Sivas Efsaneleri

Suskun

V.I.P
V.I.P
5zaKF.jpg
gx8P6.png
kSNM3.jpg

Yamaçtaki Ejderha


Sivas’a bağlı Çaygören ve Küpecik köylerine giden yolun kıyısındaki tepeciklerden birinin yamacında, aşağıya inen bir ejderhaya benzeyen bir taş vardır. Yörede bu taşa dair bir efsane anlatılır:

Çok eskiden bu köyde yaşayan bir karı-koca, sabana koştukları bir çift öküzle tarlalarını sürerken tepeden bir ejderhanın üzerlerine geldiğini görür ve çok korkarlar. O esnada adam, 'Ey Allahım, bu musibeti başımızdan al. Ben de sana bir öküz kurban edeyim' der. Allah da ejderhayı taşa dönüştürür. Karı-koca evlerine döner ve öküzün birini kurban etmeden ertesi gün öküzleri ile tarlaya gelip çalışmaya koyulurlar. Derken birden bir gürültü kopar, bir de bakarlar ki dün taş kesen ejderha canlanmış, üzerlerine geliyor. Kadın kocasına sinirlenerek 'Dün sen öküzün birini kurban edeceğim dedin, ama etmedin. Şimdi öküzün birini buracıkta kendi ellerimle kurban edip köye dağıtacağım' der, ve öyle de yapar. Ejderha ikinci kez taşa dönüşür.

Rivayete göre taş kesen ejderhanın burun deliklerinin birinden su, diğerinden de -çok eskiden- irin gibi bir sıvı sızarmış. Bu irinin, çiftin adadıkları kurbanı hemen kesmedikleri için sızdığı söylenir. İrinin sızdığını gören kimse artık hayatta değilse de, suyun aktığını gören çoktur. Son dönemlerde ejderhanın baş kısmı tahrip olarak bozulmuş; burnundan sızan su da kurumuştur. Ancak aynı kaynaktan beslendiği tahmin edilen ince bir su yamacın dibinde hala akmaktadır.


Fn2u0.jpg

Kızlar Sinisi

Kızılırmak, Kızıldağ'dan doğar. Kızıldağ'da 'Beş Gözeler' denilen su kaynağının yakınlarında, peri bacalarına benzeyen kayalıklar vardır. Halk arasında buranın adı 'Kızlar Sinisi'dir.

Efsaneye göre çok eski zamanlarda bir gelin alayı, Kızıldağ yamaçlarından geçerken eşkıya hücumuna uğrar. Eşkıya düzlükteki yolu kestiği için, düğün alayı Kızıldağ'a tırmanmaya başlar. Gelin, eşkıya elinden kurtulamayacağını anlayınca Allah'a yalvarır. 'Ya onları taş kes, ya beni taş kes' der. Düğün alayı o anda Kızıldağ'ın yamacında taş kesilir.

Gerçekten de o yörede, uzaktan bakıldığında, dağın yamaçlarına yayılmış ve bir düğün alayını anımsatan irili ufaklı kayalar görülür; hatta bunların arasında bir çeyiz sandığı bile vardır.

7XdiC.jpg

Tilki Hüyük Efsanesi

Efsaneye göre zamanında bu köye ilk yerleşen adam, üç kızı ve karısıyla yalnız başına yaşar ve çiftçilikle geçinirmiş.

Tarladan döndüğü bir ilkbahar günü kızlarıyla karısını, derenin kenarında ağlaşırken görmüş. Dövüne dövüne ağlayan karısına ve kızlarına ağlamalarının sebebini sormuş. Büyük kız hıçkırarak anlatmaya başlamış.

-Ben kocaya varırsam, çocuğum olursa, yürümeye başlarsa, sizi görmeye gelirsem; çocuğum da bu çayın kenarına gelir de düşer buğulursa… Vah benim başım, talihsiz başım…

Diğerleri de bir ağızdan ona katılmışlar:

- Değil mi ya? Ah bizim talihsiz kız, kaderi kara yazılan yavrumuz… Ah!...

Birbirlerinin boynuna sarılıp ağıtlar söyleyerek ağlamışlar.

Olan bitenleri sabırla izleyen baba, onlara sormuş:

- Bitti mi?

- Bitti… diye cevap vermişler.

