası olmuş ve defalarca SANSÜR'E maruz kalmıştır. Sinema ve sansür arasındaki yıllar süren ve sürecek olan bu izdivacı, sansürün tarihçesi hakkında bilgi vererek anlatalım. Öncelikle insanlığın varoluşundan bu yana sansür vardır. "Sansürün ilk çıkışı Adem ile Havva'ya dayanır. Kutsal kitaplarda çıplaklıklarından utanmayan insanlığın atasını oluşturan Adem ile Havva'nın yasak meyveyi yemeleri ve yedikten sonra da komplekse kapılıp ilk sansürcü Tanrı tarafından cennetten kovulmaları anlatılır. İlk insana sansürü, Tanrı koymuştur. " (Özkan Tikveşli, s.65).

Beraberinde ilk çağ döneminde Eski Yunanda, düşünce özgürlüğünün varolduğu bir ortam var iken Ortaçağ'da ortaya çıkan skolastik düşünce ve siyasal hesaplaşmalarının etkisi ile sansürün sanat ve düşünce üzerindeki etkisi güç kazanmıştır. "Fransa 24 Ağustos 1790 yılında ilk kez (Sansürün Atası) sayılabilecek bir yasayı yürürlüğe koyar. Yasaklanan ilk film sahnesi ise "4'lü bir idam" sahnesidir. Ardından LUMİERE kardeşlerin Paris'te göstermiş ve hemen arkasından da 1985Õde Amerika'da çevrilmiş olan "The Kiss " adlı 30 saniyelik bir kadınla bir erkeğin öpüşmesini gösteren filme yasaklama girişimlerinde bulunulmuştur. 2. Yasaklama ise 1896Õda E.S. PORTER'in çektiği "Dul bayan Jones " filmidir. Bu filmdeki bir öpüşme sahnesi içlerinde Ahlak duyguları taşıyanları galeyana getirmiştir." (Pervin Gündüz, s.5) 2. Dünya savaşı yılları ve sonrasında film yapımı ve filmle ilgili sansür, siyasal gayeyle kullanılmıştır.

Başlangıçta sansür kamu düzenini sağlamak için mahalli teşkilatlarca uygulanırken daha sonradan merkezi bir örgüte bağlanmıştır. En eski film sansür kanunu, çeşitli tarihlerde değiştirilmiş olmasına rağmen halen yürürlükte bulunan 1914 tarihli İsveç film kanunudur. Bununla birlikte Avrupa'da ilk kez merkezi bir sansür teşkilatı kurulmuştur. Bu ve bunu benzer düzenlemeler Sinema denilen bu faaliyetin özgürlüğü de sınırsız değildir tabii ki. Gerçekleşen faaliyetler bir başkasının gururunu ve kişisel mahremiyetini hedef almamalıdır. Peki öyleyse bu özgürlük nasıl olmalıdır? Sinematografik Hürriyet olarak adlandırabileceğimiz bu özgürlüğü şöyle tanımlamak mümkün olacaktır: "Genel olarak (Yapımcı, yönetici, senaryo yazarı, işletmeci ve gösterimci olarak) film sanayi mensupları ile sinema seyircilerinin haiz olduğu ve devlet vs resmi makamlarla özel kişi veya kurumların müdahalesinden azade olarak filmlerin yapımı, gösterimi ve eleştirilmesinin temin edilmesinden ibaret bulunan bir hürriyettir." (A.Ş . Onaran, 1968, s. 21) yani sinemanın baskı ve denetimden kurtulması anlamına gelir.

Türkiye'de ise pek çok film yine sansüre takılmış gösterime bile girememiştir. Girenler ise orijinalliğinden ödünler vererek gösterime girmiştir. Ülkemizde sansürün ilk çıkış yıllarından itibaren uygulanışı aşağıdaki gibidir:

1932 ÖNCESİ: Birinci Dünya savaşının sonuna kadar sansür yoktur. İlk sansür 1919 yılında Malul Gaziler Cemiyeti tarafından çevrilen Hüseyin Rahmi Gürpınar'ın aynı adlı eserinden çevrilen "Mürebbiye" adlı filmdir. Sansür İngilizler tarafından uygulanmıştır. Sebep ise filmde, bir Türk ailesine mürebbiye olarak giren ve ailenin bütün erkeklerini birbirine katan kötü ruhlu bir ecnebi kadının maceraları anlatılmaktadır. TBMM'den sonra sansür yetkisi Valiliklerce kullanılırken, 1932Õde "Merkez Sansür Teşkilatı kurulmuştur. (Özkan Tikveş, Yeni Sinema, s. 51).

1932-1939 ARASI: Merkez Sansür Teşkilatı kurulduktan sonra 09. 06. 1932Õde film, 26.12.1933Õde de Ek Talimatname ile senaryo sansürü konmuştur. Film ve Senaryo sansürünü uygulamakla bir komisyon görevli tutulmuştur. Bu komisyonda, İçişleri ve Milli Savunma bakanlıkları ile Genel Kurmay Başkanlığından birer temsilci bulunacaktı. Ülke içinde yapılan yerli filmler ve senaryolar bu komisyonlarca denetleniyor ve gerekli görüldüğünde, sansür ediliyor, yurt dışından gelenler de yine gümrüklerde kontrol edilip sansüre tabii tutuluyordu.

