Toplumsal Cinsiyet (Gender)

Suskun

V.I.P
V.I.P

Toplumsal cinsiyet

Toplumsal cinsiyet, biyolojik cinsiyet kavramının ötesinde tüm cinsiyet algılarının toplum tarafından belirlendiğini öne süren bir kavramdır.


Biyolojik cinsiyet anne karnında oluşur; toplumsal cinsiyet ise doğduktan sonra. Toplum içinde "kızlar şöyle olur, erkekler böyle olur" gibi aşılamalar toplumsal cinsiyeti öğretir. Kızlarla erkeklerin farklı uzunluklarda saç uzatmaları, pantolon ve eteklik giyme, kulağa küpe takma ya da takmama, saçı tokalama ya da tokalamama gibi farklılaşmalar toplumsal cinsiyet ile uyumlu duruma gelme davranışları olarak değerlendirilebilir. Bütün bu olgularda biyolojik cinsiyet değişmez, ancak toplumsal cinsiyet ortaya çıkar.



TOPLUMSAL CİNSİYET



Cinsiyet: Bireyin kadın ya da erkek olarak mevcut genetik, fizyolojik ve biyolojik özellikleri olarak tanımlanmaktadır. Bu özellikler kadın ve erkek arasında bir eşitsizlik değil, sadece bir cinsiyet farkı yaratmaktadır.

Toplumsal Cinsiyet (Gender)
: Farklı kültürde, tarihin farklı anlarında ve farklı coğrafyalarda kadınlara ve erkeklere toplumsal olarak yüklenen roller ve sorumlulukları ifade eder. Toplumsal cinsiyet kısaca, sosyal yönden kadın ve erkeğe verilen roller, sorumluluklar olarak tanımlanır. Hepimiz dünyaya kız ya da oğlan olarak geliriz. Bu bizim seçtiğimiz bir şey değildir. Hangi kültürde, çağda yaşarsak yaşayalım, kız ya da erkek olarak doğmak, tıpkı ölümlü olmak gibi, biyolojik varlığımızın bir niteliğidir. Ancak daha doğum öncesinde kız bebeklerin eşyaları için pembe, erkek bebeklerin eşyaları için mavi rengin tercih edilmesiyle başlayan süreç, erkeklerin ve kadınların yapabileceği işler konusunda da yapay ayrımlar üretir. Bu çerçevede erkek cinsiyeti ile kadın cinsiyeti arasında toplumsal yaşama katılma düzeyi açısından farklılıklar oluşur. Sayısal bakımdan eşit olmakla beraber iki cinsin toplumsal alanda temsiliyetleri farklılaşır. Kadın cinsiyeti daha çok ev gibi özel alandan kalırken, erkek cinsiyeti dışarıda her türlü kamusal alanda kendini ifade eder. Çalışma yaşamından siyasete, sivil toplum örgütlenmesinden eğitime kadar her türlü kamusal alanda iki cins temelindeki bu görünüm toplumsal cinsiyet eşitsizliğini oluşturur.

Toplumsal Cinsiyette Eşitlik (Gender Equalıty):
Fırsatları kullanma, kaynakların ayrılması ve kullanımında, hizmetlere ulaşmada bireyin cinsiyeti nedeni ile ayrımcılığa maruz kalmaması/ayrımcılık yapılmamasıdır

