• Merhaba Ziyaretçi.
    "Yapay Zeka Objektif " Fotoğraf Yarışması başladı. İlgili konuya  BURADAN  ulaşabilirsiniz. Sizi de bu yarışmada görmek isteriz...

Şiir Bilgisi ve Şiir Türleri

KıRMıZı

TeK BaşıNa CUMHURİYET
V.I.P
Şiir, İlk insandan bu yana var olan ve kıyamete kadar da var olacak sanat dallarından biridir şiir. Geçmişten bugüne insanların tam bir tanım üzerinde anlaşamadığı, onu tarif etmeye ve belli bir kalıba sokmaya çalıştığı, bazı açıklamalarla şekillendirdiği ama söylenenlerle herkesi memnun edip tam bir metin üzerinde birleştiremediği bir muammadır şiir. Çoluk-çocuk, genç-yaşlı herkesin üzerinde bir görüşü olan ama belli ölçütlere sığmayan, insanı saran bir büyüleyicilikle kimilerine göre musikiye yaklaşan, kimilerine göre sadece manadan ibaret olan ama ne olursa olsun zevki, estetiği ve biçimiyle bizi her dem saran, hafızalarımızda (birkaç mısra bile olsa) yer eden, bir kelime oyunudur şiir.


LİRİK ŞİİR


İçten gelen heyecanları coşkulu bir dille anlatan duygusal şiir türüdür. Divan edebiyatında özellikle gazeller, murabbalar, şarkılar; halk edebiyatında koşmalar, semâiler bu türe örnektir. Yeni Türk edebiyatında ise türlü nazım şekillerinde yazılmıştır.


PASTORAL ŞİİR


Doğa güzelliklerini, orman, yayla, dağ, köy ve çoban hayatını ve bunlara karşı duyulan özlemleri anlatan şiir türüdür. "Pastoral" kelimesi "çobanlara ait" demektir. Batı edebiyatlarında doğrudan doğruya doğa manzaralarını canlı biçimde anlatan şiirlere idil, konuşma biçiminde yazılan pastoral şiirlere de eglog denir.


DİDAKTİK ŞİİR


Belli bir düşünceyi aşılamak ya da belli bir konuda öğüt, bilgi vermek, ahlâkî bir ders çıkarmak amacıyla öğretici nitelikte yazılan, duygu yönü zayıf şiir türüdür. Manzum hikâyeler ve fabllar bu türe girer.

EPİK ŞİİR

Konusu savaş, kahramanlık, yiğitlik ve yurt sevgisi olan ya da tarihî bir olayı coşkulu bir anlatımla işleyen uzunca şiirlere denir. Aynı anlamda destanî şiir, hamasî şiir ve kahramanlık şiir terimleri de kullanılır.

DRAMATİK ŞİİR

Hayatın trajik, komik, korkunç bir yanını göz önünde canlandırmak ya da tiyatroda oynanmak için yazılan şiir türüdür.

SATİRİK ŞİİR

Alay etmek, dalga geçmek veya güldürmek maksadıyla yazılan şiir türüdür.
 

KıRMıZı

TeK BaşıNa CUMHURİYET
V.I.P
MISRA (DİZE)

Ölçülü ve anlamlı, bir satırlık nazım birimidir.


BEYİT (İKİLİK)


Aynı ölçüde olan ve anlamca bir bütünlük oluşturan ve iki dizeden oluşan nazım birimidir.

ÖLÇÜ (VEZİN)

Şiirde dizelerin hece sayısına veya hecelerin ses değerine göre bir uyum içinde olmasıdır.


HECE ÖLÇÜSÜ:


Şiirde dizeleri oluşturan sözcüklerin hece sayılarının eşitliğine dayanan ölçüdür. Hece ölçüsüyle yazılmış dizeler okunurken belli yerlerde durulur.Durulan bu yerlere "durak" denir. Durak sözcüğün sonunda yer alır.

ARUZ ÖLÇÜSÜ:

Dizelerdeki hecelerin uzunluk ve kısalığına göre, açık ya da kapalı oluşuna göre düzenlenmesidir.Kısa heceler nokta(.) uzun heceler çizgi (-) ile gösterilir.

İmale: Aruz kalıbına uydurmak için kısa hecenin uzun sayılmasıdır.

Zihaf: Uzun heceleri kısa okumaktır.


SERBEST ÖLÇÜ:


Bu ölçüde hecelerin sayısı ya da uzunluğu kısalığı dikkate alınmaz.

REDİF

Mısra sonlarında yazılışları, okunuşları, anlamları ve görevleri aynı olan eklerin, kelime ve kelime gruplarının tekrar edilmesine "redif" denir.

*........uzakta
*........plakta

KAFİYE

Şiirde mısra sonlarındaki ses benzerliklerine denir. Kafiyeyi oluşturan eklerin ya da kelimelerin; yazılışları ve okunuşları aynı, anlamları ve görevleri farklı olmalıdır.

*...........derinden.
*...........kederinden.

KAFİYE ÇEŞİTLERİ


YARIM KAFİYE:

Tek ses benzerliğine dayanan kafiyedir.

*............dizildi
*............yazıldı.

TAM KAFİYE:

İki ses benzerliğine dayanan kafiye türüdür.

*.........karanlık
*.........artık

ZENGİN KAFİYE:


Üç ya da daha çok ses benzerliğine dayanan kafiye türüdür.

*........... yolculuk
*...........soluk

CİNASLI KAFİYE:

Anlamları ayrı, fakat yazılış ve okunuşları aynı olan kelime ve kelime gruplarının mısra sonunda tekrarı ile oluşan kafiyedir.

*...........vakit çok geç
*...........nasıl geçersen geç.

KAFİYE ÖRGÜSÜ

DÜZ KAFİYE: "a a a b" ya da
"a a b b" olmalı.

ÇAPRAZ KAFİYE: "a b a b" olmalı.