1939’DAN GÜNÜMÜZE KADAR: 1934 yılında kabul edilen Polis Vazifece Salahiyet Kanununun 6. maddesinde yer alan hükümlere dayanılarak film ve senaryo sansürünü içeren bir tüzük hazırlandı. 1939 tarihli sansür tüzüğü yürürlüğe girdikten sonra 23 Eylül 1977 tarihinde yürürlüğe giren yeni Sansür Tüzüğüne kadar 38 yıl aralıksız bazı değişikler yapılarak uygulanmıştır. Daha sonra 1986Õda yürürlüğe giren yasa ile köklü değişikler yapılmıştır. (P.Gündüz, s. 11) Yapılan yeni tüzük eski tüzükteki bazı maddeleri içermemekle birlikte, öz itibariyle yasaklamalardan vazgeçilmemiştir.

Arkasından 1979 Tüzüğü ve 1983 Tüzüğü sansürcü sansürcü zihniyetin devam ettiğinin göstergesiydi. 1986 yıl sonunda FİYAP (Film Yapımcıları Derneği)ın girişimiyle "Sinema Video ve Müzik eserleri Kanunu " kabul edildi. Bu kanunla birlikte Türk Sineması ilk kez bir kanuna kavuşmuş oluyordu. Film sansüründe bugüne kadarki tüm yasal düzenlemelerin kaynağı olan "Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunu " nun 6. maddesi yürürlükten kaldırılarak polis sansürüne son verildi. Sinema ile ilgili tüm konular İçişleri Bakanlığının yetkisine verilmiştir. Ayrıca senaryo sansürü de kaldırılmıştır.

YENİ SİNEMA SANSÜR DÜZENİ : 1986 "Sinema Yasası " 1987’de bazı değişiklere uğradı. Bu değişikler daha çok sinema sanayiine yöneliktir. Buna göre; Sinema ve Müzik eserlerinin sahipliğini yapımcıya verilmektedir. Bunlardan film ve video kasetlerinin denetlenmesi ile ilgili maddeleri inceleyelim:

Yasanın getirdikleri : Yasanın en önemli özelliği, sansürün, Turizm ve Kültür Bakanlığı'na verilmesidir. Maddelerin içerikleri aşağıdaki gibidir:
1. Madde : Kanunun amacı, kültürle yakın münasebetli sinemanın fonksiyonları ve işlerliğine devam kazandırmakla ilgili esasları içerir.
2. Madde : Yasanın kapsamını içerir.
3. Madde : Yasa ile ilgili terimlerinin tanımlanması ile birlikte, yapılan eserlerin denetlenmesi ile ilgili bilgileri kapsar.
4. Madde : Üretim ve İthalatla ilgili esaslar içerir.
5. Madde : Üretim ve ithalata konu teşkil eden eserlerin toptan dağıtım ve gösterime sunulmadan önce, Bakanlıkça kayıt ve tescili yapılarak işletme belgesi verilir. (Onaran, s. 140
6. Madde : "İsteyen yapımcılar, çekime konu olacak senaryoların Bakanlıkça incelenmesini isteyebilirler. Bu inceleme alt komisyonlarca yapılır. Eserlerin denetim sonuçları ile senaryoların inceleme sonuçları en geç 15 gün içinde ilgililere bildirilir. " (Onaran, s. 141).
7. Madde : Dağıtım ve gösterimle ilgili esasları içerir.
8. Madde : Telif hakkı ile ilgili esasları içerir. Buna göre bu haklar (Çoğaltma, yayma ve gösterim hakkı) İşletme belgesi sahibine aittir.
9. Madde : İdarenin yetkisi hakkında bilgi veren esasları içerir.
10. Madde : Sinema sanayini ve Müzik sanatını destekleyici bir kurum olan "Sinema ve Müzik sanatını destekleme Fonu" ile ilgili esasları içerir.

Bu ve bunun devamı olan maddeleri ayrıntılı bir biçimde ayrı bir araştırma konusu olarak incelemek mümkündür. Şimdi Anayasa ve Sansür ile ilgili esasları inceleyelim:

Anayasa ve Sansür :
Türkiye'de Sansür devlet tarafından uygulanmaktadır. "Gelişen ve Aydınlanma dönemine giren bir toplumda hala ortaçağ kalıntısı yasalarla çıkabilecek sanat eserlerini engellemek mümkün görünmemektedir ve sansür gelişen toplumun gereçlerine uymadığı için can çekişmekte olan bir kurumdur. "(Altan Yalçın, A.G.E., s. 64) 1962 Anayasası "Polis Vazife ve Salahiyet" Kanunun 6. maddesi kabul edilmiş ve buna göre; "Hariçten gelen filmlerin çekilmesi ve dahilden yapılacak filmlerin çekilmesi polisin iznine bağlıdır." ilkesi kabul edilmiştir. Bu sinemayı kelepçelemekten farksız bir düzenlemedir. Bu Anayasanın 21. maddesindeki "Hak ve Hürriyetler" ilkesine aykırıdır. Bu ve buna benzer sınırlayıcı kanunların iptali için Anayasa mahkemesine başvurulmuş lakin bu itirazlar reddedilmiştir.
"Bir filmin sansürden çıkması sinemacı için bir kurtuluş sayılmıyordu. Türk Ceza Kanununun 426. Maddesi uyarınca sansürden çıkış izni olan bir film, suç unsuru bulunduğu taktirde savcıların kovuşturmasına yol açabiliyordu. Elbetteki yürürlükteki yasalar böyle bir işlevi gerektirecekti. Böylece de sansürün hukuki açıdan sinemacıya herhangi bir güvence getirmediği, açık seçik ortaya çıkıyordu" (Agah Özgüç, a.g.e., s. 20).

