Tarih Boyunca Müslümanlara Atılan İftiralar

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
İNKARCILARIN MÜMİNLERE OLAN DÜŞMANLIKLARI

Tarih boyunca Allah'ın gönderdiği elçiler, diğer insanlara hak dini tebliğ etme, iyiliği emredip kötülüklerden men etme görevini üstlenmişlerdir. Peygamberlerin olmadığı dönemlerde ise samimi, dürüst ve güçlü bir imana sahip olan Müslümanlar, Allah'ın insanlar için seçip beğendiği din ahlakını anlatma görevini üstlenmişlerdir. Ancak, Allah'a iman eden ve insanları da Allah'ın hoşnutluğunu, rahmetini ve cennetini kazanmaya davet eden bu insanlar, tarihin her döneminde bazı çevrelerin sözlü ve fiili saldırılarına maruz kalmışlar; hatta kimi zaman ölüm tehdidi altında yaşamlarını sürdürmüşlerdir.

Allah'a gönülden bağlı ve üstün bir ahlaka sahip olan müminlere düşmanlık duyanlar kuşkusuz büyük bir gaflet içindedirler. Çünkü müminler Allah'tan korkup sakınan, tüm insanlara daima dostane bir hoşgörüyle yaklaşan, çevrelerine hep huzur, neşe ve güvenlik veren, daima adaleti gözeten, her türlü haram fiilden kaçınan insanlardır. Dünyevi hırsları olmadığı için, kimseyle çıkar hesabı içinde olmazlar. Aksine fedakar, alçakgönüllü ve kanaatkardırlar. Ancak bu seçkin özelliklerine rağmen bazı kimselerin şiddetli düşmanlıkları ve saldırıları ile karşı karşıya kalırlar. Allah bu kimselerin kimler olduğunu ve müminlere karşı düşmanlıklarının nedenini Kuran'da geçmişten örnekler vererek bize bildirmektedir.

Kuran ayetlerinde bize bildirilen, söz konusu bu kişilerin müminlere duydukları düşmanlığın altında yatan asıl nedenin, Allah'a ve dine düşmanlıkları olduğudur. Onlar, büyüklenme arzularından dolayı, kendilerini yaratan, bir hiçken kendilerine can veren ve sayısız nimetle rızıklandıran, sonsuz güç sahibi bir Yaratıcı'nın varlığını kabul etmek istemezler. Hayata hırsla bağlanmış olmaları ve dünyayı ahirete tercih etmiş olmaları nedeniyle, Allah'ın dinine uymanın kendilerine getireceği sorumluluktan kaçmak için inkarı seçerler. Kendilerini hiç kimseye karşı sorumlu hissetmek istemez; yaptıkları kötülüklerin, ahlaksızlıkların, çirkinliklerin hesabını verecekleri bir günün geleceğini düşünmezler. Bu nedenle, kendilerine Allah'ı ve dini, hesap gününü hatırlatan insanlar olduğunda, onları kendileri için bir düşman olarak görürler.

Bu düşmanlıklarının sonucu olarak, ya iman edenleri engellemeye ya da kendi dinlerine geri çevirmeye çalışırlar. Kuran'da bildirildiğine göre din ahlakından uzak insanlar bu amaçlarını gerçekleştirmek için çeşitli yöntemler kullanırlar; müminlere pusu kurar, tuzaklar ve komplolar hazırlar, işkence ile canlarını yakar, alaycı sözler söylerek onlara zulmetmeye çalışırlar. İşte "iftira atma" da, inkarcıların iman edenlere karşı kullandıkları bu yöntemlerden biridir. İftira atarak, iman edenleri kendi akıllarınca yıldırmaya, doğru bildikleri yoldan vazgeçirmeye çalışırlar. İnkarcıların, tarih boyunca bir kez bile sonuç vermemiş olan bu düşmanlıklarını Allah bir ayetinde şöyle bildirir:

"Eğer sizi ele geçirecek olurlarsa size düşman kesilirler, ellerini ve dillerini kötülükle size uzatırlar. Onlar sizin inkar etmenizi içten arzu etmişlerdir." (Mümtehine Suresi, 2)


Bu kitapta üzerinde duracağımız iftiraların kaynağı, ayette de bildirildiği gibi, iman edenlere düşmanlıkla "ellerini ve dillerini uzatanlar"dır. İlerleyen sayfalarda da göreceğimiz gibi, iftira, binlerce yıldır dine düşman olan, yeryüzünde ahlaksızlığı ve bozgunculuğu yaygınlaştırmak isteyen insanların dindar, samimi, güzel ahlaklı insanlara karşı kullandıkları ve birbirlerine miras gibi aktardıkları bir yöntemdir. Bu yöntem Hz. Nuh'tan, Hz. Süleyman'a, Hz. Musa'dan Hz. Muhammed'e, Allah'ın tüm elçilerine ve onların yanlarındaki salih kişilere karşı kullanılmıştır. Yakın tarihimizde de Bediüzzaman Said Nursi gibi değerli bir İslam büyüğü de dine düşmanlık besleyenlerin bu yıldırma yöntemiyle karşılaşmıştır.

Ancak, şu çok önemli ve kesin bir gerçektir ki: Geçmişte hiçbir iftiracı amacına ulaşamamıştır. Ne Firavun, ne Nemrut, ne de Peygamberimiz (sav)'in yakınlarına iftira atanlar, iftiraları ile bu kıymetli insanlara bir zarar vermişlerdir. Allah daima salih kullarını inkarcıların attıkları iftiralardan temize çıkarmıştır. Allah Kuran'da bu konuyla ilgili Hz. Musa'yı örnek vermektedir:

Ey iman edenler, Musa'ya eziyet edenler gibi olmayın; ki sonunda Allah onu, demekte olduklarından temize çıkardı. O, Allah katında vecihti. Ey iman edenler, Allah'tan sakının ve sözü doğru söyleyin. (Ahzab Suresi, 69-70)

Geçmişte Müslümanlara atılan iftiralar nasıl sonuçsuz kaldıysa, günümüzde de aynı şekilde sonuçsuz kalacaktır ve bundan böyle de hiçbir sonuç vermeyecektir.
 

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
GEÇMİŞTE İFTİRACILAR KİMLERDİ?

Allah, her dönemde insanlara elçiler göndermiş ve onlar aracılığı ile insanları uyarıp korkutmuş, onlara ahireti ve hesap gününü hatırlatmış, cennetin ve cehennemin varlığını haber vermiştir. Allah bu gerçeği ayetinde şöyle bildirmektedir:

Şüphesiz Biz seni, hak ile bir müjde verici ve bir uyarıcı olarak gönderdik. Hiçbir ümmet yoktur ki, içinde bir uyarıcı gelip-geçmiş olmasın. (Fatır Suresi, 24)

Allah'ın Kuran'da bildirdiğine göre, insanların çok azı bu elçilere inanmış ve onların yolunu izlemiştir. Büyük bir bölümü ise inkar ederek, elçilere düşman olmuşlardır. Bu konuyla ilgili ayetlerden bazıları şöyledir:

. Zaten onunla birlikte çok azından başkası iman etmemişti. (Hud Suresi, 40)

Ya da kendi elçilerini tanımadılar mı ki, şimdi onu inkar ediyorlar? Yahut: "Onda bir delilik var" mı diyorlar? Hayır, o, onlara hak ile gelmiş bulunmaktadır ve onların çoğu hakkı çirkin karşılıyorlar. (Müminun Suresi, 69-70)

Allah'ın Kuran'da bizlere bildirdiği bir diğer bilgi ise, inkar edenlerin ve elçilere karşı gelenlerin başını çeken kitlenin, genellikle o topluluğun önde gelen kesiminden olmasıdır. Kuran'da bu konuyla ilgili bildirilen ayetlerden bazıları şöyledir:

İşte böyle, senden önce de (herhangi) bir memlekete bir elçi göndermiş olmayalım, mutlaka onun 'refah içinde şımarıp azan önde gelenleri' (şöyle) demişlerdir: "Gerçekten biz, atalarımızı bir ümmet (din) üzerinde bulduk ve doğrusu biz, onların izlerine (eserlerine) uymuş kimseleriz." (Zuhruf Suresi, 23)

Biz hangi ülkeye bir uyarıcı gönderdikse, mutlaka oranın 'refah içinde şımaran önde gelenleri': "Gerçekten biz, sizin kendisiyle gönderildiğiniz şeyi tanımıyoruz" demişlerdir. (Sebe Suresi, 34)

Ayetlerde, bu inkarcı kesimin iki önemli özelliğine dikkat çekilmektedir: Birincisi bu insanların kendi toplulukları içinde bolluk ve zenginlik, yani "refah" içinde şımarmış oldukları; ikincisi ise bu şımarıklık ve azgınlık nedeniyle kendilerini doğru yola davet eden elçileri inkar ettikleridir. Önde gelenler kendilerine hakkı getiren, Allah'ın dinini ve dinin sunduğu güzel ahlakı tebliğ edenlere karşı çıkarlar. Çünkü inkarcılar, müminlerin tebliğ ettiği güzel ahlak yaygın olarak yaşandığında, dünyada hırsla sahip olmayı umdukları kazançları elde edemeyeceklerinden korkarlar.

Bu insanların hırslı karakterlerine rağmen Allah'ın elçileri kendilerine ve diğer insanlara dünya hayatının geçici ve aldatıcı bir yer olduğunu, asıl olanın ölümden sonraki ahiret hayatı olduğunu, ahirette kazananlardan olmak için önemli olanın para, mal, mülk gibi dünyevi kıstaslar değil insanın ahlakı ve takvası olduğunu söylemekten vazgeçmemişlerdir. İşte bu gerçeğin dile getirilmesi, söz konusu insanları hırslandırır ve müminlere düşmanlık beslemelerine neden olur. Çünkü Müslümanlar yaptıkları tebliğ ile, onlara hırsla bağlı oldukları herşeyin değersiz olduğunu gösterirler. Allah bir ayetinde bu zihniyetteki insanların dünyaya olan bağlılıklarını şöyle açıklamaktadır:

Gerçek şu ki bunlar, çarçabuk geçmekte olan (dünyay)ı seviyorlar. Önlerinde bulunan ağır bir günü bırakıyorlar. (İnsan Suresi, 27)

Ayette bildirilen bu bağlılık, bizlere kavmin önde gelenlerinin neden çoğunlukla inkarcılardan oluştukları hakkında fikir verir. Dünyada kendilerince bir güç, itibar, zenginlik ya da şöhret sahibi olan bu insanlar, Allah'ın emrettiği sınırları tanımadıkları için, her türlü haram fiili işleyebilir, olmadık sapkınlıkların içine girebilirler. Din ahlakı ise onların yaşam tarzlarının, inançlarının, doğru ve yanlışlarının, hırslarının hatalı olduğunu ortaya koyar. Bunun bir sonucu olarak bu kişiler din ahlakının yaşanmasını engellemek için ellerinden gelen herşeyi yaparlar.

