Forumlar
Yeni Mesajlar
CerezExtra
EĞLENCE ↓
Şans Kurabiyesi
Renk Falınız
ÇerezRADYO
Sevgiliye Özel
ÇerezDERGİ
Hızlı Okuma Testleri
Pratik Çözümler
Yeniler
Yeni Mesajlar
Yeni ürünler
Yeni kaynaklar
Son Aktiviteler
İndir
En son incelemeler
Dükkan
Giriş
Kayıt
Yeniler
Yeni Mesajlar
Menu
Giriş
Kayıt
Uygulamayı yükle
Yükle
Forumlar
Edebiyat / Kültür / Sanat
Edebiyat / Kitap
Kitap Özetleri
Turgut Özakman - Şu Çılgın Türkler
JavaScript devre dışı bırakıldı. Daha iyi bir deneyim için, devam etmeden önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
You are using an out of date browser. It may not display this or other websites correctly.
You should upgrade or use an
alternative browser
.
Konuya cevap yaz
Mesaj
<blockquote data-quote="sherry" data-source="post: 58650" data-attributes="member: 1384"><p>YUNAN İKİNCİ KOLORDUSU ile Türk 2. Grubu, Sakarya'nın</p><p>güneyindeki bölgede, aynı sert koşullar içinde doğuya doğru yürümekteydiler. Aralarında bir yürüyüş günü fark vardı.</p><p>Türk komutan daha deneyimli olduğu için birliklerini küçük gruplar halinde ve daha çok geceleri yürütüyordu. Buna rağmen yalnız bu gün 322 asker hastalanmıştı. Bu zahmete katlanamayıp kaçanlar da olmuştu.</p><p>Yunanlıların durumu doğal olarak çok daha ağırdı. Çünkü bu bölgeyi hiç tanımadıkları için güvenlik kaygısıyla gündüzleri yürüyüp sıcaktan kavruluyor, gece yatıp soğuktan titriyorlardı.</p><p>Albay Kalinski sinir içindeydi:</p><p>"Hani bu yürüyüş askeri bir gezinti olacaktı ?"</p><p>TÜRK ARTÇI BİRLİKLERİ Yunan birlikleriyle ya dövüşerek, ya göz temasını koruyarak geri çekiliyorlardı.</p><p>Mihalıççık'taki 1. Piyade Tümeni, geride Süvari Tümenini bırakarak, akşam Sakarya doğusuna geçti.</p><p>Güneydeki Süvari Grubu da akşam, yaklaşan düşman tümeni yüzünden, halkın gözyaşları içinde Emirdağ'ı boşalttı. Bu insanları düşmanın insafına bırakarak çıkıp gitmek subayları da askerleri de kahretmekteydi. Acı sahneyi uzatmamak için atları mahmuzlayıp kaçar gibi uzaklaştılar.</p><p>……</p><p>M. KEMAL PAŞA, Fevzi, İsmet ve Kazım Paşalar, Binbaşı Tevfik Bey, Yarbay Salih Omurtak, öğleden önce Albay Deli Halit Bey'in komutasındaki 12. Grubu ziyaret için iki arabayla grup karargahının bulunduğu Toydemir köyüne geldiler.</p><p>Bu grup Sakarya boyunda, demiryolundan güneydeki Yıldıztepe'ye kadarki kesimde mevzilenmişti.</p><p>Albay Halit Bey ve emrindeki tümen komutanları paşaları bekliyorlardı. Komutanlar eksikliklerin az da olsa sürekli giderilmesinden çok memnundular. Asker neşeliydi. Bunu duymak paşaları sevindirdi. Kaçak sayısı da çok azalmıştı.</p><p>Başkomutan, "Şu andaki asker sayımız istediğimiz düzeyde değil.:' dedi, "..ama güneye yöneleceği anlaşılan düşman bize zaman kazandırıyor. Askerlik şubelerinde, eğitim alaylarında birçok gencimiz ve askerimiz var. İşlemleri bitenler eğitim alaylarına, eğitimleri sona erenler orduya katılıyor. Millet, çocuklarını saklamadan askere yolladığı için bu akış artık durmaz, savaş boyunca devam eder. İçiniz rahat olsun." </p><p>Yeni savaş yöntemini (Lütfen bu yöntem için bir sonraki “Açıklamalar” bölümündeki “Yepyeni bir savaş stratejisi” isimli bölümü okuyunuz.) genişçe anlattı ve bir cümleyle özetledi: "Yurdumuzu karış karış koruyacağız !”</p><p>Nice savaş görmüş komutanları bile heyecan bastı. Gerçek bir ölüm-kalım savaşı olacaktı.</p><p>Toydemir'den Yıldıztepe'ye çıkıldı. Bu şirin tepeden geniş Sakarya vadisi bütün görkemi ile görünüyordu. Yıldıztepe'nin sarışın yamaçları Sakarya'ya doğru yavaşça, usulca, küçük dalgalar halinde inmekteydi. Ne güzel bir vatandı bu. Bu sarhoş edici güzellikten bir süre gözlerini alamadılar. Yazık ki birkaç gün sonra savaş burasını cehenneme döndürecekti. Bu kesimdeki bazı mevzileri gezip askerlerle bayramlaştıktan sonra, daha güneye indiler. </p><p>İnlerkatrancı Köyü'ne geldiler. Bu köyün güneybatısında, üstü düz bir tepe vardı. Sakarya'ya karışan Ilıca Deresi vadisinin bu tepeden iyi incelenebileceği anlaşılıyordu. Ilıca vadisi Türk cephesinin güney çizgisini oluşturacaktı.</p><p>Otomobilleri tepenin eteğinde bıraktılar, en yakındaki alaydan yollanan atlara binip ağır ağır tepeye çıktılar.</p><p>Alay Komutanı Başkomutan'a kendi seçkin atını ikram etmişti.</p><p>…….</p><p>ÇIKTIKLARI TEPEDEN, doğu-batı doğrultusunda uzanan Ilıca vadisi gerçekten iyi görünüyordu. Vadinin kuzeyi güneye egemendi. Bu durum savunmaya kolaylık ve üstünlük sağlayacaktı. Esas savunma hattının bu vadinin kuzeyinde oluşturulması, 4. Grubun Yıldız Tepe ile Ilıca vadisi arasındaki kesime kaydırılması kararlaştırıldı. 