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE TÜRKİYE'DE YASAKLANAN FİLMLER

Türkiye'de hem yerli hem de yabancı filmler sansür edilmiştir. Ancak sansür edilen yabancı filmler daha çoktur. Çünkü onların karşılaştığı engel onlardan çok daha fazladır. Gümrükte zaten direk olarak sansür kuruluna götürülür, Yerli filmler ise yabancı filmlerden daha az sansüre maruz kalmıştır. Bunda sansür kurulunun yumuşak yaklaşımı da etkilidir.

Ülkemizde ilk sansür edilen film, 1919 yılında işgal kuvvetlerinin, Malün Geziler Cemiyeti tarafından çevrilen "Mürebbiye" adlı filmdir. Bu film H. R. Gürpınar'ın aynı adlı romanından adapte edilmiştir. İngiliz birliklerince sansür edilen filmde "Ecnebi bir kadının bir Türk ailesinin yanında çalışması ve o ailenin erkeklerini birbirine katması veyaptığı iki yüzlülükler anlatılır."Film işgal ve işgale karşı direnme sinemasıdır." (Nijat Özen, Türk Sineması kronolojisi, s. 50)

Beraberinde sansür edilen filmler şunlardır :
1) ****** (ADOLF KÖRNER 1942)
2) Aşık VeyselÕin Hayatı (METİN ERKSAN 1952)
3) Ceylan Emine (MUHARREM GÜRSES 1956)
4) Sokak şarkıcısı (O.M. ARIBURNU 1959)
5) Mukadderat (MUHARREM GÜRSES 1960)
6) Bir gelin gitti. (MUHTEŞEM DURUKAN 1960)
7) Kabadayılar Kralı (NEJAT SAYDAM 1961)
8) Bağ bozumu "Rahmetler Yağarken " (1962)
9) Harmandalı Mahmut Efem geliyor. Harmandalının intikamı (ÇETİN KARAMANBEY 1962)
10) Yılanların öcü (METİN ERKSAN 1962)
11) Susuz yaz (METİN ERKSAN 1964)
12) Karanlıkta uyananlar (ERTEM GÖREÇ 1965)
13) Babasına bak oğlunu al (TÜRKER İNANOĞLU 1968)
14) Beleş Osman (KEMAL İNCİ 1965)
15) Bitmeyen yol (DUYGU SAĞIROĞLU 1966)
16) Beyoğlu esrarı (TÜRKER İNANOĞLU 1966)
7) Soluk gecenin aşk hikayeleri (ALP ZEKİ HEPER 1966)
8) Kelepçeli Bilekler (YÜCEL HEKİMOĞLU 1966)
19) Hudutlar Kanunu ( LÜTFÜ ÖMER AKAD 1966)
20) Yiğitler Ölmezmiş (N. KURTAN 1966)
21) Kartal Yavrusu ( ÜMİT UTKU 1966)
22) Bombacı Emine (NURİ AKICI 1966)
23) Kanunsuz Dağlar (N. AKINCI 1967)
24) Kanlı Takip (YAVUZ FİGENLİ 1967)
25) Gecekondu Peşinde (FEVZİ TUNA 1967)
26) Çeşmeydanlı Ali (HASAN KAZANKAYA 1967)
27) Fedailer (KAYAHAN ARIKAN 1967)
28) Kanlı Hayat (E.GÖREÇ 1967)
29) Allaha Adanan Toprak (Y. FİGENLİ 1967)
30) AnadoluÕyu Türkleştirenler (FİKRET UÇAK 1967)
31) Kelepçeli Melek (MEHMET DİNLER 1967)
32) Şaşkın Hafiye Klinğime Karşı (NATUT BAYTON 1967)
33) Kocadağlı (KEMAL KAN 1967)
34) Büyük Kin (TUNÇ BAŞARAN 1969)
35) Umut (YILMAZ GÜNEY 1970)

1972 SEKS FİLMLERİ FURYASI DÖNEMİ VE SANSÜRDEN KURTULANLAR
Bu filmler önce sansüre uğramış, sonra üstünde yapılan bazı değişiklerle sansürden kurtulmayı başarmışlardır. Bunlar bazıları şöyledir:

1) Beş tavuk bir horuz (OKSAL PEKMEZOĞLU 1974)
2) Ah deme oh de (NAZMİ ÖZER)
3) Atını seven Kovboy (ARAM GÜLYÜZ)
4) Ne hakem (OKSAL PEKMEZOĞLU)
5) Ayıkla beni hüsnü (ARİF KESKİNER)
6) Seferim var (YAVUZ FİGENLİ)
7) Kokla ama koparma (TEMEL GÜRSU)
8) Kara çarşaflı gelin (SÜREYYA DURU 1976)
9) Darbe (ŞERİF GÖREN)
10) Çukurlata tarlası (GÜNAY KOSAVA 1979)
11) Bedel (MELİH GÜLGEN 1983)
12) Güneşin tutulduğu gün (ŞERİF GÖREN 1984)
13) Dul bir kadın (1985)
14) Adı Vasfiye ( ATIF YILMAZ 1986)
15) Bir avuç gökyüzü (ÜMİT ELÇİ 1987)
16) Med cezir manzaraları (MAHİNUR ERGUN 1987)
17) Berlin in Berlin (SİNAN ÇETİN 1992)
18) Cazibe hanımın gündüz düşleri (İRFAN TÖZÜM - 1992)
19) Sarı tebessüm (SEÇKİN YAŞAR) v.s

Bütün bu filmler bu güne kadar sansüre maruz kalmış olanların sadece bazılarıdır. Sözün kısası sansür, sinemanın ilk varoluşundan bu yana hep sinemaya musallat olmuş bir ayak bağıdır. Lakin sansürün ne kaldırılmasına ne de devamlılığına dair bir hem fikir oluşturulamamıştır. Bilinen bir şey vardır ki, o da insanın üretmeye devam ettiği müddetçe birilerinin onu kontrol altında tutma ve sınırlandırma isteğinin hep varolacağıdır.
 

ŞeHaZ

Söyle Derdin mi Var?
Yeşilçam'ın tarihi burada

Kültür ve Turizm Bakanlığı Telif Halkları ve Sinema Genel Müdürlüğü Arşivi, Yeşilçam'dan günümüze Türk filmleri, hayatın her alanından belgeseller ve Türkiye'de çıkmış tüm müzik kasetleriyle, film ve müzikteki gelişime tanıklık ediyor.

Yaklaşık 6 bin 700 sinema filmine sahip arşivden, dünyanın dört köşesindeki festivallere, 8 dilde alt yazılı filmler gönderilirken, raflar, bir yandan Atatürk'ün hatıralarını koruyor, diğer yandan müzik yapımlarının tapusunu saklıyor.
Son yıllarda tekrar atağa kalkan Türk sinemasında, yeni filmler yurt dışında ödüllere doymazken, Yeşilçam döneminin klasik filmleri sinema perdelerinde olmasa bile televizyonda hala seyirci buluyor. Tüm bu filmlerin kayıtları da Kültür ve Turizm Bakanlığının AKM binasının altındaki arşivinde toplanıyor.
6 BİN 700 SİNEMA FİLMİ ARŞİVDE...
Telif Hakları ve Sinema Genel Müdürü Abdurrahman Çelik'in verdiği bilgiye göre, bakanlığın arşivinde, bugüne kadar kayıt-tescil işlemine tutulmuş yaklaşık 6 bin 700 civarında 35 mm sinema filmi bulunuyor. Bunun yanında, yaklaşık 20 bin civarında CD, 22 bin-25 bin civarında da kaset formatında müzik yapımları da arşivde yerini alıyor.

Arşivin en eski filmi, Memduh Ün'ün 1960 yapımı “Kırık Çanaklar”ı. Ayrıca, Metin Erksan'ın 1962'de çektiği “Yılanların Öcü”, Halit Refiğ'in 1964 yılında filme aldığı “Gurbet Kuşları”, 1966 yapımı “Ah Güzel İstanbul”, 1967 yapımı “Kızılırmak Karakoyun”, Nuri Ergün'ün yönettiği Ayhan Işık ve Ferda Alkor'un oynadığı 1968 yapımı “Erikler Çiçek Açtı” da bozulmadan arşivde duruyor.

Orijinal afişi Milli Kütüphane'de bulunan Atıf Yılmaz'ın “Selvi Boylum Al Yazmalım” filmiyle, yine ünlü yönetmenin, Müjde Ar'ın usta oyunculuğunu sergilediği “Ah Belinda” ve “Asiye Nasıl Kurtulur” ile 2005'te çektiği “Eğreti Gelin” de arşivde, gelecek yıllara da uzanmak için saklanıyor.
YILDA 350 FİLM DÜNYAYI DOLAŞIYOR
Arşivdeki filmler, sadece raflarda kalmayıp, dünyayı dolaşıyor, Türk sinemasını 40'ı aşkın ülkeye tanıtıyor.
Telif Hakları ve Sinema Genel Müdürü Çelik, yurt dışındaki festivaller, özel gösterimler veya büyükelçiliklerin etkinliklerine, filmlerin genellikle bu arşivden gönderildiğini söyledi.

Arşivde, yılda yaklaşık 350 civarında film sirkülasyonu olduğunu belirten Çelik, bu yılın ilk altı ayında da Türk filmlerinin yaklaşık 40 ülkeyi gezdiğini dile getirdi.