İnkar edenlerin sahip oldukları batıl düşünce sisteminin ve yeryüzünde yaygınlaştırdıkları ahlaksızlığın yanlış olduğunu kendilerine anlatanlara karşı duydukları büyük öfke Kuran'da şöyle tarif edilmektedir:

Onlar size kötülük ve zarar vermeye çalışıyor, size zorlu bir sıkıntı verecek şeyden hoşlanırlar. Buğz (ve düşmanlıkları) ağızlarından dışa vurmuştur, sinelerinin gizli tuttukları ise, daha büyüktür. Size ayetlerimizi açıkladık; belki akıl erdirirsiniz. Sizler, işte böylesiniz; onları seversiniz, oysa onlar sizi sevmezler. Siz Kitabın tümüne inanırsınız, onlar sizinle karşılaştıklarında "inandık" derler, kendi başlarına kaldıklarında ise, size olan kin ve öfkelerinden dolayı parmak uçlarını ısırırlar. De ki: "Kin ve öfkenizle ölün." Şüphesiz Allah, sinelerin özünde saklı duranı bilendir. (Al-i İmran Suresi, 118-119)

Yukarıdaki ayetlerde de bildirildiği gibi, inkar edenler müminlere zarar vermek, onları yok etmek veya etkisiz hale getirmek için her yolu denerler. İftira atmak ve bunun için müminlerin aleyhinde hileli düzenler kurmak ise daha önce de belirttiğimiz gibi inkarcıların en sık başvurdukları yöntemlerden biridir.

İnkar edenler, kendileri gibi diğer insanların da Allah'ın yolundan sapmalarını isterler. Bu nedenle, halkın Müslümanlardan etkilenmelerini ve onların sözlerine uymalarını engellemek için, müminleri insanların gözünde küçük düşürmeye çalışırlar. Müminlerin ise, Allah'ın dinine sımsıkı bağlı oldukları için, kendilerini küçük düşürecek hiçbir tavırları, alışkanlıkları veya inançları yoktur. Harama girmez, Allah'ın helal sınırları içinde yaşarlar, daima her yerde güzel ahlak gösterirler, tertemiz bir yaşantıları vardır. Bunu bilen inkarcılar, sadece iftira atarak, yalan söyleyerek, olmayanı var göstererek amaçlarına ulaşmaya çalışırlar. Biraraya gelerek müminlerin aleyhinde düzenler kurar, müminlere ne iftira atacaklarını kararlaştırırlar. İftirayı halk arasında yaygınlaştıracak kişilere kadar aralarında iş bölümü yaparlar. İftiraları ile kendilerince müminleri karalayacaklarını ve insanların gözünde değersizleştireceklerini zannederler. Oysa, asla başarıya ulaşamazlar. Allah bir ayetinde bu insanların müminlere karşı kurdukları düzenlerden ve bunların akıbetinden şöyle bahseder:

Böylece Biz, her ülkenin önde gelenlerini -orada hileli- düzenler kursunlar diye- oranın suçlu-günahkarları kıldık. Oysa onlar, hileli-düzeni ancak kendilerine kurarlar da bunun şuuruna varmazlar. (En'am Suresi, 123)

Kuran'da geçmişte peygamberlere ve Müslümanlara atılan iftiralardan bazıları bildirilmiştir. İlerleyen bölümlerde anlatılacak olan bu olayların ve sonuçlarının hatırlatılması her açıdan önemlidir. Bu hatırlatma, inkarcıların bugüne kadar iftira atarak hiçbir sonuç elde edemediklerinin ve gelecekte de elde edemeyeceklerinin kesin olarak anlaşılması açısından faydalı olacaktır. Ayrıca, iftiraya uğrayan samimi ve dürüst insanların, geçmişte salih Müslümanların yaşadıkları çok benzer olayları görerek şevklerinin ve hidayetlerinin artmasına vesile olacaktır.
 

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
GEÇMİŞTE İNANANLARA ATILAN İFTİRALAR

Kuran'da, geçmişte yaşamış olan peygamberlerin ve Müslümanların yaşantılarından detaylar verilmesinin çok önemli bir hikmeti vardır. Allah bir ayetinde "Andolsun, onların kıssalarında temiz akıl sahipleri için ibretler vardır." (Yusuf Suresi, 111) diye bildirerek, bu hikmeti açıklamıştır. Yani geçmiştekilerin başlarına gelenler, günümüz insanlarının, üzerinde düşünüp öğüt almaları gereken olaylardır.

Örneğin Allah Kuran'da, geçmiş dönemlerde birçok peygambere ve Müslümana atılan iftiralardan örnekler vermiştir. Bu örnekleri okuyan Müslüman, kendi yaşadığı dönemde de, dinden uzak insanların Müslümanlara iftira atacağını bilir. Kendisine veya başka bir Müslümana iftira atıldığında şaşırmaz veya Müslüman kardeşine şüphe ile bakmaz, gelişen olayları, inkarcıların sözlü ve fiili saldırılarını hep Kuran'da bildirilen bakış açısına göre değerlendirir. Geçmişte Allah'ın elçileri maruz kaldıkları iftiralara nasıl güzel bir sabır ve itidalli bir tutumla karşılık verdilerse, kendisinin de aynı hoşgörülü ve tevekküllü tavrı göstermesi gerektiğini anlar.

Ayrıca, her dönemde dinden uzak insanların Müslümanlara aynı mantıklarla, hatta aynı kelimelerle iftirada bulunduklarını görmek, Müslüman için şevk ve heyecan kaynağıdır. Çünkü Allah bir ayetinde "Allah'ın kanununda kesin olarak bir değişiklik bulamazsın." (Ahzab Suresi, 62) diye vaat etmiştir. Geçmişteki olayların insanın yaşadığı dönemde de gerçekleşiyor olması, Allah'ın bu ayetinin bir tecellisidir. Ve bu olaylarla muhatap olan Müslümanın samimiyetinin göstergelerinden biridir. Ancak burada en önemli nokta kuşkusuz, iftiraya uğrayan kişinin mutlaka geçmişte Allah'ın elçilerinin ve salih müminlerin gösterdiği üstün ahlakı göstermesidir.

İşte bu yüzden ilerleyen sayfalarda geçmişte Müslümanların uğradıkları iftiralar ve bunlar karşısında gösterdikleri itidalli, sabırlı, tevekküllü, hoşgörülü, akılcı davranışlar konu edilmektedir. Burada amaç, günümüz Müslümanlarına, benzer olaylarla karşılaştıklarında nasıl davranmaları gerektiği konusunda Kuran ayetleri ışığında yol göstermektir.
 

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
HZ. MUSA'YA ATILAN İFTİRALAR

İsrailoğullarına peygamber olarak gönderilen Hz. Musa, -tıpkı diğer peygamberler ve samimi müminler gibi- inkarcıların birçok fiili ve sözlü saldırılarına maruz kalmıştı.

Hz. Musa'nın dünyaya geldiği dönemde, Mısır'ın hükümdarı olan Firavun, halkının büyük bir bölümünü eziyor ve hatta nesillerini yok edecek bir zulme maruz bırakıyordu. Firavun'un bu zorbalığı Kuran'da şu şekilde anlatılmaktadır:

Gerçek şu ki, Firavun yeryüzünde (Mısır'da) büyüklenmiş ve oranın halkını birtakım fırkalara ayırıp bölmüştü; onlardan bir bölümünü güçten düşürüyor, erkek çocuklarını boğazlayıp kadınlarını diri bırakıyordu. Çünkü o, bozgunculardandı. (Kasas Suresi, 4)

Firavun'un askerlerinin bebeğini de öldürmesinden endişe duyan Hz. Musa'nın annesi, Allah'ın kendisine vahyetmesiyle Hz. Musa'yı Nil nehrine bırakmıştı. Kuran'da bildirildiği gibi, Allah'ın belirlediği bir kader doğrultusunda bebeği Firavun'un ailesi sahipsiz görerek almışlardı. Bu olayların neticesinde, Firavun'un sarayında yetişen Hz. Musa, Allah'ın peygamberlikle görevlendirmesinden sonra, Firavun'un düşmanca ve saldırgan tavırlarına maruz kalmıştı.


FİRAVUN'UN HZ.MUSA'YA OLAN DÜŞMANLIĞI

Allah'ın emriyle, Firavun'a giderek ona Allah'ın varlığını ve hak dini anlatan Hz. Musa, Firavun'un inkarcı ve saldırgan tutumuyla karşılaşmıştır. Firavun, hem Hz. Musa'yı hem de yanındakileri işkence ile ve öldürmekle tehdit etmiştir. Onun bu tehditleri karşısında ise ülke halkı Hz. Musa'nın bildirdiği gerçeklere inanmaktan ve onunla birlikte olmaktan korkmuşlardır. Ayetlerde haber verildiğine göre, ancak az sayıda genç ona iman etmiştir:

Sonunda Musa'ya kendi kavminin bir zürriyetinden (gençlerinden) başka -Firavun ve önde gelen çevresinin kendilerini belalara çarptırmaları korkusuyla- iman eden olmadı. Çünkü Firavun, gerçekten yeryüzünde büyüklenen bir zorba ve gerçekten ölçüyü taşıranlardandı. (Yunus Suresi, 83)

Elbette bu mücadelede galip gelecek tarafın Allah'ın salih kulları olduğu, "Allah, kafirlere müminlerin aleyhinde kesinlikle yol vermez." (Nisa Suresi, 141) ayeti ile bildirildiği gibi, daha en başından bellidir. Ancak müminlerin imanlarının, tevekküllerinin ve sabırlarının denenmesi için, önce oldukça zorlu imtihanlardan geçirilmeleri, insanlar tarafından yalanlanmaları, iftiralara maruz kalmaları Allah'ın kanunudur. Hz. Musa'nın kendisi ve onunla birlikte iman edenler için de durum aynı olmuştur.

Firavun, kendisini adeta bir ilah gibi görüyor, tüm Mısır'ın ve Mısır üzerindeki bütün insanların tek sahibi ve hakimi olduğunu zannediyordu. Tek gerçek ilahın, tek gücün ve insanların tek sahibinin Allah olduğunu halkının öğrenmesi durumunda, eskisi gibi ilahlık iddia edemeyeceğinin ve insanlara zorbalıkla boyun eğdiremeyeceğinin de farkındaydı. Bu nedenle halkının Hz. Musa'ya inanmaması için çeşitli yollara başvurdu. İşkence ve ölümle tehdit etme Firavun'un sıkça başvurduğu yöntemlerden biriydi. Bir diğer yöntemi ise, Hz. Musa'ya ve kardeşi Hz. Harun'a iftira atmak olmuştu. Firavun'un, kendince, onları insanların gözünde küçük düşürmek, önemsiz ve değersiz insanlar gibi göstermek için kullandığı iftiraları şöyle maddelendirebiliriz:


HZ. MUSA'NIN MENFAAT VE İKTİDAR PEŞİNDE OLDUĞU İFTİRASI

İnkarcıların iman edenlere attıkları iftiraları belirlerken en önemli çıkış noktaları kendi sahip oldukları kötü ahlakları ve dünyaya bakış açıları olmuştur. Örneğin, Allah'ın emrettiği ahlakı yaşamayan insanların müthiş bir büyüklenme arzusu ve dünya hayatına yönelik sınır tanımaz hırsları vardır. Firavun, bu insanların tipik bir örneğidir. Tüm Mısır'ın üzerindeki insanlarla birlikte kendisine ait olması hırsına kapılan Firavun, bu hırsı uğruna masum insanlara acı çektirmekten ve hatta onları öldürmekten dahi çekinmemektedir. Bu sapkın inancından dolayı diğer insanları da kendisi gibi dünya hırsı ile gözü dönmüş sanmaktadır. Bu nedenle, Hz. Musa'nın ve Hz. Harun'un Allah katındaki yerlerini ve ne amaçla kendisine geldiklerini anlayıp takdir edememiştir.