SARMA KAFİYE: "a b b a" olmalı
 

yesim434

Hırçın Karadeniz Kızı Biricik Yeşim
AdminE
Bu Ayın Lideri
1. ŞİİRİ BEKLEMEK

Bitirilen her şiirin içinde, bir sonraki şiirin tohumları yatar. Bu tohumlardan hangisinin yeşerip, hangisinin öleceğini bilmek kolay iş değildir. Biten şiirle, yeni başlayacak şiirin arasındaki manyetik alanda bir gezintidir bu aynı zamanda. Sözcükler bu alanda gömülü, gizli mayınlardır. Bazen bu alanda günlerce gezinirsiniz hiçbir mayın (sözcük) patlamaz. Bazen de, havada uçuşan bir kelebeğin kanat vuruşlarındaki titreşim ‘şiirin kozmik alanı’ndaki elektriği harekete geçirir. Şairlik bu alanda gezinti yapmayı bilmek, yönetilebilen sözcükleri yönetmek, yönetilemeyenlerin (şaire) gelişini beklemektir. Bu bekleyişi bir randevuya dönüştürmektir. İşte bu bekleyişi öğrenmek, sözcükleri ne kadar görebileceğimizi bilmenin ilk yoklamasıdır!
Şair, sürekli olarak, sözcüklerle yoklama yapan bir dil işçisidir.

2. SÖZCÜKLERLE DÜELLO

Şiiri beklemek sözcükleri kendi şiirsel zamanlarında yakalamanın ilk sürecidir. Kendi süreçlerinin ve şiirsel gerçekliklerinin dışında kullanılan sözcükler yerine oturmamış sözcüklerdir. Bunları şiire ‘doldurmak’la şiir yazmanın bir ilişkisi yoktur. Sözcükler kendini ele vermez. Şairin, kendilerini hangi duyarlılıkta, hangi boyutta, hangi ustalıkta kullanabileceğini bilmek isterler. Çünkü sıradan ve olağan bir şekilde kullanılmaktan nefret ederler.
Bunu anlamak için şairi düelloya çağırırlar.
Şair bu düelloya hazır mıdır? Hazırsa ne kadar hazırdır?
Sözcüklerle düelloya çağrılmak büyük bir duyarlılığı ve bilgiyi gerektirir. Bu yetilere sahip değilseniz, milyonlarca yıldır kendilerini yenileyen, doğurtan, yeni renkler ve seslerle yıkanan sözcüklerin karşısına nasıl çıkarsınız?
Bu nedenle, şiirler, şairlerini kendileri seçerler.
Başka bir deyişle; şiirleri yazan şairler değildir.
Şiirler, şairlere kendilerini yazdırtırlar.

3. ŞİİRDE İLK DİZE TANRIDANDIR

Şairle, sözcüklerin düellosunda, şair şiirden hızlı davranıp, ilk kurşunda bir kaç sözcük vurabilir. Hatta bir dize bile yakalayabilir. Bu çok önemlidir, çünkü şiirin belki de kılavuz dizesidir. Kılavuz dize bir trenin lokomotifidir, arkasındaki vagonları (sözcükleri) çekip götürebilir. Şiirin mimari yapısının oluşmasında çok önemli bir rol oynar. Paul Valery’ye göre ''İlk dize Tanrı’dandır''.
Neden ilk dize Tanrı’dandır?
Çünkü bir kaosun içinden çıkar ve kaosun ilk örgütlü birimidir.
Fakat bu tanrısal dize, kılavuz dize yanıltıcı da olabilir. Şiir bu dize ile şairin önüne ilk yemi atmış olabilir. Şairin bu dizeyle ne yapabileceğini dener.
Şair ilk dizeyi bilmez.
Yalnızca sezer.
Bu da şiiri görmekten geçer.
Şiiri görmek, sürekliliği gerektirir.
Süreklilik olmadan şairlik olmaz.

4. ŞAİR DÜNYAYI SÖZCÜKLERLE GÖREN İNSANDIR

Şairlik sürekli bir iştir. Günde beş saat şairlik olmaz. Cemal Süreya: ''Ben günde 24 saat şiir düşünürüm,'' derken bunu anlatmak istedi. Şair günde 24 saat dünyaya şair olarak bakar. Ne olursanız olun, ne yaparsanız yapın, günde 24 saat dünyaya şair olarak bakacaksınız. Ama otobüsten, balkondan, trenden değil, sözcüklerin içinden bakacaksınız.
Çünkü şairin gözlükleri sözcüklerdir.
Şair, dünyayı sözcüklerle gören insandır.

5. ŞİİRİ ÇOK SEVİYORUM...

Evet! Şiiri çok seviyorsunuz ama şiiri sevmek başka şey, şiir yazmak başka şey. Şiiri çok sevmeniz, size iyi şiir yazma olanağını ve garantisini vermez. Ben jet uçağıyla uçmayı çok seviyorum ama pilot değilim. Kalp sözcüğünü çok seviyorum ama by-pass ameliyatı yapamam.
Şiir yazmak, jet uçağını kullanmaktan ya da by - pass ameliyatı yapmaktan daha mı kolay ?
Şiir yazma konusundaki bu kolaycılık anlayışı nereden geliyor?
Ülkemizin kültüründe mi böyle bir sakatlık var?
Sanıyorum bu anlayışın kökünde, Türkiye’de, kötü şiir yazarak da ‘ünlü şair!?’ olunabileceği düşüncesi yatıyor. Bunun da yüzlerce örneği var.
Ama Türkiye’de bu şairlerin sabun köpükleri gibi yok olup gittiğini görmediniz mi? Türk edebiyatı şiir mezarlıklarıyla dolu. İnternet bu işe yeni bir boyut kattı. Kağıt mezarlıklarının yanında elektronik mezarlıklar oluşturdu.
Ama edebiyatın en güzel yanı kötüyü temizlemesidir.
İşin olumlu yanı da var tabii; kötü şairler olmasa iyi şairler olmazdı.
Yaşasın kötü şiir!

6. ŞİİR NE ANLATIR?