Çelik, “Bazen festivaller çakışınca, filmleri o ülkeden diğer ülkeye, Türkiye'ye gelmeden transfer ediyoruz. Buraya gelmeden 8-10 ülkeyi gezmiş filmler var. Buranın trafiği o yönden çok yoğun” dedi.
FİLMLERE 8 DİLDE ALT YAZI...
Yurt dışına gösterime giden filmlere İngilizce, Fransızca, İtalyanca, Almanca, İspanyolca, Rusça, Japonca ve Arapça alt yazı yazdırılıyor, pozitif kopyaları gönderildiği için orijinalinin kaybolma riski bulunmuyor. En çok dilde alt yazısı olan film ise Sırrı Süreyya Önder ve Muharrem Gülmez imzalı “Beynelmilel”... Çeşitli festivallerdeki ödüllerin yanı sıra 14. Altın Koza Film Festivali'nden 6 ödülle ayrılan filmin, İngilizce, Fransızca, Almanca, Rusça, Arapça ve İspanyolca olmak üzere 6 dilde alt yazılı kopyaları yurt dışındaki gösterimleri için bakanlık arşivinde bekliyor.

Ayrıca, Barış Pirhasan'ın “Ademin Trenleri”, Biket İlhan'ın “Mavi Gözlü Dev”, Ömer Kızıltan'ın “Takva” ve Derviş Zaim'in “Cenneti Beklerken” adlı filmlerin 4 dilde, Abdullah Oğuz imzalı “Mutluluk” ile Memduh Ün'ün çektiği “Zıkkımın Kökü” adlı filmin de 3 dilde alt yazısı var.
ÖDÜLLÜ FİLMLERE ARAPÇA VE JAPONCA ALT YAZI..
Öte yandan, Ömer Kavur'un “Karşılaşma”, Ezel Akay'ın “Nerdesin Firuze” ile “Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü?”, Yavuz Turgul'un “Gönül Yarası”, Çağan Irmak'ın “Babam ve Oğlum”, Barış Pirhasan'ın “Ademin Trenleri”, Ömer Kızıltan'ın “Takva” adlı filmlerinin Arapça; “Melekler Evi”, “Güle Güle”, “Dar Alanda Kısa Paşlaşmalar”, “Oyunbozan”, “Propaganda”, “Yazgı”, “Komser Şekspir” ve “Yeşil Işık” adlı yapıtların Japonca alt yazılı kopyaları arşivde bulunuyor.

Türk sineması klasiklerinin bazılarının da festivaller için yabancı dilde alt yazılı versiyonları arşivde... “Selvi Boylum Al Yazmalım”ın İngilizce ve Rusça, “Kırık Bir Aşk Hikayesi”nin İngilizce ve Fransızca ve “Züğürt Ağa”nın İngilizce, Almanca, Fransızca ve İspanyolca alt yazılı kopyaları yabancı sinemaseverlerin karşısına çıkmayı bekliyor.
YÖNETMENLERİN BİBLİYOGRAFİSİ BURADA..

Arşiv, aynı zamanda ünlü yönetmenlerin, rejisörlük serüveninin sergisi gibi...Türk sinemasının authorlerinden Ömer Kavur'un, “Körebe”, “Anayurt Oteli”, “Gece Yolculuğu” ve “Akrebin Yolculuğu”, Halit Reliğ'in “Teyzem”, “Kurtar Beni”, Yavuz Turgul'un “Gölge Oyunu”, Şerif Gören'in “Derman”, Tunç Başaran'ın “Piyano Piyano Bacaksız”, Osman Sınav'ın “Hünkar ve Düş”, Ferzan Özpetek'in “Hamam” ve “Harem Suare” gibi filmleri, arşivin raflarında yönetmenlerinin bibliyografisini sunar gibi sıralanıyor.

Ayrıca, Ömer Lütfi Akad'ın “Vesikalı Yarim”, Derviş Zaim'in “Filler ve Çimen” ile “Çamur”, Zeki Demirkubuz'un “Masumiyet”, “İtiraf” ve “Bekleme Odası”, Yeşim Ustaoğlu'nun “Bulutları Beklerken”, Erden Kıral'ın “Yolda”, Çağan Irmak'ın “Babam ve Oğlum” ve Yüksel Aksu'nun “Dondurmam Gaymak” gibi yönetmenlik hünerlerini gösterdikleri filmleri de arşivde bulmak mümkün. Ancak, Yılmaz Güney'in filmlerinden hiçbirinin arşivlerde bulunmadığı belirtildi.
TÜRKİYE TARİHİ DE BELGESELLERLE BURADA...
Arşivlerdeki belgeseller ise bir anlamda Türkiye tarihini sunuyor. Cumhurbaşkanları Celal Bayar, Cevdet Sunay ile eski Başbakanlar Adnan Menderes, Süleyman Demirel, Necmettin Erbakan ve Bülent Ecevit'in gezilerinden, Aziz Nesin, Abidin Dino, Yaşar Kemal ve Suna Kan gibi sanatçı ve yazarların hayatına, depremlerden, başta İstanbul olmak üzere çeşitli il ve bölgelerin gelişimine kadar, arşivde Türkiye'nin ve hayatın her alanından belgeseller var.
Hatta arşivdeki, 1968-71 öğrenci hareketleri ile Kıbrıs'la ilgili 1963-1974 yıllarına ait görüntüler, o dönem yaşananları gözler önüne seriyor.

