• Merhaba Ziyaretçi.
    "Yapay Zeka Objektif " Fotoğraf Yarışması başladı. İlgili konuya  BURADAN  ulaşabilirsiniz. Sizi de bu yarışmada görmek isteriz...

Şiir Bilgisi ve Şiir Türleri

Mc_ÖRGE

Kaptan
Özel üye
Şiir nedir? Şiir Hakkında Herşey​

--------------------------------------------------------------------------------

Şiir nedir?

Şiir, neredeyse dilin doğuşuyla beraber ortaya çıkan bir yazın türüdür. Şiiri tanımlamak için binlerce ifade kullanılmışsa da doğru ve değişmeyecek bir tanıma ulaşmak olanaksız gibi görünmektedir.

Ancak, kendine ait bir dil ya da söylem kullanması, müzik ve sesle yakın ilişki içinde bulunması ve estetik bir etkileme gücünün olması herkes tarafından kabul edilebilecek özelliklerdir.

Şiirin ortaya çıkışı, insanın sesini bulması ve özellikle konuşarak iletişim kurmasını sağlayan bir dil geliştirmesi ile yaşıttır. İnsan günlük konuşma dilinin yanı sıra özellikle değiştirebileceği ya da yansıtabileceğini düşündüğü doğayı etkilemek için bir büyü dili oluşturmuştu. Bu dilin ritmik özellikleri şiir dilinin öncülü olarak algılanabilir. Platon da şiiri tanımlarken "büyülü söz" ifadesini kullanmıştır.

Çağlar boyunca türküler şiirsel metinler olarak sözlü yazın örnekleri olarak yaşamışlardır. Her kültürün günlük dil kadar sık kullandığı türkülerin sosyolojik boyutu yazınsal boyutundan daha önde görülmüştür. İşlerini yaparken türkü söyleyen insanlar bireysel ya da grupsal gereksinimlerinden dolayı farklı türlerde şiir geliştirmişlerdir. Bu gereksinim sonucu ortaya çıkan türler Yunan kültürü etkisi altında gelişmiştir. Bu bağlamda ilk gelişen türler lirik, epik ve dramatik şiirdir. Bunların dışında pastoral, didaktik ve satirik diye adlandırılan türler de şiirde iç farklılaşmanın diğer örnekleridir.

Topluma ortak bir duyarlık ve bazen vicdan oluşturmak, insan-doğa ilişkisini düzene koymak, sıradan insanın gözlemleyebildiği halde ifade edemediği olayları ve olguları güzel ve farklı bir dil kullanarak gündeme getirmek ve böylece toplumun sözü olmak gibi işlevleri vardır şiirin. Şiirin işlevi yazıldığı ya da söylendiği döneme bağlı olarak farklılık göstermiştir. Topluma kazandırılmak istenen değerlerin sözcülüğünü yapmış, yenilikleri tanıtmaya çalışmış, demokrasi ve özgürlük kavramlarının kalıcı olmasında önemli pay sahibi olmuştur.

Şair kimdir?

Şair öncelikle bir yazın insanıdır. Şiir yazan ve söyleyen kişidir. İlkçağlardan günümüze kadar toplumun ileri gelenlerinden, bilici ve sözcü olduğu için toplumun kutsadığı, toplumun ortak duygu ve duyarlıklarının kaynağı olarak görülen ilerici ve dönüştürücü bir kişidir. Ortak duyarlıklar ve değerler toplumdan topluma değişeceği için şairlere evrensel özel değerler yüklemek doğru olmayabilir. Yine de şair kendi toplumunda düşünen, güzel söz söyleyen ve sözü dinlenen bir kişi olarak kabul ve saygı görmüştür.

Şairin toplumdaki işlevi ilkel çağlarda daha keskin çizgilerle belirlenmiş iken günümüzde belirli bir şair rolünden söz etmek daha zordur. Bunun nedeni düşüncenin ve sözün yerini alan yeni değerlerdir diyebiliriz.

Şair yaşadığı dünyayı, olayları ve insanları herkesten farklı algılayan bir kişidir ya da olmalıdır. İzlenimlerini halka aktarırken diğer sanatçılar kadar rahat değildir çünkü ne günlük konuşma dilini kullanabilir ne de düzyazı tekdüzeliğini. Şairin dili diğer tüm yazın türlerinin dilinden üstün ve zahmet vericidir.