Hz. Musa da insanlardan kendilerine tabi olmalarını istemiştir. Ancak Hz. Musa'nın bundaki amacı onlara Allah'ın varlığını ve sonsuz kudretini tanıtmak, dini öğretmek ve onların hidayet bulmalarına vesile olmaktır. Firavun ve çevresi ise Hz. Musa'nın mevki ve makam peşinde olduğunu, yeryüzünde büyüklük elde etmeye çalıştığını düşünmüşler ve onu iktidarlarına bir rakip olarak görmüşlerdir. Allah bir ayette Firavun'un çevresinin Hz. Musa'yı ve Hz. Harun'u nasıl suçladığını şöyle bildirir:

Onlar: "Siz ikiniz, bizi atalarımızı üzerinde bulduğumuz (yol)dan çevirmek ve yeryüzünde büyüklük sizin olsun diye mi bize geldiniz? Biz, sizin ikinize inanacak değiliz" dediler. (Yunus Suresi, 78)

Oysa, Hz. Musa ve Hz. Harun, tüm diğer peygamberler ve samimi Müslümanlar gibi, asla dünyevi mevki ve çıkarların peşinde olmamışlardır. Onlar insanlardan hiçbir ücret ve karşılık beklemeden, sadece Allah'ın hoşnutluğunu, rahmetini ve cennetini isteyerek insanları Allah'ın yoluna çağırmışlar ve onlara ahiret yurdunu hatırlatmışlardır. Allah, "Kitap'ta Musa'yı da zikret. Çünkü o, ihlasa erdirilmiş ve gönderilmiş (Resul) bir peygamberdi." (Meryem Suresi, 51) ayetiyle, Hz. Musa'nın yalnızca Kendi rızasını arayan bir kul olduğunu haber vermiştir. Ayrıca başka ayetlerde de, Hz. Musa'nın ve Hz. Harun'un, Allah'ın salih kullarından oldukları şöyle haber verilmiştir:

Andolsun, biz Musa'ya ve Harun'a lütufta bulunduk. Onları ve kavimlerini o büyük üzüntüden kurtardık. Onlara yardım ettik, böylece üstün gelenler oldular. Ve ikisine anlatımı-açık kitabı verdik. Onları dosdoğru yola yöneltip-ilettik. Sonra gelenler arasında da ikisine (hayırlı ve şerefli bir isim) bıraktık. Musa'ya ve Harun'a selam olsun. Şüphesiz Biz, ihsanda bulunanları böyle ödüllendiririz. Şüphesiz ikisi, bizim mü'min olan kullarımızdandılar.
(Saffat Suresi, 114-122)


HALKIN GÜVENLİĞİNİ VE HUZURUNU TEHDİT ETTİĞİ İFTİRASI

Firavun'un kullandığı taktiklerden biri de Hz. Musa'yı ve Hz. Harun'u her fırsatta ülke ve halk için önemli bir tehlike gibi göstermekti. Bu yöndeki asılsız iftiralarıyla halkı, Hz. Musa aleyhine kışkırtmaya çalışıyordu. Öyle ki Firavun Hz. Musa'yı, insanları "yurtlarından sürüp çıkarmayı istemekle" suçlamıştı. Kuran ayetlerinde Allah, Firavun'un, halkının önde gelenlerine şöyle seslendiğini bildirir:

(Firavun,) Çevresindeki önde gelenlere: "Bu" dedi, "Doğrusu bilgin bir büyücüdür. Büyüsüyle sizi yurdunuzdan sürüp çıkarmak istiyor; ne buyurursunuz?" (Şuara Suresi, 34-35)

Bir başka ayette, ise Firavun'un Hz. Musa'yı ve yanındakileri, halkı yurtlarından sürüp çıkarmak için tuzak kurmakla suçladığı bildirilmektedir:

Firavun: "Ben size izin vermeden önce O'na iman ettiniz, öyle mi? Mutlaka bu, halkı burdan sürüp-çıkarmak amacıyla şehirde planladığınız bir tuzaktır. Öyleyse siz (buna karşılık ne yapacağımı) bileceksiniz." (Araf Suresi, 123)

Firavun'un bu iftirası ile halkın ve önde gelenlerin Hz. Musa'ya ve yanındakilere karşı cephe almalarını, onları halkın gözünde hain olarak göstermek istediği açıktır. Ancak, Allah'ın vaat ettiği gibi, müminlere kurulan tüm tuzaklar nasıl bozulduysa, Firavun'un bu tuzağı da bozulmuştur:

Sonunda Allah, onların kurdukları hileli-düzenlerinin kötülüklerinden onu korudu ve Firavun'un çevresini de azabın en kötüsü kuşatıverdi. (Mümin Suresi, 45)


HZ. MUSA'NIN "BÜYÜCÜLÜK"LE SUÇLANMASI

Firavun kibirinden dolayı, Hz. Musa'nın getirdiği hak dini kabul etmemişti. Hz. Musa, Allah'ın varlığını ve kendisinin Allah'ın elçisi olduğunu göstermek için -Allah'ın izniyle- Firavun'a birçok mucize gösterdi. Firavun buna rağmen iman etmediği gibi, halkın da inanmasını engellemek için, Hz. Musa'yı büyücülükle ve sihir yapmakla suçladı. Böylelikle Hz. Musa'nın söylediklerinin ve yaptıklarının doğru olmadığı, bunun sadece insanları etkilemek için kullanılan yalancı bir sihir olduğu izlenimi vermek istiyordu. Bu konu ayetlerde şöyle bildirilir:

Andolsun, biz Musa'yı ayetlerimizle ve apaçık bir delille gönderdik; Firavun'a, Haman'a ve Karun'a. Ama onlar: (Bu,) Yalan söyleyen bir büyücüdür" dediler. (Mümin Suresi, 23-24)

Hz. Musa'nın ise, Firavun'un ve önde gelenlerin bu iftiralarına şöyle cevap verdiği haber verilmektedir:

Musa: "Size hak geldiğinde (böyle) mi söylersiniz? Bu bir büyü müdür? Oysa büyücüler, kurtuluşa ermezler" dedi.
(Yunus Suresi, 77)

Büyücülük iftirası, Hz. Musa'dan önce ve sonra, birçok mümine atılmış iftiralardan biridir. İlerleyen bölümlerde "büyücülük" iftirasına uğramış diğer Müslümanlarla ilgili Kuran'da bildirilenler de aktarılacaktır.


YALANCILIK İFTİRASI

Musa, onlara apaçık olan ayetlerimizle geldiği zaman: "Bu, düzüp uydurulmuş bir büyüden başkası değildir. Biz geçmiş atalarımızdan bunu işitmedik" dediler. Musa dedi ki: "Rabbim, kimin kendisinden bir hidayetle geldiğini ve bu (dünya) yurdun(un) sonucunun kime ait olacağını daha iyi bilir. Gerçekten, zulmedenler, felah bulmazlar." Firavun dedi ki: "Ey önde gelenler, sizin için benden başka ilah olduğunu bilmiyorum. Ey Haman, çamurun üstünde bir ateş yak da, bana yüksekçe bir kule inşa et, belki Musa'nın ilahına çıkarım çünkü gerçekten ben onu yalancılardan (biri) sanıyorum." (Kasas Suresi, 36-38)

Firavun'un Hz. Musa'ya ve onun kendisine tebliğ ettiği dine karşı tavrı kuşkusuz son derece gafil ve zalimcedir. İnkarda bu derece ileri gitmiş olan bir insanın, gelen elçiyi karalamak ve onu yalanlamak için olmadık suçlamalarda bulunması ve alaycı tavırlar takınması ise hiç de şaşırtıcı değildir. Firavun, Hz. Musa'yı güçsüzleştirmek ve anlattığı gerçeklere insanların inanmasını engellemek için, tüm bunların yalan olduğu iftirasını da kuşkusuz pervasızca atmaktadır. Oysa, Allah'ın elçilerini yalanlayanların ve onlara iftiraları ve yalanlamaları ile zorluk ve sıkıntı vermeye çalışanların sonu Kuran'da açık ve kesin olarak bildirilmektedir:

Andolsun, Biz her ümmete: "Allah'a kulluk edin ve tağuttan kaçının" (diye tebliğ etmesi için) bir elçi gönderdik. Böylelikle, onlardan kimine Allah hidayet verdi, onlardan kiminin üzerine sapıklık hak oldu. Artık, yeryüzünde dolaşın da yalanlayanların uğradıkları sonucu görün. (Nahl Suresi, 36)

Yukarıdaki ayette de haber verildiği gibi, Allah'ın samimi, dürüst, candan, Allah'tan korkan ve Allah'ı çok seven kullarına karşı yapılan bu haksızlıklar, ne dünyada ne de ahirette karşılıksız kalmamaktadır. Nitekim Firavun'un ve çevresindekilerin dünyada uğradıkları belalar ve en sonunda ölümleri bunun en açık örneklerinden biridir. Allah, insanlara Firavun ve yakınlarının uğradığı sondan ders almayı hatırlatmıştır. Bu yüzden her insan için Kuran'da aktarılan bu olaylar ibret vesilesi olmalıdır:

O ve askerleri, yeryüzünde haksız yere büyüklendiler ve gerçekten Bize döndürülmeyeceklerini sandılar. Bunun üzerine, onu ve askerlerini tutup suya attık. Böylelikle zulmedenlerin nasıl bir sona uğradıklarına bir bak. (Kasas Suresi, 39-40)

İnsanların unutmaması gereken en önemli konulardan biri ise, Firavun'un ve onun yolunu izleyen inkarcıların dünyada uğradıkları azabın ahiretteki azap yanında çok küçük kaldığıdır. Dünyadayken Allah'ın ayetlerine karşı büyüklenen, Allah'ın elçilerine ve salih kullarına zorluk çıkaran, onlara iftiralar atan, tuzaklar kuran, dini yalanlayan, Allah'ın emrettiği ahlakı beğenmeyerek kendi çirkin ahlaklarını yaygınlaştırmaya çalışan insanları, ahirette zorlu bir azap beklemektedir:

Biz, onları ateşe çağıran önderler kıldık; kıyamet günü yardım görmezler. Bu dünya hayatında onların arkasına lanet düşürdük; kıyamet gününde ise, onlar çirkinleştirilmiş olanlardır. (Kasas Suresi, 41-42)
 

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
HZ. YUSUF'A ATILAN İFTİRALAR

Hz. Yusuf çocukluğundan itibaren pek çok iftiraya maruz kalmış ve kendisine defalarca tuzak kurulmuş peygamberlerden biridir. Çocukluk yıllarından itibaren, çok temiz ve güzel ahlaklı bir insan olmasına rağmen en yakınları tarafından bile zulüm görmüştür. Hatta kendi öz kardeşleri ona olan kıskançlıkları nedeniyle onu öldürmeye yeltenmişlerdir. Allah'tan korkan, daima Allah'ın rızasını gözeten bu tertemiz insan, hırsızlık ve zina gibi her toplumda ayıplanarak kınanan suçlarla itham edilmiş, suçsuzluğu açıkça ortada olmasına rağmen kendisine atılan iftira nedeniyle yıllarca hapiste tutulmuştur. İlerleyen satırlarda, inkarcıların iftiralarının Hz. Yusuf döneminde nasıl ortaya çıktığı, Kuran'da bildirilen ayetler doğrultusunda anlatılmaktadır.