Hangi konuda yazıyorsunuz?
Bu soruyla karşılaşmayan şair var mıdır? Ne zaman bu soru sorulsa bana, elim ayağım tutulur. Ne cevap vereceğimi bilemem. Bir duvar ustasına eliyle ne iş yaptığını sorsanız ne yanıt alırsınız? Bu soru, soruyu soranın konumunu hemen belirler; şiire, edebiyata uzaktan bakan bir kişidir.
Çünkü şiirin konusu yoktur, kendisi vardır.
İdeolojisi de kendisidir, konusu da... Hayatın içinde yer alan her şey, canlılar, doğa, evren, yıldızlar... Şiirin coğrafyası hayattır.
Bana resimde, şiirde değişik akımlar olduğunu söyleyebilirsiniz; sürrealizm, dadaizm, İkinci Yeni, ‘60 Kusağı vb.
Evet var! Ama bu akımlar sanatçının konuları değil, yaratıcılığını dünyaya açtığı yollar, araçlardır. Sıçrama noktalarıdır.
Küçük bir anı... Ölümünde çok kısa bir süre önce Cemal Süreya ile İstanbul’da Cağaloğlu’nda bir meyhanede içiyoruz, şiir ve hayat üzerine konuşuyoruz. 1969 yılında ANT Dergisi’nde yayımlanan ‘60 Şiir Kuşağı Manifestosu’nda Cemal Süreya’yı en fazla eleştiren şair bendim. Ateşin içinde yaşanan ‘60’lı yıllarda, İkinci Yeni’yi toplumsal duyarsızlıkla eleştiriyorduk.
''Cemal,'' dedim: ''Seni ben fazla mı eleştirdim?''
''Yok,'' dedi: ''Sen haklıydın. Şairler, kuşaklar dövüşe dövüşe gelişirler.''
O zaman aynı süreci farklı duyarlılıklarla yaşadığımızı anladım. Ben gençtim, ateşin içindeydim, o belki biraz kıyıdan süreci daha ince yorumladı.
''Peki ama,'' dedim: ''Senin İkinci Yeni ile ne işin var?''
Tüm sevecenliği ve bilgeliği ile ''İkinci Yeni benim evim Özkan,'' diye yanıtladı beni.
Bu son buluşmamızda Cemal, cebindeki cep defterini çıkararak, küçük sayfalara yazılmış bir şiirini ilk kez bana okudu ve ''Nasıl buldun?'' diye sordu.
Bu şiir ''Üstü kalsın''dı.
Bu şiirin Cemal’in son şiiri olacağını nasıl bilebilirdim. ''Şairler ne zaman öleceğini bilir'', denir. Hep düşünmüşümdür; Cemal öleceğini biliyor muydu bu şiiri okurken?
Söylemek istediğim şu; akımlar sanatçıların çıktıkları evdir. Doğdukları ana karnıdır. Doğarlar ve evlerini terk ederler. Artık uzun bir yolculuk başlamıştır.
Şiir her şeyi anlatır.
Şairin her saniye gördüğü her şeyi.
Hatta görmediklerini.
Şiirin konusu yoktur, hayatı vardır.

7. ŞİİR YALNIZ ANLATTIKLARIYLA DEĞİL
ANLATMADIKLARIYLA DA VARDIR

Bir şiir asla anlattığı kadar değildir.
İyi şiir, alt bilinciyle de okura ulaşır ve okura seçme özgürlüğü verir. Okuru bilmediği bir dünyaya fırlatır. Onu kendi yaş***** ve dünyaya karşı açılandırır. Okur bir şiiri, neden şairin istediği gibi anlasın? Anlarsa o şiir durağan, statik bir şiir olur.
Bu açıdan bakınca şairleri iki bölüme ayırabiliriz: Okuru şiire katan, okurunun şiiriyle bütünleşmesini sağlayan şairler ve okurunu yalnızca şiiriyle sınırlayan şairler.
Okur, şiiri her okuduğunda yeni şeyler bulmalı. Heyecan duymalı.
Şiirin bilinçaltı, sözcüklerin yanma noktaları arasındaki alanlarda söylenmeyen fakat beynimize ve kalbimize akıtılan kızgın eriyikleridir.
Yazılmayan, çağrıştırılan sözcüklerdir.
Yazılan sözcüklerin uçurumlarıdır.
Okuru heyecanlandıran işte bu uçurumlardır.
Bazen de sözcüklerin arasındaki sessizliktir.
Uçurumlarla sessizlik arasında bir yolculuk...
Klasik müziği ve caz şarkılarını düşünün. Onları var eden melodiler arasındaki sessizlikler değil midir? Bu sessizliği çıkarırsanız, melodiler, bir trafik kazasında birbirinin üzerine binen arabalara benzer.
Şiirde sözcükler, aralarındaki suskunlukla donanır. Bu suskunluk, bir orkestra şefinin elindeki çubuğun işlevini görür.
Kısaca, şair, anlattıklarının dışında, anlatmadıklarını okurun bilincine akıtan insandır.

8. HER ŞİİR BİLİNMEYEN ADRESE GÖNDERİLMİŞ BİR MEKTUPTUR

Biten her iyi şiir, bilinmeyen bir adrese postalanmış bir mektuptur. Adresini kendi bulur. Hızını kendi tayin eder. Bakarsınız yazdığınız bir şiir bir yerlere takılır kalır, bir diğeri adresini bulur. Hiç tanımadığınız bir yerde insanların elinde dolaşır, onların hayatına ortak olur. Siz bir şair olarak şiirinizle onların hayatına ortak olursunuz.
Bazen bir şair, bazı şiirlerinin önemini okurlarından öğrenir.
Şiir bittikten, yayımlandıktan sonra artık şairin malı olmaktan çıkar.
Ve okurlarına, şairinden fazla ulaşır.
Sonsuz bir zaman dilimine dağılır.
Şairin hayatı, gerçek bir şiirin hayatı karşısında bir karıncanın hayatı kadar kısadır. Kendi kısa yaşamıyla, şiirinin yaş***** uzatmaya çalışan bir şairin yaptığı iş ne kadar saçma bir iştir.

