Forumlar
Yeni Mesajlar
CerezExtra
EĞLENCE ↓
Şans Kurabiyesi
Renk Falınız
ÇerezRADYO
Sevgiliye Özel
ÇerezDERGİ
Hızlı Okuma Testleri
Pratik Çözümler
Yeniler
Yeni Mesajlar
Yeni ürünler
Yeni kaynaklar
Son Aktiviteler
İndir
En son incelemeler
Dükkan
Giriş
Kayıt
Yeniler
Yeni Mesajlar
Menu
Giriş
Kayıt
Uygulamayı yükle
Yükle
Forumlar
Tarih
Osmanlı Tarihi
Sorularla OSMANLI
JavaScript devre dışı bırakıldı. Daha iyi bir deneyim için, devam etmeden önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
You are using an out of date browser. It may not display this or other websites correctly.
You should upgrade or use an
alternative browser
.
Konuya cevap yaz
Mesaj
<blockquote data-quote="wien06" data-source="post: 86513" data-attributes="member: 4383"><p><strong>1683 Eylülünde meydana gelen Viyana Bozgununun sebepleri neler olabilir? Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın kabahati var mıdır?</strong></p><p></p><p>Her musibet bir cinayetin neticesidir ve bir mükâfatın da mukaddimesidir. O halde bu bozgun felaketinin de bir sebebi vardır. Bu sebebi, sadece, Kara Mustafa Paşa’nın bazı taktik ve şahsiyet kusurlarına yüklemek doğru değildir. Hadisenin olduğu günlerde Osmanlı Vak’anüvis’i olan Silahdâr Mehmed Efendi bu noktayı çok güzel özetlemiştir. Bu görüşlerini de esas alarak bir iki noktayı açıklamakta yarar vardır.</p><p></p><p>1) Bu sefere katılan Osmanlı ordusunun maddi hazırlığı son derece mükemmel idi. Topuyla tüfeğiyle ve de ordunun diğer donanımı ile düşman kuvvetlerine ezici bir üstünlüğü mevcuttur. Ancak asıl can damarını teşkil eden asker grubu, Allah"n bu nimetlerine şükretmesini bilmemiştir. Hatta sefer sırasında askerin ve hem de Recep, Şaban ve Ramazan ayına rastlayan mübarek günlerde, nimetin şükrünü eda edecek yerde şımardıkları ve gayri meşru fiilleri işledikleri bizzat Osmanlı tarihçileri tarafından açıkça ifade edilmiştir. Burada Kara Mustafa Paşa’nın fevkalade istikametli bir hayatı olduğunu hemen belirtelim. Silahdar’ın ifadesiyle;</p><p></p><p>"bu mertebe ihsan olunan büyük nimetlerin kadrin bilmeyüp bu kuvveti kahireyi kendü hareket ve tedbirimizle elde ettiğimizi zannettik ve Allah’ın lütfü olduğunu unuttuk; neticesinde hilâfı me’mul olarak bu hezimete maruz kaldık".</p><p></p><p>2) Maalesef, kurmay heyeti, askerin çokluğuna ve intizamına bakarak gurura kapılmış ve hem Kırım Hanı Murad Giray ve hem de Erdel Kralı Mihal’in ikazlarına riayet edilmemiştir. Onlar Yanıkkale’nin fethedilerek Viyana’nın gelecek yıla bırakılmasını ısrarla tavsiye etmişlerdir.</p><p></p><p>3) Osmanlı ordusu ve özellikle de vasıfsız insanların yeniçeri ocağına alınışları, ilk acı meyvesini Viyana bozgununda vermiştir. Çünkü askerin önemli bir kısmı, iş ciddiye binince, Viyana’ya gelinceye kadar elde ettikleri ganimetin ve servetin derdine düşmüşler ve asıl gazayı unutmuşlardır. Askerin çokluğunun değil, ölürsem şehid kalırsam gazi ruhuna sahip olmanın önemi burada anlaşılmaktadır.</p><p></p><p>4) Daha önceki gazalarda en büyük vasıfları, İslâm’ın tesbit ettiği usuller çerçevesinde harp etmek, insanların mal ve ırzlarına göz dikmemek olan Osmanlı askerleri, bu seferde geçtikleri yerlerde ciddi tahribatlar yapmışlar ve İslâm’ın bu ulvi düsturlarına tam riayet edememişlerdir. Maalesef cezasını da ağır bir şekilde ödemişlerdir</p><p></p><p>5) Elbette ki bütün bunların yanında, maddi sebepler de vardır. Bunların başında iki ayı bulan muhasara sırasında askerin yorgun ve bitkin düşmesi, harbin esasını teşkil eden atların kısmen bakımsız kalmaları ve komutanların taktik hataları ve nihayet Kırım Hanı’nın neticenin bu kadar vahim olacağını hesap edemeyerek Mustafa Paşa’ya ihanet etmesi bunlardan bazılarıdır. Ancak biz, asıl sebebin manevi sebepler olduğu kanaatindeyiz. Zira her musibet bir cinayetin neticesidir.</p><p></p><p></p><p><strong>IV. Mehmed’in annesi Turhan Sultân’ın devleti tek başına idare ettiği söylenmektedir. Bu da doğru mudur?</strong></p><p></p><p>Kısmen doğrudur; ancak Hatice Turhan Sultân, Kösem ve Hürrem Sultân ile kıyaslanmayacak kadar iyi kalpli ve devletin selâmetini düşünen bir hanım efendidir. 