4. Grubun soluna 2. Grup gelecekti.</p><p>Doğuya doğru iyice ilerde, çevreye egemen, heybetli bir dağ vardı. Güçlü bir dürbünle çevreyi inceleyen Başkomutan sordu:</p><p>"Şu koyu renkli güzel dağın adı ne ?"</p><p>"Mangal Dağı!“</p><p>Dürbünü gözünden indirdi. Yere serili olan haritaya baktı, dağı buldu, işaretledi:</p><p>"Sol kanadımızı bu güzel dağa dayayalım. Düşmanın daha doğuya doğru ilerleme olasılığı belirirse, bu dağı esas savunma hattına katarız !”</p><p>Öğle yemeğini Toydemir'de komutanlarla yiyeceklerdi. İsmet Paşa haritasını toplarken, bir at kişnemesi ve bir erin korku çığlığını duyup başını kaldırdı.</p><p>M. Kemal Paşa tam ata binerken, bir şeyden ürken at parlayınca, ayağı üzengiden kayıp yere düşmüş, sol böğrünü büyükçe bir taşa çarpmıştı. </p><p>Fevzi Paşa uzatılan mataradan avucuna boşalttığı su ile M. Kemal Paşa'nın yüzünü yıkadı. M. Kemal Paşa gözlerini araladı, başucunda diz çökmüş İsmet Paşa'nın korku ile terleyen yüzünü görünce gülümsemeye çalıştı: </p><p>"Merak etme, önemli değil !”</p><p>Zorlukla doğrulup oturdu. İsmet Paşa'ya tutunarak ayağa kalktı.</p><p>Yüzünden canının yandığı belli oluyordu. Atı tutan seyise seslendi:</p><p>"Çocuk, getir onu buraya !”</p><p>Beyaz, güzel, uzun bacaklı, örme yeleli bir attı bu. Yanlış bir şey</p><p>yaptığının farkındaymış gibi suçlu suçlu duruyordu. Seyis atı yaklaştırdı. M. Kemal Paşa, "Gel çocuğum.:' dedi, atın yüzünü okşadı, "..senin bir kusurun yok:' Gözlerinin arasından öptü.</p><p>Yavaş yavaş tepeden indiler.</p><p>……</p><p>2. GRUP öğleyin Gökpınar'a ulaşmıştı. Burası Sakarya'ya karışan gür Gökpınar deresinin kaynağıydı. Dik kayaların dibinden buz gibi duru su fışkırıyordu. Su bol, çevre zehir yeşili çimen, kaynağın ve derenin kıyıları koyu gölge döken sık ağaçlarla doluydu.</p><p>Disiplin içinde sıralarını bekleyen birliklere soğuk kaynak gölünden kırba, tulum ve testilerle su taşınıyor, sırası gelen askerler, derede zevk çığlıkları ata ata yıkanıyor, daha ilerde de hayvanlar sulanıyordu.</p><p>Askerler beş sıska koyununu otlatan küçük çoban Musa'yı sevdiler, aralarına alıp karavanaya ortak ettiler.</p><p>Cehennem yürüyüşü bitmişti.</p><p>Cephe Komutanlığı Grubun öbür gün akşam Mangal Dağı'na ulaşmasını istiyordu. Selahattin Adil Bey, ''Allaha şükür, çorak bölgeyi aştık.:' dedi, "..bundan sonrası kolay. Kapağı cepheye atınca daha da rahatlarız. Düşman düşünsün !“</p><p>Doğru söylüyordu.</p><p>Düşman daha günlerce Anadolu'nun sıcağıyla, tozuyla, gölgesiz ve susuz bozkırıyla boğuşacaktı.</p><p>…….</p><p>OTOMOBİLLERLE çok yavaş olarak Polatlı'ya gelmişler, M. Kemal Paşa vagonuna çekilmişti. Yanında Cephe Sağlık Müdürü Dr. Murat Cankat vardı. Paşalar ve karargahın önde gelen subayları, derin bir kaygı ve sessizlik içinde, yandaki vagonda, muayene sonucunu bekliyorlardı.</p><p>Doktor yarım saat sonra bekleyenlerin yanına geldi. Terini sildi. Ürkmüş görünüyordu :</p><p>"Bir ya da iki kaburga kemiğinin kırıldığını sanıyorum. Biri ciğerini tahriş ediyor. Sesi kısılmaya başladı. Röntgen çekilmesi gerek !“ Yalnız Ankara Hastanesi'nde röntgen vardı.</p><p>"Öyleyse Ankara'ya gitmek zorunda !“</p><p>"Evet, hemen !“</p><p>İsmet Paşa, yaverine, "Treni hazırlatın.." dedi, topluluğa döndü, "..olayı gizli tutacağız !“</p><p>Refet Paşa'ya ve Cebeci Hastanesi'ne gizlice bilgi uçuruldu.</p><p>…….</p><p>REFET PAŞA, Kazım Paşa, Müsteşar Albay Ali Hikmet Ayerdem, Salih Bozok ile Muzaffer Kılıç başhekimin odasında sonucu bekliyorlardı.</p><p>Doktorlar Başkomutan'ı, röntgeninin çekilmesi ve muayene edilmesi için alıp götürmüşlerdi.</p><p>Sol kaburgalarından birinin kırık olduğu anlaşıldı. Kırık kaburganın ucu akciğeri örseliyordu. Kaburga alçıya alınamadığı için Dr. Mim Kemal Öke, belden yukarısını kalınca bir band ile sıkıca sardı. Kırık kaburganın zamanla kaynayıp iyileşmesi beklenecekti.</p><p>Dr. Adnan Adıvar, Dr. Refik Saydam, Dr. Şemsettin Bey, Dr. Murat Cankat ayaktaydılar. Arkalarında Nesrin Hemşire duruyordu.</p><p>Mim Kemal Bey, "Paşam..“ dedi saygıyla, "..yatarak, az hareket ederek dinlenmeniz gerekiyor. Aksi takdirde kaburgadaki kırık, ciğerdeki tahriş, başımıza çok iş açar. Velhasıl cepheye dönmeniz mümkün değiL. Yoksa..“</p><p>Sözünü tamamlamak için yumuşak bir sözcük aradı, bulamadı: "..ölürsünüz !“</p><p>Öteki doktorlar başlarını sallayarak Dr. Mim Kemal Bey'i onayladılar.