9. HER ŞEY ANLATILABİLİR Mİ?

Şiir ne anlatır?
Her şeyi anlatır.
Peki her şey anlatılabilir mi ? Her şey nasıl anlatılır şiirde? Şiir her şeyi nasıl yakalar?
Tayland’ta, Pattaya kentinin merkezinde, deniz boyunca uzanan Walk Street’te yürüyorum bir gece. Korkunç bir kalabalık var, her köşeden kulakları yırtan bir müzik fışkırıyor. Kaldırımda minicik kara bir kedi gördüm. Belki de bir haftalık bir kedi. Müthiş güzellikte bir yüzü var. Parmaklarımın ucuyla başını okşamak için elimi uzatınca, o sevimli ağzını açarak aslan gibi bir ses çıkarmayı denedi.
Minik kedinin beni korkutmak için aslanlaşmak konusunda gösterdiği bu başarısızlık o kadar güzel, o kadar çarpıcıydı ki; ''Bunu nasıl anlatalabilirim?'' diye düşündüm. ''Milyonlarca sözcükten, hangi sözcükleri seçmeliyim? Bunları nasıl bir ilişki içinde düzenlemeliyim? Hangi sözcüklerin manyetik alanlarını çakıştırmalıyım? Seçtiğim sözcükler arasındaki suskunluğu nasıl belirlemeliyim?
Tayland’tan Stockholm’e döndüm. Aylar geçti, her gün o kedinin yüzünü düşünüyorum. Ama bu yüzü anlatacak tek bir sözcük bulamadım. Bu sözcüklerin var olduğunu biliyorum. Şu anda belki o kediyi anlatacak yüz tane şiir yazabilirim ama hiçbiri, benim yazmayı düşündüğüm şiir olmayacak. Sözcükleri iteleyip, kakalayarak şiir yazılamaz. Yapacağım tek şey var: Şiiri beklemek, sözcüklerin bana genç bir kız gibi gözkırpmasını beklemek. Küçücük, çapkın bir bakış...
Sözcüklerin beni düelloya davet etmesini bekliyorum.
Evet! Her şey anlatılabilir.
Şiiri beklemesini öğrenmişseniz tabii.

10. SÖZCÜKLER DİŞİDİR
İMGE ŞİİRİ AYDINLATIR

''Her sözcük biraz yamacına düşer,'' demişti, Artur Lunkvist.
Sanıyorum şiirin en temel ilkelerinden birine geldik; sözcükler devingendir ve doğurgandır. Bir şairin yapabileceği en büyük hata sözcükleri yalnız kendi anlamları ile kullanmaktır.
Yani arzuhalci olmaktır.
İmge konusunda çok şey yazıldı, çizildi, söylendi. Herkes kendi anladığını yazdı, çizdi. Ama şiir, hiçbir zaman, hiçbir şairin anladığı, bildiği kadar değildir. Çünkü şiirin ve imgenin kendi hayatı vardır. İmgeyi öğrenmek için imgenin kendisinden yola çıkmak gerekir. Bilimseldir imge.
Hiçbir sözcüğü sözlükten ya da günlük yaşamdan koparıp, bir pul gibi şiire yapıştırırarak kullanamazsınız. Sözcüklerin, şairle diyalog içinde şiire hazırlanabilecek bir dilsel uzaya taşınması gerekir. Buna sözcüklerin olgunlaştırılması ya da demlendirilmesi diyebiliriz. Bu işlem bir saniyede de olabilir, yıllarca da sürebilir.
Bazı sözcükler ve imgeler, düşündüğüm süreç içinde kendini kullandırmamıştır bana. Yıllar sonra benimle kontak kurmuştur. Yıllar sonrasına taşıttırmıştır kendini bana. Sözcükler şiire hazır oldukları noktada şairin dudaklarına bir öpücük kondurarak ''Al beni seninim artık, istediğini yap bana der''.
Çünkü sözcükler dişidir.

11. ŞAİR OLUNUR MU ?

Şair olunmaz.
Şair, şair olduğunu bilmez.
Şairliğini sonradan anlar. Artık şiirden başka bir şeyi seçme özgürlüğü yoktur.
Şairden başka herkesin şair olduğunu söyleme hakkı vardır.
Bir kelebeğin kelebek olduğunu söylemesi ne kadar gereksizse, bir şairin şair olduğunu söylemesi de o kadar gereksiz ve anlamsızdır.
Başbakan olabilirsiniz, çok fazla bir yeteneği gerektirmez bu. Eğitimini görmüşseniz, doktor, avukat, mühendis vb. de olabilirsiniz? Her şey olunur.
Ama şair nasıl olunur?
Mektebi var mı bu işin?
Sanatın da mektebi var elbet, güzel sanatlar akademisi, sinema yüksek okulları vb. Buralarda ne öğretilir? Çok şey öğretilir, bu konularda yüklü, sıkı bir eğitiminiz olur ve bu çok iyidir.
Ama bu mekteplerde öğretilmeyen, öğretilmesi mümkün olmayan tek şey vardır; yaratıcılık.
Küçük bir öykü: Polanya’nın Lodz kentinde dünyanın en önemli sinema okullarından biri vardır ve bu okuldan Roman Polanski gibi büyük yönetmenler yetişmiştir. Bir gün bir gazeteci, okulun müdürüne sorar: ''Bu okuldan büyük yönetmenler çıkıyor. Okulunuz büyük bir okul olmalı.''
''Hayır, büyük olan okul değil. Buraya çok yetenekli gençler geliyor. Biz yalnızca bize gelen gençlere, onların dahi olduğunu gösterdik, kendileri bilmiyorlardı.''
Şunu söylemek istiyorum; edebiyatı, şiiri, sanatı seviyorsunuz. Ne güzel, sevin! Bu okullara gidin, bilginizi, donanımınızı arttırın, diplomalar alın.
Ama hiçbir okul sizi sanatçı yapamaz. Çünkü yaratıcılık öğretilemez.
''Şair olunur mu?'' diye sormuştuk.
Bence olunmaz. Şair, şair olduğunu sonradan öğrenir.
Şairler gittikleri yolda büyük olduklarını öğrenirler.
Büyük şiirler, şairlerini uçurumda beklerler.
Hiçbir güzelliğin ve yaratıcılığın kendini ispata ihtiyacı yoktur.

 

yesim434

Hırçın Karadeniz Kızı Biricik Yeşim
AdminE
Bu Ayın Lideri
12. ŞAİR ŞİİRİN FAZLALIĞIDIR

Rene Char ''Ozan yoktur, var olan yalnız ve yalnız, şiirdir,'' diyor.
İyi bir şiir her zaman şairinden büyüktür.
Şair, şiirin fazlalığıdır.
Teferruatıdır.

13. ANLAMINI YİTİREN SÖZCÜKLER

Charles Baudleire, bazen sözcüklerin anlamını hatırlamak için sözlüğe bakarmış. Çünkü sözcükler şairin elinde sürekli değişime uğrarlar. O, sözcükleri gerer. Bir sapanın lastikleri gibi gerer ve sözcüğe yükleyeceği değişik anlamların atım gücünü ölçer.
Milyonlarca sözcük yeniden doğar. Bu süreç içinde şair bazen sözcüklerin sözlük anlamlarını unutur.