VEZİRİN KARISININ İFTİRASI

Hz. Yusuf, daha küçük yaşta iken Allah'ın kendisine ilim verdiği peygamberlerden biridir. Kendisini kıskanan kardeşleri tarafından çocuk yaştayken bir kuyuya bırakılmış, kuyuda Hz. Yusuf'u bulan bir kafile, onu az bir değere Mısırlı bir azize satmıştır. Yetişkin çağına eriştiğinde, yanında kaldığı vezirin karısı Hz. Yusuf'tan ayetteki ifade ile "murad almak" istemiştir. Ancak imanı ve Allah korkusu nedeniyle, Hz. Yusuf kadının bu isteğini reddetmiştir. Reddedilen kadın, kendisinden kaçmak isteyen Hz. Yusuf'a arkadan yetişerek gömleğinden tutup çekmiş ve bu esnada Hz. Yusuf'un gömleği arkadan yırtılmıştır. Tam bu sırada kadının kocası olan vezirle karşılaşmışlar, bunun üzerine kadın kendi suçunu gizlemek için Hz. Yusuf'a iftira atmış; onu kendisinden "murad almak" istemekle suçlamıştır. Konu ile ilgili ayetler Kuran'da şu şekilde bildirilmiştir:

Erginlik çağına erişince, kendisine hüküm ve ilim verdik. İşte biz, iyilik yapanları böyle ödüllendiririz. Evinde kalmakta olduğu kadın, ondan murad almak istedi ve kapıları sımsıkı kapatarak: "İsteklerim senin içindir, gelsene" dedi. (Yusuf) Dedi ki: "Allah'a sığınırım. Çünkü o benim efendimdir, yerimi güzel tutmuştur. Gerçek şu ki, zalimler kurtuluşa ermez." Andolsun kadın onu arzulamıştı, -eğer Rabbinin (zinayı yasaklayan) kesin kanıt (burhan)ını görmeseydi- o da (Yusuf da) onu arzulamıştı. Böylelikle biz ondan kötülüğü ve fuhşu geri çevirmek için (ona delil gönderdik). Çünkü o, muhlis kullarımızdandı. Kapıya doğru ikisi de koştular. Kadın onun gömleğini arkadan çekip yırttı. (Tam) Kapının yanında kadının efendisiyle karşılaştılar. Kadın dedi ki: "Ailene kötülük isteyenin, zindana atılmaktan veya acı bir azaptan başka cezası ne olabilir?" (Yusuf Suresi, 22-25)

Kadının bu suçlamasına karşı Hz. Yusuf kendisini "Onun kendisi benden murad almak istedi..." (Yusuf Suresi, 26) diyerek savunmuş, bunun üzerine kadının yakınlarından bir kişi aralarında şahitlik etmiştir.

"Eğer onun gömleği ön taraftan yırtılmışsa bu durumda kadın doğruyu söylemiştir, kendisi ise yalan söyleyenlerdendir. Yok eğer onun gömleği arkadan çekilip yırtılmışsa, bu durumda kadın yalan söylemiştir ve kendisi doğruyu söyleyenlerdendir." (Yusuf Suresi, 26-27)

Ayette bildirildiği gibi gömleğinin arkadan yırtılmış olması Hz. Yusuf'un doğru söylediğinin bir delilidir. Ancak, iffetine dair apaçık deliller bulunmasına rağmen Hz. Yusuf zindana atılmıştır.

Burada Hz. Yusuf, Allah'tan korkmayan, mevki ve makam sahibi insanların tuzakları ile karşı karşıya kalmıştır. Hz. Yusuf, kadının istekleri ile zindan arasında seçim yapmak zorunda bırakılmıştır. Üstelik zindana atılabilmesi için de işlemediği bir suç üzerine yüklenmiştir. İtham edildiği bu suç ise toplum tarafından en çok ayıplanacak, dedikodusu en çok yapılacak, yüz kızartıcı bir suç olan "zina"dır. Böylesine çirkin bir iftiraya uğramasının nedeni ise "zina" yapmayı reddetmesi ve iffetli, üstün ahlaklı bir Müslüman olmasıdır. Hz. Yusuf'a uygulananlar, inkarcıların, samimi Müslümanları kendi yollarına döndürmek veya onları baskı ile hak olan dinden vazgeçirtmek için uyguladıkları "geleneksel" yöntemlerdendir.

Bu olayla ilgili dikkat çekici bir diğer konu ise şöyledir: Kadın Hz. Yusuf'u zinaya zorlamakta, yani onu kendi inançsız ve ahlaksız dünyasına katılmaya çağırmaktadır. Ama istediği gibi davranmadığı ve Müslümanlığında direttiği için, Hz. Yusuf'u zina iftirası ile zindana attırmaktadır. Hz. Yusuf'un örneğinde görüldüğü gibi, inkarcılar çoğu zaman kendi işledikleri ve hayatlarının birer parçası olan suç ve ahlaksızlıklarla iman edenlere iftira eder ve bunun sonucunda onların cezalandırılmalarını sağlamaya çalışırlar.

Hz. Yusuf, kendisine bir düzen kurulduğunu bilmektedir, ancak Allah'ın hoşnutluğunu herşeyin üzerinde tutan her Müslüman gibi, o da, zindanı inkarcıların çağırdıkları ahlaksızlığa tercih etmiş ve uzun bir süre zindanda kalmıştır. Hz. Yusuf'un bu konuda Allah'a olan duası Kuran'da şöyle bildirilmiştir:

(Yusuf) Dedi ki: "Rabbim, zindan, bunların beni kendisine çağırdıkları şeyden bana daha sevimlidir. Kurdukları düzeni benden uzaklaştırmazsan, onlara (korkarım) eğilim gösterir, (böylece) cahillerden olurum." Böylece Rabbi, duasını kabul etti ve onların hileli düzenlerini kendisinden uzaklaştırdı. Çünkü O, işitendir, bilendir. (Yusuf Suresi, 33-34)

Bir insanın hiçbir maddi dayanağı olmadan, içinde bulunduğu toplumun önde gelen kişilerini karşısına alarak, sadece Allah'ı razı etmek için hapse girmeyi kabul etmesi, onun ne derece yüksek bir imana sahip olduğunun göstergesidir.

Bu olaydaki şartları gerçekçi bir bakış açısı ile bir kez daha gözden geçirmekte fayda vardır. Hz. Yusuf iftiraya uğramıştır. İşlemediği bir suçtan ötürü onu mahkum etmişlerdir. Uzun bir süre hapiste kalacaktır. Çevresindeki insanlardan sürekli düşmanca ve adaletsiz tavırlar görmektedir. Zahire göre bakıldığında, onu temize çıkaracak herhangi bir kişi veya durum söz konusu değildir. Suçsuzluğu açıkça ortada olmasına rağmen Hz. Yusuf'u hapse atmakta kararlı olmaları, o dönemde hem büyük bir adaletsizliğin hüküm sürdüğünün, hem de iffetini korumaya çalışan bir insanın cahiliye toplumu içinde nasıl karşılık gördüğünün bir göstergesidir. Dikkat edilirse deliller ortaya konmuş olmasına rağmen toplum içindeki bu zulme izin verilmekte, çok iyi bildikleri halde insanların hiçbiri haklıdan yana olmamaktadır. Yapılan zulme rıza göstermekte, kendi menfaatlerini ön planda tutmakta ve suçsuz olmasına rağmen bir insanın zindana atılmasına razı olabilmektedirler. Bu durum ayette şu şekilde belirtilir:

Sonra onlar da (Yusuf'un iffetine ilişkin) delilleri görmelerinin ardından, mutlaka onu belli bir vakte kadar zindana atmak (görüşü) ağır bastı. (Yusuf Suresi, 35)

Sonuçta Hz. Yusuf zindanda yıllarca kalmıştır. (Yusuf Suresi, 42) Her ne kadar olayların dıştan görünüşü, açığa çıkarılması güç gibi görünse de, herşeyin özünü bilen müminler için durum böyle değildir. Müminler nasıl bir zorluk ve sıkıntı ile karşı karşıya gelirlerse gelsinler, daima Allah'a tevekkül ederler, hiçbir zaman ümitsizliğe kapılmazlar, her koşulda Allah'tan razı olurlar ve her olayda Allah'ın yarattığı bir güzellik ve hayır olduğuna kesin bir bilgiyle iman ederler. Gerçekten de Hz. Yusuf'un bir iftira sonucunda zindana atılması cahiliye bakış açısıyla bir olumsuzluk gibi görünse de, sonuç onun için hem dünyada hem de ahirette büyük bir hayra dönüşmüştür.

Zindanda bulunduğu dönemlerde, dönemin hükümdarı gördüğü bir rüyanın yorumlanmasını istemiştir. Hükümdarın hizmetinde çalışan ve yıllar önce Hz. Yusuf'la aynı zindanda kalan bir adam rüyanın yorumunu yapması için Hz. Yusuf'a başvurur. Hz. Yusuf'un zindanda tutulduğunun yıllar sonra hatırlanması, Allah'ın belirlediği kader doğrultusunda, bu şekilde gerçekleşir. Hz. Yusuf'un rüyaya getirdiği hikmet dolu yorum üzerine hükümdar onu huzuruna çağırır. Ancak Hz. Yusuf öncelikle kendisine atılan iftiranın araştırılmasını ve kendisinin kesin olarak temize çıkarılmasını ister:

Hükümdar dedi ki: "Onu bana getirin." Ona elçi geldiğinde (Yusuf:) "Efendine (Rabbine) dön de ona sor: "Ellerini kesen o kadınların durumu neydi? Doğrusu benim Rabbim, onların hileli düzenlerini gerçekten bilendir." (Yusuf Suresi, 50)

Hükümdar olayın şahidi olan kadınları huzurunda toplamış ve kadınlar -vezirin karısı da dahil olmak üzere- Hz. Yusuf'un suçsuz olduğunu itiraf etmişler ve böylelikle Hz. Yusuf'un suçsuzluğu ortaya çıkmıştır:

(Hükümdar topladığı o kadınlara:) "Yusuf'un nefsinden murad almak istediğinizde sizin durumunuz neydi?" dedi. Onlar: "Allah için, haşa" dediler. "Biz ondan hiçbir kötülük görmedik." Aziz (Vezir)in de karısı dedi ki: "İşte şu anda gerçek orta yere çıktı; onun nefsinden ben murad almak istemiştim. O ise gerçekten doğruyu söyleyenlerdendir." (Yusuf Suresi, 51)

Hz. Yusuf bu itiraf karşısında şunları söylemiştir:

"Bu, (itiraf Vezirin) yokluğunda gerçekten kendisine ihanet etmediğimi ve gerçekten Allah'ın ihanet edenlerin hileli-düzenlerini başarıya ulaştırmadığını kendisinin de bilip öğrenmesi içindi."
(Yusuf Suresi, 52)

Hz. Yusuf'un Allah'ın haram kıldığı bir hareketi yapmak yerine yıllarca zindanda kalmayı tercih etmesi, zina yaptığına dair iftiraya uğramasına rağmen güzel bir sabır ve teslimiyet göstermesi, kıyamete kadar bütün müminlere örnek olacak bir davranıştır. Allah, Hz. Yusuf'a gösterdiği üstün ahlak, tevekkül ve teslimiyetin ardından, zindandan çıktıktan sonra Mısır'da güç ve iktidar vermiştir. Bu elbette Hz. Yusuf'a Allah'ın dünyada vermiş olduğu bir karşılıktır. Allah, bunu ayetinde şu şekilde belirtmektedir:

İşte böylece Biz yeryüzünde Yusuf'a güç ve imkan (iktidar) verdik. Öyle ki, orada (Mısır'da) dilediği yerde konakladı. Biz kime dilersek rahmetimizi nasib ederiz ve iyilik yapanların ecrini kayba uğratmayız. Ahiretin karşılığı ise, iman edenler ve takvada bulunanlar için daha hayırlıdır. (Yusuf Suresi, 56-57)

Hz. Yusuf'un hayatında da örneğini gördüğümüz gibi, müminlere atılan iftira ne kadar çirkin olursa olsun, müminlerin aleyhine kurulan tuzak ne kadar güçlü olursa olsun, Allah'ın salih kulları er geç temize çıkarlar. Nitekim Müslümanlara karşı düzenlenen bu tür hileli düzenlerin başarıya ulaşamayacağı pek çok ayetle haber verilmiş ve Hz. Yusuf'un hayatı ile ilgili bu kıssa da tüm insanlara örnek ve ibret vesilesi olarak bildirilmiştir.