Arşiv, Atatürk'ün hatıralarını da saklıyor. Belgeseller arasında, Atatürk dönemindeki Cumhuriyet Bayramı törenleri, milli mücadele yıllarında Atatürk ve silah arkadaşları ile ulu önderin vefatından sonra naaşının Anıtkabir'e getirilişi gibi görüntüler hala korunuyor.

Ayrıca, 1920 yapımı “Atatürk Filmleri” ile Abidin Dino'nun 1933 yılında çektiği “Türkiye'nin Kalbi Ankara” belgeselinde, ulu önderin unutulmaz görüntüleri, gelecek nesillere de gösterilecek şekilde muhafaza ediliyor.
1920 YILINDAKİ ATATÜRK GÖRÜNTÜLERİ BOZULMAMIŞ
Telif Hakları ve Sinema Genel Müdürü Çelik, bantların arşivlenmesinin dikkat gerektirdiğini, bantların bozulmaması için belli dönemlerde kutu ve kasalarının değiştirildiğini söyledi.

1920'li yıllara ait Atatürk'le ilgili 35 mm'lik filmi gösteren Çelik, “Herhangi bir bozulma söz konusu değil” dedi.
Çelik, arşivdeki doğal koşulların da çok elverişli ortam yarattığını dile getirerek, şunları kaydetti:“Buranın ısı ve nem durumu ideal şartlarda ve bantların, kasetlerin bozulmasını engelliyor. Çünkü, bu materyaller için en tehlikeli şey ısı ve nem değişimi.Ayrıca, yangın söndürme sisteminde su yerine gaz kullanılan sistem var. Mevcut arşivin tavan kısmının tamamı sensörlerle donatılmış. En ufak yangın alarmı olduğu zaman kapılar kapalı da olsa bu sistem otomatik devreye giriyor ve söndürüyor.”
MÜZİĞİN TAPUSU DA BURADA...
Arşivdeki müzik eserleri hakkında da bilgi veren Çelik, kayıt tescilin müzikte zorunlu olduğunu, bu nedenle Türkiye'de çıkan tüm müzik eserlerinin arşivde bulunduğunu söyledi.

Çelik, “Bu eserlerin içerik dökümü de mevcut. Kayıt-tescil belgesi dediğimiz şey tapu niteliğinde. Satın alma, devretmede işlemlerini yine genel müdürlüğümüz yapıyor” diye konuştu.

Arşivin iki bölümden oluştuğunu belirten Çelik, “Bir kayıt tescil edilmiş eserlerin arşivlenmesi var. Bir de bugüne kadar belgesel projelerin ve sinema filmleri ile Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü, TRT gibi birimlerden devredilmiş olan belgesel niteliğindeki arşivler söz konusu. Biz hem sinema filmlerini hem de müzik eserlerini kayıt-tescil ediyoruz. Dolayısıyla, arşivde 1983 yılından bugüne kadar çıkan bütün müzik eserleri ve Türk filmlerinin kopyası bulunuyor” dedi.

Çelik, arşivin, müzik ve sinema eserleriyle ilgili yasal problemlerde mahkemelere delil olarak sunulması amacıyla oluşturulduğunu ve kayıt-tescilin sanatçıyı koruduğunu bildirdi.
“GİZLİ SAKLI BELGE YOK”
Arşivdeki eserlerin resmi belge niteliğinde olduğunu dile getiren Çelik, şu bilgileri verdi: “Burada gizli saklı belge yok. Araştırmacılara ve yayın kuruluşlarına açık. Buradaki eski belgesel veya son dönemde bakanlığın yaptırdığı veya desteklediği belgeseller, hepsi kamuoyuna açık.Türkiye'deki özellikle bölgesel ve yerel televizyonların belgesel açığının yüzde 60-70'ine yakınını bizim birimimiz karşılıyor. Birçok ildeki yerel televizyon kanalları bize müracaat etmek suretiyle, elimizdeki belgesel arşivinden faydalanabiliyorlar.”

Arşivdeki filmlerin ise yapımcısının izniyle çıkarılabileceğini ifade eden Çelik, Türkiye'de gösterime giren yabancı filmlerin de sadece kayıt-tescil için alınmış kopyaları bulunduğunu kaydetti.
ARŞİV, DİJİTAL ORTAMA AKTARILIYOR
Çelik, arşivin teknolojiye uygun olarak dijital ortama aktarılmaya başladığını da anlattı. Güncel belgesellerin tamamının aktarımının yapıldığını, son birkaç yıldır alınan filmlerin de dijital kopyalarının sisteme otomatik yüklendiğini ifade eden Çelik, “Eski filmler de güncellendikçe ya da yurt dışında bir festivale gittikçe dijital ortama aktarılıyor. Bakanlığın elinde ciddi veri tabanı oluşuyor” dedi.
 