Toplumsal Cinsiyette Hakkaniyet (Gender Equıty)
Kadın ve erkek arasında sorumlulukların ve gelirin dağılımında adalet ve hakkaniyet olmasıdır.
Bu kavramda kadın ve erkeğin farklı gereksinimlerinin ve gücünün olduğu kabul edilmektedir. Bu farklılığın belirlenerek, iki cinsiyet arasındaki dengeyi düzeltecek şekilde, gerekenlerin yapılması benimsenmektedir. Kadın ve erkeğin farklı özellikleri ve gereksinmeleri vardır. Sorumluluk, görev ve rollerin dağılımında adalet ve hakkaniyet olması gerekmektedir. Toplumun kadın ve erkeğe biçtiği “toplumsal cinsiyet rolü” pek çok mekanizma aracılığıyla her iki biyolojik cinsiyetin de sağlığını olumsuz etkilemektedir. Kadın ve Erkeğe toplum tarafından biçilen roller, oluşturulan kalıplar mevcuttur; Türkiye’de kadın ve erkek geleneksel olarak daha doğmadan başlayıp ölümüne dek farklı bir sosyal kalıba konulmaktadır. Toplumun kadın ve erkekten farklı beklentileri ve bununla ilgili inançları, bireylerin de bu yönde, yani cinsiyetlerine uygun davranışlar geliştirmesine yol açmaktadır.

Kadın ve Toplumsal cinsiyet eşitliği

1. Kadınlara yüklenen en önemli toplumsal rol, analıktır.
Kadınlar, toplumsal olarak desteklenmediklerinde ve güçsüz kaldıklarında, annelik rollerini de gereği gibi yerine getiremezler.

2. Kadınlar, anneliğin yanı sıra, evin idaresinden de sorumludurlar. Ev işleri, yapıldığı sürece farkına varılmayan, ancak yapılmadığında görülebilen, bu nedenle de “görünmez” denen işlerdir. Ev işlerinin bir özelliği de maddi bir karşılığının olmaması, “çalışma” tanımına girmemesidir. Ev kadını, çocuk sayısına ve yaşına da bağlı olarak günde ortalama on-on iki saat çalışır. Ancak herhangi bir sosyal güvencesi olmadığı gibi, geçinmek için de kocasına bağımlıdır.

3. Kadınların çoğu çalışma hayatına yeterince katılamamaktalar.
Kadınlar, toplumsal olarak “ev kadınlığı” ve “analık”ın uzantısı olan işlevleri yerine getirirler. Kadınlar ücretli çalışmaya katıldıklarında da, asıl sorumluluklarının ailelerine karşı olduğu düşünülür, bu nedenle de çalışma hayatında erkeklerle eşit kabul edilmeleri zordur. Aile sorumluluklarının ve anneliğin bir uzantısı gibi sayılan işler yaparlar: hemşirelik, hastabakıcılık, öğretmenlik, sekreterlik gibi.

4. Kadınlar, ailenin namusu olarak görülürler.
Kadınların hareket alanları erkeklerden çok daha dardır. Çünkü yakın akrabalar ve komşular dışındaki ilişkilerin onların namusuna zarar verebileceği düşünülür. Bu nedenle de eğitime ve çalışmaya katılmaları, toplumsal faaliyetlerde bulunmaları engellenir, engellenmediğinde de çok sıkı bir denetim altında tutulurlar.

Kadınların Toplumsal Cinsiyet eşitliğini sağlamada önemli mesajlar

· Kızların okutulmasını sağlamak.
Yapılan araştırmalar ve istatistikler göstermektedir ki, kadınlar, eğitim olanaklarından erkeklere göre eşit biçimde yararlanamamaktadırlar. Okumaz yazmazlık oranı kadınlarda %20, erkeklerde ise %8 civarındadır.

· Töre ve namus gibi gerekçelerle okuyamayan kız çocuklarının okula gönderilmesini sağlamak.
Eğitimsiz bir kız çocuğu, büyüdüğünde eğitimsiz bir kadın olacaktır. Bu da onun bağımsız ve eşit bir yurttaş olarak toplumsal yaşama katılımını sınırlayacak, şiddete uğrama ihtimalini artıracaktır.

· Kız kardeşleri, anneleri ve eşleri okuma-yazmaya yönlendirmek.
Yaşam boyu eğitim yaklaşımıyla yürütülen pek çok eğitim programında görülmüştür ki, kısa dönemli bile olsa bu eğitimlere katılan kadınların aileleriyle, çocuklarıyla ve yakın çevreleriyle ilişkilerinde olumlu değişimler yaşanmakta, kadınların öz güven ve öz saygısı yükselmekte, sorun çözme becerileri artmaktadır.