14. ANLAMSIZ ŞİİR VAR MIDIR?

Ne kadar çok şey yazıldı, çizildi anlamsız şiir üzerine? ‘Anlamsız şiir’ tanımı kadar kendini yanlış anlatan başka bir tanım bulmak güçtür.
Ne demek anlamsız şiir?
Sözcüklerin içini boşaltarak mı kullanmak?
Şiiri hayatın dışına mı çıkarmak?
Bence ‘anlamsız şiir’, sözcükler üzerine deneyimler yapmak, sözcükleri sınamaktır. Bunu yapmayan şair de düşünemiyorum.
Şair zaten sözcüklerin anlamını silerek, yeniden yaratan dil işçisidir.
Bence yalnızca iki şiir vardır; iyi şiir, kötü şiir.
Bana iyi şiir verin. İster anlamlı olsun, ister anlamsız, hiç önemli değil.
Yeter ki insanı yakalasın.
Topu havada tutsun.

15. ŞİİRDE FAZLA SÖZCÜKLER

Hangi sözcükler gereklidir şiirde? Yazarken, milyonlarca sözcükten hangilerini seçeceğim?
Belki de şiirin sıfır noktası bu soruların yanıtında yatıyor. Bir şairin yapmaması gereken en önemli şey, gereksiz sözcük kullanmak!
Şiir yazmak her şeyden önce bir sözcük seçimidir. Her sözcüğün şiire girişinin bir nedeni ve gerçekliği olmalıdır. Şiir, sözcüklerin, içine park ettiği araba parkı değildir. Kullanılan ‘her fazla sözcük, şiiri bıçaklar’.
Bir filmin, bir sekansının nasıl çekildiğini bilirsiniz: Bir sahne düşünün; kızla erkek arabanın içinde birbirlerine bakarlar. Yönetmen bu bakışın açısını önceden hesaplar. Kızın bakışı hafifçe arabanın gözüne kayar. Gözde tabanca mı vardır? Şimdiye kadar dinlediğimiz romantik müzik bir tehlikeyi sezdirecek tona dönüşür. Alıcı, yakın çekimden genel çekime geçer ve arabanın arkadasından gelen bir adamı gösterir vb.
Her şey en ince noktasına kadar önceden düzenlenmiştir. Tesadüfe yer yoktur. En küçük fazlalık her şeyi bozar.
Şiir de film gibidir.
Şiirin estetiği bir matematiktir.
Bir kaostan doğurtulur ama estetik disiplin ve gereklilikle kan almaya başlar.
Evet! Bir şiirde fazla tek bir sözcüğe yer yoktur.
Ama bunu söylerken şiirde geçen sözcük sayısından söz etmiyorum. Çok uzun bir şiirdeki hiçbir sözcük fazla olmayabilir de, kısacık bir şiirdeki her sözcük fazladır.
Okur bunu bilmez. Görmez.

16. ŞİİR VE SİNEMA

Sinemayı çok severim.
Filmin en küçük birimi ‘sekans’dır. Ya da tek görüntü karelerdir.
Ama bir şiirde, her sözcüğün içinde milyonlarca görüntü yatar.
Yönetmen dostlarım alınmasın ama şiirin sinemaya üstünlüğü buradadır.
Şiir bu noktada sinemaya basar.

17. BİR ŞİİR NE ZAMAN BİTER
VE ŞİİRİN BİTMEMİŞLİĞİ

Ne zaman bir şiiri yazıp bitirsem, kendime hemen şu soruyu sorarım: Bu şiir bitti mi? Bu şiiri başka sözcüklerle, başka bir estetik dokuda daha iyi yazabilir miydim? Bu soruyu olumlu bir şekilde yanıtlamadan şiiri asla yayımlamam.
Yazdığım şiirin her şeyden önce, hem içerik hem estetik olarak beni doyurması gerekir. Bu noktada okurun önemi yoktur. Okuru hiç hesaba katmam.
Şiirle benim aramdaki hesaplaşmada hiç kimseye, hiçbir şeye yer yoktur. Şiiri bitirip yayımladıktan sonra da, artık ben yokum. Okur ve şiir vardır.
Şiir benden kaçar ve benim de bilmediğim bir adrese doğru yola çıkar. Adres tespitinde şiir, şairi dinlemez, kendi adresini kendi bulur.
Kendi adresini ararken büyür, olgunlaşır.
Her şiir, içinde bir sonraki şiirin tohumlarını da taşıdığından hiçbir zaman (tam olarak) bitmez. Şiirin büyüsü bu ‘bitmemişliğidir’ belki. Bu bitmemişlik, şiirin, şairi ve okurlarıyla ‘gelecekteki randövüsü’dür aynı zamanda. Bu ‘randövü’ye şair gelemez çünkü artık hayatta yoktur. Hangi okur kitlesi ‘randövü’ye gelir, bunu da bilemeyiz.
Bu anlamada şiir hiçbir zaman bitmez. Şiirin bitirilmesi estetik bir zorunluluk yalnızca. Bir şairin yazdığı tüm şiirleri tek bir şiir olarak görmek de mümkündür.

18. ŞAİRİN HEDEFİ NEDİR?

Şairin hedefi yoktur. Yalnızca şiiriyle geçtiği ve geçeceği duraklar vardır.
Çünkü şiir sonsuzdur. Ve en çok bildiğimizi sandığımız bir anda en bilmediğimiz şeydir. Şair, şiirin bu sonsuz yolculuğunda, çok kısa bir süre yol arkadaşlığı yapar şiire. Şair, şiir yazarak bir tanıdık arar dünyada.

19. SÖZCÜKLERİN SAVRULMASI

Şair sözcükleri savurarak şiir yazar. Ve sözcüklerin içinde savrulur dünyaya.
Şiir yazmak ‘sözcükleri savurma sanatı’dır. Şiir metni savrula savrula şiirlenir. Alevlenir.

20.ŞİİR NE DEĞİLDİR ?

Şiirin ne olduğunu bilemeyiz.
Şiir de kendisinin ne olduğunu bilmez.
Ama şiirin ne olmadığını bilebiliriz. Bunu bilirsek şiire biraz olsun yaklaşabiliriz.
Amacım, okurun kendisine şu cümleyi söylemesine yardımcı olmak: ''Artık şiir ne değildir, biliyorum''.
Bu cümleyi ne kadar güvenle, bilgiyle, deneyle söyleyebilirsek Türk şiiri o kadar çok sağlığına kavuşacaktır.