Babaları:

- Tuuu… Allah belanızı versin… Aha ben gidiyorum, sizlerden aptalını buluncaya kadar köye dönmeyeceğim… Demiş.

Bir turşu küpünün alt tarafını kırarak, üstü ile yola çıkmış. Nihayet bir köye varmış. Altı olmayan, iki tarafı açık küpü havaya dikip bağırmaya başlamış:

- Antika satıyorum… antika satıyorum…

Kadının biri önünü kesip sormuş:

- Bu ne antikası?

- Adam:

Bak, demiş.

Küpü havaya dikip kadına göstermiş:

- Bak, şunu dikip içine bakınca gökyüzünü, geceleri de yıldızları görürsün…

Kadın, kocasının sakladığı on altını verip küpü almış. Az sonra kadının kocası çıka gelmiş. Kadın, kocasını sevinçle karşılayıp, on altına satın aldığı küpü gösterip:

- Bak demiş, bütün altınlarımızı verip bunu aldım. Antika bu… Antika bu… Bunu dikip yukarıya baktın mı gündüz gökyüzünü, gece yıldızları görürsün…

Kocası, kadının elinden küpü kaptığı gibi yere çarpmış; saçına yapışıp kafasını yukarıya kaldırmış:

- Bak bakalım gökyüzünü görüyor musun?

- Görülmeye görülüyor ya küpün göstermesi başkaydı, diye söylenmiş.

Kocası atına atladığı gibi altınları alan adamın peşine düşmüş. Epey sonra yetişmiş.

- Selam ey yolcu… Buradan elinde on altın bulunan bir adam geçti mi?

- Aha şimdi önümden geçti, demiş; adam kurnazca. Fakat siz ona yetişemezsiniz ki…

- Niye? Diye, kızmış altının sahibi.

- O yayan, siz atlısınız da ondan…

- Amma da yaptın, at daha çabuk gider ya…

- Gider gitmesine ya, o iki ayaklı olduğundan hemen çabucak “Bir, iki… bir iki…” der, gider. Senin atın dört ayaklı, “Biiir. İkiii… üççç… dörttt…” diye gidecek ki yetişmesine imkan yok.

- Doğru, demiş adam; at sende kalsın, dönüşte alırım.

Atından inen adam gösterilen tarafa koşmaya başlamış. Beriki yönünü değiştirerek bir başka köye gitmiş.

-Tavuk alıyorum… Pahalı tavuklar alıyorum, diye bağırmış.

Yine önüne bir kadın çıkmış:

-Bende kırk tavuk, bir horoz var… Alır mısın? Demiş.

Kadının evine varıp pazarlığı yapmışlar. Kadın kırk tavuğu yakalayıp denk etmiş, adama vermiş. Fakat bütün çabalara rağmen horozu yakalayamamış.

Adam:

-Canım, demiş; niye kendini boş yere yoruyorsun. Ben şimdi tavukları alıp gidiyorum. Eğer bunların bedelini getirirsem horozu verirsin, yok getiremezsem, horoz senin olsun.

Kadın:

-Hay Allah senden razı olsun; deminden beri boş yere yoruldum durdum, demiş.

Adam tavukları alıp gitmiş. Biraz sonra tavukları satan kadının kocası gelmiş. Karısı, koşarak karşılamış.

-Gözün aydın, demiş; tavukları bir pahalı sattım ki…

Adam memnun olmuş.

-Ver bakalım paraları, demiş.

- Para alamadım ki!...

- Niye?...

Horozu vermedim. Parayı getirmezse horoz bizim. Yok tavukların bedelini getirirse horoz onundur. Ben enayi miyim? O, parayı tıpış tıpış getirecek…

-Allah’ın sersemi diye bağırmış kocası hiddetle… Horoz eskiden de bizim değil miydi?

- “Aboooo! Doğru ya…” demiş, kadın boynunu büküp.

Onlar çekişe dursun, tavukları alan adam kendi karısıyla kızlarından daha aptalların bulunduğu sevinci içinde köyüne dönmüş.