HZ. YUSUF'UN KARDEŞLERİNİN HIRSIZLIK İFTİRASI

Kuran'da, kardeşlerinin, Hz. Yusuf'a karşı şiddetli bir kıskançlık besledikleri bildirilmektedir. Daha önce de belirtildiği gibi, bu kıskançlıkları nedeniyle Hz. Yusuf'u küçük yaştayken bir kuyuya terk etmişler ve onun ailesinden ve sevdiği insanlardan kopmasına neden olmuşlardır.

Aradan uzun yıllar geçmiş; Hz. Yusuf, zindandan çıkıp, hükümdar tarafından hazinelerin başına geçirildikten sonra bir gün kardeşleri erzak almak için onun huzuruna çıkmışlar, ancak Hz. Yusuf'u tanımamışlardır. Hz. Yusuf kendisini sadece küçük kardeşine tanıtmış ve ona diğer kardeşlerinin yaptıklarına üzülmemesini söylemiştir. Kardeşinin yanında kalmasını istemiş ancak bulunduğu ülkenin kanunlarına göre onu yanında tutamayacağı için çok akılcı bir plan yapmıştır. Bu olaylar Kuran'da şöyle anlatılır:

Yusuf'un yanına girdikleri zaman, o, kardeşini bağrına bastı; "Ben" dedi. "Senin gerçekten kardeşinim. Artık onların yaptıklarına üzülme."Erzak yüklerini kendilerine hazırlayınca da, su kabını kardeşinin yükü içine bıraktı, sonra bir münadi (şöyle) seslendi: "Ey kafile, sizler gerçekten hırsızsınız." Onlara doğru yönelerek: "Neyi kaybettiniz?" dediler. Dediler ki: "Hükümdarın su tasını kaybettik, kim onu (bulup) getirirse, (ona armağan olarak) bir deve yükü vardır. Ben de buna kefilim." "Allah adına, hayret" dediler. "Siz de bilmişsiniz ki, biz (bu) yere bozgunculuk çıkarmak amacıyla gelmedik ve biz hırsız değiliz." "Öyleyse" dediler. "Eğer yalan söylüyorsanız (bunun) cezası nedir?" Dediler ki: "Bunun cezası, (su tası) yükünde bulunanın kendisidir. İşte biz zulmedenleri böyle cezalandırırız." Böylece (Yusuf) kardeşinin kabından önce onların kablarını (yoklamaya) başladı, sonra onu kardeşinin kabından çıkardı. İşte Biz Yusuf için böyle bir plan düzenledik. (Yoksa) Hükümdarın dininde (yürürlükteki kanuna göre) kardeşini (yanında) alıkoyamazdı. Ancak Allah'ın dilemesi başka. Biz dilediğimizi derecelerle yükseltiriz. Ve her bilgi sahibinin üstünde daha iyi bir bilen vardır.
(Yusuf Suresi, 69-76)

Hz. Yusuf yıllarca göremediği kardeşini bu yöntemle yanında tutabilmiştir. Ancak, Hz. Yusuf'un kıskanç ve merhametsiz kardeşleri, konuşmalarının arasına sıkıştırdıkları bir cümle ile Hz. Yusuf'a gıyabında iftira atmışlar ve onu da hırsızlıkla suçlamışlardır. Ayette kardeşlerinin bu iftirası şöyle bildirilir:

Dediler ki: "Şayet çalmış bulunuyorsa, bundan önce onun kardeşi de çalmıştı." Yusuf bunu kendi içinde saklı tuttu ve bunu onlara açıklamadı (ve içinden): "Siz daha kötü bir konumdasınız" dedi. "Sizin düzmekte olduklarınızı Allah daha iyi bilir." (Yusuf Suresi, 77)

İnkarcıların ve münafıkların müminlere duydukları kin ve haset öyle büyüktür ki, Hz. Yusuf'un kardeşlerinde de görüldüğü gibi, her fırsatta onları incitmeye, açıkça veya gıyablarında iftiralarla karalamaya ve küçük düşürmeye çalışırlar. Ancak herşeyin özünü bilen, gerçekleri görebilen, daima Allah'ın emirleri doğrultusunda düşünen müminler, tüm bunlara güzel bir sabırla ve neşeyle karşılık verirler. Allah'ın daima kendileriyle birlikte olduğuna gönülden inanır, bu inancın teslimiyetini ve tevekkülünü yaşarlar. İşte Hz. Yusuf'un yukarıda aktardığımız hayatı da bu tevekkül, teslimiyet ve ahlakın güzel bir örneğidir.
 

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
HZ. MERYEM'E ATILAN İFTİRALAR

Kuran'da anlatılan kıssalara baktığımızda, salih Müslümanların genellikle en titiz oldukları konulara yönelik iftiralarla karşılaştıklarını görürüz. Allah'a iman eden insanların karşılaştıkları bu gibi iftiraların başlıcalarından biri de, iffetsizlik iftirasıdır. Önceki sayfalarda gördüğümüz gibi, Hz. Yusuf, iffetini bu kadar korumasına rağmen iffetsizlik suçlaması ile karşılaşmıştır. Üstün ahlakı ile asla bağdaşmayan bu iftira ile insanların gözünde küçük düşürülmeye çalışılmıştır. Ama biraz önce de belirttiğimiz gibi Allah, onu temize çıkarmış ve suçsuzluğunu diğer insanların da görmesini sağlamıştır.

Hz. Yusuf'un maruz kaldığı iffetsizlik iftirasının bir benzeri, tarihte Müslüman kadınlara yönelik olarak da yapılmıştır. Hz. Meryem, Allah'a olan imanı, samimiyeti, temizliği, iffeti ve güzel ahlakı ile Allah'ın alemlerin kadınlarına örnek olarak gösterdiği mübarek bir insandır. Allah, Hz. Meryem'in melekler aracılığıyla nasıl müjdelendiğini bir ayetinde şöyle bildirir:

Hani melekler: "Meryem, şüphesiz Allah seni seçti, seni arındırdı ve alemlerin kadınlarına üstün kıldı," demişti. (Al-i İmran Suresi, 42)

Ailesinden kopup Doğu tarafına çekilen Hz. Meryem'e Allah Kendi katından Cebrail'i göndermiştir. Cebrail kendisine güzel bir insan kılığında görünmüş ve Allah'ın vaadini gerçekleştirmek üzere gönderilmiştir. Bu gelişmeler Kuran'da şu şekilde anlatılmaktadır:

Kitap'ta Meryem'i de zikret. Hani o, ailesinden kopup doğu tarafında bir yere çekilmişti. Sonra onlardan yana (kendini gizleyen) bir perde çekmişti. Böylece ona ruhumuz (Cibril'i) göndermiştik, o da, düzgün bir beşer kılığında görünmüştü. Demişti ki: "Gerçekten ben, senden Rahman (olan Allah)a sığınırım. Eğer takva sahibiysen (bana yaklaşma)." Demişti ki: "Ben, yalnızca Rabbinden (gelen) bir elçiyim; sana tertemiz bir erkek çocuk armağan etmek için (buradayım)." O: "Benim nasıl bir erkek çocuğum olabilir? Bana hiçbir beşer dokunmamışken ve ben azgın utanmaz (bir kadın) değilken" dedi. "İşte böyle" dedi. "Rabbin, dedi ki: -Bu Benim için kolaydır. Onu insanlara bir ayet ve Bizden bir rahmet kılmak için (bu çocuk olacaktır)." Ve iş de olup bitmişti. (Meryem Suresi, 16-21)

Görüldüğü gibi Hz. Meryem, Allah'ın dilemesi ile babasız bir çocuk dünyaya getirmiştir. Çocuğu ile birlikte kavminin içine girdiğinde ise, büyük bir tepki almış ve utanmaz bir kadın olmakla suçlanmıştır:

Böylece onu taşıyarak kavmine geldi. Dediler ki: "Ey Meryem, sen gerçekten şaşırtıcı bir şey yaptın." "Ey Harun'un kız kardeşi, senin baban kötü bir kişi değildi ve annen de azgın, utanmaz (bir kadın) değildi." (Meryem Suresi, 27-28)

Ancak kavminin her türlü iftirasına, suçlamasına ve çirkin davranışına rağmen, Hz. Meryem tevekküllü ve sabırlı tavrından ödün vermemiş, Allah'ın yardımının hep yanında olduğunu bilerek hareket etmiştir. Allah'ın emri ile konuşma orucu tutarak kavmi ile bir süre konuşmamıştır. Onun yerine henüz beşikte olan Hz. İsa, Allah'ın izniyle konuşmuş ve Allah'ın bir mucizesi olduğunu insanlara göstermiştir.

Aslında kavmi, Hz. Meryem'in iffetinin ve temizliğinin farkındadır. Ancak, Hz. Meryem'in kendi batıl dinlerinden uzaklaşarak Müslüman olması bu insanların hoşuna gitmemiştir. Ayrıca beşikte iken konuşarak peygamber olduğunu müjdeleyen İsa Peygamberin annesi olması da, inkarcıların alaylarının, dedikodularının ve iftiralarının bir nedenidir. Oysa o dönemde Hz. Meryem'e dilleri ile sataşanların hepsi yaptıklarının karşılığını dünyada da ahirette de azap olarak almışlardır. Hz. Meryem'e yönelttikleri iftiralar ise boşa gitmiş, ne Hz. Meryem'i ne de Hz. İsa'yı insanların gözünde küçük düşürmeyi başaramamışlardır. Allah, onları tüm insanların gözünde temize çıkarmış, Hz. Meryem'i Kuran'da överek insanlara tanıtmıştır. Bugün her dinden insan Hz. Meryem'i saygı ve sevgi ile anmaktadır. Hz. Meryem'den söz edilen ayetlerden biri de şöyledir:

İmran'ın kızı Meryem'i de (zikret). Ki o kendi ırzını korumuştu. Böylece Biz ona ruhumuzdan üfledik. O da Rabbinin kelimelerini ve kitaplarını tasdik etti. O, (Rabbine) gönülden bağlı olanlardandı. (Tahrim Suresi, 12)

Ancak burada Hz. Meryem'e zina iftirası atanların uğrayacakları sonu bilmek de önemlidir. Gerek Hz. Meryem zamanında, gerekse ondan sonra yaşayan kuşaklarda birçok inkarcı insan Hz. Meryem'e ve onun iffetine dil uzatmıştır. İşte Hz. Meryem'e iftira atan bu gibi kimselerin Allah katında alacağı karşılık ayetlerde şöyle bildirilmiştir:

Onların kendi sözlerini bozmaları, Allah'ın ayetlerine karşı inkâra sapmaları, peygamberleri haksız yere öldürmeleri ve: "Kalplerimiz örtülüdür" demeleri nedeniyle (onları lanetledik.) Hayır; Allah, inkârları dolayısıyla ona (kalplerine) damga vurmuştur. Onların azı dışında, inanmazlar. (Bir de) İnkâra sapmaları ve Meryem'in aleyhinde büyük bühtanlar söylemeleri. Ve: "Biz, Allah'ın Resulü Meryem oğlu Mesih İsa'yı gerçekten öldürdük" demeleri nedeniyle de (onlara böyle bir ceza verdik.). (Nisa Suresi, 155-157)
 

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
MÜMİNLERE ATILAN ZİNA İFTİRASI


Hz. Muhammed döneminde de Müslümanlara karşı iffete ilişkin iftiralar devam etmiş, bu iftiralar Hz. Meryem'in veya Hz. Yusuf'un maruz kaldıklarından pek farklılık göstermemiştir.