1627 yılında Rus bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen bu güzel kız, Kör Süleyman Paşa tarafından Kösem Sultân’a hediye edilmiş ve daha sonra da Saray’da terbiye edilerek ve Müslüman olarak, I. İbrahim’e câriye verilmiştir. Sonradan kadın efendiliğe yükselen Hatice Turhan Sultân, IV. Mehmed’in de annesidir.</p><p></p><p>Oğlu IV. Mehmed 7 yaşında Padişah olunca, Kösem Sultân ile olan Nâibelik mücadeleleri başlamış ve ancak 1651 yılında Kösem Sultân boğdurulunca, tam 34 yıl Valide Sultanlık makamında kalmak üzere, Osmanlı Devleti’nin o zamanlar ikinci protokolü olan makama geçmiştir. Vâlidei Muazzama unvanı ona aittir. Zira 1656 yılında devleti Köprülü’lere devredinceye kadar, tam manasıyla bir Padişah gibidir. Aziller ve tayinler artık onun hattı hümâyûnu ile yapılmaktadır. Mührün üzerinde "Mazharı Lütfi Samed Vâlidei Sultân Mehmed" yazılacak kadar iktidarı artmıştır. Kızlar ağası Uzun Süleyman Ağa ve Meleki Kalfa gibi çevresinin tesiriyle yanlışlıklar yaptığı da olmuştur. Kösem Sultân zamanındaki suiistimaller, kısmen de olsa onun zamanında da devam etmiştir.</p><p></p><p>Neticede Mimar Kasım Ağa ve benzeri basiret sahibi insanların tavsiyesi ile, devlet işlerini 1656 yılında Köprülü Mehmed Paşa’ya devrederek devletin gerilemesini en az 30-40 sene geciktirmiştir. Zaten oğlu IV. Mehmed de, aynı yıl reşîd ilan edilmiştir. Kendisi de bütün vaktini, ibadet, dua ve hayra tahsis etmiştir. III. Murad’ın Hasekisi Safiye Sultân tarafından başlatılan ve ancak inşası tamamlanamayan Yeni Cami, Turhan Sultân’ın himmetiyle 1663 yılında tamamlanmıştır. Çanakkale’deki kaleler de mescidi ile beraber onun eseridir. 1683 yılında huzur içinde vefat etmiş ve Yeni Cami’deki türbesine defn olunmuştur.</p><p></p><p></p><p><strong>II. Osman’dan itibaren Osmanlı idaresinde kadınlar saltanatının başladığı ve bunun başını da Kösem Sultân’ın çektiği söylenmektedir. Bu iddiaların aslı nedir?</strong></p><p></p><p>Maalesef bu iddiaların bir kısmı doğrudur. Kadınlar Saltanatı, çok zayıf da olsa Kanuni devrinde Hürrem Sultân ile başlamış ve IV. Mehmed’in Köprülü’leri iş başına getirmesine kadar devam etmiştir. Bunun da sebebi, tahta geçen padişahların, eski Osmanlı Padişahları gibi ehliyetli ve dirayetli olmamasıdır.</p><p></p><p>Bilindiği gibi, Mehpeyker Sultân veya tüysüzlüğü yahut diğer hasekilerin önüne geçmesi sebebiyle Kösem Sultân diye adlandırılan I. Ahmed’in kadın efendisi, IV. Murâd ve I. İbrahim’in de annesidir. Asıl adı Anastasia ve babası da bir Rum papazı olan bu kadın, Osmanlı sarayına câriye olarak girmiş ve Müslüman olduktan sonra Padişah’ın kadın efendiliğine kadar yükselmiştir. Bundan sonraki gelişmeleri şöylece özetlemek mümkündür:</p><p></p><p>1) IV. Murad’ın birinci saltanat devresi yani IV. Murad’ın ismen Padişah olduğu, ancak devleti annesi Kösem Sultân ile Sadrazamlarının ve Şeyhülislâm ve benzeri devlet adamlarının yönettiği devredir (1032/1623-1041/1632). Bu devre, 8 küsur sene devam etti. Oğlu Padişah olunca Topkapı Sarayı’na getirilmiş ve bir daha Eski Saray’a dönmemiştir. Valide Sultân ve hatta Nâibei Saltanat yani saltanatın vekili sıfatlarıyla devleti 8 yıl idare etti denilebilir. IV. Murad’ın gerçekten padişahlık yaptığı ikinci devrede de, Padişah İstanbul’da olmadığı zaman Nâibei Saltanat olarak işleri yürüttüğü gibi, Padişah tahtta olduğu vakitlerde de işlere karışmaya devam etti.</p><p></p><p>2) Diğer oğlu I. İbrahim sultân olunca, Valide Sultân sıfatıyla devleti idare etmeye devam etti. Fakat Sultân İbrahim’e başta en çok sevdiği Hasekisi Telli Haseki Hümaşah ve musâhibesi Şekerpare olmak üzere, Saray’daki hanımlar daha etkili olmaya başlayınca, annesini dinlemedi, hatta Saray’dan uzaklaştırıldı ve Rodos’a sürülmek istendi. Maalesef bu hadiseler sebebiyle oğlu olan I. İbrahim’e karşı tavır aldı ve bazı tarihçilerin yorumlarına göre, onun tahttan indirilmesinde ve hatta 10 gün sonra idam edilmesinde birinci derecede rol oynadı. Ancak I. İbrahim’in hal’i ile alakalı âlimlerle yaptığı konuşma bu iddiaları reddeder mahiyettedir.</p><p></p><p>3) Kösem Sultân’ın devlet işlerini Padişah gibi yürüttüğü asıl dönem, torunu IV. Mehmed devridir. 