· Resmi nikah yapmak.
Resmi nikah yapılmadığında evlilik yasal olarak geçerli olmayacağından hem kadın hem de çocukların durumu güvencesiz olur.

· Kadınların ev dışında da çalışmalarını desteklemek.
Çalışmak, kadının dünyaya bakışını genişletecektir. Böylece, aile ve toplumdaki statüsü yükselecek, erkeğin arkasında değil, yanı başında, onunla eşit bir eş olarak yerini alacaktır.
· Çocukların sorumluluklarını annelerle birlikte paylaşmak
· Ailedeki kız ve erkek çocuklara eşit davranmak
· Aile içinde kararları birlikte almak
· Şiddet uygulamamak
· Kadınların toplumda görevler almasını desteklemek
· Çocuk sahibi olma kararını ortak almak
· Kadının hamilelik öncesi, hamilelik ve sonrasında sağlık hizmetlerinden yararlanması için destek olmak

Erkeklerin Cinsiyet Eşitliğinin Sağlanmasındaki Rolü


Erkekler, her şeyden önce, ailenin geçiminden sorumlu kabul edilirler. Erkeklerin böylesine güç bir rolü üstlenmeleri, onların hayatın güçlükleri karşısında endişeye kapılsalar bile bunu başkalarıyla paylaşamamalarına yol açar. Çünkü ailenin geçindirilmesi, bir erkeğin cinsiyet rolünün bir parçasıdır ve bu rolü üstlenmeyle ilgili sorunlar, onun cinsiyet rolünü gereği gibi yerine getirememesi anlamına gelebilir.

Erkekler, hem aile düzeyinde hem de toplumsal düzeyde, karar verici olarak görülmektedir. Ailenin geleceğini etkileyecek türde kararların verilmesi, son derece güç ve ağır bir sorumluluktur. Bu sorumluluğun ailedeki tüm bireylerle, özellikle de eşle paylaşımı, hem daha doğru kararların alınabilmesini hem de erkeğin yükünün hafifletilmesini sağlayacaktır. Ayrıca aile içi iletişimi de artıracağından, anne-baba- çocuklar arasındaki ilişkilerde olumlu değişmeler beklenebilir.

TOPLUMSAL CİNSİYET VE SAĞLIK:


Toplumsal Cinsiyet Kavramı ve onun sağlık üzerindeki etkileri her iki cinsiyet, yani, kadın ve erkek yönünden ele alınmalı ve irdelenmelidir.

Bir hastalığın doğal seyri kadın ve erkeklerde farklı olabilmektedir. Toplumsal Cinsiyet etkisi ;

Ø Hastalıkların erken tanı ve tedavisinde,
Ø Sağlık hizmetlerine ulaşım ve kullanımında,
Ø Sağlık hizmeti sunanların kadın ve erkeklere yaklaşımlarında farklılıklar yaratabilmektedir.

Gelişim Dönemlerine Göre Toplumsal Cinsiyet Rolünden Kaynaklanan ve Sağlığı Etkileyen Olumsuzluklar

Çocukluk Dönemi:
Cinsiyeti nedeniyle kız çocukları sağlıklarını etkileyen daha fazla olumsuzluk yaşamaktadırlar.
� Cinsiyet seçimi
� Gebeliğin istenilmemesi
� İsteyerek düşükler
� Genital mütilasyon
� Malnutrisyon
� Enfeksiyonlar
� İhmal, hizmetten yararlanamama
� Ölüm ve hastalık hızlarının artması ( Özellikle 2-5 Yaş)

Adölesan Dönemi : Bu dönem her iki cinsiyet için de önemli ancak kız adölesanlar için daha fazla risk bulunmaktadır.