Ve şimdi o tek ev, 45-50 hanelik şirin bir köy olmuş. Hepsi de birbirinden akıllıymış. Adamın tilki gibi kurnaz oluşu nedeniyle de köyün adı Tilki Höyük olmuş.

wOErt.jpg


KÖSEDAĞ EFSANESİ VE DİKİLEN TAŞLAR
Sivas'ın 80 km doğusunda Zara-Suşehri ilçeleri arasında yer alan Kösedağ koynundaki efsanelerle bu savaşın hatıralarını taşımaktadır.Halkın inanışına göre bu savaşta esir düşen Köse Süleyman bir selçuklu komutanıdır ve mezarı Kösedağ'ın zirvesinde bulunmaktadır.Tarihi belgelerde adı geçmemesine rağmen halk Köse Süleyman'ın beraberinde az sayıda askerle Kösedağ'ı terketmeyerek şehit düşene kadar savaşmış bir Selçuklu komutanı olduğuna inanır.Bir başka inanışa göre ise Danişmentliler döneminde şehit olan bir askere ait olması da muhtemeldir.Köse Süleyman ziyareti 2812 metre yükseklikte,kabir ve namazgahtan oluşur.
Moğolların yöreyi kasıp kavuran istilasından kurtulan bölge insanı,gönlünde yatan yenilmezlik duygusunu,Moğollar'a olan kinini Köse Süleyman'ın şahsında sembolleştirir.Onu destan kahramanı yapar.Asırlar boyu gönüllerde yaşatılan bu kahramanla teselli bulmaya çalışır.
Her yıl Temmuz ayının birinci Cumartesi günü Kösedağ daki türbesi ziyaret edilir ve bu tören bu bölgede yaşayan halk tarafından yıllardır gelenek olarak sürdürülür.Bu törenlerle ilgili olarak hiç kimseye bir çağrı yapılmaz ancak ülkenin her tarafından ve yurt dışından akın akın gelen ziyaretçiler Köse Süleyman'ın kabrini ziyaret eder adağı olanlar kurbanlarını keserler.
Gelen ziyaretçiler ve yöre halkı belirtilen tarihte Kösedağ'ın iki yanında soğuk suları ile ünlü Sakaröküz ve Çataloluk yaylalarında konaklar.Kesilen kurbanların etinden yapılan etli pilav ve ayran ile ziyafetler verilir.Çok hasta olupta gelemeyenlere şifa niyetiyle etli pilav götürülür.Öğlen namazı cemaatle kılınır.Şehitler için Kuran-ı kerim okunur.Zirve ile konaklanan yerin arası yaklaşık 1 saat sürer.Buraya gelen ziyaretçiler Köse Süleyman'ın kabri etrafında dönerek Fatiha ve İhlas surelerini okuyarak şehitlerin ruhlarına hediye ederek isteklerini dile getirirler.
Ziyaretçilerin yaptığı bir diğer iş ise, ziyaretçilerin tabiri ile Asker Dikmektir.Ziyaretçiler dağın yamaçlarında bulunan uzun taşları arkasına bir başka taş koyarak dikerler ve ''Benim yerime Köse Süleyman'a asker ol'' derler.Dikilen her taş Köse Süleyman'ın askeri olarak vatanı korur.Bilhassa dağın yamacına çıktıkça bu taştan askerlerin sayısının arttığı görülür.Halk orada önceden dikili olan taşlarıda Köse Süleyman ile şehit olmuş askerler olarak düşünmektedir.Her yıl başka bir coşkuyla savaş yad edilir.Selçuklu dönemine ait ok uçları,kalkan parçaları,düğmeler hatta askerlerin giydiği kaputlara benzeyen giysiler Kösedağ'ında sürü otlatan çobanlar tarafından bulunmuştur.Geminderesi'nde bir yol yapım çalışması sırasında bulunan demir örme iki zırh Sivas Müzesi'nde sergilenmektedir.
Kösedağ'ın dumanlanan başı ile memleketimizin sorunları arasında ilişkiler kurulmuş,I.Dünya Savaşı'nda Ruslar Çardaklı'ya girdiklerinde Kösedağ'ın zirvesinde topların patladığı,Kore savaşı'nda ve Kıbrıs Barış Harekatı'nda dağdan seslerin geldiği ve akşamları ışıkların saçıldığı söylenmektedir.Köse Süleyman ziyareti ve çevresi Kültür Bakanlığı,Taşınmaz Kültür ve Tabiat Varlıkları Yüksek Kurulu'nun 07.03.1986 tarihli kararı ile SİT alanı olarak tescil edilmiştir.
Köse Süleyman'ın kabrinin 5 km uzağında kadınların dua okuduğu Allı Gelin adı verilen taş ile 5-6 km kadar uzaklıkta iki ayrı yerde Osman Gazi ve Hacı Ahmet Evliyalarının türbeleri bulunmaktadır.
wOErt.jpg