ÖZKAN MERT - Milliyet Sanatta, şiir kuramı ile ilgili yazısından alıntı yapılmıştır​
 

yesim434

Hırçın Karadeniz Kızı Biricik Yeşim
AdminE
Bu Ayın Lideri
Şiir,neredeyse dilin doğuşuyla beraber ortaya çıkan bir yazın türüdür..Şiiri tanımlamak için binlerce ifade kullanılmışsa da doğru ve değişmeyecek bir tanıma ulaşmak olanaksız gibi görünmektedir..

Ancak,kendine ait bir dil ya da söylem kullanması,müzik ve sesle yakın ilişki içinde bulunması ve estetik bir etkileme gücünün olması herkes tarafından kabul edilebilecek özelliklerdir..
Şiirin ortaya çıkışı,insanın sesini bulması ve özellikle konuşarak iletişim kurmasını sağlayan bir dil geliştirmesi ile yaşıttır..İnsan günlük konuşma dilinin yanı sıra özellikle değiştirebileceği ya da yansıtabileceğini düşündüğü doğayı etkilemek için bir büyü dili oluşturmuştu..Bu dilin ritmik özellikleri şiir dilinin öncülü olarak algılanabilir..Platon da şiiri tanımlarken "büyülü söz" ifadesini kullanmıştır..

Çağlar boyunca türküler şiirsel metinler olarak sözlü yazın örnekleri olarak yaşamışlardır..Her kültürün günlük dil kadar sık kullandığı türkülerin sosyolojik boyutu yazınsal boyutundan daha önde görülmüştür..İşlerini yaparken türkü söyleyen insanlar bireysel ya da grupsal gereksinimlerinden dolayı farklı türlerde şiir geliştirmişlerdir..Bu gereksinim sonucu ortaya çıkan türler Yunan kültürü etkisi altında gelişmiştir..Bu bağlamda ilk gelişen türler lirik,epik ve dramatik şiirdir..
Bunların dışında pastoral,didaktik ve satirik diye adlandırılan türler de şiirde iç farklılaşmanın diğer örnekleridir..

Topluma ortak bir duyarlık ve bazen vicdan oluşturmak,insan-doğa ilişkisini düzene koymak,sıradan insanın gözlemleyebildiği halde ifade edemediği olayları ve olguları güzel ve farklı bir dil kullanarak gündeme getirmek ve böylece toplumun sözü olmak gibi işlevleri vardır şiirin..Şiirin işlevi yazıldığı ya da söylendiği döneme bağlı olarak farklılık göstermiştir..Topluma kazandırılmak istenen değerlerin sözcülüğünü yapmış,yenilikleri tanıtmaya çalışmış,demokrasi ve özgürlük kavramlarının kalıcı olmasında önemli pay sahibi olmuştur..




Şair kimdir..?


Şair öncelikle bir yazın insanıdır..Şiir yazan ve söyleyen kişidir.İlkçağlardan günümüze kadar toplumun ileri gelenlerinden,bilici ve sözcü olduğu için toplumun kutsadığı,toplumun ortak duygu ve duyarlıklarının kaynağı olarak görülen ilerici ve dönüştürücü bir kişidir..Ortak duyarlıklar ve değerler toplumdan topluma değişeceği için şairlere evrensel özel değerler yüklemek doğru olmayabilir..Yine de şair kendi toplumunda düşünen,güzel söz söyleyen ve sözü dinlenen bir kişi olarak kabul ve saygı görmüştür..
Şairin toplumdaki işlevi ilkel çağlarda daha keskin çizgilerle belirlenmiş iken günümüzde belirli bir şair rolünden söz etmek daha zordur..Bunun nedeni düşüncenin ve sözün yerini alan yeni değerlerdir diyebiliriz..

Şair yaşadığı dünyayı,olayları ve insanları herkesten farklı algılayan bir kişidir ya da olmalıdır..İzlenimlerini halka aktarırken diğer sanatçılar kadar rahat değildir çünkü ne günlük konuşma dilini kullanabilir ne de düzyazı tekdüzeliğini..Şairin dili diğer tüm yazın türlerinin dilinden üstün ve zahmet vericidir..
 

yesim434

Hırçın Karadeniz Kızı Biricik Yeşim
AdminE
Bu Ayın Lideri
üzerine Derya Çolpan'ın bir yazısı :



Şiir, neredeyse dilin doğuşuyla beraber ortaya çıkan bir yazın türüdür. Şiiri tanımlamak için binlerce ifade kullanılmışsa da doğru ve değişmeyecek bir tanıma ulaşmak olanaksız gibi görünmektedir. Ancak, kendine ait bir dil ya da söylem kullanması, müzik ve sesle yakın ilişki içinde bulunması ve estetik bir etkileme gücünün olması herkes tarafından kabul edilebilecek özelliklerdir.



Şiirin ortaya çıkışı, insanın sesini bulması ve özellikle konuşarak iletişim kurmasını sağlayan bir dil geliştirmesi ile yaşıttır. İnsan günlük konuşma dilinin yanı sıra özellikle değiştirebileceği ya da yansıtabileceğini düşündüğü doğayı etkilemek için bir büyü dili oluşturmuştu. Bu dilin ritmik özellikleri şiir dilinin öncülü olarak algılanabilir. platon da şiiri tanımlarken “büyülü söz” ifadesini kullanmıştır.



Çağlar boyunca türküler şiirsel metinler olarak sözlü yazın örnekleri olarak yaşamışlardır. Her kültürün günlük dil kadar sık kullandığı türkülerin sosyolojik boyutu yazınsal boyutundan daha önde görülmüştür. İşlerini yaparken türkü söyleyen insanlar bireysel ya da grupsal gereksinimlerinden dolayı farklı türlerde şiir geliştirmişlerdir. Bu gereksinim sonucu ortaya çıkan türler Yunan kültürü etkisi altında gelişmiştir. Bu bağlamda ilk gelişen türler lirik, epik ve dramatik şiirdir. Bunların dışında pastoral, didaktik ve satirik diye adlandırılan türler de şiirde iç farklılaşmanın diğer örnekleridir.