� Cinsel Yolla Bulaşan Enfeksiyonlar
� Anemi / Malnutrisyon
� Madde Bağımlılığı (Sigara, Alkol, Uyuşturucu)
� Şiddet
� Menarş
� Toplumsal Baskı
� Cinsel Taciz/istismar
� İstenmeyen Gebelikler
� İsteyerek Düşükler
� Paralı Seks

Erişkin Dönemi: Kadınların Üreme sağlığı sorunlarını en yoğu yaşadığı dönemdir.
� Gebelik, doğum, doğum sonu komplikasyonlar
� İstenmeyen gebelikler
� İsteyerek düşükler
� CYBE
� Anemi / malnutrisyon
� Paralı seks
� Cinsel taciz - istismar
� Şiddet
� Anne ölümü

Menopoz ve Sonrası: Kadının sağlık sorunlarının en ihmal edildiği dönemdir

� Menopozal Semptomlar
� Malignensiler
� KVH
� Osteroporoz
� Malnutrison
� Desensüs / Prolapsus
� Şiddet

Toplumsal Cinsiyet ayrımcılığının bir sonucu olarak kadınların bazı insan haklarından yararlanamaması sağlığını da olumsuz etkilemektedir. Sağlığı etkileyen bazı önemli haklar:
Ø Eğitim
Ø Çalışma/Fırsat Eşitliği
Ø Karar verme/Seçme Özgürlüğü
Ø Eşit işe eşit ücret
Ø Toplumsal Statü Eşitliğidir. Kadın sağlığının yükseltimesinde; bu alanlardaki eşitsizliklerin düzeltilmesi çok önemlidir.

Toplumsal Cinsiyet Ayrımcılığının Üreme Sağlığına Etkileri

Üreme sağlığı, hem bireysel hem de toplumsal boyutları olan bir konudur.

Kadınların toplumsal ve aile içindeki konumları, onların sağlıklarını belirler. Bu nedenle, cinsiyet eşitsizliğinin ve şiddetin yaşandığı toplumlarda, üreme sağlığının da istenen düzeyde olması beklenemez. Dolayısıyla, üreme sağlığında topluma düşen bir görev de cinsiyet eşitsizliklerinin ortadan kaldırılması, kadınların toplumsal konumlarının(statü) yükseltilmesidir. Kadınların toplumsal statüsünün yükseltmek için;
· Doğar doğmaz kız çocuklarına nüfus kağıdı çıkartılması,
· Kız çocuklarını okula gönderilmesi,
· Ailedeki erkek ve kız çocuklara eşit davranılması,
· Ailedeki kadınlara şiddet uygulanmaması,
· Ailedeki kızların küçük yaşta istemedikleri kişilerle (akrabalarla) evlenmeye zorlanmaası,
· Kadınların ev dışında da çalışmalarına izin vereilmesi,
· Ailede alınacak kararlara katılmalarının desteklenmesi
· Ev dışında toplumsal sorumluluklar almalarının desteklenmesi önemlidir.

Üreme sağlığı, öncelikle bilgilenmeyle ilişkilidir.

· Çocuk sahibi olmak, hem kadınlar hem de erkekler için yaşamın en büyük mutluluğudur. Ancak, bu mutluluk, bakılabilecek sayıda ve anne sağlığını riske atmayacak sıklıkta çocukla mümkün olur. Çocuk sahibi olma erkek ile kadının birlikte alması gereken bir karardır.

· Yaşadığımız toplumda, kadın ve erkeklerin, ama özellikle de kadınların kendi bedenlerine ilişkin bilgilenme imkânları azdır. Tersine, ayıp, yasak ve günah kavramları ile, böyle bir ilginin ve merakın engellenmesine çalışılır, böylelikle bilgi edinme kanalları da tıkanmış olur.

· Kendi bedenini tanımayan, cinsel işlevlerini bilmeyen ve bunlardan korkan kadınlar, evliliğe de doğru bir şekilde hazırlanamazlar. Evliliklerde sıklıkla yaşanan cinsel ve ruhsal sorunlar, büyük ölçüde bu bilgisizlikten kaynaklanmaktadır.