SAKAR ÖKÜZ EFSANESİ

Kendisi başlı başına bir efsane olan Kösedağ'ın yaylarında biri olan Sakaröküz yaylası için şu efsane anlatılır.Yayladan inme zamanıdır.Eşyalar,peynirler, yağlar toplanıp hazırlıklar tamamlanır.Yayladan inecek köylülerden birinin bir deri bir kemik kalmış bir öküzü vardır.Köylü gidilecek yola bakar ve hayvanının yolda başına bela olacağını düşünerek orda bırakmaya karar verir.Ve hasta cılız öküzünü orada bırakarak yayladan iner.
Kış geçip tekrar yaylaya çıkıldığında köylü öküzünün akibetini merak eder ve ona ait kemik parçası aramaya koyulur.Düşüncesine göre sakar öküzü ya soğuktan yada kurda kuşa yem olarak ölmüştür.Birde bakar ki öküzü bıraktığı yerde tovnaklarıyla yerleri eşeleyen,tozu dumana katan,böğürdüğü zaman etrafı inleten bir öküz var.Bakar ki geçen yıl bıraktığı sakar öküzü tavlanmış gelişmiş eşi bulunmaz bir öküz olmuş.Bu durumdan çok utanmış ve demişki 'Ey Allahım senin koruduğun, senin sakladığın ancak sana kurban olur' diyerek sakar öküzünü orada kurban eder.Öküzün kanının aktığı yerden soğuk bir su kaynamaya başlar ve etrafı yeşil gür otlarla kaplanır.O günden sonra o suyun çıktığı yaylaya Sakaröküz yaylası adı verilir.

wOErt.jpg

* Emekli öğretmen Turan Akpınar 1944 yılında ailesiyle birlikte Kösedağ'daki yaylaya gider.Babası Hüseyin efendi,yaylaya yeni bir yurt yapmaları gerektiğinde oğlu Turan ve işçisi Aziz'i kağnı arabasıyla taş sökmeye gönderir.Turan ve Aziz,yurt yapımı için gerekli olan taşları kolayca yaylalarının yakınındaki şehitlikten söküp arabalara yüklerken ak sakallı bir atlı yanlarına yaklaşır,öfkeli bir şekilde elindeki kamçı ile Turan'a vurmaya başlar.Bir müddet Turan'ı kamçıladıktan sonra,kimin oğlu olduğunu sorar.Turan ''Hüseyin'in oğluyum'' deyince atını obaya doğru sürer.Hüseyin efendiyi bulup aynı şekilde sorgusuz sualsiz onuda kamçılamaya başlar.Kızgın bir ifade ile ''Adamların şehitliği söküyor,hemen oraya git söktükleri taşları eksiksiz yerine koy'' diye bağırır.Hüseyin efendi doğru şehitliğe gelir,taşların hepsini eksiksiz yerine koyup,yaptıklarına bin pişman obaya döner.
* Aksu köyünden Hasan Şahin'in anlattıkları:Ben Kösedağ'da 20 sene davar yaydım.Kıbrıs savaşında Köse Süleyman'ın kalkıp gittiğini gördüm.Gece zifir karanlıkta davar yayarken türbeden yeşil bir ışık yandı gece gündüz oldu.O ışık ebemkuşağı gibi açtı ve gitti.Yörede yaşayan bir çok insanda Hasan Şahin'in anlattıklarını teyit ederek kendilerininde bazı şeylere şahit olduklarını ifade ettiler.Aynı şekilde yine birçok kişi Köse Süleyman'ın Kore ve Kıbrıs savaşına gittiği konusunda hemfikirdir.
 
H

Hadise

Ziyaretçi
Canim çok teşekkür ederim. Sivas şehri her yönüyle efsane, tarih boyunca gerçekçi bir çok efsaneye sahip bir şehrimiz.
 
Top