Mümin topluluğunun arasından çıkan bazı kimseler, mümin bir kadına çirkin bir iftira atarak oldukça büyük bir hataya düşmüşlerdir. Bir insana iftira atmak, o kişi hakkında bilgisizce yalan söylemek cahil bir insan için oldukça kolaydır. Ama iftiranın Allah katındaki karşılığı son derece zorludur. Genellikle inkarcılar bu zorlu karşılığı fark edemez, bunu kendilerinden çok uzak görürler. Ancak Allah, sarf edilen tek bir sözü dahi unutmaz ve şaşırmaz. Dünya hayatında, temiz, namuslu, şerefli insanları iftiralarıyla karalamayı kolay görenler, ahirette bu suçları hatırlatıldığında ve alacakları karşılık kendilerine gösterildiğinde telafisi olmayan büyük bir pişmanlık ve derin bir acı duyacaklardır. Allah ayetlerinde mümin kadınlara iftira atanların ahirette karşılaşacakları durumu şöyle bildirmiştir:

Namus sahibi, bir şeyden habersiz, mü'min kadınlara (zina suçu) atanlar, dünyada ve ahirette lanetlenmişlerdir. Ve onlar için büyük bir azab vardır. O gün, kendi dilleri, elleri ve ayakları aleyhlerinde yaptıklarına dair şahitlikte bulunacaklardır. O gün, Allah hak ettikleri cezayı eksiksiz verecektir ve onlar da Allah'ın hiç şüphesiz hak olduğunu bileceklerdir. (Nur Suresi, 23-25)
 

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
HZ. SÜLEYMAN'A ATILAN İFTİRA

Hz. Süleyman, Kuran'da da bildirildiği gibi çok büyük bir mülkün ve zenginliğin sahibiydi. Allah Kuran'da, Hz. Süleyman'ın sahip olduğu zenginlik ve iktidarla ilgili birçok bilgi vermiştir. Hz. Süleyman ise, tüm bu zenginliği Allah'ı zikretmek için istemiş ve sahip olduklarının tamamının Allah'ın bir lütfu olduğunu bilerek daima Rabbimiz'e şükretmiştir.

Bakara Suresi'nde, Allah'ın Kitabını yalanlayanların, Hz. Süleyman'ın sahip olduğu mülk hakkında şeytanların söylediklerine inandıkları bildirilmektedir. Konuyla ilgili ayetlerde şöyle buyrulmaktadır:

Ne zaman onlara Allah katından yanlarındakini doğrulayan bir elçi gelse, kitap verilenlerden birtakımı, sanki bilmiyorlarmış gibi Allah'ın Kitabını arkalarına attılar. Ve onlar, Süleyman'ın mülkü (nübüvveti) hakkında şeytanların anlattıklarına uydular. Süleyman inkar etmedi; ancak şeytanlar inkar etti. (Bakara Suresi, 101-102)

İnkarcılar, iftiracılar ve müminler aleyhinde fitne çıkarmak isteyenler ise, Hz. Süleyman'ın mülkü aleyhinde yalanlar üretmişlerdir. Kuran'da Hz. Süleyman'ın mülkü aleyhinde uydurulanlarla ilgili bir detay verilmemiştir. Ancak bazı tarihi kaynaklarda, Hz. Süleyman'ın zenginliğe dalıp sefahat içinde yaşadığı yönünde dedikoduların yayıldığı belirtilmektedir.

Eğer, Hz. Süleyman aleyhinde böyle bir şayia çıkartılmışsa bu büyük bir yalan ve iftira olur. Çünkü Hz. Süleyman, yukarıda da belirtildiği gibi zenginliğin Allah'ın verdiği bir nimet olduğunu bilen ve her an Allah'a kendisine verdiği nimetler için şükreden salih bir peygamberdir. Zenginliğini ve gücünü ise daima Allah'ın rızasına uygun olarak kullanmıştır.

Bazı insanların Hz. Süleyman'ın tavrı hakkında asılsız iddialarla ortaya çıkmalarının asıl nedeni ise dine olan düşmanlıklarıdır. Müminleri, özellikle Allah'ın elçilerini imani bir zaaf içinde, sefahat ve eğlence peşinde göstermek, iffetleri yönünde şüphe oluşturmak iftiracıların kasıtlı olarak başvurdukları bir yoldur. Böylelikle, insanların elçilere ve müminlere güvenmelerini ve onları dinlemelerini engellemeyi hedeflerler. Ancak Allah her zaman inkarcıların bu tuzaklarını bozmuş, iman edenleri her türlü iftiradan temizlemiştir.

Ayrıca Müslümanlar inkarcıların kendilerine yönelttikleri iftiralara sabrederek, her türlü şartta Allah'a olan tevekkül ve teslimiyetlerini göstererek ahiretteki derecelerini artırmışlardır. İnkarcıların onlara zarar vermek için giriştikleri her çaba boşa çıkmış; aksine tüm bunlar müminlerin ebedi güzelliklerle, nimetlerle ödüllendirilmelerine vesile olmuştur.
 

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
İNKARCILARIN MÜSLÜMANLARA YÖNELİK ALAY DOLU İFTİRALARI

Daha önce de söz ettiğimiz gibi, inkarcılar, iman edenlerin Allah'ın dinini anlatmalarını ve insanların onların tebliğ ettikleri gerçekleri dinlemelerini engellemek için türlü yollar denerler; iftira da bu yollardan biridir. Önceki sayfalarda tarih boyunca Allah'ın elçilerine ve salih müminlere atılan iftiralarla ilgili Kuran'da bildirilen kıssalardan bazı örnekler verdik. İlerleyen sayfalarda ise, ". sizden önce kendilerine kitap verilenlerden ve şirk koşmakta olanlardan elbette çok eziyet verici (sözler) işiteceksiniz." (Al-i İmran Suresi, 186) ayetinin bir tecellisi olarak, inkarcıların iman edenleri kendilerince aşağılamak için söyledikleri bazı yalanlardan söz edeceğiz. Allah'a ve dine düşman olan insanların, müminleri incitmek ve onları diğer insanların gözünde küçük düşürmek kastıyla, hakaret tarzında sözler sarf ettiklerini; ancak bu çabalarının asla başarıya ulaşamadığını anlatacağız.


ŞIMARIKLIK VE KENDİNİ BEĞENMİŞLİK YALANI

Müslümanlara en çok yöneltilen suçlamalardan biri, şımarıklık ve kendini beğenmişlik iddiasıdır. Her toplumda kötü bilinen bu özelliklerin de müminler için kullanılmasının nedeni yine aynıdır; halkın müminlerin ahlakına tabi olmalarını engellemek. İnsanlar doğal olarak şımarık ve kendini beğenmiş kişilere karşı antipati duyarlar ve onlarla beraber olmak, onlara benzemek istemezler. İnkarcılar da insanların bu psikolojilerinden yararlanabilmek için, müminleri kibirle, şımarıklıkla suçlarlar.

Bu yönde haksız bir kötülemeye maruz kalan elçilerden biri Hz. Salih'tir:

Semud (kavmi) de uyarıları yalanladı. Dediler ki: "Bizden biri olan bir beşere mi uyacağız? Bu durumda gerçekten biz bir sapıklık (delalet) ve çılgınlık içinde kalmış oluruz." "Zikr (vahy) içimizden ona mı bırakıldı? Hayır, o çok yalan söyleyen, kendini beğenmiş bir şımarıktır." Onlar yarın, kimin çok yalan söyleyen, kendini beğenmiş bir şımarık olduğunu bilip-öğreneceklerdir. (Kamer Suresi, 23-26)

Bu ayetlerde görüldüğü gibi Hz. Salih'in kavmi, içlerinden bir insana Allah'ın lütufta bulunmasını, ona elçilik görevi vermesini çekememişlerdir. Bundan dolayı iman sahibi, tevazulu, ihlaslı ve güzel ahlaklı bir peygambere, kendilerini hak dine, güzel ahlaka, doğru yola davet ettiği için kin duymuşlar, aleyhinde yalanlar uydurmuşlardır. Allah'ın salih kullarına böyle ağır ve incitici sözler söylemek, onlara ve çevrelerindeki insanlara sıkıntı vermeye çalışmak, inkarcılara kolay görünüyor olabilir. Ancak bu insanlar unutmamalıdırlar ki, her kim böyle bir kötülük işlediyse, karşılığını hem dünyada hem de ahirette misliyle almıştır. Geçmişte yaşayıp, peygamberlere ve elçilere sözleriyle zarar vermeye çalışan hiç kimse dünyadaki ve ahiretteki azaptan kurtulamamıştır. Allah, Hz. Salih'e zorluk çıkaran Semud kavminin sonunu şöyle bildirir:

Şu halde Benim azabım ve uyarmam nasılmış? Çünkü Biz onların üzerine bir tek çığlık gönderdik. Böylece onlar, ağıldaki çalı-çırpı olan kuru ot gibi oluverdiler. (Kamer Suresi, 30-31)


DELİLİK İFTİRASI

Daha önce de belirtildiği gibi, inkarcılar Allah'ın elçilerine olan düşmanlıklarını ve kinlerini tarih boyunca hep benzer yöntemlerle fiiliyata dökmüşlerdir. Hz. Yusuf, Hz. Meryem ve Peygamberimiz (sav) döneminde sahabelere iffetleri ile ilgili iftira atılması, bunun inkarcıların klasik bir yöntemi olduğunu gösterir. Her dönemde inkarcıların sıklıkla başvurdukları başka bir yöntem ise elçileri deli olmakla itham etmeleridir. Hz. Muhammed de dahil olmak üzere birçok elçi, Allah'a ve dine olan bağlılıkları nedeni ile aynı iftira ile karşılaşmışlardır. Allah ayetlerinde, elçilerin delilikle itham edilmelerinin nedenini şöyle bildirir:

Ya da kendi elçilerini tanımadılar mı ki, şimdi onu inkar ediyorlar? Yahut: "Onda bir delilik var" mı diyorlar? Hayır, o, onlara hak ile gelmiş bulunmaktadır ve onların çoğu hakkı çirkin karşılıyorlar. Eğer hak, onların heva (istek ve tutku)larına uyacak olsaydı hiç tartışmasız, gökler, yer ve bunların içinde olan herkes (ve herşey) bozulmaya uğrardı. Hayır, Biz onlara kendi şan ve şeref (zikir)lerini getirmiş bulunuyoruz, fakat onlar kendi zikirlerinden yüz çeviriyorlar. (Müminun Suresi, 69-71)