</p><p>Mustafa Kemal Paşa Çankaya'ya döndü.</p><p>……</p><p>PAŞASININ kaza geçirdiğini öğrenen Fikriye Hanım az kalsın bayılacaktı. Kendini zorlukla toparladı, Paşa'yı büyük bir şefkatle yukarıya, yatak odasına çıkardı.</p><p>Salih Bozok, Dr. Murat Cankat, yaver Muzaffer Kılıç alt kattaki salona geçtiler. Az sonra Abdurrahim de aşağıya indi. Gözleri dolu dolu Salih Bozok'a sokuldu. hiç konuşmadan oturdular. Olayı duyup telaşlanan birkaç Bakan geldi. Fikriye Hanım misafirleri Paşa'nın yanına çıkardı. Az sonra hızla aşağıya indi. Dr. Murat Bey'e, gözleri korku içinde, "Bakanlara yarın cepheye döneceğini söylüyor..“ dedi, "..dönebilir mi ?"</p><p>Dr. Murat Bey hüzünle gülümsedi:</p><p>"Bakanların maneviyatı bozulmasın diye öyle söylüyordur. Çünkü dönmesi mümkün değil. En azından iki hafta yatması gerek !“ </p><p>……</p><p>2 NUMARALı koğuşta sadece iki yatak doluydu. Birinde Faruk yatıyordu, ötekinde ateşten inleyen bir yaralı. Kalan yirmi küsur yatak boş ve dağınıktı.</p><p>Faruk, küçük idare lambasının zayıf ışığında, sırt üstü, gözleri kapalı, bu akşam nöbetçi olan Nesrin'in gelmesini bekliyordu. Nöbetçi hemşirelerin koğuşları denetleme saatiydi.</p><p>Çok iyi tanıdığı zarif ayak sesleri duyuldu, yaklaştı, yaklaştı, yaklaştı, koğuşa girdi. Faruk bir çığlık bekliyordu. Beklediği oldu. Nesrin çığlığı bastı:</p><p>"Aaaaaaaaaa! Bu yaralılara ne oldu Faruk Bey? Nerede bunlar ?" </p><p>Faruk oturdu :</p><p>"Galiba Beyoğlu'na çıktılar..”</p><p>Ayaklarını karyoladan yere sarkıttı :</p><p>"..Pinti felekten bir gece çalacaklar:'</p><p>"Şaka yapmayın ne olur !”</p><p>"Peki. Kaçtılar Nesrin Hanım !”</p><p>Nesrin isyan etti :</p><p>"Neden ama ?"</p><p>"Cepheye dönmek istiyorlardı. Doktorlar izin vermeyince, kaçtılar !“</p><p> "Hiçbiri daha iyileşmemişti ki …“</p><p>"Zararı yok. Cephenin havası, karavanası insanı hastaneden daha çabuk iyi eder !“</p><p>Nesrin kapıya yürüdü :</p><p>"Ben olayı nöbetçi doktora bildirmek zorundayım…“</p><p>Faruk uzanıp kızın elini yakaladı :</p><p>"Hayır, durun lütfen. Dün kaçacaklardı. Bu akşam kaçmalarını ben tavsiye ettim. Çünkü sizin nöbetçi olacağınızı biliyordum, ricamı dikkate alacağınıza güveniyordum. Kaçakların istasyona ulaşıp cephe trenine binmeleri için bir yarım saate daha ihtiyaçları var. Sonra hastaneyi ayağa kaldırabilirsiniz. Şimdi lütfen şuraya oturun. Bir yarım saatçik dinlenmenizi rica ediyorum !“</p><p>Nesrin'i yanındaki yatağa oturttu. Kızın küçük eli hala kocaman avucunun içindeydi. Fark edince utandı :</p><p>"Ah affedersiniz…“</p><p>Telaşla elini çekti.</p><p>……</p><p>NESRİN koğuşta, kaçakların cephe trenine binmesi için gerekli zamanın dolmasını bekliyor ve alçak sesle Faruk'a bugün tanık olduğu büyük sahneyi anlatıyordu:</p><p>"Doktor Mim Kemal Bey, kırık kaburga oynayıp da ciğeri tahriş etmesin diye geniş bir bandla Paşa'nın göğsünü sıkı sıkı sardı ve cepheye dönemeyeceğini söyledi. Paşa hiç sesini çıkarmadı.“</p><p>"İtiraz etmedi mi ?"</p><p>"Hayır.“</p><p>Faruk hemen teşhisini koydu :</p><p>"Öyleyse kafasına koymuş, o da kaçacak !“</p><p>……</p><p>SALİH, Muzaffer ve Muhafız Taburu Komutanı Yüzbaşı İsmail Hakkı Bey, belki Paşa'nın bir emri olur diye erkenden gelmişler, yernek salonunda oturuyorladı.</p><p>Bir ayak sesi duyuldu. Salih ayağa kalkmaya davranınca, İsmail Hakkı elini tuttu :</p><p>"Telaşlanma, Fikriye Hanım'dır…“</p><p>Merdivenden Fikriye Hanım değil, M. Kemal Paşa indi. Tıraş olmuş, giyinmişti. Üçü de ayağa fırladılar. Salih ağlamaklı, 'Aman Paşam..“ dedi, "..niye kalktınız ?"</p><p>"Böyle günde yatılır mı çocuk ?"</p><p>Sesi iyice kısılmıştı :</p><p>"İsmail Hakkı, taburunu topla, yarın cepheye hareket et !“</p><p>"Başüstüne !“</p><p>Salih Bozok'a döndü:</p><p>"Trenlerde arkalığı öne arkaya hareket ettirilebilir koltuklar olurdu. Bana arkalığı öyle olan bir koltuk bulun. Belki demiryolu ambarında vardır. Kazım Paşa'ya haber verin. Bir saat sonra cepheye hareket edeceğiz. Albay Asım Bey'i de bulun. O da bizimle gelsin. Siz de hazırlanın !“</p><p>"Ama Paşam, doktor…“</p><p> "Dediğimi yapın !“</p><p> "Peki !“</p><p>İki yaver ve Yüzbaşı İsmail Hakkı azap içinde çıkarlarken Fikriye Hanım Paşa'nın yanına gelip durdu, sitemle baktı. Paşa, Fikriye Hanım'a tutunarak yavaşça oturdu. Elinden çekerek Fikriye Hanım'ı da oturttu.</p><p>"Bu kazayı anneme yazma !“</p><p>"Yazmam.“</p><p>"Teşekkür ederim. Zavallı kadın, benden yana hep acı içinde yaşadı. Ya hapisteyim, ya sürgünde, ya savaşta. İdama mahkum olduğumu bile duydu…“</p><p>Genç kadının elini okşadı :</p><p>"..Sen de üzülme. Allah bana yardım edecektir.”