Sözcükler de Ölür

dderya

kOkOşŞ
V.I.P
Sözcükler canlılar gibidir. Doğar, yaşar ve ölürler. Üşür sözcükler ölünce. Biz gibidirler. Ne kadar uğraşsanız ısıtamazsınız, diriltemezsiniz onları.
Sözcükler ne zaman ölür?
İlkin, kullanılmaya kullanılmaya kendiliğinden kaybolup giden sözcükler vardır. Farkına bile varamazsınız, binlerce sözcük içinden kaybolup gitmişlerdir; koca bir kentin içinde kaybolan insanlar gibi. Bir de kaybolmamış, yaşar gibi gözüken, yürüyen, dolaşan ama ruhsuz sözcükler vardır. Ölüden farkları yoktur bunların; sadece cesetleridir dolaşan ortalıkta. Ve siz bunları kullanırken kendi ilişkilerinizin de ruhsuzlaştığını, sislerle kaplandığını, tersyüz edildiğini görürsünüz. Göremezsiniz de aslında birileri tutar gözünüzün önüne getirir koyar.
Sözcükler toplumsal yaşam içinde üretilir. Her sözcük mevcut toplumsal, ekonomik, kültürel, siyasal ilişkiler sonucu ortaya çıkar, anlam kazanır. Yine her sözcük ilk ortaya çıktığında bir duyguyu düşünceyi, bir olayı, bir nesneyi… Vb. gösterir. Birebir ilişki söz konusudur. Her sözcük bir gösterilene bağlanır. Her sözcüğün, gerçekten göstermek, ifade etmek istediği bir şey mutlaka vardır ve gösterge dediğimiz sözcük bu zorunluluğun doğal bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Yalansız dolansız uydurmasızdır. Gösteren dediğimiz sözcük ile gösterilen dediğimiz o şey arasında doğru bir ilişki vardır ve ilişki, gösterenle gösterileni organik bütünlük içinde tutar ve canlılık kazandırır. Bu canlılık, aradaki ilişki şeffaf, dolaysız olduğu müddetçe sürüp gider. Ne zaman ki bunların arasına bir bulut, bir perde girer, ilişki görünmez olur. O zaman, o sözcük kökünden, yuvasından ayrılmış, gurbete düşmüştür. Ve zamanla o sözcüğün akıbeti, konuşanların niyetine göre değişmek veya kullanılmayarak yok olmak olacaktır. Bu sözcükler temelinden, ruhundan koptuğu için zamanla ölü sözcükler haline gelirler. Ortalıkta dolaşsalar da durum değişmez, ölü gibidirler. Şiirle bağlantısı yönünden konuşursak, duyguların doğrudan ifadesini veremezler. İnsanın içinden geçen duyguların saklanmasına yardımcı da olurlar ve hatta çarpıtırlar. Yalanı oluşturan sözcüklere bakarak gerçeği anlayamayız ve aldanırız. Biz eğer uyanıksak, bu sözcüklerin altında yatan gerçek duyguları bulabiliriz. Ancak zeki ve uyanık değilsek ve o kişilerin gerçek davranışlarını iyi gözlemediysek kanarız, aldanırız. Bu sözcükler bize zarar verir. Onun için güzel konuşan, ikna kabiliyeti güçlü insanlardan her zaman kuşku duymuşumdur.
Bunların o güzel sözlerini sakin dinlerim. Ama hiçbirine inanmam ilk aşamada. Zaman içerisinde davranışlarını gözlerim. Ya da bu güzel sözlerin içinde sürç-i lisan durumuna bakarım. Bazen gerçekler en küçük bir ayrıntıda kendini ele verir. Bu küçücük ayrıntı, o kişi hakkında bana tam bilgi vermeye yeter de artar bile. Çünkü bu kişiler güzel sözlerle, gerçek duygu, düşünce ve niyetlerini saklarlar. Niyetleri kötü de olsa, güzel sözcüklerle bunu saklar ve sözcük burada yalanın bir aracı haline gelir, onurundan, şerefinden ödün verir. Bu sözcükler gerçeği yansıtmadıklarından, boş sözlerdir ve ölüden farksızdırlar.
Oysa sözcükler gerçeği söylemek için vardırlar. Yaşamları gerçeğe bağlıdır. Gerçekten ayrılan sözcük onurunu, şerefini yitirir, ölür ya da ölmekten beter olur. İşte burada ŞAİR diye bir kahraman çıkar ortaya, alır bu sözcükleri şiirine koyar. Şiirine koyarken o zamana kadar ki yalan veya doğru tüm anlamlarından sıyırır, hipnoz eder, bayıltır. Sonra şiirini kurmaya koyulur. Bu süreç devam ederken, oluşan şiir sıcaklığında, sözcükler cana gelmeye başlarlar ve bütünün anlamına kavuşmasıyla birlikte şair, elini bu uyuyan, baygın sözcüklere dokundurarak yeniden canlanmalarını sağlar. Şu var ki, şairin verdiği yani kimlikler içerisinde sözcükler yeni anlamlara kavuşmuşlardır. Ancak bu yeni anlam gerçek, güzel estetik duyguların doğru bir ifadesi olduğundan yeniden yaşama şansına kavuşmuşlardır. Çünkü ruhları kendilerine teslim edilmiştir ve şiir sözcüklerin cenneti olmuştur.
Yalansız dolansız, güzel bir yaşam şiirde vardır. Şair de burada kurtarıcılığın verdiği zevki yaşayan bir kahraman edasındadır.
Bu da onun hakkı olsa gerek değil mi?

Yazar : Çoşkun Karabulut
 
Top