Hayatın anlam çığlıklarında boğulduğunu hissettiğinde insan. Yalnızlık çekmek ister. Oysa o insan, koca kentleri metropol şehirleri sırf yalnızlık çekmeyeyim diye kurarda. An gelir daralır, bunalır, yalnızlığı, sessizliği özler her ne hikmetse işte. Her şeyi unutmak ister adından gayri hiç bir şey hatırlamamak için kaçar durur. Ayakları üzerinde duramazda insan, uzanmak ister, katlettiği umursuzca maffettiği yeşilliklere, çimenlere uzanmak ister. Neden dir bilinmez ama insan, aslında insanlığını özler o an işte....
Kuş olup uçmak ister, sırf özgürlük namına. Oysa kendi özgürlüğünü kendi istememiştir aslında. Özgür olmayayım diye tercih etmemişmidir, barışa karşın savaşı... Oysa ‘’Yalnızlık görkemli değil’’ diye uğraş verir de insan... Çürütür bedenini ruhunu da; sırf görkemli olsun yaşamım diye...
Oysa çölleri yeşerten insan, o insan değildir artık. O yeşeren doğanın katlini vacip kılıp. Katlederken doğayı, kendini katlettiğinin farkında bile değildir. Zaman tükenince avuçlarında, yeşile hasret kalınca gözleri, kentlerin acımasız hayatı basınca omuzlarına. Nedense kuş olmak gelir hepsinin hatırına... Oysa kimse sormaz o kuşa, kuş olabilirmiyim, senin derdinde varmıdır aceba ey kuş diye...
İşte o vakit kuşlarında nice tutsak eyvahları vardır da, bilinmez, sorulmaz her nedense. Yine o insan değilmidir. Sesi güzel diye tutsak eden bülbülü? Kendinde göremeyince doğanın ahenkli renklerini. Bulur en güzel renkli kuşları tutsak ederde, an gelir kuş olmak ister işte.
En sevilmeyen bitkidir belkide kaktüs. Oysa kaktüsde çiçeğin şahı vardır. Sırf dikeni var diye düşman olur insan kırmızı güle de. Sonra hasret kalınca özlenen sevgiliye, gülün dikenini unuturda, sevdiğine sevgisini dikenli gülle ifade eder yine...
Ölümle yaşam arasında gider gelir insan. Belleğini her yokladığında korkar ölümden ama sorsan kimseye bırakmaz cennetide. Oysa ölmeden gidilmiyor maalesef cennete.
Sorgusuzca asar bazen düşlerinide, sonra kızar niye ben düş görmüyorum diye. Ruhlar kirlenince kanalizasyon borularının, atık suların içinde. Kendini özler insan, kendinide bulamaz her nedense.yalnızlık Allah a mahsus derde insan. Çığlık çığlığa kalınca yürekler yalnızlığı ister insan, sadece kendi kendiyle.
Muhabbet etmeyi unutur insan, takılınca kitle iletişim ağına. Sonra kahreder umursuzca ‘’Nerde o eski muhabbetler’’ diye. O sıcacık muhabbetleri katlederken insan kendilerini katlettiklerini yine kitle iletişim ağından öğrenirlerde, sorgulamazlar hiç nedense?
Herşeyin çürüdüğüne dair fikir beyan ederlerde insan. Bu çürüyüş nedendir diye sormaz kimse. Nerede son bulur, kelimelere yüklenen anlamlar bilinmez... Bilinen, herşeyin çürüdüğüdür. Herşeyin içindeki insanın çürüyüşü yani. Sessizce yavaş yavaş bir çürüyüş bu hissedilmekte, ama anlam verilememekte...
Su çürümedikçe hayat devam etmekte, ne zaman ki su çürüdü. Çürüme, bitmiştir o an işte...
Kuş olup uçmak ister, sırf özgürlük namına. Oysa kendi özgürlüğünü kendi istememiştir aslında. Özgür olmayayım diye tercih etmemişmidir, barışa karşın savaşı... Oysa ‘’Yalnızlık görkemli değil’’ diye uğraş verir de insan... Çürütür bedenini ruhunu da; sırf görkemli olsun yaşamım diye...
Oysa çölleri yeşerten insan, o insan değildir artık. O yeşeren doğanın katlini vacip kılıp. Katlederken doğayı, kendini katlettiğinin farkında bile değildir. Zaman tükenince avuçlarında, yeşile hasret kalınca gözleri, kentlerin acımasız hayatı basınca omuzlarına. Nedense kuş olmak gelir hepsinin hatırına... Oysa kimse sormaz o kuşa, kuş olabilirmiyim, senin derdinde varmıdır aceba ey kuş diye...
İşte o vakit kuşlarında nice tutsak eyvahları vardır da, bilinmez, sorulmaz her nedense. Yine o insan değilmidir. Sesi güzel diye tutsak eden bülbülü? Kendinde göremeyince doğanın ahenkli renklerini. Bulur en güzel renkli kuşları tutsak ederde, an gelir kuş olmak ister işte.
En sevilmeyen bitkidir belkide kaktüs. Oysa kaktüsde çiçeğin şahı vardır. Sırf dikeni var diye düşman olur insan kırmızı güle de. Sonra hasret kalınca özlenen sevgiliye, gülün dikenini unuturda, sevdiğine sevgisini dikenli gülle ifade eder yine...
Ölümle yaşam arasında gider gelir insan. Belleğini her yokladığında korkar ölümden ama sorsan kimseye bırakmaz cennetide. Oysa ölmeden gidilmiyor maalesef cennete.
Sorgusuzca asar bazen düşlerinide, sonra kızar niye ben düş görmüyorum diye. Ruhlar kirlenince kanalizasyon borularının, atık suların içinde. Kendini özler insan, kendinide bulamaz her nedense.yalnızlık Allah a mahsus derde insan. Çığlık çığlığa kalınca yürekler yalnızlığı ister insan, sadece kendi kendiyle.
Muhabbet etmeyi unutur insan, takılınca kitle iletişim ağına. Sonra kahreder umursuzca ‘’Nerde o eski muhabbetler’’ diye. O sıcacık muhabbetleri katlederken insan kendilerini katlettiklerini yine kitle iletişim ağından öğrenirlerde, sorgulamazlar hiç nedense?
Herşeyin çürüdüğüne dair fikir beyan ederlerde insan. Bu çürüyüş nedendir diye sormaz kimse. Nerede son bulur, kelimelere yüklenen anlamlar bilinmez... Bilinen, herşeyin çürüdüğüdür. Herşeyin içindeki insanın çürüyüşü yani. Sessizce yavaş yavaş bir çürüyüş bu hissedilmekte, ama anlam verilememekte...
Su çürümedikçe hayat devam etmekte, ne zaman ki su çürüdü. Çürüme, bitmiştir o an işte...