7 yaşında Padişah olan IV. Mehmed, sadece şeklen padişah idi. Asıl işleri yürüten ise Valide Sultân sıfatıyla Kösem Sultândı. IV. Mehmed’in asıl validesi olan Turhan Sultân başta olmak üzere, herkes bu durumdan şikâyetçiydi. Sadrazamları bile tayin edip istifalarını kabul edecek kadar devlet işleriyle iç içeydi. Naima’nın ifadesiyle, "elli yıl devlet ve saltanat sürüp bütün işlerde tasarruf sahibesi idi". Arkasındaki ağalarla birlikte devam ettirdiği idareye karşı halk ayaklandı. Buna karşı, dışarıdaki ağalarla ittifak ederek, IV. Mehmed’i aradan kaldırıp yerine kardeşi II. Süleyman’ı tahta geçirme planlarına başladı. Ancak plan duyuldu ve Kösem Sultân 3 Eylül 1651 gecesi Padişah ve Turhan Valide Sultân’ın adamları tarafından boğularak öldürüldü. Artık Vâlidei Şehîde veya Vâlidei Maktule diye anılacaktı. 11 yıldan fazla Naibe sıfatıyla bir cihan devletini idare etti.</p><p></p><p>4) Bütün bu anlatılanlardan, Kösem Sultân’ın eski dinine geri döndüğü veya iyi bir Müslüman olmadığı gibi yanlış manalar çıkarılmamalıdır. Bütün bu anlatılanlar, kadınların da saltanata karşı ne kadar alakalı olduklarının delilleridirler ve aynı zamanda Osmanlı Devleti’nde kadın dört duvar arasındaydı şeklindeki itirazlara karşı da müşahhas bir cevaptır. Bunun yanında Kösem Sultân, iyi bir Müslüman idi. Her sene hapishaneleri dolaşır ve borçtan tutuklu olanları kurtarırdı. Fakirlere her zaman yardım ederdi. Hayır eserleri arasında medreseleri, mektepleri, Dâr’ülHadisleri ve sebilleri bulunmaktadır. Saltanatı müddetince biriktirdiği servet ise, tamamen hazineye devredilmiştir.</p><p></p><p></p><p><strong>IV. Mehmed’in 7 yaşında halife unvanı ile padişahlığa getirilmesi İslâm Hukukuna göre caiz midir?</strong></p><p></p><p>Caiz değildir. Zira halifenin şartlarından biri de, baliğ ve mümeyyiz (âkil) olması yani tam ehliyetli olmasıdır. Çocuğun, akıl hastasının veya kölenin halife olması caiz değildir. İslâm hukukçuları bu ve benzeri şartları, halifenin kadı olabilecek sıfatlara sahip olması gerekir şeklinde özetlemişlerdir.</p><p></p><p>Bu sert hükümlere göre, IV. Mehmed’in buluğa erinceye kadar sultân kabul edilmesi mümkündür; ancak halife kabul edilmesi mümkün değildir. Nitekim bu manayı IV. Mehmed’in cülusundan evvel Valide Sultân ile ilim adamları arasında geçen şu konuşma da teyid etmektedir. Valide Sultân’a, aklı sıkıntıda olan I. İbrahim’in hal’ olunarak yerine 7 yaşındaki oğlu IV. Mehmed’in geçirilmesi teklifi ile gelen âlimlerden eski Anadolu Kazaskeri olan Hanefi Efendi’ye, Valide Sultân sormuştur: "Ama şimdi yedi yaşında ma’sumun saltanatı nice mümkündür?". Buna Hanefi Efendi’nin verdiği cevap enteresandır:</p><p></p><p>"Mezhebimiz hukukçuları olan Hanefi âlimleri, aklı bozulan baliğ insanların saltanatı caiz değildir. Aklı başında olan küçüğün caizdir buyurdukları kitaplarımızda yazılıdır. Bu şekilde fetvalar verilüp maslahat tamam olmuştur. Ma’sum küçük de olsa tahta çıkar; veziri işleri yürütür. Ama aklı olmayan tahtta oturmaya devam ederse, ona bir şey öğretmek de mümkün olmaz; bu durum kana, cana ve ırza zarar verir; şer’i şerifin hükümleri külliyen iptal edilmiş olur".</p><p></p><p>Kısaca formalite icabı tahta geçen IV. Mehmed’in yerine önceleri Kösem Sultân, sonra da Turhan Sultân, nâibei saltanat sıfatıyla işleri yürüttüğü gibi, Sofu Mehmed Paşa, Köprülü Mehmed Paşa ve benzeri sadrazamlar da icranın başı olarak devleti idare etmeye başlamışlardır.</p><p></p><p></p><p><strong>Sultân İbrahim devrinin tam zevk ü safa devri olduğu ve bunda da Telli Haseki başta olmak üzere Saray Kadınlarının rolü olduğu söylenmektedir. Bunlar doğru mudur?</strong></p><p></p><p>Maalesef kısmen de olsa doğrudur. Bilindiği gibi, III. Murad zamanında şehzadeler idam olunmuş ve Osmanlı tahtı, mecburen gerçekten sıkıntılı bir hayatı bulunan I. İbrahim’e kalmıştır. Zira kendisinden başka Osmanlı Hanedanına mensup erkek çocuk mevcut değildir. Halk, asker ve özellikle de saray, I. İbrahim’in erkek çocuğu olmasını şiddetle arzu etmektedirler. Bu sebeple, Valide Sultân başta olmak üzere, çevresi, zaten hayatı sıkıntılı olan Sultân İbrahim’in, meşru dairede de olsa, çok sayıda câriye ile beraber olmasını teşvik etmişlerdir. Şahsiyeti tam teşekkül etmeyen ve diğer Osmanlı Padişahları gibi eğitimi de mükemmel olmayan Sultân İbrahim, böyle bir hayatın neticesi olarak, kadınların dümen suyuna ister istemez girmiştir. Başta Telli Haseki olmak üzere, Hasekileri ve Saray’daki musâhibeleri, ona istediklerini yaptırır hale gelmişler ve bu da devlet içinde karmaşaya, suiistimale, rüşvet alıp vermeye ve hatta bazan da zulme sebep olmuştur.