· Erkekler için ise bilimsel ve sağlıklı bilgi kanalları sağlanamadığı için, pornografi türünden son derece sağlıksız, yanlış bilgiler içeren, kendi bedenlerine ilişkin algılarını çarpıtan bilgi kaynaklarına yönelirler. Bu da cinsel sağlık ve üreme sağlığı açısından son derece olumsuz sonuçlar doğurur.

· Üreme sağlığının, yaşam boyu izlenmesi gerekir. Yani sadece doğurganlık yaşındaki kadınları ilgilendiren bir konu değildir.

· Üreme sağlığı, sadece kadınları değil, erkekleri de ilgilendirir. Sağlıklı ve dengeli bir aile için erkeklerin de üreme sağlığı konusunda bilgilenmeleri, eşlerini bilgilendirmeleri, gerektiğinde sağlık hizmetlerinden yararlanma konusunda destek olmaları gereklidir.

Özetle :
Ø Toplumsal cinsiyet rolleri kadın ve erkeğe doğrudan ve dolaylı olarak sağlık riskleri yüklemektedir.
Ø Toplumsal cinsiyet ayrımcılığı kadınların daha fazla aleyhine olmak üzere yaygındır.
Ø Kadınlar, karar verme, fırsatları kullanma, hizmetlere ulaşmada ciddi ayrımcılığa maruz kalmaktadır.
Ø Esasen bütün bunların bir bileşkesi olarak kadının, bedenen ,zihinsel ve sosyal yönden sağlıklı olması da beklenemez.

Yapılması gerekenler:

Ø Toplumsal Cinsiyet Ayırımcılığı olgusunun varlığının kabul edilmesi ve konu ile ilgili ilgili tarafların duyarlı hale getirilmesi
Ø Toplumun bilgilendirilmesi
Ø Toplumda cinsiyet ayırımcılığının gerçek boyutunun saptanması (Araştırma)
Ø Kadının toplumsal statüsünün yükseltilmesi /güçlendirilmesi
Ø Toplumsal Cinsiyet Ayrımcılığının eliminasyonu
Ø Toplumsal Cinsiyete duyarlı politikaların ana plan ve programlara entegrasyonu
Ø Sektörlerin üzerine düşeni yapması ve sektörlerarası işbirliği
Ø Programların ve Sonuçlarının izlenme ve değerlendirilmesi için mekanizmaların oluşturulması ve mevcut mekanizmaların da işletilmesi

Türkiye’de Toplumsal Cinsiyet ayırımcılığının önlenmesinde sağlık personeline düşen görevler:

v Toplumsal cinsiyet ayrımcılığının ve temel nedenlerinin farkında olmak,
v Geleneksel uygulamalar,kültürel faktörler, hangi cinsiyetin hangi konularda dezavantajlı olduğunun bilincinde olmak,
v Savunuculuk,ve sektörlerarası işbirliği ile konunun çözümüne yardımcı olmak.
v En önemlisi kendisinin asla ayırımcı uygulamalarda bulunmaması.



Aile içi Şiddetin Önlenmesi

Şiddetin Tanımı:


Şiddet, güç ve baskı uygulayarak insanların bedensel ve ruhsal açıdan zarar görmesine neden olan bireysel veya toplu hareketlerin tümüdür. Aile içi şiddet bir kişinin eşine, çocuklarına, anne babasına, kardeşlerine ve/veya yakın akrabalarına yönelik uyguladığı her türlü saldırgan davranıştır. Bu tanıma sadece kaba kuvvet içeren davranışlar değil aşağılamak, tehdit etmek, ekonomik özgürlüğünü kısıtlamak ve zorla evlendirmek gibi şiddet gören kişinin kendisine olan saygısını, kendisine ve çevresine olan güvenini azaltan, korku duymasına sebep olan pek çok davranış da girer. Şiddete sadece aynı evde oturan kişiler değil, eski eş, kız veya erkek arkadaş ya da nişanlı da maruz kalabilir.

