• Merhaba Ziyaretçi.
    "Yapay Zeka Objektif " Fotoğraf Yarışması başladı. İlgili konuya  BURADAN  ulaşabilirsiniz. Sizi de bu yarışmada görmek isteriz...

Şehre Karşı Yürümek

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
Şehre Karşı Yürümek

CmfXBra.jpg


Günümüz şehirleri insana huzur ve emniyet telkin etmiyor. Mahşerî kalabalığın ortasında hayat sürerken, şehrin varlığımız üzerindeki doğrudan-dolaylı tahakkümü, bizi içinden çıkılmaz bir kaosa sürüklüyor. Bu yüzden, şehre girerken kendimiz olarak yürümenin, soluklanmanın, iletişim kurmanın ne kadar zor olduğunu bu modern kuşatılmışlık içinde daha iyi anlıyoruz.

Bir sabah şuurumuzu daha dinç tutarak, bir figüran değil de, bir gözlemci kimliğiyle şehre girdiğimizde göreceğiz ki, köşe başlarını tutmuş çıkar avcıları sevecen bakışların gerisindeki sinsilikle nasıl da ağlarını germiş bekliyorlar! Vitrinler birer kurnaz avcı gibi göz kamaştırıp durmaktadır. Vitrinlerdeki albeniye karşılık içeride sergilenenlerin hoşumuza gitmemesi çoğu zaman irademizin devreye girmesi için yeterli olmuyor; çünkü ‘içeri’de kafamızı karıştıran öyle bir teşvik sağanağına tutuluyoruz ki, her koldan kuşatıldığımızı, gönlümüzce bir tercih yapamadığımızı, ancak elimizde çanta ve paketlerle dışarı çıktığımızda anlıyoruz. Kısacası şehrin tüketim çarkı bugün öyle sinsice işletilmektedir ki, alışverişimizi haklı gösterecek örnekler bulmakta asla zorlanmayız. Çünkü günümüz şehirleri, insanların her türlü takdir ve dikkat hassasiyetine göre tercihler icat etmek üzere konumlanmıştır ve her şey ‘israf’ çarkı üzerinde dönmektedir.

Maziden gelen ve ‘insan’ı her şeyin üstünde tutan ‘bizim’ şehirlerimizin, insanın iç huzurunu gözeten atmosferine karşılık, günümüzde bütün insanları sıradan birer tüketici olarak gören ve bu fırsatçı anlayışa göre kendince stratejiler geliştirerek palazlanan şehir kimliği huzurdan öte, bir korku ve tatminsizlik yaymaktadır.

Şehrin, dışı şatafatlı ama içi menhus manzarası, gürültü-patırtısı, köşe bucakta kurulan gizli-açık tezgâhlarla, her gün bir hasletimizi daha alıp götüren tuzakları, kalbimize ve ruhumuza güvenli sığınaklar aramaya zorlamaktadır bizi.

Şehrin o iç daraltan caddelerinde, sokaklarında yürürken, bunaldığımız bir anda, bizi uyuşturup aptallaştıracak bu akıntıya kapılmamak için; keşke hemen iç sesimize kulak versek... Meselâ, şehrin üst üste istiflenmiş beton yapılarının arasında yürürken, iç sessizliğimizi yağmalayan gürültüye kulaklarımızı tıkasak, bakışlarımızı rehin alarak lâtifelerimizi köreltecek görüntülere dalıp gitmesek, gökyüzünün ihtişamını gölgeleyen çarpık binaların arasında yüreğimizin derinliklerinden gelen buyruğa uyarak bir minarenin izini sürsek, bir cami avlusuna sığınsak, şadırvanda bir abdest serinliği duysak… Sonra ‘gönül evi’ne yürüsek, orada bir sütuna yaslansak, kendimize buradan mâveraya açılan bir menfez bulabilsek… Şehrin, ruhumuza ilişmeye çalışan negatiflerini iç murakabeyle tesirsiz hâle getirebilsek… Sonra ‘salât’ çağrısına icabet eden toplu coşkuya katılsak, kalbin yeni hâllerine varmak için çırpınıp dursak, önümüze hemen bir pencere açılmasa da yılmasak, hep ‘o kapı’yı tıklatmayı sürdürsek… Omuz omuza saf durduğumuz kardeşlerimizin soluklarından içimize bir güven ve huzur meltemi esse, duanın ve tefekkürün meyvelerine bu aksak ve mecalsiz hâlimizle uzanmaya çalışsak, şuurlansak, yenilensek, arınsak…

Ve şehre tekrar döndüğümüzde kirlenip eksilmemek için boyun eğmez bir direnç göstersek de, başı dik yürüsek…

Şehir bizden bir şeyler alıp götürmese de, biz şehre bir şeyler katsak, ah bir katabilsek! İçimizde, dışımızda şehre ait hiçbir menfî alâmet taşımasak da, şehrin sadece müspetlerini alabilsek… Menfaat ve kirli işler üzerine bina edilmiş taraflarıyla şehir ruh ve gönül kıyılarımızın yakınından bile geçemese…

Şimdiki derme çatma duruşumuzla şehrin kararmış göklerine henüz fazla bir parıltı salamasak bile, en azından şehrin menfî tesirlerine karşı hep derli-toplu durabilsek, sesimizi biriktirsek, şuurumuzu berkitsek, vakarlı duruşumuzu pekiştirsek… Şehrin, insana kıymet vermeyen ve ezip geçen yanıyla gönül bağımız hiç olmasa, her şey sadece müspet taraflarıyla sınırlı kalsa… Şehirden maddî (ve varsa mânevî) ihtiyaçlarımızı karşılasak da, şehir bizden koparıp eksiltmek istediğini hiç alamasa…

Sonra, şehrin yoz akıntılarından uzak durabilmiş güzel insanlarla beraber olsak, şehre rağmen güzel bir huzur iklimi kurabilmiş bu ışıltılı yüreklerle yürüsek de yürüsek… Hep kendimiz olarak zenginleşip derinleşsek, iç sesimizi bu ahval üzere akort edebilsek… Böylece, istikbaldeki şehre ait ümitlerimizi canlı tutabilsek…

Kaynak: sizinti.com.tr
 
Top