</p><p></p><p> </p><p></p><p>Eyâletler ve sancaklar, Hasekilere paşmaklık olarak verilmeye başlanınca, altı yediye varan Hasekilerinin mal varlıkları senelik 100.000 kuruşu aşmış ve bunu fırsat bilen hâinler de devletin hazinesini alt üst etmişlerdir. Artık askerin maaşı verilemez hale gelmiş; devlet görevlerine gelmenin yolu olarak ehliyet yerine harem kadınlarının iltiması ortaya çıkmış; ehliyetsizlerin iş başına gelmesi vazifelerin açık arttırmayla satılmasına kadar varmış; görevliler sık sık değiştirildiğinden dolayı tayin edilen ile görevden alınan bazan görev yerlerine ulaşmadan bir başka durumla karşılaşır olmuşlardır. Buna I. İbrahim’in samur aşkı da katılınca, artık bu devre Samur Devri bile denmiştir. Bütün bu israflar, lüksler ve bunu takip eden haksızlık ve suiistimaller, Osmanlı Hazinesini batırma noktasına getirince, vatandaşa yeni yeni vergiler konmaya başlanmıştır. Bu da vatandaşı bezdirmiştir. Devleti ayakta tutan hazine, asker ve vatandaş üçlüsü yara alınca, devlet de sallanmaya ve cephelerde mağlubiyete alışmaya mecbur kalmıştır.</p><p></p><p>Buna acı bir misâl olmak üzere, Telli Haseki’yi nikahlayan I. İbrahim’in mehir olarak Mısır Hazinesi vermesini, onun isteği üzerine dairesinin kürkler ve samurlarla döşenmesini zikr edebiliriz. Nitekim bu hal, hem ulemanın ve ocak ağalarının isyanına ve hem de kendisinin şehid edilmesine sebep olmuştur. Bunları bilmek, tarihten ibret almak için şarttır.</p><p></p><p>Bu zevk ü safayı, kesinlikle bugünkü anlamda gayri meşru eğlenceler olarak anlamak doğru değildir. Meşru dairedeki keyfin suiistimali söz konusudur. Bu sebeple bazı batılı yazarların fırsatı ganimet bilerek anlattıkları gayri meşru eğlence tarzları doğru değildir.</p><p></p><p></p><p><strong>I. İbrahim’e Deli İbrahim denmektedir. Gerçekten deli midir?</strong></p><p></p><p>I. İbrahim’in buhranlı bir hayatı bulunduğu, kendisinin mütevazı, sadedil, hırs, gururdan uzak, elmas gibi yüreği olan ve hassas yapıda bir insan olduğunda tarihçiler müttefiktirler. I. Mustafa ile ilgili söylenen hafif akıllılık gibi tabirler dahi, bu sultân için kullanılmamıştır. Her zaman hatalarını kabul eden bir şahıstır. Ancak başta Telli Haseki Hasekisi ve bazı musâhibeleri olmak üzere, çevresindeki bazı insanlar, onun bu zayıf şahsiyetinden istifade etmişler ve tabir yerindeyse kanına girmişlerdir. Padişah olmadan evvelki stresli hayatın da tesiriyle, onda samur merakının aşırılığı ve bu yüzden samur vergisini koyması, mücevherli kayıklar yaptırması ve doğruluğu şüpheli olmakla birlikte sakalının tellerine inciler dizdirmesi gibi garip davranışları bulunduğu söylenmektedir. Kaynaklar onun kindar, mal düşkünü ve kıskanç olduğunu kabul etmektedirler.</p><p></p><p>Burada iki durumu vuzuha kavuşturmak gerekmektedir:</p><p></p><p>Birincisi, mu’teber Osmanlı kaynaklarında onun için Deli lakabı kullanılmamaktadır. Sadece son zamanlarda kaleme alınan bazı kaynaklar, ısrarla bu lakabını ön plana çıkarmaktadırlar. Bu lakabı ilk kullanan ve çevreye yayan katlini arzuladığı Kara Çelebizâde Abdülaziz Efendi ile Anadolu’nun huzuru için idam ettirdiği Şi’î isyancılardan Kesikbaş Emirgûneoğlu’dur. Halbuki onun devletin asker?, malî, adi? ve idarî ıslahatı için yaptıkları ve yapılanlara olan teşvikleri, isnad edilen bu sıfatın doğru olmadığına yeterli bir delildir.</p><p></p><p>İkincisi, Bütün bunlara rağmen, I. İbrahim’in tahta çıktığı zaman hasta olduğu kesindir. Kaynaklar, onun zaman zaman hafakanlar içinde kaldığını ve yüreğinin sıkıldığını ifade etmektedirler. Sadrazama yazdığı hattı hümâyûnları da bunu göstermektedir. Devrinin şartları göz önüne alındığında, Sultân İbrahim’in muhakemesinde ve idrâk melekelerinde bir bozukluk olmadığını, uzmanlar belirtmektedirler. Acılı geçmişi, iyi bir eğitim görmemiş olması, şahsiyetinin oturmayışı ve bunlarla birlikte sorumluluk duygusunun fazlalığı, onu bu hale sokan sebeplerdir. Uzmanların tesbitine göre, onun rahatsızlığı, anksite bozukluğu denilen nevroz türünde bir hastalıktır. Psikotik ve deli değildir. Zaten hekimler de elemi asabî teşhisini koymuşlardır ki, bu da yaygın anksieteden başkası değildir. Bu hastalık, aklı bozan cinnet türünde bir hastalık sayılmamaktadır. O zaman Deli İbrahim isnadı yanlıştır.</p></blockquote><p></p>