Topluma ortak bir duyarlık ve bazen vicdan oluşturmak, insan-doğa ilişkisini düzene koymak, sıradan insanın gözlemleyebildiği halde ifade edemediği olayları ve olguları güzel ve farklı bir dil kullanarak gündeme getirmek ve böylece toplumun sözü olmak gibi işlevleri vardır şiirin. Şiirin işlevi yazıldığı ya da söylendiği döneme bağlı olarak farklılık göstermiştir. Topluma kazandırılmak istenen değerlerin sözcülüğünü yapmış, yenilikleri tanıtmaya çalışmış, demokrasi ve özgürlük kavramlarının kalıcı olmasında önemli pay sahibi olmuştur.



Şiir üzerine sözler:

* İçinizde olmayan şiiri hiçbir yerde bulamazsınız. (Shelley)

* Şairin kullandığı sözcüklerde insanlar için çeşitli anlamlar vardır; herkes beğendiğini seçer. (Tagore)

* Şiirin ilkesi, insanın üstün bir güzelliği özlemesidir. Bu ilke bir coşkunlukla, bir ruh taşkınlığında kendini gösterir. Bu coşkunluk, aklın yoğurduğu gerçeğin dışındadır. (Baudelaire)

* Şiir sanatı, eksiklikleri güzelliklere çeviren bir simya bilimidir. (aragon)

* Ne masayı anlatacağım diye masa sözcüğünü kullanacaksınız, ne kuşu anlatacağım diye kuş sözcüğünü; ne de aşkı anlatacağım diye aşk sözcüğünü. (Cocteau)

* Şiir olmayan yerde insan sevgisi de olmaz. İnsanı insana ancak şiir sevdirir. Şiir, insanı insana yaklaştıran şeydir. (Sait Faik)

* Şiirin konuları hiç eksik olmayacaktır; çünkü dünya o kadar büyük, o kadar zengin, yaşam o kadar değişik manzaralı ki… Hiçbir gerçek konu yoktur ki şair onu gereği gibi işlemesini bildiği andan itibaren şiirden yoksun olsun. (goethe)

* Gerçek şiirin, asıl sanat eserinin kendi varlığından başka bir amacı yoktur. Kendisinde başlar, kendisinde biter. Bütün soyluluğu da buradan gelir. (Valéry)



Derya Çolpan​
 

KıRMıZı

TeK BaşıNa CUMHURİYET
V.I.P
Şiirde Kafiye Bilgisi

Kafiye:Mısra sonlarında, farklı kelimelerdeki ses (harf) benzerliğine kafiye denir. Kafiyenin oluşabilmesi için mısra sonundaki kelimelerde şu özellikleri
aramak gerekir.

a)Ses benzerliği olan kelimelerin farklı kelimeler olması gerekir.

b)Ses benzerliği olan kelimelerin yazımının aynı olması gerekir.


Altın da bir pula olur mu kabil
Ehli ile konuş olasın ehil
Cahille konuşma olursun cahil
Kişi ayarından düşer mi düşer

Yukarıdaki şiirde 'il' seslerinde kafiye vardır. Ses benzerliğindeki seslerde,
ses sayısının artmasına göre kafiye çeşitli kısımlara ayrılır;

Yarım Kafiye:Mısra sonlarında tek ses benzeşmesine dayanan kafiye türüdür. Aslında, bu benzeşmenin sessiz harflerde olması gerekir. Halk
edebiyatında yarım kafiye çok kullanılmıştır.

Mehmed'im sevinin başlar yüksekte!
Ölsek de sevinin eve dönsek de

Tam Kafiye:Mısra sonlarında iki sesin benzeşmesine dayanan kafiye türüdür.

Nasihatim sana: Herzeyle iştigali bırak
Adamlığın yolu nerdense bul da girmeye bak

Zengin Kafiye:Mısra sonlarında üç ve daha fazla sesin benzeşmesiyle meydana gelen kafiye çeşididir.

Her şey akar su, tarih, yıldız, insan ve fikir
Oluklar çift, birinden nur akar birinden kir


Not (1) :
Kafiye olan sesli harflerin üzerinde uzatma işareti '^' varsa,
bu sesliler tek ses değil iki ses olarak kabul edilir ve buna göre de kafiye türü değişir.
Mesela İstiklaâl Marşı'nın yedinci kıtasındaki

Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki fedâ
Şüheda fışkıracak toprağı sıksan şühedâ
Cânı cananı bütün varımı alsın da Hüdâ
Etmesin tek vatanımdan beni dünyada cüdâ

'da' seslerinde tam değil, zengin kafiye vardır.

Not (2) :Tunç kafiye olarak adlandırılan kafiye türünü bazı edebiyatçılar kabul ederken, bazıları da kabul etmez. Bu sebeple Tunç kafiye kimi kitaplarda anlatılırken kimi kitaplarda hiç değinilmez. Fakat çoğu edebiyatçı bunu farklı bir kafiye türü olarak kabul etmez ve Zengin kafiyeye dahil eder. Farklı bir kafiye türü olmadığını kabul etmemekle birlikte bu kafiyenin de tanımını bilmekte yarar var:

Tunç Kafiye:En az üç sesten oluşan bir ya da daha çok kelimenin
diğer mısraların içinde geçmesiyle oluşan kafiye türü olarak tanımlanır.
Mesela:

İnsan bu, su misali kıvrım kıvrım akar ya
Bir yanda akan benim öbür yanda sakarya

mısralarında bu özellik görülebilmekte ama zengin kafiyeden bir farkı olmadığı açık..

Cinaslı Kafiye:Okunuşları ve yazlışları aynı ancak anlamları farklı olan kelimelerle yapılan kafiye çeşididir. Tunç kafiye sesteş kelimelerle yapılır.

Niçin kondun a bülbül
Dalımdaki asmaya
Ben yarimden vazgeçmem
Götürseler asmaya

Yukarıdaki şiirde, ikinci mısrada asma kelimesi 'üzüm veren bir bitki';
dördüncü mısrada ise 'öldürmek' anlamında kullanılmıştır.

Redif

Redifin tanımını yapmadan önce şunları bilmek gerekir:
* Redifler daima mısranın en sonunda bulunur, yani kafiyeden sonra gelir.
* Redifin olduğu her yerde mutlaka kafiye de vardır. Bu sebeple redifin
bulunduğunu gördüğünüz her yerde kafiyeyi de bulmaya çalışınız.