</p><p>……</p><p>KARARGAH TRENİ Ankara'dan sessizce hareket etti. Malıköy'de durdu. İki otomobil istasyonda bekliyordu. Başkomutanlık, Genelkurmay ve Cephe Komutanlığı karargahları Malıköy yakınındaki Alagöz'e alınmışlardı.</p><p>Yeni karargaha hareket ettiler.</p><p>Küçük Alagöz çiftliği büyük bir ordugah olmuştu. Her yanı subaylar, askerler, çeşit çeşit çadırlar, arabalar, atlar, telsiz antenleri, telefon ve telgraf direkleri kaplamıştı. Büyük Savaş'tan kalma birkaç da demir tekerlekli kamyon vardı. </p><p>Türk ordusunun çok uzun yıllardır bu kadar canlı bir başkomutanlık karargahı olmamıştı.</p><p>Otomobiller Türkoğlu Ali Ağa'nın iki katlı, büyükçe evinin önünde durdular. Ev Başkomutan için hazırlanmış, telefon ve telgraf bağlanmıştı. Orduda bulunan tek asetilen (karpit) lambası da, çok ışık verdiği için Başkomutan'a ayrılmıştı.</p><p>Fevzi ve İsmet Paşalar ile Başkomutanlık Sekreterliği görevlileri evin önünde bekliyorlardı. Paşalar kucaklaştılar. Üst kata çıkıldı. Bu katta Başkomutan'ın çalışma ve yatak odası ile yemek ve yaverlik odası bulunuyordu. Demiryolu ambarında bulunan arkalığı hareketli koltuğu birlikte getirmişlerdi. Muzaffer Kılıç ile Ali Metin Çavuş koltuğu çalışma odasındaki küçük masanın yanına yerleştirdiler.</p><p>Odada birkaç iskemle, yerde küçük bir halı vardı. Neşeyle kahve içtiler. M. Kemal Paşa iyi görünmeye çalışıyordu ama kımıldadıkça acıdan yüzü terlemekteydi.</p><p>Paşaları neşelendiren bir haber verdi:</p><p>"Halide Edip Hanım cephede bir görev istiyor !”</p><p>İsmet Paşa Halide Hanım'ı sayardı, bu isteğinden dolayı daha da saygı duydu. Türkiye bir savaş kahramanından daha cesur bu öncü kadınlar sayesinde, ilkel bir toplum olmaktan kurtulacaktı.</p><p>"Kaydını gönüllü er olarak yaparım. Karargahta çalışır !” Kazım Paşa İsmet Paşa'nın omuzuna dokundu :</p><p>"Dünyada, ünlü bir kadın yazarın er olarak görev aldığı ilk ordu karargahı seninki olacak !”</p><p>Paşa gururla baktı :</p><p>"Evet !”</p><p>Sohbet iyiydi ama iş yoğundu. İsmet Paşa Albay Asım Gündüz'le birlikte karargahına döndü. Yeni Kurmay Başkanı Albay Asım Gündüz saygıyla karşılandı.</p><p>……</p><p>YATAK ODASINA portatif bir asker yatağı konmuştu. Ama Paşa geceyi çalışma odasındaki arkalığı yatırılan koltukta geçirdi. Zaten az uyurdu. Burada daha da az uyur olmuştu. Herkes yatmaya gidince ya düşünüyor, ya kitap okuyordu. Gelirken İslam tarihiyle ilgili birkaç önemli kitap almıştı yanına.</p><p>Uyanır uyanmaz Ali Çavuş kahvesini verdi. Karargah berberi bekliyordu. Tıraş oldu. Gecelik entarisini çıkarıp giyindi. Arkalığı yatıkça koltuğa yarı uzanmış durumda oturdu, böylece doktorların tavsiyesine az da olsa uymuş oldu.</p><p>Albay Asım Bey telefon etti, Merkez Ordusu'nun yolladığı 16. Tümen'in iki alayı yola çıkmıştı: 2.250 subay ve er. Alaylar savaşa yetişebilirse savaşçı sayısı 58.750 olacak, altmış bine yaklaşılacaktı.</p><p>Doktor sigara içmesini yasak etmişti ama dayanamadı, bir sigara yaktı.</p><p>……</p><p>HALİDE EDİP HANIM kendisini geçirmeye gelen bazı bakanlara, Y. Kadri ve R. Eşref'e veda ederek cephe trenine bindi.</p><p>Cephe için diktirdiği giysiyi giymişti: Lacivert baş ortüsü, aynı renk uzun ceket, bol pantolon, yumuşak çizme. Cepheye giden bir yüzbaşı bavulunu rafa yerleştirdi.</p><p>Her istasyonda trene yeni askerler doluşuyor, toprak rengi kadınlar ağlaşarak bir zaman trenle birlikte koşuyorlardı. Malıköy'e vardıklarında ay çıkmıştı. </p><p>İstasyonda derin bir sessizlik içinde dağıtım bekleyen birçok yeni asker vardı. İsmet Paşa yaverini ve otomobilini yollamıştı.</p><p>Otomobil Batı Cephesi Karargahı önünde durdu. Halide Hanım'ı Tevfik Bıyıklıoğlu karşıladı. Karargahın alt katındaki toprak zeminli iki odada subaylar çalışıyordu. Yukarı kattaki iki odadan birine götürdü. Odada büyükçe bir masa ile üstü asker battaniyesi ile örtülü portatif bir yatak vardı. Burası Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa'nın makam ve yatak odasıydı. Öbür oda Cephe Kurmay Başkanı'nındı.</p><p>İsmet Paşa elini sıktı, oturması için bir tahta iskemle gösterdi ama Halide Hanım komutanına saygı gösterip oturmadı.</p><p>"Artık ordumda bir ersiniz. Sizi Birinci Şubeye atadım. Küçük bir eviniz, bir de hizmet eriniz olacak !”</p><p>Halide Hanım teşekkür etti.</p><p>"Başkomutan'ı ziyaret ettiniz mi ?"</p><p>"Hayır Paşam. Şimdi geldim.”