[QUOTE="wien06, post: 86513, member: 4383"] [B]1683 Eylülünde meydana gelen Viyana Bozgununun sebepleri neler olabilir? Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın kabahati var mıdır?[/B] Her musibet bir cinayetin neticesidir ve bir mükâfatın da mukaddimesidir. O halde bu bozgun felaketinin de bir sebebi vardır. Bu sebebi, sadece, Kara Mustafa Paşa’nın bazı taktik ve şahsiyet kusurlarına yüklemek doğru değildir. Hadisenin olduğu günlerde Osmanlı Vak’anüvis’i olan Silahdâr Mehmed Efendi bu noktayı çok güzel özetlemiştir. Bu görüşlerini de esas alarak bir iki noktayı açıklamakta yarar vardır. 1) Bu sefere katılan Osmanlı ordusunun maddi hazırlığı son derece mükemmel idi. Topuyla tüfeğiyle ve de ordunun diğer donanımı ile düşman kuvvetlerine ezici bir üstünlüğü mevcuttur. Ancak asıl can damarını teşkil eden asker grubu, Allah"n bu nimetlerine şükretmesini bilmemiştir. Hatta sefer sırasında askerin ve hem de Recep, Şaban ve Ramazan ayına rastlayan mübarek günlerde, nimetin şükrünü eda edecek yerde şımardıkları ve gayri meşru fiilleri işledikleri bizzat Osmanlı tarihçileri tarafından açıkça ifade edilmiştir. Burada Kara Mustafa Paşa’nın fevkalade istikametli bir hayatı olduğunu hemen belirtelim. Silahdar’ın ifadesiyle; "bu mertebe ihsan olunan büyük nimetlerin kadrin bilmeyüp bu kuvveti kahireyi kendü hareket ve tedbirimizle elde ettiğimizi zannettik ve Allah’ın lütfü olduğunu unuttuk; neticesinde hilâfı me’mul olarak bu hezimete maruz kaldık". 2) Maalesef, kurmay heyeti, askerin çokluğuna ve intizamına bakarak gurura kapılmış ve hem Kırım Hanı Murad Giray ve hem de Erdel Kralı Mihal’in ikazlarına riayet edilmemiştir. Onlar Yanıkkale’nin fethedilerek Viyana’nın gelecek yıla bırakılmasını ısrarla tavsiye etmişlerdir. 3) Osmanlı ordusu ve özellikle de vasıfsız insanların yeniçeri ocağına alınışları, ilk acı meyvesini Viyana bozgununda vermiştir. Çünkü askerin önemli bir kısmı, iş ciddiye binince, Viyana’ya gelinceye kadar elde ettikleri ganimetin ve servetin derdine düşmüşler ve asıl gazayı unutmuşlardır. Askerin çokluğunun değil, ölürsem şehid kalırsam gazi ruhuna sahip olmanın önemi burada anlaşılmaktadır. 4) Daha önceki gazalarda en büyük vasıfları, İslâm’ın tesbit ettiği usuller çerçevesinde harp etmek, insanların mal ve ırzlarına göz dikmemek olan Osmanlı askerleri, bu seferde geçtikleri yerlerde ciddi tahribatlar yapmışlar ve İslâm’ın bu ulvi düsturlarına tam riayet edememişlerdir. Maalesef cezasını da ağır bir şekilde ödemişlerdir 5) Elbette ki bütün bunların yanında, maddi sebepler de vardır. Bunların başında iki ayı bulan muhasara sırasında askerin yorgun ve bitkin düşmesi, harbin esasını teşkil eden atların kısmen bakımsız kalmaları ve komutanların taktik hataları ve nihayet Kırım Hanı’nın neticenin bu kadar vahim olacağını hesap edemeyerek Mustafa Paşa’ya ihanet etmesi bunlardan bazılarıdır. Ancak biz, asıl sebebin manevi sebepler olduğu kanaatindeyiz. Zira her musibet bir cinayetin neticesidir. [B]IV. Mehmed’in annesi Turhan Sultân’ın devleti tek başına idare ettiği söylenmektedir. Bu da doğru mudur?[/B] Kısmen doğrudur; ancak Hatice Turhan Sultân, Kösem ve Hürrem Sultân ile kıyaslanmayacak kadar iyi kalpli ve devletin selâmetini düşünen bir hanım efendidir. 