Şiir ve dil bilinci

Şiir dili gündelik dilden birçok özelliğiyle ayrıldığı için dil merkezli her türlü yaklaşımın odağında yer almıştır. Sessel ve semantik (anlamsal) düzeylerde konuşma dilinden ayrılır. Şiir olmayan metine anlamı yazarı tarafından yüklenirken şiir kendi anlamını kendi üretir. Şiirde anlamda çok okurun anlamlamasından söz edebiliriz. Roman Jakobson'a göre şiir dilin güzelduyusal işlevindedir.

Şiir dilinin kendine özgü yapısı konuşma dilinden sapmalarla, öne çıkartma ve düzenliliklerle sağlanmaktadır. Gündelik dilden sessel, sözcüksel, sözdizimsel, anlamsal her türlü sapma ile yineleme (uyaklar ve sözcük yinelemeleri) ve koşutluklar şiir dilinin öne çıkartılan özellikleridir. Ancak bu özelliklerin şiirin derin yapısında bir bağlılaşık bulma şartı vardır. Yani yapılan bir öne çıkartma anlama bir etkide bulunmuyorsa sadece yüzeyseldir ve şiirsel bir işlevi yoktur. Bazı sözcük ve dilbilgisi oyunları sadece moda olduğu için kullanıldığında şiire yarardan çok zarar verirler.

Şiiri düzyazıdan ayıran dilsel özelliklerden en önemlisi anlamın düzyazıda çizgisel olması, şiirde ise çizgisel olmayıp dolaylı olmasıdır. Düzyazıda yani şiir olmayan bir metinde anlam hazır olarak vardır ve gösteren-gösterilen ilişkisi açıktır. Şiirde ise gösteren için birden fazla gösterilen olabilir ve her okur farklı gösterileni anlam olarak algılayabilir. Yani belli ve tek bir anlamın varlığından söz etmek zordur.
Şiirin teknik sorunları

a) Şiirde İmge
İmge, şiirde anlama ulaşma yolunu daha etkili ve canlı hale getiren, anlamla başka şeyler arasında ilinti kuran bir zihinde canlandırma biçimidir. Bir bakıma bir hayal yaratmadır. Hayal söz konusu olduğu için seçilen şeyler dünyada varolan bildik cisimler ya da olaylar olmak zorundadır. Şiirin de kullandığı asıl madde insan yaşantısı olduğu için bu yaşantıyı şiirleştirmek işi imgeye düşer. O zaman şair kullandığı sözcüklerle algıların zihindeki bazı resimlerle eşleşmesini sağlar. Bunu başarabilen bir imgeye de biz iyi imge diyebiliriz.

İmgenin şiirde nasıl ve ne kadar kullanılması gerektiği tartışma nedeni olmuştur. Örneğin Garip akımına karşı bir tepki olarak gelişen İkinci Yeni direkt olarak anlatılan günlük yaşantının yerine imgeyi koymuşlardır. İmge bir bakıma anlam yolculuğunun bizde bıraktığı güzel manzaradır.

B) Şiirde Uyak ve Ses
Ne tür şiir yazılırsa yazılsın ses ve uyak şiirin vazgeçilmez öğelerindendir. Günümüz şiirinde halk ve divan şiiri örneklerinde olduğu gibi sistemli bir uyak kullanılmasa da şiire serpiştirilen ve düzenli olmayan ses benzeşmeleri şiiri canlı tutmanın gereğidir. Şiirde kullanılan redif, zengin uyak, tam uyak ve yarım uyak ile içses uyumu şiirin daha kolay akılda kalmasını, akıcılığı sağlar ve bazen verilmek istenen duyguyu yansıtır.

c) Şiirde Anlam
Yıllardır tartışılan bir konudur: Şiirde anlam olmak zorunda mıdır? Ülkemizde bu tartışmayı başlatan İkinci Yeni şiir akımıdır. Şiirin ses, sözcük ve biçem kaygısını anlamın önüne koyan İkinci Yeni'ye şiir çevrelerinden tepkiler gelmiştir. Anlamın rastlantısal olduğu iddiası da yine İkinci Yeni kaynaklıdır.