ŞeHaZ

Söyle Derdin mi Var?
Osmanlı Ülkesinde İlk Sinema Gösterimleri ve Çekimleri
Osmanlı İmparatorluğu sinemayla 1896’da gösterime başlayan Fransa’dan hemen sonra tanıştı. Lumiere Kardeşler’in bir kameramanı 1896’da İstanbul’a gelerek Boğaziçi’nde çekimler yaptı. Ardından İzmir, Hayfa, Kudüs ve başka şehirleri görüntüledi. Aynı yılın sonlarında, bilet alınarak girilen ilk sinema gösterimi yapıldı. Pathe Yapımevi’nin temsilciliğini alan Polonya Yahudisi Sigmund Weinberg, o yıllardaki adı Pera olan ve çoğunlukla azınlıkların yaşadığı Beyoğlu’nda, Sponeck Birahanesi’nde sinematograf gösterileri düzenledi. Karagöz gösterileriyle meşhur Direklerarası’ndaki Feyziye Kıraathanesi de sinema gösterilerine başladı. İlk yerleşik sinema salonu olan Pathe’yi Weinberg Tepebaşı’nda açtı. Bunu Beyoğlu’nda açılan Palas ve Majik sinemaları takip etti. Feyziye Kıraathanesi de yıkılarak 1914’de Milli Sinema’ya dönüştü. Bu salonları başkaları da izledi. Birinci Dünya Savaşı öncesinde İzmir, Selanik gibi şehirlerde sinema oldukça yaygınlığa kavuşmuştu. Sarayda ise hanedan mensuplarına özel, sinema gösterimleri yapılıyordu. İlk
filmlerin kısa metrajlı belge filmleri ve güldürüler olduğu bilinmektedir.Osmanlı Devleti 1876–77 Osmanlı-Rus Savaşı’nda hızlı ve beklenmedik bir mağlubiyete uğramış, Batılı ülkelerin tehditleriyle bir anlaşma imzalayan Rusya, geldiği en ileri nokta olan Ayastefanos’a (Yeşilköy) yüksek ve görkemli bir anıt diktirmişti. 14 Kasım1914’de Fuat Uzkınay’ın görüntülediği Ayastefanos’taki Rus Abidesi’nin yıkılması, Türksinemasının da başlangıcı sayılır. (Merkez Ordu Sinema Dairesi arşivindeki bu film,günümüze ulaşamamıştır. Weinberg’in öğrencisi olan Uzkınay, Birinci Dünya Savaşı’nınçeşitli cephelerinde ordu adına çekimler yapmaya devam etti. Aslında Osmanlı ülkesinde Uzkınay’dan daha önce de sinema çekimleri yapılmıştı. Makedonyalı Yanaki Manaki ve Milton Manaki Kardeşler 1911 senesinde Sultan Reşat’ın Selanik ve Manastır gezilerini filme aldı. Bu filmler günümüze kadar da ulaşmıştır. Uzkınay’ın filminin ilk film sayılmasının sebebi Makedonya’nın bugünkü sınırlarımız dışında kalmasıdır.
 

ŞeHaZ

Söyle Derdin mi Var?
Türkiye'de Sinemanın Endüstrileşmesi

İkinci Dünya Savaşı'nın başlaması ve bitmesi, Türkiye'nin Demokrat Parti ile gerçek mânâda çok partili hayata geçmesi, yeni yönetmenlerin ortaya çıktığı ve Yeşilçam sinemasının başladığı yıllar oldu. Faruk Kenç, 1940'lara kadar tek adam olan Muhsin Ertuğrul dışında yönetmenlik yapan ilk isimdi. "Taş Parçası" filmiyle sinemaya atılan Kenç, tiyatro kökenli olmadığından filmlerinde de tiyatro etkisi yoktur; ancak filmleri vasatın üzerine çıkamaz. Ertuğrul filmlerini sesli çekerken, Faruk Kenç filmi sessiz çekip sonradan seslendirerek Türk sinemasının hemen benimseyeceği bir uygulamayı başlatmış oldu. 1948'de yabancı filmlerden yüzde 70 alınan verginin yerli filmlerde yüzde 25'e düşürülmesiyle yeni yönetmen sayısında ve film üretiminde büyük artış yaşandı.

1950'lerden sonra sinema salonları Anadolu'da bir ölçüde yaygınlık kazanmaya başlamıştır. Yeşilçam sineması dediğimiz dönem, daha çok 1950 - 1960 yılları arasını anlatır. Bu dönem sinemasının en bariz özelliği sinemanın bir eğlence niteliğinde hoşçca vakit geçirme aracı olarak anlaşılmasıdır. Bol miktarda salon komedileri, kan davasını konu alan köy filmleri, aşk ve namus filmleri çekilmiştir. Bu dönem Türk sinemasının yapılanmasında önemli bir kilometre taşıdır. Türk sinemasında yılda iki yüzü aşkın film üretilmiştir.