Şiddet türlerini aşağıdaki gibi sıralayabiliriz;

Fiziksel Şiddet:
İtmek, tokat atmak, tekmelemek, tükürmek, yumruklamak, kol kıvırmak, kol - bacak kırmak, saçından sürüklemek, temel ihtiyaçları (su, yemek, uyku, tuvalete gitmek gibi) esirgemek, gerektiği halde tıbbi tedavi almasını engellemek, silahla yaralamak, öldürmek gibi.

Sözlü Şiddet: Sürekli eleştirmek, aşağılamak, küfür etmek, tehdit etmek, kararlara katılımını engellemek, sürekli sorguya çekmek, sık sık bağırmak, aşağılayıcı isim takmak, sık sık alay etmek, dini veya etnik kimliğine yönelik hakaret etmek, görüşlerini ve çalışmalarını küçümsemek gibi.

Toplumsal İlişkileri Sınırlayıcı Şiddet:
Ailesi, arkadaşları / komşuları ile görüşmesini yasaklamak, evden dışarı çıkmasını yasaklamak, gittiği her yere takip etmek, başkalarının önünde aşağılamak ve alay etmek, başkalarının önünde sık sık sözünü kesmek , özel yaşam ve mahremiyet hakkı tanımamak, zorla evlendirmek, namus ve töre nedeni ile baskı uygulamak gibi.

Cinsel Şiddet:
İstemediği cinsel ilişkiye zorlamak, tecavüz, başka kişilerle cinsel ilişkiye zorlamak, cinsel olarak kişiyi korkutan ve kıran davranışlarda bulunmak, sürekli kadınlığını / erkekliğini aşağılamak, telefonla / mektupla veya sözlü olarak sürekli cinsel içerikli tacizlerde bulunmak, cinsel organlara zarar vermek, namus ve töre nedeni ile baskı uygulamak ve öldürmek gibi.

Ekonomik Şiddet İstediği halde çalıştırmamak/işe yollamamak, zorla istemediği bir işte çalıştırmak, veya zorla çalıştırmak, parasını almak ve geri vermemek, eline hiç para vermemek gibi.

Kadına karşı şiddete ilişkin bazı veriler;


Kadına karşı şiddet bir insan hakları ihlalidir.

§ Türkiye’de her üç kadından biri şiddetin bir türüne maruz kalıyor. Şiddet genel olarak kadınların en yakınlarından geliyor.

§ Birçok kadın şiddeti ailelerini korumak için kabullenmektedir. Hacettepe Üniversitesi’nin yapmış olduğu Nüfus ve Sağlık Araştırması 2003 sonuçlarına göre kadınların %40’ı kocalarının kendilerini dövmesini kabullenmekte, daha da dikkat çeken ise genç kızların (15-19 yaş arası) %63’ü evlilik içinde bu tip olayların kabul edilebilir olduğunu ifade etmektedir.

§ Acil yardım hattını arayan kadınlardan yüzde 57’si fiziksel şiddete, yüzde 46,9’u cinsel şiddete, yüzde 14,6’sı enseste ve yüzde 8,6’sı tecavüze maruz kalmıştır. (KA-MER araştırması / 1999-2003 yılları arasında 1702 kadının telefon ile aranması ile gerçekleştirilmiştir)

§ 1995’te başkent Ankara’daki gecekondularda yaşayan kadınlar arasında yapılan bir araştırma, kadınların yüzde 97’sinin kocalarının saldırısına uğradığını ortaya koymuştur. (Türkiye’de Kadın 2001 / KSSGM Yayınları / Kadın Dayanışma Vakfının Araştırması)

§ 1996’da orta ve yüksek gelir gruplarında yer alan ailelerle yapılan bir araştırmada, soruların başlangıcında kadınların yüzde 23’ü kocalarının kendilerine karşı şiddet kullandığını söylemiş, fakat belirli şiddet tipleriyle ilgili sorular sorulduğunda bu oran yüzde 71’e yükselmiştir. (Türkiye’de Kadın 2001 / KSSGM Yayınları)