</p><p>"Hemen gidin. Sizi bekliyor !”</p><p>Yüzbaşı Hasan Atakan Halide Hanım'ı M. Kemal Paşa'nın karargahına götürdü. </p><p>Halide Hanım bu sahneyi anılarında şöyle anlatacaktı: </p><p> </p><p>“M. Kemal Paşa oturduğu koltuktan güçlükle kalkmaya çalıştı. Çünkü kaburga kemikleri hala ağrılar içindeydi... M. Kemal Paşa'ya doğru, kalbimde gerçek bir saygı ile gittim. O kendi halindeki odada bütün gençliğin bir millet yaşasın diye ölmeyi göze alan kararını temsil ediyordu. Ne saray, ne şöhret, ne herhangi bir kudret, onun bu odadaki büyüklüğüne yaklaşamaz.</p><p>Gittim, elini öptüm.“</p><p> </p><p>Bundan böyle akşam yemeklerini, İsmet Paşa, Kazım Paşa, AIbay Arif Bey ile birlikte Başkomutan'ın sofrasında yiyecek, bu müthiş savaşın kulisinde yaşayacaktı.</p></blockquote><p></p>
[QUOTE="sherry, post: 58650, member: 1384"] YUNAN İKİNCİ KOLORDUSU ile Türk 2. Grubu, Sakarya'nın güneyindeki bölgede, aynı sert koşullar içinde doğuya doğru yürümekteydiler. Aralarında bir yürüyüş günü fark vardı. Türk komutan daha deneyimli olduğu için birliklerini küçük gruplar halinde ve daha çok geceleri yürütüyordu. Buna rağmen yalnız bu gün 322 asker hastalanmıştı. Bu zahmete katlanamayıp kaçanlar da olmuştu. Yunanlıların durumu doğal olarak çok daha ağırdı. Çünkü bu bölgeyi hiç tanımadıkları için güvenlik kaygısıyla gündüzleri yürüyüp sıcaktan kavruluyor, gece yatıp soğuktan titriyorlardı. Albay Kalinski sinir içindeydi: "Hani bu yürüyüş askeri bir gezinti olacaktı ?" TÜRK ARTÇI BİRLİKLERİ Yunan birlikleriyle ya dövüşerek, ya göz temasını koruyarak geri çekiliyorlardı. Mihalıççık'taki 1. Piyade Tümeni, geride Süvari Tümenini bırakarak, akşam Sakarya doğusuna geçti. Güneydeki Süvari Grubu da akşam, yaklaşan düşman tümeni yüzünden, halkın gözyaşları içinde Emirdağ'ı boşalttı. Bu insanları düşmanın insafına bırakarak çıkıp gitmek subayları da askerleri de kahretmekteydi. Acı sahneyi uzatmamak için atları mahmuzlayıp kaçar gibi uzaklaştılar. …… M. KEMAL PAŞA, Fevzi, İsmet ve Kazım Paşalar, Binbaşı Tevfik Bey, Yarbay Salih Omurtak, öğleden önce Albay Deli Halit Bey'in komutasındaki 12. Grubu ziyaret için iki arabayla grup karargahının bulunduğu Toydemir köyüne geldiler. Bu grup Sakarya boyunda, demiryolundan güneydeki Yıldıztepe'ye kadarki kesimde mevzilenmişti. Albay Halit Bey ve emrindeki tümen komutanları paşaları bekliyorlardı. Komutanlar eksikliklerin az da olsa sürekli giderilmesinden çok memnundular. Asker neşeliydi. Bunu duymak paşaları sevindirdi. Kaçak sayısı da çok azalmıştı. Başkomutan, "Şu andaki asker sayımız istediğimiz düzeyde değil.:' dedi, "..ama güneye yöneleceği anlaşılan düşman bize zaman kazandırıyor. Askerlik şubelerinde, eğitim alaylarında birçok gencimiz ve askerimiz var. İşlemleri bitenler eğitim alaylarına, eğitimleri sona erenler orduya katılıyor. Millet, çocuklarını saklamadan askere yolladığı için bu akış artık durmaz, savaş boyunca devam eder. İçiniz rahat olsun." Yeni savaş yöntemini (Lütfen bu yöntem için bir sonraki “Açıklamalar” bölümündeki “Yepyeni bir savaş stratejisi” isimli bölümü okuyunuz.) genişçe anlattı ve bir cümleyle özetledi: "Yurdumuzu karış karış koruyacağız !” Nice savaş görmüş komutanları bile heyecan bastı. Gerçek bir ölüm-kalım savaşı olacaktı. Toydemir'den Yıldıztepe'ye çıkıldı. Bu şirin tepeden geniş Sakarya vadisi bütün görkemi ile görünüyordu. Yıldıztepe'nin sarışın yamaçları Sakarya'ya doğru yavaşça, usulca, küçük dalgalar halinde inmekteydi. Ne güzel bir vatandı bu. Bu sarhoş edici güzellikten bir süre gözlerini alamadılar. Yazık ki birkaç gün sonra savaş burasını cehenneme döndürecekti. Bu kesimdeki bazı mevzileri gezip askerlerle bayramlaştıktan sonra, daha güneye indiler. İnlerkatrancı Köyü'ne geldiler. Bu köyün güneybatısında, üstü düz bir tepe vardı. Sakarya'ya karışan Ilıca Deresi vadisinin bu tepeden iyi incelenebileceği anlaşılıyordu. Ilıca vadisi Türk cephesinin güney çizgisini oluşturacaktı. Otomobilleri tepenin eteğinde bıraktılar, en yakındaki alaydan yollanan atlara binip ağır ağır tepeye çıktılar. Alay Komutanı Başkomutan'a kendi seçkin atını ikram etmişti. ……. ÇIKTIKLARI TEPEDEN, doğu-batı doğrultusunda uzanan Ilıca vadisi gerçekten iyi görünüyordu. Vadinin kuzeyi güneye egemendi. Bu durum savunmaya kolaylık ve üstünlük sağlayacaktı. Esas savunma hattının bu vadinin kuzeyinde oluşturulması, 4. Grubun Yıldız Tepe ile Ilıca vadisi arasındaki kesime kaydırılması kararlaştırıldı. 