Daha önce de sözünü ettiğimiz gibi, şiir dilinin özelliklerinden biri şiirde anlamın çizgisel değil dolaylı olmasıdır. Şiirsel bir metnin çok anlamlılığı okurun onu anlamlamasından kaynaklanır. Şiirde, şiir olmayan metinlerin tersine, anlam şair tarafından hazır verilmez ve anlama ulaşma okurdan beklenir. Öyleyse şiir okuma her türlü okumanın üzerindedir ve okurun işbirliğini gerektirir. Bir metne sonsuz sayıda okuma yapılabileceğine göre "şiirde anlam sonsuzdur" gibi bir yargıya da ulaşabiliriz.

d) Şiir ve Toplum
Şiir toplumun sorularını dile getiren bir araç mıdır? Şair bu sorunlar ne derece duyarlı olmalıdır? Şiir ve ideoloji arasındaki ilişki nedir?
Bu sorular günümüzde dahi sıcaklığını koruyan tartışma konularıdır. Şiirin yaşamı yansıtması gerektiği (mimesis) görüşü Gerçekçiliğin temelini oluşturmuş, gerçekliği sorgulamak ve eleştirmek ise Toplumcu Gerçekçilik ile gündeme gelmiştir. Toplumcu gerçekçi tavır edebiyatın sosyalist değerler üzerinde yükselmesi, yapıtlarda halkın sorunlarının dile getirilmesi, sosyalizmin yüceltilmesi gerekliliğini savunur. Kişilerin iç dünyasını yansıtan, bireyciliği öne çıkaran ve burjuva yaşam tarzını yansıtan yapıtlara karşı çıkar. Sanat sadece Marksist etik ve estetik ölçütleriyle değerlendirilir. Sanat sanat için değil, toplum içindir. Şiir de bu yaklaşım içerisinde önemli bir işleve sahiptir. Coşturucudur ve yönlendiricidir.

Bugün şiir dergilerini karıştırdığınızda bu konudaki tartışmalara tanık olabilirsiniz. Artık şiirle devrim yapılamayacağını herkes bilmektedir. Şiire ve şaire ağır görevler yüklemek yanlıştır; çünkü toplumsal olaylara duyarlı davranmak sadece şairlerin değil herkesin görevidir. Şair, bir aydın olarak ne zaman halkın yanında olacağını bilir ve ona göre tavır gösterir. Onun tavrı da topluma bir bakış açısı kazandırması bakımından gereklidir.

e) Şiir ve Çeviri
"Şiir öyle ayrı bir dildir ki başka hiçbir dile çevrilemez; hatta yazılmış göründüğü dile bile." diyor Jean Cocteau. Şiiri başka dillere çevirmenin doğru olup olmadığı tartışılan önemli konulardan biridir. Anlamlamanın okur merkezli olması, bir dildeki ses ve biçemin diğer dilde yakalanmasının çok zor olması, dillerin sözcüklerinin her zaman birbirini karşılayamıyor olması şiir çevirisini zorlaştıran etkenlerdir. Ancak şiirin çevrilememesi durumunda da farklı ülkelerden şairleri tanımak ve okumak olanaksız bir duruma gelmektedir. O zaman şiir çevirisinde çeviren kişinin elinden gelenin en iyisini yapması ve şiirin havasını en yüksek düzeyde koruması gerekmektedir. Ancak bu çeviri, ne kadar başarılı olursa olsun, çevirmenin anlamlaması ev yeniden yaratması etkisinde olacaktır. Bu yüzden, bazı şiirlerin altında "çeviren" ifadesi yerine "Türkçe söyleyen" ya da "yeniden söyleyen" ifadelerine rastlarız. Şiirleri kadar çevirileri ile ünlenmiş şairler de vardır. Onlar kendi şiirlerindeki yaratıcılığı yeniden yaratma işlemine başarıyla taşıyabilmişlerdir.

Şiir nedir, ne değildir, şiirin yazın içindeki yeri ne olmalıdır, şiir yazarken nelerden esinlenilir….. gibi konularda, 28 Nisan 1994 de Ankara hacettepe Eczacılık Fakültesi’nde davet edildiğim bir paneldeki fikirlerimin ve konuşmalarımın küçük bir kısmını kapsayan bu yazımı -sadece kendi görüşlerim olarak- okuyucularıma sunmaktan büyük bir zevk duyuyorum.

Sizler de kendi görüşlerinizi ve fikirlerinizi iletmek zahmetinde bulunursanız, bundan haz duyarım.

Sevgili okurlarım. Edebiyatın (yazın) içinde, şairin ve şiirin özel bir yeri vardır.