İnkar edenlerin elçilere karşı tutumlarının nedeni, yukarıdaki ayetlerde de belirtildiği gibi, elçilerin getirdikleri gerçeklerin bu insanların dünyevi istek ve çıkarları ile çatışmasıdır. Allah'ın elçileri, bu insanlardan hiçbir karşılık beklememelerine rağmen, sanki onları büyük bir borç altına sokuyorlarmış gibi elçileri susturmaya veya ortadan kaldırmaya çalışmışlardır. Oysa, inkarcı topluluğun kendilerine gelen elçiyi konuşturmamaları veya onu dinlememeleri, inkarcıların ahiret hayatında karşılaşacakları sonu değiştirmeyecektir. Allah yukarıdaki ayetlerin devamında şöyle bildirir:

Yoksa sen onlardan haraç mı istiyorsun? İşte Rabbinin haracı (dünya ve ahiret armağanı) daha hayırlıdır. O, rızık verenlerin en hayırlısıdır. Gerçekten sen onları dosdoğru olan bir yola çağırıyorsun. Ancak ahirete inanmayanlar, şüphesiz yoldan sapanlardır. (Müminun Suresi, 72-74)

İnkarcıların Allah'ın gönderdiği elçileri delilikle itham etmeleri, adeta bir miras gibi nesilden nesile, kavimden kavime aktarılmıştır. Her dönemde peygamberler ve onların ardından hak dini tebliğ eden Müslümanlar benzer iftiralarla karşılaşmışlardır. Ancak dini inkar edenlerin tüm çabalarına rağmen bu salih insanların, Allah'ın hak yolundan dönmedikleri Kuran'da bildirilmiştir. Kuran'da delilik suçlaması ile karşılaştıkları haber verilen diğer elçilerle ilgili bazı ayetler şöyledir:


HZ. MUHAMMED(sav)

Onlar: "Ey kendisine kitap indirilen (Muhammed). Gerçekten sen cinlenmiş (bir deli)sin," dediler. (Hicr Suresi, 6)

O inkar edenler, zikri (Kur'an'ı) işittikleri zaman, seni neredeyse gözleriyle devireceklerdi. "O, gerçekten bir delidir" diyorlar.
(Kalem Suresi, 51 )

Sonra, ondan yüz çevirdiler ve dediler ki: "(Bu,) Öğretilmiştir, bir delidir." (Duhan Suresi, 14)


HZ. HUD

Kavminin önde gelenlerinden inkar edenler dediler ki: "Gerçekte biz seni 'aklî bir yetersizlik' içinde görüyoruz ve doğrusu biz senin yalancılardan olduğunu sanıyoruz." ( Hud: ) "Ey kavmim" dedi. "Bende 'akıl yetersizliği' yoktur; ama ben gerçekten alemlerin Rabbinden bir elçiyim" dedi. "Size Rabbimin risaletini tebliğ ediyorum. Ben sizin için güvenilir bir öğütçüyüm." (Araf Suresi, 66-68)


HZ. NUH

"O, kendisinde delilik bulunan bir adamdan başkası değildir, onu belli bir süre gözetleyin." Rabbim" dedi (Nuh). "Beni yalanlamalarına karşılık, bana yardım et." (Müminun Suresi, 25-26)

Kendilerinden önce Nuh kavmi de yalanlamıştı; böylece kulumuz (Nuh)u yalanladılar ve: "Delidir" dediler. O 'baskı altına alınıp engellenmişti.' (Kamer Suresi, 9)


HZ. MUSA

(Firavun) Dedi ki: "Şüphesiz size gönderilmiş bulunan elçiniz, gerçekten bir delidir." (Şuara Suresi, 27)

Yukarıda yer verdiğimiz ayetlerde de görüldüğü gibi inkarcılar Allah'ın gönderdiği peygamberleri delilik, akli yetersizlik, cinlenmiş olmak gibi sıfatlarla küçük düşürmeye çalışmışlardır. Buradaki amaçları yine her zamanki gibi doğru olanı, hak dini inkar edebilmek, dünyada kendi istek ve tutkularına göre yaşayabilmek, kendilerini başıboş kabul edebilmek için, elçilerin anlattıklarını yalanlamak istemeleridir. İnsanların akli bir yetersizlik içinde gördükleri kişilere uymayacaklarını bildikleri için böyle bir yola başvurmuşlardır.

Ancak elçileri delilikle itham edenlerin ve onlara dilleriyle sıkıntı ve zorluk yaşatmaya çalışanların uğradıkları son da, daima iftiraları gibi birbiriyle benzer olmuştur. Allah, Hz. Musa'yı büyücü veya deli olmakla suçlayan Firavun'un sonunu Kuran'da şöyle bildirir:

Fakat o, 'bütün kişisel ve askeri gücüyle' yüz çevirdi ve: "(Bu,) Ya bir büyücü veya bir delidir" dedi. Bunun üzerine, Biz onu ve ordularını yakalayıp denize attık; (ki o,) 'kınanacak işler yapıyordu.' (Zariyat Suresi, 39-40)


SAPKINLIK İFTİRASI

Kuran'da birçok elçinin "sapkın" olmakla suçlandığı da bildirilir. İnkarcılar, Allah'a ve ahiret gününe iman etmemelerine rağmen, elçilere karşı geldiklerinde, halka karşı dindar bir görünüm sergilemeye çalışırlar. Elçileri ise eski dinlerini bozmaya çalışan, dine sapkın uygulamalar getiren insanlar gibi göstermek isterler. Bundaki amaçları ise yine elçileri halkın gözünde güvenilmez ve "din kisvesi altında çıkar arayan" insanlar olarak göstermeye çalışmaktır. Firavun ve çevresindekiler de, Hz. Musa ve Hz. Harun için benzer bir yönteme başvurmuşlardır:

Dediler ki: "Bunlar her halde iki sihirbazdır, sizi sihirleriyle yurdunuzdan sürüp-çıkarmak ve örnek olarak tutturduğunuz yolunuzu (dininizi) yok etmek istemektedirler." "Bundan ötürü, tuzaklarınızı biraraya getirin, sonra gruplar halinde gelin; bugün üstünlük sağlayan, gerçekten kurtuluşu bulmuştur." (Taha Suresi, 63-64)

Bir başka ayette ise Firavun'un tüm dinsizliğine ve zalimliğine rağmen şöyle dediği bildirilmektedir:

Firavun dedi ki: "Bırakın beni, Musa'yı öldüreyim de o (gitsin) Rabbine yalvarıp-yakarsın. Çünkü ben, sizin dininizi değiştirmesinden ya da yeryüzünde fesat çıkarmasından korkuyorum." (Mümin Suresi, 26)

Firavun'un bu sözlerinde samimi olmadığı, ancak bunu halkın gözünü boyamak için söylediği açıktır. Çünkü asıl dini ortadan kaldırmak isteyen, yeryüzünde fesat ve bozgunculuk çıkaran, insanlara zulmeden kendisidir.

Hz. Musa dışında da pek çok elçi sapkın olmakla suçlanmışlardır. Hz. Nuh da kavmi tarafından sapkınlıkla ve şaşırmışlıkla suçlanan elçilerdendir:

Kavminin önde gelenleri: "Gerçekte biz seni açıkça bir 'şaşırmışlık ve sapmışlık' içinde görüyoruz" dediler. O: "Ey kavmim, bende bir 'şaşırmışlık ve sapmışlık' yoktur; ama ben alemlerin Rabbinden bir elçiyim." dedi. (Araf Suresi, 60-61)

Kavimleri tarafından mevcut dini saptırmakla suçlanan elçilerden ve salih Müslümanlardan bazıları ise Kuran'da şöyle bildirilmiştir:

Dediler ki: "Ey Salih, bundan önce sen içimizde kendisinden (iyilikler ve yararlılıklar) umulan biriydin. Atalarımızın taptığı şeylere tapmaktan sen bizi engelleyecek misin? Doğrusu biz, senin bizi davet ettiğin şeyden kuşku verici bir tereddüt içindeyiz." (Hud Suresi, 62)

Doğrusu, 'suç ve günah işleyenler,' kimi iman edenlere gülüp-geçerlerdi. Yanlarına vardıkları zaman, birbirlerine kaş-göz ederlerdi. Kendi yakınlarına döndükleri zaman neşeyle dönerlerdi. Onları gördükleri zaman ise: "Bunlar elbette şaşkın-sapıklardır" derlerdi. (Mutaffifin Suresi, 29-32)

Elbette asıl şaşkınlık ve sapkınlık içinde olanlar, Allah'ın elçilerine karşı çıkan, Allah'ın varlığını ve ahireti inkar eden, tertemiz, imanlı, dürüst ve samimi insanlara iftiralar atarak zulmedenlerdir. Allah asıl dünya hayatına dalan, burada ahireti unutarak kendisine anlatılanları duymazlıktan, gösterilen delilleri görmezlikten gelen inkarcıların "şaşkın bir sapık" olduğunu Kuran'da şöyle buyurmuştur:

Kim bunda (dünyada) kör ise, O, ahirette de kördür ve yol bakımından daha 'şaşkın bir sapıktır.' (İsra Suresi, 72)


BÜYÜCÜLÜK İFTİRASI

Geçmişte elçilere en çok yöneltilen iftiralardan bir diğeri de -önceki sayfalarda Hz. Musa'nın hayatında da gördüğümüz gibi- büyücülük suçlamasıydı. İlginçtir ki, farklı dönemlerde ve farklı toplumlarda yaşamış olmalarına rağmen, birçok elçiye aynı suçlama yapılmıştır. Allah bir ayetinde inkar edenlerin iman edenlere yönelttikleri büyücülük suçlamasını alışkanlık haline getirdiklerini şöyle bildirir:

İşte böyle; onlardan öncekiler de bir elçi gelmeyiversin, mutlaka: "Büyücü ve cinlenmiş" demişlerdir. Onlar bunu (tarih boyunca) birbirlerine vasiyet mi ettiler? Hayır; onlar, 'azgın ve taşkın (tağiy)' bir kavimdirler. (Zariyat Suresi, 52-53)

İçlerinden çıkan bir insanın kendilerine Allah'ın dinini anlatmasını bir türlü kabullenemeyen inkarcılar, büyücülük suçlamasıyla, insanların elçiden çekinerek ondan uzak durmalarını sağlamak isterler. Bir amaçları da, elçinin insanları bir büyücü gibi etkisi altına aldığı şayiasını yaymaktır. Çünkü elçilerin samimi ve hikmetli konuşmalarını dinleyen, onların Allah'a ve dine bağlılıklarını gören ve güzel ahlaklarına şahit olan vicdanlı ve akıllı insanlar, elçilere bağlanmışlar ve onlara biat etmişlerdir. İnkar edenler bu salih insanların güçlü bağlılıklarını önemsiz ve değersiz göstermek, diğer insanların da elçilere bağlanmalarını engellemek için, onları büyücü olmakla suçlamışlardır. Kuran'da Hz. Muhammed de dahil olmak üzere birçok elçi için söylenen büyücülük iftiraları şöyle bildirilir:

İçlerinden bir adama: "İnsanları uyar ve iman edenlere, muhakkak kendileri için Rableri katında 'gerçek bir makam' olduğunu müjde ver" diye vahyetmemiz, insanlara şaşırtıcı mı geldi? İnkar edenler: "Gerçekten bu, açıkça bir büyücüdür" dediler. (Yunus Suresi, 2)

İçlerinden kendilerine bir uyarıcının gelmesine şaştılar. Kafirler dedi ki: "Bu, yalan söyleyen bir büyücüdür. İlahları bir tek ilah mı yaptı? Doğrusu bu, şaşırtıcı bir şey." (Sad Suresi, 4-5)

