• Merhaba Ziyaretçi.
    "Yapay Zeka Objektif " Fotoğraf Yarışması başladı. İlgili konuya  BURADAN  ulaşabilirsiniz. Sizi de bu yarışmada görmek isteriz...

Türk Kültüründe Kadının Yeri

kAşİf

Düşünmek lazım..
Özel üye
Türklerin diğer birçok milletin aksine kadına sosyal hayatta hak ettiği yeri verdiği bilinmektedir. Dünya üzerindeki birçok millet kadına şeytan veya esir muamelesi yaparken Türkler, çocuklarına analık yapan vefakar eşlerine karşı derin bir sevgi ve saygı beslemişlerdir. Kadın sosyal hayattan dışlanmış değildir. Hayatın hemen her safhasında erkek kadar hak ve sorumluluk sahibidir. Türk yaratılış destanında yeryüzünü kaplayan sonsuz suyun içinden çıkan bir kadın (Ak ana veya Akine), gökte uçmakta olan Tanrı Ülgen’e yarat diye seslenir ve Tanrı’ya yaratma ilhamını verir. Bu örnek başlı başına Türk sosyal hayatında kadına ne derece önem verildiğini göstermeye yeter. Destanlar ve mitik anlatmalar milletlerin yaşayışları hakkında önemli bilgiler verirler. Kadın, hiçbir milletin destanında bu kadar estetik ve değerli bir unsur olarak ele alınmamıştır. Dede Korkut kitabının önsözü mahiyetindeki giriş yazısında dört tip kadından bahsedilir. Bunlardan olumlu özelliklere sahip olarak tasvir edilen ve “evin tayakı” (evin dayanağı) olarak nitelenen kadın tipi erkeği evde olmasa bile evini idare edebilecek kudrete sahip, cömert, misafirperver, iffetli ve görgülüdür. Bununla beraber dedikoducu, erkeğine karşı asi ve nankör kadın tipleri de açıkça eleştirilmektedir. Bu da bize kadının sosyal hayatta hakları olduğu gibi, sorumluluklarının da olduğunu göstermektedir. Dede Korkut hikayelerinden Duha Koca Oğlu Deli Dumrul hikayesinde kadın erkeği için canını verecek kadar cesur ve vefakardır. Anası ve babası bile Deli Dumrul’un canına karşılık Azrail’e kendi canlarını vermeye razı olmazken, karısı buna seve seve razı olur. Bu hikaye; Türk aile yapısının, eşler arasındaki sevginin, fedakarlık duygusunun en güzel ifade edildiği örneklerden birisidir. Kül Tigin Abidesi’nin doğu yüzünde şu şekilde bir ibare vardır: “Türk Tanrısı; Türk milleti yok olmasın, millet olsun diye babam İlteriş Kağan’ı, annem İlbilge Hatun’u göğün tepesinde tutup yukarı kaldırmış.” Bu ifadeler çok açık bir şekilde devlet yönetiminde kağan kadar katunun da söz sahibi olduğunu ifade etmektedir. Ziya Gökalp “Türkçülüğün Esasları” adlı eserinde şunları ifade etmektedir: “Eski Türklerde kadınlar, umumiyetle, amazon idiler. Binicilik, silahşörlük, kahramanlık, Türk erkekleri kadar, Türk kadınlarında da vardı. Kadınlar, doğrudan doğruya, hükümdar, kale muhafızı, vali ve sefir olabilirlerdi. Alelade ailelerde de ev, ortak olarak, karıyla kocanın ikisine aitti. Çocuklar üzerindeki velilik hassası, baba kadar, anaya da aitti. Erkek daima karısına saygı gösterir; onu arabaya bindirerek, kendisi arabanın arkasında yaya yürürdü. Şövalyelik eski Türklerde umumi bir seciye idi. Feminizm de, Türklerin en eski düsturu idi. Kadınlar mala tasarruf ettikleri gibi, dirliklere, zeametlere, haslara, malikanelere de sahip olabilirlerdi. Eski kavimler arasında, hiçbir kavim Türkler kadar kadın cinsiyetine hak vermemişler ve saygı göstermemişlerdir.” Bu konuda büyük Türkçü Nihal Atsız şöyle demektedir: “Dünyadaki muhtelif milletler arasında Türkler, kadına gerçek değerini veren belli başlı milletlerden biridir. Eski Yunanlılar, Romalılar, Araplar, İranlılar ve Hindliler kadını kötü bir yaratık sayıyor ve ona esir muamelesi yapıyorlardı. Türklerde ise saygı görüyor, fakat hiçbir zaman da her işte erkekle eşit tutulmuyordu. Zaten fizyolojik ayrılıklar erkekle kadının tamamı ile müsavi olmasına engeldir. Bugün memlekette kadına karşı yanlış bir hava esiyor: Ya onun hukuku hiç tanınmıyor, yahut da feminizm teranesi altında ona fevkalade itibar ediliyor, adeta imtiyazlı bir sınıf muamelesi gösteriliyor. Bunların ikisi de yanlıştır. İkisi de kadını manevi sukuta götürür.”

Kaynak :
 
Top