Şaire, şiiri ve şiir sanatını öğreten yoktur. Olamaz da. Şiir yazmanın ne okulu, ne öğretmeni vardır. Roman nasıl yazılır, kompozisyon nedir, öykü yazmak nasıl olur, bunları öğretebilirsiniz, ama şiir öğretilemez. Bazı teorik bilgiler verilebilir ve fiziksel olarak şiirin yapısı, nasıl olacağı öğretilebilirse de şiir sanatı okuyarak, çok okuyarak, duyarak, yaşayarak kazanılabilir.

Cahit Külebi diyor ki: “Şiire başlayan bir insan, hangi yaşta olursa olsun, en az onbeş-yirmi yıl iyi bir okuyucu olmak zorundadır. Ondan sonra da şiir yazmağa başlamak için gerekli olan kendi dünyasını, dilini, biçemini bulmak zorundadır.”

Demek ki şiir yazmak için okumalı ve de yaşam boyu iyi bir okuyucu olmalıdır.

Oktay Akbal’ın deyimi ile şöyle söylemek mümkün: ”Kişiyi yazmaya iten, okuduğu kitapların yarattığı etkidir.”

Gene şöyle söyleyebiliriz: Şiir şairle okuyucu arasında, düşünce ve duygu akışını sağlayan, bir iletişim aracıdır.

Bu iletişim bazan bir propagandadır. Bazan bir öğretim şekli. Bazan da bir beyin yıkama. Ama çoğunlukla, duygu ve sevgi bulutlarının bir kalbten diğerine taşınmasıdır.

Bu nedenle şiirin tanımını, şiir ve insan kavramlarını birbirinden ayırmadan yapmak gerekir.

Özdemir Asaf'ın şu güzel sözü akıldan hiç çıkarılmaması gereken önemli bir gözlemdir:"Her insanın bir öyküsü vardır, ama her insanın bir şiiri yoktur".

Öyleyse edebi anlamıyla şiir nedir?

Ahmet Tufan Şentürk der ki: “Yeryüzüne gelmiş ne kadar şair varsa, o kadar da şiir tarifi vardır.”

“İnsan gökkuşağına doğru koştukça, gökkuşağı ondan uzaklaşır. Şiir de böyledir. Yakalaması zordur.”

Gerçek şair bugün yazdığını yarın beğenmeyendir. Başka bir deyişle, gerçek şair kendi dilini, kendi dünyasını, kendi biçemini bulan şairdir. Onu bulana kadar, gökkuşağını yakalamağa çalışacaktır.

Sahiden, şiir nedir?

Yıllardır, asırlardır şiirin tanımı yapılır. Bir dizi tartışma, konuşma ve incelemelerde şiirin ne olduğu araştırılır. Güzel söylenmiş, yaldızlanmış, atasözleri gibi anlamlı sözcüklerle sonuçlandırılır. Yine de biribirinin ayni veya benzeri bir “şiir nedir?” sorusunun yanıtı bulunamaz.

Çünkü hepimiz ayrı ayrı anlarız şiiri. Ayrı gözlerle bakarız. Ayrı denizlerde balık tutan balıkçılar gibiyizdir. Ayrı ayrı yerlerde soğuk pınarlardan içtiği sularla yaz gününde susuzluğunu gideren “susuz insanlar” gibiyiz. Ayni mavi gökyüzünün altında, ayni maviliği kimimiz “yorgun”, kimimiz “sarhoş, kimimiz de kırmızı gören insanlar gibiyiz. Bir şairimizin yazdığı bir şiirde, karyoladaki mavi yastığın benim başımı koyduğum mavi bulutlardan ne farkı var. Ya da “Han Duvarları”ndaki Satılmış’ın köyünün “Sisler Bulvarı”ndaki kaldırımlardan.

Şiir nedir? Bir yazı türü mü? Bir kafiyeler dizisi mi? Yoksa, yazıların düzenli, uygun adımlarla söylenen bir marş gibi askerce yazılışı mı? Yoksa başını alıp gitmiş bir “hercai” kelebeğin oraya buraya savrularak gezmesi mi?

Kimimiz için bir tutku. Kadını sever gibi. İçkiyi sever gibi. Sigarayı parmaklarına kahverengi izlerle yapıştırır gibi. Kimimiz için bir “soluk”. Bazan bir yaşam biçimi. Kimimizin yaşlı gözlerden akıttığı yaşların toplandığı bir kap. Kimimize gore, Behçet Kemal’in şiirleri gibi Atatürk. Kimimiz için tarih. Aşk. Gençlik yılları.”Evkaftaki memuriyet” ten sonraki geçim sıkıntısı. Kavga.