İnkar edenler, elçilere büyücü diye iftira atmalarının dışında, elçinin kendisinin de büyülenmiş olduğunu iddia etmişlerdir. Bundaki amaçları ise elçinin akıl ve vicdan dışında, içinde bulunduğu büyünün etkisi ile bunları söylediği imajını oluşturmaktır. Elçilere "büyülenmiş" iftirasının atıldığını bildiren ayetlerden bazıları şöyledir:

Biz onların seni dinlediklerinde ne için dinlediklerini, gizli konuşmalarında da o zalimlerin: "Siz büyülenmiş bir adamdan başkasına uymuyorsunuz" dediklerini çok iyi biliriz. (İsra Suresi, 47)

Dediler ki: "Sen ancak büyülenmişlerdensin. Sen yalnızca bizim benzerimiz olan bir beşerden başkası değilsin; eğer doğru sözlü isen, bu durumda bir ayet (mucize) getir-görelim." (Şuara Suresi, 153-154)

Zulmedenler dedi ki: "Siz olsa olsa, ancak büyülenmiş bir adama uyuyorsunuz." (Furkan Suresi, 8)

Yukarıdaki ayetlerin devamında Allah'ın, elçileri büyücülükle ve büyülenmiş olmak yalanıyla karalamaya çalışan insanlara verdiği cevap ise şöyledir:

Sana nasıl örnekler vererek saptıklarına bir bak, artık onların bir yola güçleri yetmemektedir. (İsra Suresi, 48)

Bir bak; senin için nasıl örnekler verdiler de böylece saptılar. Artık onlar hiçbir yol bulamazlar.
(Furkan Suresi, 9)


İNKARCILARIN ALAY VE KİN DOLU SÖZLERİ

Allah'ın elçilerine ve onlara uyan müminlere karşı büyük bir kin duyan, Allah'ın onlara verdiği maddi ve manevi zenginliklere, güzelliklere haset eden inkarcılar, müminlere en incitici, en hakaret dolu sözleri söylemişlerdir. İnkarcıların müminlere yönelttikleri bu tür sözlerden bazıları bir ayette şöyle bildirilmiştir:

Kavminden, ileri gelen inkarcılar: "Biz seni yalnızca bizim gibi bir beşerden başkası görmüyoruz; sana, sığ görüşlü olan en aşağılıklarımızdan başkasının uyduğunu görmüyoruz ve sizin bize bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Aksine, biz sizi yalancılar sanıyoruz" dedi. (Hud Suresi, 27)

Firavun'un Hz. Musa'ya karşı kullandığı seviyesiz ve saldırgan üslup da, inkarcıların içlerinde besledikleri kinin bir dışavurumudur:

Firavun, kendi kavmi içinde bağırdı; dedi ki: "Ey kavmim, Mısır'ın mülkü ve şu altımda akmakta olan nehirler benim değil mi? Yine de görmeyecek misiniz?" "Yoksa ben, şundan daha hayırlı değil miyim ki o, aşağı (sınıftan) bir zavallı ve neredeyse (sözü) açıklamadan yoksun olan (biri)dir." (Zuhruf Suresi, 51-52)

Firavun, yukarıdaki ayetlerde de belirtildiği gibi, Allah'ın elçisi olan Hz. Musa'ya karşı son derece seviyesiz sözler kullanmıştır. Tek kıstası dünyevi ve maddi değerler olan Firavun, bir insanın üstünlüğünün, sahip olduğu mallarda, mevki ve makamda olamayacağını anlayamayacak kadar akılsız ve vicdansızdır. Sözlerinden, Firavun'un insanları kabilelerine ve zenginliklerine göre sınıflandıran, onların bazı fiziksel eksiklikleri ile alay edebilen, son derece alçak karakterli bir insan olduğu açıkça belli olmaktadır.

İşte tarih boyunca inkarcılar Firavun'un Hz. Musa'ya yönelttiği tarzda iftiralarla, hakaret dolu sözlerle, yalanlarla müminleri üzebileceklerini, onları yılgınlığa ve ümitsizliğe sürükleyebileceklerini zannetmişlerdir. Oysa müminler için inkarcıların en ağır sözleri dahi, ahirette kendilerine sevap olarak dönecek, sabır gösterilmesi gereken birer tavırdır. İnkarcılar bu sözleri inananlara zarar vermek için sarf ederler ama aslında büyük bir gaflet içinde inananların ahiretteki derecesini artırmaktadırlar.

Müminler bu sözlere gösterdikleri sabırla, asla inkarcıların seviyesine inmeyerek sürdürdükleri güzel tavırlarla, güzel sözlerle eğitilmekte ve cennete layık bir manevi olgunluğa erişmektedirler. Ayrıca inkarcıların bu tarz saldırılarına muhatap olmaları, müminlerin samimiyetlerinin, güçlü imanlarının bir göstergesidir; nasıl kendilerinden önce yaşamış salih müminler böyle suçlamalara maruz kaldılarsa, onlar da Allah'ın bir kanunu olarak benzer imtihanları yaşamaktadırlar. Bu açıdan bakıldığında inkarcıların hakaretleri, iftiraları ya da yalanlarıyla suçlanmak ve bunlara sabır göstermek müminler için büyük bir şereftir.

Firavun gibi, dünyadaki zenginliklerine ve güçlerine güvenen, ahireti unutan insanlar ise, bu gerçekleri asla göremezler. Onlar da ancak Firavun gibi öleceklerini anladıkları vakit, kibirlerini bir kenara bırakıp, pişmanlığa kapılırlar. Ancak insanın ölüm anındaki pişmanlığı ve geri dönüşü insana ahirette hiçbir fayda getirmez. Bu nedenle Firavun gibilerin sonları her insana ibret olmalıdır. Dünyada sahip olunan maddi-manevi herşey geçicidir ve insana ahirette hiçbir fayda sağlamaz. Kalıcı ve karlı olan ise insanın takvası ve güzel ahlakıdır. Allah dünyada sahip olduklarıyla büyüklenen ve Allah'ın gönderdiği elçiyi yalanlayan, ona hakaret dolu sözler sarf eden Firavun'un ve ona tabi olanların ibret verici sonunu Kuran'da şöyle bildirir:

Böylelikle kendi kavmini küçümsedi, onlar da ona boyun eğdiler. Gerçekten onlar, fasık olan bir kavimdi. Sonunda bizi öfkelendirince, biz de onlardan intikam aldık, böylece onları toplu olarak suda boğduk. Bu suretle onları, sonradan gelecekler için bir selef ve bir örnek kıldık. (Zuhruf Suresi, 54-56)

Allah'ın ayetinde de bildirdiği gibi, Allah'ın sevdiği ve dost edindiği kullarına yapılan her kötülük ve aleyhlerindeki her söz, Allah katında bir azap sebebidir. Kötülüğü yapanlar, bunların kendi yanlarında kar kaldığını zannederler, ama Allah sonsuz adalet sahibidir. İftiracılar ve zalimler, ahirette, dünyada sarf ettikleri her kelimenin hesabını verecekler ve cezasını çekeceklerdir.

Allah dünyadayken iman edenlere karşı çirkin sözler kullanan, onları alay konusu edinen zalim insanların cehennemde karşılaşacakları şaşkınlığı şöyle haber vermiştir:

Ve derler ki: "Bize ne oluyor ki, kendilerini şerir (kötü)lerden saydığımız adamları göremiyoruz." Biz onları bir alay konusu edinmiştik; yoksa gözler mi onlardan kaydı?" Bu, cehennem halkının birbiriyle çekişmesi kesin bir gerçektir. (Sad Suresi, 62-64)
 

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
İNKARCILAR YAKIN GEÇMİŞTE DE İFTİRA YÖNTEMLERİNİ KULLANMIŞLARDIR

Önceki bölümlerde açıkladığımız gibi Allah'ın elçileri ne zaman bir kavme gönderilseler, inkarcılar onları kin ve düşmanlıkla karşılamışlardır. İnkarcıların bu tutumları sadece peygamberlere karşı olmamıştır. Allah'ın dinine olan bağlılığı ve Allah yolundaki kararlılığı, samimiyeti, ihlası ile bilinen her Müslüman inkar edenlerin benzeri fiili ve sözlü saldırılarına uğramıştır. Allah, inkarcıların Müslümanlara karşı besledikleri bu öfkeyi aşağıdaki ayetiyle bildirerek iman edenleri bu konuda uyarmaktadır:

Ve onların kalpleri üzerine, onu kavrayıp anlamalarını engelleyen kabuklar, kulaklarına da bir ağırlık koyduk. Sen Kur'an'da sadece Rabbini "bir ve tek" (ilah olarak) andığın zaman, 'nefretle kaçar vaziyette' gerisin geriye giderler. (İsra Suresi, 46)

Ayette de gördüğümüz gibi inkarcıların asıl öfkesi ve kini, söz konusu kişilerin şahıslarına değil, onların temsil ettikleri inanca karşıdır. Bu kişiler kendilerini ve sahip oldukları herşeyi yaratmış olan Rabbimize karşı sorumlu olduklarını kabul etmek istemedikleri için, O'nun adının hatırlatılmasını bile istemezler. Bunu engellemek için, kendilerini Allah'ı tek İlah olarak kabul etmeye, hak dine uymaya davet edenlere karşı saldırgan bir tutum sergilerler. Dolayısıyla hak din ve dindar insanlar yeryüzünde var olduğu sürece, inkar edenlerin iftiraları ve incitici sözleri de devam edecektir.

İşte bu gerçeği bilen müminler, benzeri olaylarla karşılaştıklarında kesinlikle sıkıntı yaşamaz ve ümitsizliğe kapılmazlar. Çünkü onlar Allah'ın haksız saldırılara uğrayan müminlere vaat ettiği güzel haberleri de bilmektedirler:

Onlar, yalnızca; "Rabbimiz Allah'tır" demelerinden dolayı, haksız yere yurtlarından sürgün edilip çıkarıldılar. Eğer Allah'ın, insanların kimini kimiyle defetmesi (yenilgiye uğratması) olmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah'ın isminin çokça anıldığı mescidler, muhakkak yıkılır giderdi. Allah kendi (dini)ne yardım edenlere kesin olarak yardım eder. Şüphesiz Allah, güçlü olandır, aziz olandır. (Hac Suresi, 40)

Kuşkusuz bu tür olayların geçmişte kaldığını düşünmek, günümüzde artık inkarcı insanların veya iftiraya uğrayan Müslümanların var olmadığını düşünmek bir hata olacaktır. Çünkü her dönemde Allah'ın bildirdiği bu olaylar yaşanmıştır ve bundan böyle de yaşanacaktır.

Çok yakın bir geçmişte bazı inkarcı kimselerin düşmanlığı ile karşılaşmış ve ölüm döşeğine gelene kadar onların zulümlerine sabır ve tevekkülle göğüs germiş olan Bediüzzaman Said Nursi, bu konudaki örneklerden biridir. İnsanları Kuran ahlakını yaşamaya, iman hakikatlerini görmeye, Allah'ın varlığını ve sonsuz kudretini takdir etmeye davet eden Bediüzzaman, dini yalanlayan bazı kişilerin iftiralarına maruz kalmıştır. Hatta bu yüzden hayatının çok uzun yıllarını hapishanelerde veya sürgünde geçirmiştir.

İlerleyen sayfalarda Bediüzzaman Said Nursi'nin yaşadığı bazı olaylar anlatılacak, bu tarz olaylar karşısında gösterdiği üstün tavrı müminlere bir örnek olarak anlatılacaktır.
 
Top