Redif: Mısra sonlarında, görevleri aynı olan eklerin, ya da anlamları aynı olan kelimelerin tekrarlanmasına redif denir. Tanımdan da anlaşılacağı üzere iki tür redif vardır:

a)Ek Halindeki Redifler:Eş görevli eklerin tekrarlanmasıyla oluşan rediflerdir. Türkçe'deki yapım ve çekim eklerini kavramadan, ek halindeki redifleri kavramanız mümkün olamayacaktır. Eğer bu konularda bir eksiğiniz varsa, önce bunları tamamlamanız ve ondan sonra ek halindeki redifleri kavramak için çaba sarf etmeniz gerekir. Fakat, ek halindeki rediflerin çoğu, kelimeye bağlanan ekler olduğundan bu konudaki genel kaide: 'Kelimenin köklerinde kafiye, eklerinde ise redif vardır.' şeklindedir. Bu kural bilinerek mısraya bakılırsa ek halindeki rediflerin yüzde doksanı mısrada
tahmin edilebilir. Ancak bu kaide her zaman geçerli olmadığından yine de 'ekler' konusunda bilgi sahibi olunması konunun kavranması açısından gereklidir.

Susuz değirmenlerin ne ile döner çarkı
Kerem etmeyen beyin fakirden nedir farkı

Yukarıdaki beyitte, 'ı' sesleri, ismin -i hali olduğundan yani, her ikisinin de
görevi aynı olduğundan rediftir. Kelimenin köklerinde ise 'ark' sesleri
benzeştiğinden bunlar da zengin kafiyeyi oluşturur.
Bu beyite pratik yoldan yaklaşırsak: Beyitin birinci mısrasında,
kafiyeye söz konusu olan kelimenin kökü 'çark', ikinci mısrada ise kelimenin
kökü 'fark'tır. Dolayısıyla, 'ı' seslerinin ek olduğu için redif olduğunu pratik
yönden söyleyebiliriz.
Kelimenin köklerinde kafiye bulunduğundan 'ark' seslerinde de
zengin kafiye vardır.
Fakat, bu pratik yol her zaman işlemeyebilir:

Kokuyor burnuma Sivr'alan köyü
Serindir dağları soğuktur suyu
Yâr mektup göndermiş yadigâr deyi
Gözünün yaşını sil deyi yazmış

Yukarıdaki dörtlükte, kelimelerin kökleri:
'köy', 'su', 'de' dir. Görüldüğü gibi kelimelerin köklerindeki sesler aynı
değildir. Acaba burada 'y' sesi kafiye olarak mı yoksa redif olarak mı
alınacaktır?
Oysa, çözüm çok basittir.'y' sesi birinci mısrada kelimenin köküne
dahil olurken, ikinci ve üçüncü mısralarda yardımcı ses (kaynaştırma ünsüzü) 'tir.
Yani 'y' seslerinin görevi farklıdır. Bu durum da kafiye tanımına uygun olduğundan
kafiye olarak kabul edilecektir.
Aynı durum İstiklal Marşı'nın üçüncü kıtasında görülmektedir:

Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım,
Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım!
Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner aşarım.
Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım.

Yukarıdaki dörtlükte ise, kelimelerin kökleri:
'yaş', 'şaş', 'aş' ve 'taş' kelimeleridir. Burada da kelime köklerinden sonra
gelen 'a' sesleri kafiye olarak mı yoksa, redif olarak mı alınmalı sorusu akla
takılmaktadır. O halde, bu köklere eklenen 'a' sesinin görevinin ne olduğunu
incelemek gerekir:

İlk mısrada: yaş - a - r - ı - m
kök yapım eki geniş zaman yardımcı ses I. tekil
şahıs eki

İkinci mısrada: şaş - a - r - ı - m
kök yardımcı ses geniş zaman yardımcı ses I. tekil
şahıs eki

Üçüncü mısrada: aş - a - r - ı - m
kök yardımcı ses geniş zaman yardımcı ses I. tekil
şahıs eki

Dördüncü mısrada: taş - a - r - ı - m
kök yardımcı ses geniş zaman yardımcı ses I. tekil
şahıs eki


Yukarıda da görüldüğü gibi ilk mısradaki 'a' sesi ile diğer 'a' seslerinin görevleri
farklıdır. Bu özellik sebebiyle, 'a' seslerinin kafiye olarak alınması gerekir.


b)Kelime Halindeki Redifler:Aynı anlamdaki kelimelerin tekrarlanmasıyla meydana gelen rediflerdir. Bu tür redifleri mısralarda görebilmek oldukça
kolaydır:

Doğru söylerim halk razı değil
Eğri söylerim Hak razı değil.

Yukarıdaki beyitte 'razı değil' kelimeleri redif, ondan önceki 'k' sesleri ise
yarım kafiyedir.


Bir başka örnek:
Zannetme ki şöyle böyle bir söz
Gel sen dahi söyle böyle bir söz

Yukarıdaki beyitte 'böyle bir söz' kelimeleri redif, ondan önceki 'öyle' sesleri ise
zengin kafiyedir..


Bir başka örnek:
Kimsesiz hiç kimse yok, var herkesin bir kimsesi
Kimsesiz kaldım meded, ey kimsesizler kimsesi

Yukarıdaki beyitte 'kimsesi' kelimeleri redif, ondan önceki 'r' sesleri ise
zengin kafiyedir..


Son olarak şuna da dikkati çekmek gerekiyor:
Kelime halinde bulunan redfilerden hemen önce, ek halinde redif de
bulunabilir. Böylece, ek halindeki redifle kelime halindeki redif arka arkaya
gelebilir:

Elimi beş yerinden, dağladı beş parmağın,
Bağrımda yanmadık bir yer bırakmadan git
Bir yarın göçtüğünü, çöktüğünü bir dağın
Görmemek istiyorsan, ardına bakmadan git!

İkinci ve dördüncü mısralarda hem ek halinde redif, hem de kelime halinde
redif bulunmaktadır. Yukarıdaki mısralarda 'madan' ekleri 'zarf-fiil'dir.
 

dağcı

Üstat
yaw gözünü sevem yapma ben edebiyettan çakmış adamım bide bana gelip ayaktır uyaktır bahsetme bewn böle yazıyom işte :) ;)
 
Top