§ Başka bir araştırma, kadınların yüzde 58’inin yalnızca kocalarından, nişanlılarından, erkek arkadaşlarından ve erkek kardeşlerinden değil, kadın akrabalar da dahil olmak üzere kocalarının ailesinden de aile içi şiddete maruz kaldığını tahmin etmektedir (Kadına Yönelik Şiddet ve Hekimlik Sempozyumu, Ankara Tabip Odası, 2002).

§ Bir grup orta ve üst sınıf kadının yüzde 63,5’unun cinsel tacizin bir türüne maruz kaldığı bulgusuna ulaşılmıştır (Ü. Sayın, N. Ziyalar, & İ. Kahya, “Sexual behaviour in educated Turkish women” -Eğitimli Türk kadınlarında cinsel davranış-, Konferans Tebliğleri, Adli Tıp Enstitüsü, İstanbul, Eylül 2003).

§ Bir araştırmaya göre, şiddet sonucu ölen 40 kadından 34’ü evde ölmüş, 20’si asılmış ya da zehirlenmiş, 20’sinde öldürüldüklerine dair kesin belirtiler görülmüş ve 10’u da ölmeden önce aile içi şiddete maruz kalmıştır. (Bütün, S. Sözen & M. Tok, “Evaluation of violence against women resulting in death” (Ölümle sonuçlanan kadınlara yönelik şiddetin değerlendirilmesi), Konferans Tebliğleri, Adli Tıp Enstitüsü, İstanbul, Eylül 2003).

§ Türkiye’nin kuzeybatısında yer alan Bursa şehrindeki halk sağlığı merkezlerinde yapılan bir araştırma, kadınların yüzde 59’unun şiddet kurbanı olduğunu ortaya koymuştur (N. Ergin & N. Bilgel, “Bursa İl Merkezinde Kadınlara Yönelik Şiddetle İlgili Durum Saptaması Araştırması”, Uludağ Üniversitesi Ebelik Bölümü öğrencilerinin Bursa’daki araştırması, Hemşire Dergisi, Türk Hemşireler Derneği, 2001)

§ Mor Çatı’nın 1990 ile 1996 yılları arasında 1.259 kadın arasında yürüttüğü bir araştırma, kadınların yüzde 88,2’sinin bir şiddet ortamında yaşadığını ve yüzde 68’inin kocaları tarafından dövüldüğünü göstermiştir (Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı, Geleceğim Elimde, İstanbul, 1997).

§ Ankara’da yapılan başka bir kadın araştırmasına göre, kadınların yüzde 64’ü kocalarından, yüzde 12’si ayrıldıkları kocalarından, yüzde 8’i birlikte yaşadığı erkeklerden ve yüzde 2’si de kocalarının ailesinden şiddet görmektedir. Yüzde 60’ı, kocalarının kendilerine tecavüz ettiğini söylemiştir (Antalya Kadın Danışma ve Dayanışma Merkezi’nin şiddete maruz kalan 190 kadınla yaptığı bir araştırma. 1995)

Aile içi şiddeti önlemek için yapılması gerekenler

· Çocuklarınız şiddet uygulamayın. Çocukluğunda şiddet gören kişilerin yetişkinliklerinde şiddet kullanma olasılıkları daha fazladır.

· Ailede açık iletişim ortamını sağlayın. İletişim kopukluğu şiddetin en önemli nedenlerinden biridir.

· Kadınların çalışmasına ve eğitim görmesine destek olun. Kadınların eğitim ve çalışmaya daha yüksek katılımlarının sağlanması, böylece kendilerini şiddete karşı korumayı öğrenmeleridir. Kadınların eğitimi, aynı zamanda, çocuklara yönelik şiddeti de azaltmaktadır.
 
Top