1627 yılında Rus bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen bu güzel kız, Kör Süleyman Paşa tarafından Kösem Sultân’a hediye edilmiş ve daha sonra da Saray’da terbiye edilerek ve Müslüman olarak, I. İbrahim’e câriye verilmiştir. Sonradan kadın efendiliğe yükselen Hatice Turhan Sultân, IV. Mehmed’in de annesidir. Oğlu IV. Mehmed 7 yaşında Padişah olunca, Kösem Sultân ile olan Nâibelik mücadeleleri başlamış ve ancak 1651 yılında Kösem Sultân boğdurulunca, tam 34 yıl Valide Sultanlık makamında kalmak üzere, Osmanlı Devleti’nin o zamanlar ikinci protokolü olan makama geçmiştir. Vâlidei Muazzama unvanı ona aittir. Zira 1656 yılında devleti Köprülü’lere devredinceye kadar, tam manasıyla bir Padişah gibidir. Aziller ve tayinler artık onun hattı hümâyûnu ile yapılmaktadır. Mührün üzerinde "Mazharı Lütfi Samed Vâlidei Sultân Mehmed" yazılacak kadar iktidarı artmıştır. Kızlar ağası Uzun Süleyman Ağa ve Meleki Kalfa gibi çevresinin tesiriyle yanlışlıklar yaptığı da olmuştur. Kösem Sultân zamanındaki suiistimaller, kısmen de olsa onun zamanında da devam etmiştir. Neticede Mimar Kasım Ağa ve benzeri basiret sahibi insanların tavsiyesi ile, devlet işlerini 1656 yılında Köprülü Mehmed Paşa’ya devrederek devletin gerilemesini en az 30-40 sene geciktirmiştir. Zaten oğlu IV. Mehmed de, aynı yıl reşîd ilan edilmiştir. Kendisi de bütün vaktini, ibadet, dua ve hayra tahsis etmiştir. III. Murad’ın Hasekisi Safiye Sultân tarafından başlatılan ve ancak inşası tamamlanamayan Yeni Cami, Turhan Sultân’ın himmetiyle 1663 yılında tamamlanmıştır. Çanakkale’deki kaleler de mescidi ile beraber onun eseridir. 1683 yılında huzur içinde vefat etmiş ve Yeni Cami’deki türbesine defn olunmuştur. [B]II. Osman’dan itibaren Osmanlı idaresinde kadınlar saltanatının başladığı ve bunun başını da Kösem Sultân’ın çektiği söylenmektedir. Bu iddiaların aslı nedir?[/B] Maalesef bu iddiaların bir kısmı doğrudur. Kadınlar Saltanatı, çok zayıf da olsa Kanuni devrinde Hürrem Sultân ile başlamış ve IV. Mehmed’in Köprülü’leri iş başına getirmesine kadar devam etmiştir. Bunun da sebebi, tahta geçen padişahların, eski Osmanlı Padişahları gibi ehliyetli ve dirayetli olmamasıdır. Bilindiği gibi, Mehpeyker Sultân veya tüysüzlüğü yahut diğer hasekilerin önüne geçmesi sebebiyle Kösem Sultân diye adlandırılan I. Ahmed’in kadın efendisi, IV. Murâd ve I. İbrahim’in de annesidir. Asıl adı Anastasia ve babası da bir Rum papazı olan bu kadın, Osmanlı sarayına câriye olarak girmiş ve Müslüman olduktan sonra Padişah’ın kadın efendiliğine kadar yükselmiştir. Bundan sonraki gelişmeleri şöylece özetlemek mümkündür: 1) IV. Murad’ın birinci saltanat devresi yani IV. Murad’ın ismen Padişah olduğu, ancak devleti annesi Kösem Sultân ile Sadrazamlarının ve Şeyhülislâm ve benzeri devlet adamlarının yönettiği devredir (1032/1623-1041/1632). Bu devre, 8 küsur sene devam etti. Oğlu Padişah olunca Topkapı Sarayı’na getirilmiş ve bir daha Eski Saray’a dönmemiştir. Valide Sultân ve hatta Nâibei Saltanat yani saltanatın vekili sıfatlarıyla devleti 8 yıl idare etti denilebilir. IV. Murad’ın gerçekten padişahlık yaptığı ikinci devrede de, Padişah İstanbul’da olmadığı zaman Nâibei Saltanat olarak işleri yürüttüğü gibi, Padişah tahtta olduğu vakitlerde de işlere karışmaya devam etti. 2) Diğer oğlu I. İbrahim sultân olunca, Valide Sultân sıfatıyla devleti idare etmeye devam etti. Fakat Sultân İbrahim’e başta en çok sevdiği Hasekisi Telli Haseki Hümaşah ve musâhibesi Şekerpare olmak üzere, Saray’daki hanımlar daha etkili olmaya başlayınca, annesini dinlemedi, hatta Saray’dan uzaklaştırıldı ve Rodos’a sürülmek istendi. Maalesef bu hadiseler sebebiyle oğlu olan I. İbrahim’e karşı tavır aldı ve bazı tarihçilerin yorumlarına göre, onun tahttan indirilmesinde ve hatta 10 gün sonra idam edilmesinde birinci derecede rol oynadı. Ancak I. İbrahim’in hal’i ile alakalı âlimlerle yaptığı konuşma bu iddiaları reddeder mahiyettedir. 3) Kösem Sultân’ın devlet işlerini Padişah gibi yürüttüğü asıl dönem, torunu IV. Mehmed devridir. 7 yaşında Padişah olan IV. Mehmed, sadece şeklen padişah idi. Asıl işleri yürüten ise Valide Sultân sıfatıyla Kösem Sultândı. IV. Mehmed’in asıl validesi olan Turhan Sultân başta olmak üzere, herkes bu durumdan şikâyetçiydi. Sadrazamları bile tayin edip istifalarını kabul edecek kadar devlet işleriyle iç içeydi. Naima’nın ifadesiyle, "elli yıl devlet ve saltanat sürüp bütün işlerde tasarruf sahibesi idi". Arkasındaki ağalarla birlikte devam ettirdiği idareye karşı halk ayaklandı. Buna karşı, dışarıdaki ağalarla ittifak ederek, IV. Mehmed’i aradan kaldırıp yerine kardeşi II. Süleyman’ı tahta geçirme planlarına başladı. Ancak plan duyuldu ve Kösem Sultân 3 Eylül 1651 gecesi Padişah ve Turhan Valide Sultân’ın adamları tarafından boğularak öldürüldü. Artık Vâlidei Şehîde veya Vâlidei Maktule diye anılacaktı. 