Öyleyse şiir nedir?

Bana gore mi? Hiç düşünmedim şiire bir tanım yapmayı. Ama, benim için şiir duyduklarımla, gördüklerimle, tattığım -acı veya tatlı- olaylarla, sevdiklerimle dolu anılarımın tazelenmesidir. Bazan içimdeki başkaldırmanın, bazan sessizliğimin, bazan da eski günleri geri getirmek için, “Eski Limanlardaki Sisli Kandiller”in ışığından medet ummamdır. Belki de, evet belki de bunalıp sıkıldığımızda başvurduğumuz bir psikiatristir şiir.

Üstad Ayhan hünalp ise, şiiri şöyle tanımlıyor:

“Şiir Leandr'ın dediğince "Güzelliğin nefes alışı" mıdır? Ya da rahmetli hocamız NuruIlah Ataç'ın hiçbir yerde yazmayışına karşın bana özel olarak belirttiği gibi;" Matematiğin şeması" mıdır? Bir başka deyimle şiir yazıldığı dilden bir başkasına çevrilemeyendir.

Bu bilimsel tanımlamaların yanında şiir bir martının uçuşu, denizin köpüğüdür. Şiir Boğaziçi’nde dinmiş lodosların uğultusu içinde bir yalıdır. Şiir bir ananın çocuklarının dönüşünü bekleyişidir. Şiir bir buluttur, bir vapur düdüğüdür. Şiir bir liseli kızdır, bir uttur. Bir tanburdur. Şiir ekmek kavgasıdır, ekmek kaygısıdır, hayatın özüdür, kendisidir. Bir küçük istasyon şiirdir. Giden gemi, sallanan bir mendil şiirdir.

Şiir hayallerimizdir. Rüyalarımızdır. Gençliğimiz, yenilgilerimiz, hüsranlarımızdır. Şiir uzaya, gönüllere sığmayandır. Şiir gerçeğin tıpıtıpına kendisidir. Şiir zaman - zaman bulutlar ülkesidir. Şiir bir tokat, bir yakarıştır. Şiir vuslattır, özlemdir. Şiir mavidir, martıdır. Şiir yürektir.

Doğan Ülkekul 'un şiirlerini topladığınızda benim bu tanımlamalarımı bulursunuz. Özet ve sonuç: Toplumumuz şairine ne kadar suskun olursa, şiirden ne kadar uzak yaşarsa yaşasın Doğan Ülkekul 'un şiirleri böylesine güzel, böylesine diridir.”

Şimdi de Şiir ve İnsan ilişkilerine birkaç satırla değinmek istiyorum.

Daha once anlatmağa çalıştığım şiir tanımlamalarının içinde yatan bir gerçek var. O da şiirin insanla olan ilişkilerinin şirin esasını belirlemesidir. Bu yoldan giderek hiç çekinmeden diyebiliriz ki ŞİİR ŞAİRİN EDİNİMLERİNİN, RUH ZENGİNLİĞİNİN VE KÜLTÜR BİRİKİMİNİN ÜRÜNÜDÜR.

Şiiri bütünleştirmek için de, şiirin poetic yapısını, bu ruh zenginliği ve kültür birikimi ile zenginleştirip kuvvetlendirmek gerekir.

Bu da bir başka açıdan bakıldığında, KİŞİLİK kazanmaktır. Salah Birsel bunu şöyle açıklar: “Şiir alanına sinema salonuna girer gibi girilmez. Kişilik kazanmak gerekir ilkin.”

Eğer şiir bir “iletişim” aracı olarak kabul edilirse-ki öyledir-, şu gerçeği de kabul etmek gerekir: Şiir yazılmaz, söylenir. Feyzi Halıcı “Dörtlemeler”inde, kendisine “Şiir yazan insana şair derler” diye şairi tanımlayan birine şu karşıtı verir: “Aferin. Yalnız bir şeyi eksik söyledin, şiir yazılmaz, söylenir.”