4. Grubun soluna 2. Grup gelecekti. Doğuya doğru iyice ilerde, çevreye egemen, heybetli bir dağ vardı. Güçlü bir dürbünle çevreyi inceleyen Başkomutan sordu: "Şu koyu renkli güzel dağın adı ne ?" "Mangal Dağı!“ Dürbünü gözünden indirdi. Yere serili olan haritaya baktı, dağı buldu, işaretledi: "Sol kanadımızı bu güzel dağa dayayalım. Düşmanın daha doğuya doğru ilerleme olasılığı belirirse, bu dağı esas savunma hattına katarız !” Öğle yemeğini Toydemir'de komutanlarla yiyeceklerdi. İsmet Paşa haritasını toplarken, bir at kişnemesi ve bir erin korku çığlığını duyup başını kaldırdı. M. Kemal Paşa tam ata binerken, bir şeyden ürken at parlayınca, ayağı üzengiden kayıp yere düşmüş, sol böğrünü büyükçe bir taşa çarpmıştı. Fevzi Paşa uzatılan mataradan avucuna boşalttığı su ile M. Kemal Paşa'nın yüzünü yıkadı. M. Kemal Paşa gözlerini araladı, başucunda diz çökmüş İsmet Paşa'nın korku ile terleyen yüzünü görünce gülümsemeye çalıştı: "Merak etme, önemli değil !” Zorlukla doğrulup oturdu. İsmet Paşa'ya tutunarak ayağa kalktı. Yüzünden canının yandığı belli oluyordu. Atı tutan seyise seslendi: "Çocuk, getir onu buraya !” Beyaz, güzel, uzun bacaklı, örme yeleli bir attı bu. Yanlış bir şey yaptığının farkındaymış gibi suçlu suçlu duruyordu. Seyis atı yaklaştırdı. M. Kemal Paşa, "Gel çocuğum.:' dedi, atın yüzünü okşadı, "..senin bir kusurun yok:' Gözlerinin arasından öptü. Yavaş yavaş tepeden indiler. …… 2. GRUP öğleyin Gökpınar'a ulaşmıştı. Burası Sakarya'ya karışan gür Gökpınar deresinin kaynağıydı. Dik kayaların dibinden buz gibi duru su fışkırıyordu. Su bol, çevre zehir yeşili çimen, kaynağın ve derenin kıyıları koyu gölge döken sık ağaçlarla doluydu. Disiplin içinde sıralarını bekleyen birliklere soğuk kaynak gölünden kırba, tulum ve testilerle su taşınıyor, sırası gelen askerler, derede zevk çığlıkları ata ata yıkanıyor, daha ilerde de hayvanlar sulanıyordu. Askerler beş sıska koyununu otlatan küçük çoban Musa'yı sevdiler, aralarına alıp karavanaya ortak ettiler. Cehennem yürüyüşü bitmişti. Cephe Komutanlığı Grubun öbür gün akşam Mangal Dağı'na ulaşmasını istiyordu. Selahattin Adil Bey, ''Allaha şükür, çorak bölgeyi aştık.:' dedi, "..bundan sonrası kolay. Kapağı cepheye atınca daha da rahatlarız. Düşman düşünsün !“ Doğru söylüyordu. Düşman daha günlerce Anadolu'nun sıcağıyla, tozuyla, gölgesiz ve susuz bozkırıyla boğuşacaktı. ……. OTOMOBİLLERLE çok yavaş olarak Polatlı'ya gelmişler, M. Kemal Paşa vagonuna çekilmişti. Yanında Cephe Sağlık Müdürü Dr. Murat Cankat vardı. Paşalar ve karargahın önde gelen subayları, derin bir kaygı ve sessizlik içinde, yandaki vagonda, muayene sonucunu bekliyorlardı. Doktor yarım saat sonra bekleyenlerin yanına geldi. Terini sildi. Ürkmüş görünüyordu : "Bir ya da iki kaburga kemiğinin kırıldığını sanıyorum. Biri ciğerini tahriş ediyor. Sesi kısılmaya başladı. Röntgen çekilmesi gerek !“ Yalnız Ankara Hastanesi'nde röntgen vardı. "Öyleyse Ankara'ya gitmek zorunda !“ "Evet, hemen !“ İsmet Paşa, yaverine, "Treni hazırlatın.." dedi, topluluğa döndü, "..olayı gizli tutacağız !“ Refet Paşa'ya ve Cebeci Hastanesi'ne gizlice bilgi uçuruldu. ……. REFET PAŞA, Kazım Paşa, Müsteşar Albay Ali Hikmet Ayerdem, Salih Bozok ile Muzaffer Kılıç başhekimin odasında sonucu bekliyorlardı. Doktorlar Başkomutan'ı, röntgeninin çekilmesi ve muayene edilmesi için alıp götürmüşlerdi. Sol kaburgalarından birinin kırık olduğu anlaşıldı. Kırık kaburganın ucu akciğeri örseliyordu. Kaburga alçıya alınamadığı için Dr. Mim Kemal Öke, belden yukarısını kalınca bir band ile sıkıca sardı. Kırık kaburganın zamanla kaynayıp iyileşmesi beklenecekti. Dr. Adnan Adıvar, Dr. Refik Saydam, Dr. Şemsettin Bey, Dr. Murat Cankat ayaktaydılar. Arkalarında Nesrin Hemşire duruyordu. Mim Kemal Bey, "Paşam..“ dedi saygıyla, "..yatarak, az hareket ederek dinlenmeniz gerekiyor. Aksi takdirde kaburgadaki kırık, ciğerdeki tahriş, başımıza çok iş açar. Velhasıl cepheye dönmeniz mümkün değiL. Yoksa..“ Sözünü tamamlamak için yumuşak bir sözcük aradı, bulamadı: "..ölürsünüz !“ Öteki doktorlar başlarını sallayarak Dr. Mim Kemal Bey'i onayladılar. Mustafa Kemal Paşa Çankaya'ya döndü. …… PAŞASININ kaza geçirdiğini öğrenen Fikriye Hanım az kalsın bayılacaktı. Kendini zorlukla toparladı, Paşa'yı büyük bir şefkatle yukarıya, yatak odasına çıkardı. Salih Bozok, Dr. Murat Cankat, yaver Muzaffer Kılıç alt kattaki salona geçtiler. Az sonra Abdurrahim de aşağıya indi. Gözleri dolu dolu Salih Bozok'a sokuldu. hiç konuşmadan oturdular. Olayı duyup telaşlanan birkaç Bakan geldi. Fikriye Hanım misafirleri Paşa'nın yanına çıkardı. Az sonra hızla aşağıya indi. Dr. Murat Bey'e, gözleri korku içinde, "Bakanlara yarın cepheye döneceğini söylüyor..