11 yıldan fazla Naibe sıfatıyla bir cihan devletini idare etti. 4) Bütün bu anlatılanlardan, Kösem Sultân’ın eski dinine geri döndüğü veya iyi bir Müslüman olmadığı gibi yanlış manalar çıkarılmamalıdır. Bütün bu anlatılanlar, kadınların da saltanata karşı ne kadar alakalı olduklarının delilleridirler ve aynı zamanda Osmanlı Devleti’nde kadın dört duvar arasındaydı şeklindeki itirazlara karşı da müşahhas bir cevaptır. Bunun yanında Kösem Sultân, iyi bir Müslüman idi. Her sene hapishaneleri dolaşır ve borçtan tutuklu olanları kurtarırdı. Fakirlere her zaman yardım ederdi. Hayır eserleri arasında medreseleri, mektepleri, Dâr’ülHadisleri ve sebilleri bulunmaktadır. Saltanatı müddetince biriktirdiği servet ise, tamamen hazineye devredilmiştir. [B]IV. Mehmed’in 7 yaşında halife unvanı ile padişahlığa getirilmesi İslâm Hukukuna göre caiz midir?[/B] Caiz değildir. Zira halifenin şartlarından biri de, baliğ ve mümeyyiz (âkil) olması yani tam ehliyetli olmasıdır. Çocuğun, akıl hastasının veya kölenin halife olması caiz değildir. İslâm hukukçuları bu ve benzeri şartları, halifenin kadı olabilecek sıfatlara sahip olması gerekir şeklinde özetlemişlerdir. Bu sert hükümlere göre, IV. Mehmed’in buluğa erinceye kadar sultân kabul edilmesi mümkündür; ancak halife kabul edilmesi mümkün değildir. Nitekim bu manayı IV. Mehmed’in cülusundan evvel Valide Sultân ile ilim adamları arasında geçen şu konuşma da teyid etmektedir. Valide Sultân’a, aklı sıkıntıda olan I. İbrahim’in hal’ olunarak yerine 7 yaşındaki oğlu IV. Mehmed’in geçirilmesi teklifi ile gelen âlimlerden eski Anadolu Kazaskeri olan Hanefi Efendi’ye, Valide Sultân sormuştur: "Ama şimdi yedi yaşında ma’sumun saltanatı nice mümkündür?". Buna Hanefi Efendi’nin verdiği cevap enteresandır: "Mezhebimiz hukukçuları olan Hanefi âlimleri, aklı bozulan baliğ insanların saltanatı caiz değildir. Aklı başında olan küçüğün caizdir buyurdukları kitaplarımızda yazılıdır. Bu şekilde fetvalar verilüp maslahat tamam olmuştur. Ma’sum küçük de olsa tahta çıkar; veziri işleri yürütür. Ama aklı olmayan tahtta oturmaya devam ederse, ona bir şey öğretmek de mümkün olmaz; bu durum kana, cana ve ırza zarar verir; şer’i şerifin hükümleri külliyen iptal edilmiş olur". Kısaca formalite icabı tahta geçen IV. Mehmed’in yerine önceleri Kösem Sultân, sonra da Turhan Sultân, nâibei saltanat sıfatıyla işleri yürüttüğü gibi, Sofu Mehmed Paşa, Köprülü Mehmed Paşa ve benzeri sadrazamlar da icranın başı olarak devleti idare etmeye başlamışlardır. [B]Sultân İbrahim devrinin tam zevk ü safa devri olduğu ve bunda da Telli Haseki başta olmak üzere Saray Kadınlarının rolü olduğu söylenmektedir. Bunlar doğru mudur?[/B] Maalesef kısmen de olsa doğrudur. Bilindiği gibi, III. Murad zamanında şehzadeler idam olunmuş ve Osmanlı tahtı, mecburen gerçekten sıkıntılı bir hayatı bulunan I. İbrahim’e kalmıştır. Zira kendisinden başka Osmanlı Hanedanına mensup erkek çocuk mevcut değildir. Halk, asker ve özellikle de saray, I. İbrahim’in erkek çocuğu olmasını şiddetle arzu etmektedirler. Bu sebeple, Valide Sultân başta olmak üzere, çevresi, zaten hayatı sıkıntılı olan Sultân İbrahim’in, meşru dairede de olsa, çok sayıda câriye ile beraber olmasını teşvik etmişlerdir. Şahsiyeti tam teşekkül etmeyen ve diğer Osmanlı Padişahları gibi eğitimi de mükemmel olmayan Sultân İbrahim, böyle bir hayatın neticesi olarak, kadınların dümen suyuna ister istemez girmiştir. Başta Telli Haseki olmak üzere, Hasekileri ve Saray’daki musâhibeleri, ona istediklerini yaptırır hale gelmişler ve bu da devlet içinde karmaşaya, suiistimale, rüşvet alıp vermeye ve hatta bazan da zulme sebep olmuştur. Eyâletler ve sancaklar, Hasekilere paşmaklık olarak verilmeye başlanınca, altı yediye varan