Şiir ve insan ilişkilerinden sözettiğimizde, bir önemli konuyu daha vurgulamak gereği vardır. O da kalıcılık ve devamlılıktır. Şinasi Özdenoğlu der ki: “Şiir yazmaktan da cetin olan şey, şiiri bir yaşam biçimi olarak bıkıp usanmadan sürdürmektir.” Birçok değerli şairimiz bunu sürdürüp götüremedikleri için bir saman alevi gibi parlayıp sönmüşlerdir. Bu şairleri, genel olarak “şiirleri gölgelenen şairler”diye nitelerler. Bunlardan biri, yakından tanıdığım ve “Nokta Noktam” şiirini hala ezbere bildiğim Rıza Polat Akkoyunludur.

Alemdar Yalçın üstadımız bir söyleşisinde şunu anlatıyor: “Edebiyatın özü, insanı tanımaktır. İnsanı tanımayan edebiyat, evrensel olamaz.”

Biraz da kendimden, daha doğrusu benim şiire olan bağlantımdan söz etmek istiyorum. Kimine gore, bir masaldır yaşamak. Kimine gore, unutulmuşluklarda kaybolmak. Kimi, bir beyaz gülüşe, kimi bir karasapana benzetir yaşamı. Kimi de sonu gelmeyecek bir deniz yolculuğuna. Bana gore yaşam, ılık bir deniz kıyısında, yumuşak kumlarda koşarken tuttuğum ılık bir dost elidir. O nedenle, genelde, hep dostluk ve sevgi doludur şiirlerim.

Şiirlerimi yazarken esinlediğim çok şeyler olmuştur. Hemen hemen her şey ilham vermiştir bana. Ama en çok karanlık geceler, gözyaşları ve pişmanlıklar olmuştur ilham kaynaklarım. Ağlayamadan içime akıttığım gözyaşlarım olmuştur. Yapmak isteyip de yapamadığım; söz verip sözümde duramadığım; elimi uzatıp da tutamadığım; tutup da çok kez geç kaldığım; yaşam gibi ne olduğunu hiç anlayamadığım şeyler olmuştur. Soğuk kış gecelerinde artık başımı dizlerine koyamayacağım annem olmuştur. Sevdim sanıp aldandığım, sevildim sanıp yanıldığım insanlar olmuştur. Ben yüksekteyken alçalan, ben aşağıda iken kahramanlaşan iki suratlı yaratıklar olmuştur. Ama en çok, sevgim, içimdeki büyük aşkım olmuştur en büyük ilham kaynaklarım. Vatanıma, Bayrağıma, Atam’a, eşime, çocuklarıma, aileme, arkadaşlarıma ve bütün sevdiklerime olan sevgim ve bağlılığım olmuştur.

Sayın Feyzi Halıcı diyor ki: “Edebiyat ‘edep’ ten gelir. Bence şiirin de edepli olması gerekir. Küfür şiir değildir. Şiir lirik bir musikidir.”

Ben de şiirlerimi edepli, küfürden uzak ve yalın yazmağa çalışırım. Karamsarlıklarla dolu şiirlerim de vardır. Ama siz onlara bakmayın. Gönlüm bütün denizleri içine alacak kadar geniş ve zengindir. Bir kuş gibi uçamadığıma bakmayın, kalbim bir güvercin gibi huzur ve sulh doludur.

Satırlarımı yıllar once, 1954 yılında, Dil tarih ve Coğrafya Fakültesinde Fârâbî Salonunda üniversiteler arası bir şiir yarışmasında ilk kez bir ödül (birincilik ödülü) almış olan bir şiirimle bitiriyorum.

Saygı ve sevgilerimle…

Doğan Ülkekul

Angelico

Ben saf bir çocuğum Angelico
Aşk nedir bilmem
Şarap yerine su içerim çok zaman
Ağlarken de gülmem

Ben bir şiir bilirim Angelico
“Sin sina tina mina”
Ağlayınca seni hatırlarım
Ve destanlara yazarım sana

“Sin sina tina mina" Angelico
Ne demektir ben de unuttum
Sen benimken bir zamanlar
Bunu okudukça sarhoş olurdum

Ben çok şeyler bilirim Angelico
Darılmayı, unutmayı, sitem etmeyi
Aşkı ise çoktan unuttum
Sen kalbini başkasına vereli

Böyle söylediğime darılma Angelico
Biliyorum zaman artık değişti
Sen kimi istersen sev bundan böyle
Bana bakma bu işler bizden geçti.

Doğan Ülkekul
 
Top