“ dedi, "..dönebilir mi ?" Dr. Murat Bey hüzünle gülümsedi: "Bakanların maneviyatı bozulmasın diye öyle söylüyordur. Çünkü dönmesi mümkün değil. En azından iki hafta yatması gerek !“ …… 2 NUMARALı koğuşta sadece iki yatak doluydu. Birinde Faruk yatıyordu, ötekinde ateşten inleyen bir yaralı. Kalan yirmi küsur yatak boş ve dağınıktı. Faruk, küçük idare lambasının zayıf ışığında, sırt üstü, gözleri kapalı, bu akşam nöbetçi olan Nesrin'in gelmesini bekliyordu. Nöbetçi hemşirelerin koğuşları denetleme saatiydi. Çok iyi tanıdığı zarif ayak sesleri duyuldu, yaklaştı, yaklaştı, yaklaştı, koğuşa girdi. Faruk bir çığlık bekliyordu. Beklediği oldu. Nesrin çığlığı bastı: "Aaaaaaaaaa! Bu yaralılara ne oldu Faruk Bey? Nerede bunlar ?" Faruk oturdu : "Galiba Beyoğlu'na çıktılar..” Ayaklarını karyoladan yere sarkıttı : "..Pinti felekten bir gece çalacaklar:' "Şaka yapmayın ne olur !” "Peki. Kaçtılar Nesrin Hanım !” Nesrin isyan etti : "Neden ama ?" "Cepheye dönmek istiyorlardı. Doktorlar izin vermeyince, kaçtılar !“ "Hiçbiri daha iyileşmemişti ki …“ "Zararı yok. Cephenin havası, karavanası insanı hastaneden daha çabuk iyi eder !“ Nesrin kapıya yürüdü : "Ben olayı nöbetçi doktora bildirmek zorundayım…“ Faruk uzanıp kızın elini yakaladı : "Hayır, durun lütfen. Dün kaçacaklardı. Bu akşam kaçmalarını ben tavsiye ettim. Çünkü sizin nöbetçi olacağınızı biliyordum, ricamı dikkate alacağınıza güveniyordum. Kaçakların istasyona ulaşıp cephe trenine binmeleri için bir yarım saate daha ihtiyaçları var. Sonra hastaneyi ayağa kaldırabilirsiniz. Şimdi lütfen şuraya oturun. Bir yarım saatçik dinlenmenizi rica ediyorum !“ Nesrin'i yanındaki yatağa oturttu. Kızın küçük eli hala kocaman avucunun içindeydi. Fark edince utandı : "Ah affedersiniz…“ Telaşla elini çekti. …… NESRİN koğuşta, kaçakların cephe trenine binmesi için gerekli zamanın dolmasını bekliyor ve alçak sesle Faruk'a bugün tanık olduğu büyük sahneyi anlatıyordu: "Doktor Mim Kemal Bey, kırık kaburga oynayıp da ciğeri tahriş etmesin diye geniş bir bandla Paşa'nın göğsünü sıkı sıkı sardı ve cepheye dönemeyeceğini söyledi. Paşa hiç sesini çıkarmadı.“ "İtiraz etmedi mi ?" "Hayır.“ Faruk hemen teşhisini koydu : "Öyleyse kafasına koymuş, o da kaçacak !“ …… SALİH, Muzaffer ve Muhafız Taburu Komutanı Yüzbaşı İsmail Hakkı Bey, belki Paşa'nın bir emri olur diye erkenden gelmişler, yernek salonunda oturuyorladı. Bir ayak sesi duyuldu. Salih ayağa kalkmaya davranınca, İsmail Hakkı elini tuttu : "Telaşlanma, Fikriye Hanım'dır…“ Merdivenden Fikriye Hanım değil, M. Kemal Paşa indi. Tıraş olmuş, giyinmişti. Üçü de ayağa fırladılar. Salih ağlamaklı, 'Aman Paşam..“ dedi, "..niye kalktınız ?" "Böyle günde yatılır mı çocuk ?" Sesi iyice kısılmıştı : "İsmail Hakkı, taburunu topla, yarın cepheye hareket et !“ "Başüstüne !“ Salih Bozok'a döndü: "Trenlerde arkalığı öne arkaya hareket ettirilebilir koltuklar olurdu. Bana arkalığı öyle olan bir koltuk bulun. Belki demiryolu ambarında vardır. Kazım Paşa'ya haber verin. Bir saat sonra cepheye hareket edeceğiz. Albay Asım Bey'i de bulun. O da bizimle gelsin. Siz de hazırlanın !“ "Ama Paşam, doktor…“ "Dediğimi yapın !“ "Peki !“ İki yaver ve Yüzbaşı İsmail Hakkı azap içinde çıkarlarken Fikriye Hanım Paşa'nın yanına gelip durdu, sitemle baktı. Paşa, Fikriye Hanım'a tutunarak yavaşça oturdu. Elinden çekerek Fikriye Hanım'ı da oturttu. "Bu kazayı anneme yazma !“ "Yazmam.“ "Teşekkür ederim. Zavallı kadın, benden yana hep acı içinde yaşadı. Ya hapisteyim, ya sürgünde, ya savaşta. İdama mahkum olduğumu bile duydu…“ Genç kadının elini okşadı : "..Sen de üzülme. Allah bana yardım edecektir.” …… KARARGAH TRENİ Ankara'dan sessizce hareket etti. Malıköy'de durdu. İki otomobil istasyonda bekliyordu. Başkomutanlık, Genelkurmay ve Cephe Komutanlığı karargahları Malıköy yakınındaki Alagöz'e alınmışlardı. Yeni karargaha hareket ettiler. Küçük Alagöz çiftliği büyük bir ordugah olmuştu. Her yanı subaylar, askerler, çeşit çeşit çadırlar, arabalar, atlar, telsiz antenleri, telefon ve telgraf direkleri kaplamıştı. Büyük Savaş'tan kalma birkaç da demir tekerlekli kamyon vardı. Türk ordusunun çok uzun yıllardır bu kadar canlı bir başkomutanlık karargahı olmamıştı. Otomobiller