Hasekilerinin mal varlıkları senelik 100.000 kuruşu aşmış ve bunu fırsat bilen hâinler de devletin hazinesini alt üst etmişlerdir. Artık askerin maaşı verilemez hale gelmiş; devlet görevlerine gelmenin yolu olarak ehliyet yerine harem kadınlarının iltiması ortaya çıkmış; ehliyetsizlerin iş başına gelmesi vazifelerin açık arttırmayla satılmasına kadar varmış; görevliler sık sık değiştirildiğinden dolayı tayin edilen ile görevden alınan bazan görev yerlerine ulaşmadan bir başka durumla karşılaşır olmuşlardır. Buna I. İbrahim’in samur aşkı da katılınca, artık bu devre Samur Devri bile denmiştir. Bütün bu israflar, lüksler ve bunu takip eden haksızlık ve suiistimaller, Osmanlı Hazinesini batırma noktasına getirince, vatandaşa yeni yeni vergiler konmaya başlanmıştır. Bu da vatandaşı bezdirmiştir. Devleti ayakta tutan hazine, asker ve vatandaş üçlüsü yara alınca, devlet de sallanmaya ve cephelerde mağlubiyete alışmaya mecbur kalmıştır. Buna acı bir misâl olmak üzere, Telli Haseki’yi nikahlayan I. İbrahim’in mehir olarak Mısır Hazinesi vermesini, onun isteği üzerine dairesinin kürkler ve samurlarla döşenmesini zikr edebiliriz. Nitekim bu hal, hem ulemanın ve ocak ağalarının isyanına ve hem de kendisinin şehid edilmesine sebep olmuştur. Bunları bilmek, tarihten ibret almak için şarttır. Bu zevk ü safayı, kesinlikle bugünkü anlamda gayri meşru eğlenceler olarak anlamak doğru değildir. Meşru dairedeki keyfin suiistimali söz konusudur. Bu sebeple bazı batılı yazarların fırsatı ganimet bilerek anlattıkları gayri meşru eğlence tarzları doğru değildir. [B]I. İbrahim’e Deli İbrahim denmektedir. Gerçekten deli midir?[/B] I. İbrahim’in buhranlı bir hayatı bulunduğu, kendisinin mütevazı, sadedil, hırs, gururdan uzak, elmas gibi yüreği olan ve hassas yapıda bir insan olduğunda tarihçiler müttefiktirler. I. Mustafa ile ilgili söylenen hafif akıllılık gibi tabirler dahi, bu sultân için kullanılmamıştır. Her zaman hatalarını kabul eden bir şahıstır. Ancak başta Telli Haseki Hasekisi ve bazı musâhibeleri olmak üzere, çevresindeki bazı insanlar, onun bu zayıf şahsiyetinden istifade etmişler ve tabir yerindeyse kanına girmişlerdir. Padişah olmadan evvelki stresli hayatın da tesiriyle, onda samur merakının aşırılığı ve bu yüzden samur vergisini koyması, mücevherli kayıklar yaptırması ve doğruluğu şüpheli olmakla birlikte sakalının tellerine inciler dizdirmesi gibi garip davranışları bulunduğu söylenmektedir. Kaynaklar onun kindar, mal düşkünü ve kıskanç olduğunu kabul etmektedirler. Burada iki durumu vuzuha kavuşturmak gerekmektedir: Birincisi, mu’teber Osmanlı kaynaklarında onun için Deli lakabı kullanılmamaktadır. Sadece son zamanlarda kaleme alınan bazı kaynaklar, ısrarla bu lakabını ön plana çıkarmaktadırlar. Bu lakabı ilk kullanan ve çevreye yayan katlini arzuladığı Kara Çelebizâde Abdülaziz Efendi ile Anadolu’nun huzuru için idam ettirdiği Şi’î isyancılardan Kesikbaş Emirgûneoğlu’dur. Halbuki onun devletin asker?, malî, adi? ve idarî ıslahatı için yaptıkları ve yapılanlara olan teşvikleri, isnad edilen bu sıfatın doğru olmadığına yeterli bir delildir. İkincisi, Bütün bunlara rağmen, I. İbrahim’in tahta çıktığı zaman hasta olduğu kesindir. Kaynaklar, onun zaman zaman hafakanlar içinde kaldığını ve yüreğinin sıkıldığını ifade etmektedirler. Sadrazama yazdığı hattı hümâyûnları da bunu göstermektedir. Devrinin şartları göz önüne alındığında, Sultân İbrahim’in muhakemesinde ve idrâk melekelerinde bir bozukluk olmadığını, uzmanlar belirtmektedirler. Acılı geçmişi, iyi bir eğitim görmemiş olması, şahsiyetinin oturmayışı ve bunlarla birlikte sorumluluk duygusunun fazlalığı, onu bu hale sokan sebeplerdir. Uzmanların tesbitine göre, onun rahatsızlığı, anksite bozukluğu denilen nevroz türünde bir hastalıktır. Psikotik ve deli değildir. Zaten hekimler de elemi asabî teşhisini koymuşlardır ki, bu da yaygın anksieteden başkası değildir. Bu hastalık, aklı bozan cinnet türünde bir hastalık sayılmamaktadır. O zaman Deli İbrahim isnadı yanlıştır. [/QUOTE]
Alıntıları ekle...
İsim
Spam kontrolü
Atatürk'ün doğduğu şehir?
Cevapla
Forumlar
Tarih
Osmanlı Tarihi
Sorularla OSMANLI
Top