1950 ile 1960 arasındaki on yıllık dönem, Türk toplumsal gerçekçiliği için büyük önem taşır. 1948-1959 yılları arısında Türk ulusal sineması için sağlam temeller atılmaya başlanmıştır. Ucuz melodramlar ve tiyatro oyunları dışında bir sinema kavramı ilk defa bu yıllarda oluşmuştur. Bu dönemde yaşanan büyük gelişmeler içinde üç unsur, toplumsal gerçekçi bir sinemanın ortaya çıkışını sağlayacak alt yapının kurulması açısında önemlidir. Bu unsurları şöyle sıralayabiliriz:

1. Yeşilçam olarak bildiğimiz yeni bir sinema endüstrisinin ortaya çıkması ve böylelikle film ve sinema salonu sayısında büyük artış olması.
2. Film çekmeye hevesli ve yetenekli yeni bir yönetmen kuşağının doğması, "Kara Film" ya da "Köy Filmi" gibi yeni arayışların belirmesi.
3. Sinema eleştirisinin ciddi dergilerde yer almaya başlaması, sinema kuruluşlarının ve sinema yayıncılığının artması.

Ayrıca sinemanın profesyonel olarak meslek edinilmesi, bu amaçla yönetmen, oyuncu, teknik ekip yetiştirilmesinin daha organize yapılması sağlanmıştır. Bir anlamda Yeşilçam sinema için bir altyapı sağlamıştır denebilir.


Yeşilçam Sinemasının Temel Nitelikleri

1950'li yıllar döneminin en ilginç özelliklerinden biri, piyasa romanı olarak adlandırılan romanların filme çekilmesidir. Bunlara örnek olarak Kerime Nadir, Muazzez Tahsin, Esat Mahmut uyarlamaları örnek olarak verilebilir. Bu tür filmler özellikle İstanbul'da geçen gündelik hayatı bir ölçüde şekilsiz modernleşmeci bir tarzda ele alınan filmlerdir. 1950-1960 yılları arasında iyice yaygınlaşan piyasa romanları uyarlamaları Türk sinemasında kalıcı izler bırakmıştır, hatta bugün bile o yılların sinemadaki izlerini görmek mümkündür.

Türk sineması birkaç istisnanın dışında ne yazık ki içi boş öyküler, hiçbir kalıcı sinema dili olmayan fotokopi gibi çoğaltılmış senaryolarla romanlardan aşırılmış repliklerle, yeteneksiz oyuncu ve yönetmenlerin yer aldığı bir komedi, bazen de bir acıklı melodrama benzer.

1960 darbesine gelene kadar Türkiye'de yıllık film üretimi 80'i bulmuştu. Vasıflı birkaç yönetmen dışında çoğu sinemacı, yıldız sistemine dayanan ve seyircinin duygularına hitap ederek sadece vakit geçirtmeyi amaçlayan bir sinema kültürü oluşturdular. Sinemanın çok büyük bir maddi yatırım gerektirmeyen iyi bir kazanç kapısı olduğunu sezen girişimciler, Yeşilçam Sokağı'nın çevresini film yazıhaneleriyle doldurmuşlardı. Filmin iyi bir gişe yapmasının en kolay yolu, başarılı olmuş filmlerin taklit edilmesiydi. Yetişmiş insan gücünün ve teknik cihazların eksikliği bile film üretiminin artışına engel olamadı. Sanat birikimi ya da estetik kaygısı olmayan sinemacılar el yordamıyla ve bir-iki en fazla 4 hafta içinde çektikleri filmlerle (Mezarımı Taştan Oyun, Sevmek Günah mı, Affet Beni Allah'ım, gibi.) yeni bir işkolunun doğmasını sağladılar. Kötü kalpli zenginler, temiz kalpli yoksul kızlar ve delikanlılar, namus uğruna işlenen cinayetler, kötü yola düşmüş ama altın kalpli fahişeler, gibi klişeler git gide yerleşti. Bu dönemdeki filmleri izleyenler o yılların Türkiye'si hakkında filmlerde, filmin çekildiği yerin görüntüleri dışında hiçbir şey bulamazlar.
Kendi tarzını oluşturan, sinemayı sanat olarak gören, ayağı yere basan sinemacılar her zaman oldu. Sayıları az da olsa bazı yönetmenler sinema sanatına katkıda bulunmaya devam etti. Ancak Yeşilçam sinemasının ana yolu her zaman seyircinin beklentisine göre film çeken ve sinemayı sırf eğlence amaçlı kullanan sinema tüccarlarınındı. Yeşilçam yapımcıları filmlerden büyük paralar da kazandılar. Ancak bu gelirler hiçbir zaman sinemamıza altyapı kazandırmak için harcanmadı. Birkaç saatte yazılmış veya gişe başarısı yakalamış yabancı filmlerden uyarlanan senaryolarla filmler çekildi.

Yeşilçam sinemasında filmleri birkaç türde toplamak mümkündür: Birbirinin sonsuz sayıda kopyası gibi duran ağdalı melodramlar, tarihi olayları işleyen kahramanlık filmleri, Hazreti Ali, Rabia gibi konularla dini duygulara seslenen filmler, yoksulluk ve diğer sıkıntıları öne çıkartan yapımlar ve dünyanın belki de hiçbir ülkesinde olmayan Süpermen, Zagor, Tommiks, Tarzan, Batman gibi yabancı çizgi roman ve Western uyarlamaları.
 
Top