Türkoğlu Ali Ağa'nın iki katlı, büyükçe evinin önünde durdular. Ev Başkomutan için hazırlanmış, telefon ve telgraf bağlanmıştı. Orduda bulunan tek asetilen (karpit) lambası da, çok ışık verdiği için Başkomutan'a ayrılmıştı. Fevzi ve İsmet Paşalar ile Başkomutanlık Sekreterliği görevlileri evin önünde bekliyorlardı. Paşalar kucaklaştılar. Üst kata çıkıldı. Bu katta Başkomutan'ın çalışma ve yatak odası ile yemek ve yaverlik odası bulunuyordu. Demiryolu ambarında bulunan arkalığı hareketli koltuğu birlikte getirmişlerdi. Muzaffer Kılıç ile Ali Metin Çavuş koltuğu çalışma odasındaki küçük masanın yanına yerleştirdiler. Odada birkaç iskemle, yerde küçük bir halı vardı. Neşeyle kahve içtiler. M. Kemal Paşa iyi görünmeye çalışıyordu ama kımıldadıkça acıdan yüzü terlemekteydi. Paşaları neşelendiren bir haber verdi: "Halide Edip Hanım cephede bir görev istiyor !” İsmet Paşa Halide Hanım'ı sayardı, bu isteğinden dolayı daha da saygı duydu. Türkiye bir savaş kahramanından daha cesur bu öncü kadınlar sayesinde, ilkel bir toplum olmaktan kurtulacaktı. "Kaydını gönüllü er olarak yaparım. Karargahta çalışır !” Kazım Paşa İsmet Paşa'nın omuzuna dokundu : "Dünyada, ünlü bir kadın yazarın er olarak görev aldığı ilk ordu karargahı seninki olacak !” Paşa gururla baktı : "Evet !” Sohbet iyiydi ama iş yoğundu. İsmet Paşa Albay Asım Gündüz'le birlikte karargahına döndü. Yeni Kurmay Başkanı Albay Asım Gündüz saygıyla karşılandı. …… YATAK ODASINA portatif bir asker yatağı konmuştu. Ama Paşa geceyi çalışma odasındaki arkalığı yatırılan koltukta geçirdi. Zaten az uyurdu. Burada daha da az uyur olmuştu. Herkes yatmaya gidince ya düşünüyor, ya kitap okuyordu. Gelirken İslam tarihiyle ilgili birkaç önemli kitap almıştı yanına. Uyanır uyanmaz Ali Çavuş kahvesini verdi. Karargah berberi bekliyordu. Tıraş oldu. Gecelik entarisini çıkarıp giyindi. Arkalığı yatıkça koltuğa yarı uzanmış durumda oturdu, böylece doktorların tavsiyesine az da olsa uymuş oldu. Albay Asım Bey telefon etti, Merkez Ordusu'nun yolladığı 16. Tümen'in iki alayı yola çıkmıştı: 2.250 subay ve er. Alaylar savaşa yetişebilirse savaşçı sayısı 58.750 olacak, altmış bine yaklaşılacaktı. Doktor sigara içmesini yasak etmişti ama dayanamadı, bir sigara yaktı. …… HALİDE EDİP HANIM kendisini geçirmeye gelen bazı bakanlara, Y. Kadri ve R. Eşref'e veda ederek cephe trenine bindi. Cephe için diktirdiği giysiyi giymişti: Lacivert baş ortüsü, aynı renk uzun ceket, bol pantolon, yumuşak çizme. Cepheye giden bir yüzbaşı bavulunu rafa yerleştirdi. Her istasyonda trene yeni askerler doluşuyor, toprak rengi kadınlar ağlaşarak bir zaman trenle birlikte koşuyorlardı. Malıköy'e vardıklarında ay çıkmıştı. İstasyonda derin bir sessizlik içinde dağıtım bekleyen birçok yeni asker vardı. İsmet Paşa yaverini ve otomobilini yollamıştı. Otomobil Batı Cephesi Karargahı önünde durdu. Halide Hanım'ı Tevfik Bıyıklıoğlu karşıladı. Karargahın alt katındaki toprak zeminli iki odada subaylar çalışıyordu. Yukarı kattaki iki odadan birine götürdü. Odada büyükçe bir masa ile üstü asker battaniyesi ile örtülü portatif bir yatak vardı. Burası Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa'nın makam ve yatak odasıydı. Öbür oda Cephe Kurmay Başkanı'nındı. İsmet Paşa elini sıktı, oturması için bir tahta iskemle gösterdi ama Halide Hanım komutanına saygı gösterip oturmadı. "Artık ordumda bir ersiniz. Sizi Birinci Şubeye atadım. Küçük bir eviniz, bir de hizmet eriniz olacak !” Halide Hanım teşekkür etti. "Başkomutan'ı ziyaret ettiniz mi ?" "Hayır Paşam. Şimdi geldim.” "Hemen gidin. Sizi bekliyor !” Yüzbaşı Hasan Atakan Halide Hanım'ı M. Kemal Paşa'nın karargahına götürdü. Halide Hanım bu sahneyi anılarında şöyle anlatacaktı: “M. Kemal Paşa oturduğu koltuktan güçlükle kalkmaya çalıştı. Çünkü kaburga kemikleri hala ağrılar içindeydi... M. Kemal Paşa'ya doğru, kalbimde gerçek bir saygı ile gittim. O kendi halindeki odada bütün gençliğin bir millet yaşasın diye ölmeyi göze alan kararını temsil ediyordu. Ne saray, ne şöhret, ne herhangi bir kudret, onun bu odadaki büyüklüğüne yaklaşamaz. Gittim, elini öptüm.“ Bundan böyle akşam yemeklerini, İsmet Paşa, Kazım Paşa, AIbay Arif Bey ile birlikte Başkomutan'ın sofrasında yiyecek, bu müthiş savaşın kulisinde yaşayacaktı. [/QUOTE]
Alıntıları ekle...
İsim
Spam kontrolü
Atatürk'ün doğduğu şehir?
Cevapla
Forumlar
Edebiyat / Kültür / Sanat
Edebiyat / Kitap
Kitap Özetleri
Turgut Özakman - Şu Çılgın Türkler
Top