• Merhaba Ziyaretçi.
    "Yapay Zeka Objektif " Fotoğraf Yarışması başladı. İlgili konuya  BURADAN  ulaşabilirsiniz. Sizi de bu yarışmada görmek isteriz...

Şapka kanunu ve Vitali Hakko

~meLek~

GalataSaray'ım
Paul Gentizon, “Mustafa Kemal oul Orient en Marche” isimli eserinde, şapkayla ilgili bakanlar kurulu tarafından sonra oldukça meraklı sonuçların ortaya çıktığını; Beyoğlunun nadir şapkacı (1 dükkanlarının tahmin edilemeyecek kadar çok alışveriş yaptıklarını ve bir kaç ay içinde umulmayacak kadar zengin olduklarını anlatır.

Gentizon, “Mustafa Kemal ve Uyanan Doğu” isimli kitabında bu durumu şöyle bir teşbihle ifade etmeye çalışır: “Kıtlık günlerinde, bazı saatlerde ekmek fırınlarının önünde olduğu gibi, şapkacı dükkanları da adeta müşteriler tarafından sarılıyor ve önünde uzun kuyruklar oluşturuluyordu.(2)

Eylül 1925 tarihlerinde basın da üzerine düşen görevini yapıyor ve alabildiğine sarık, cübbe ve fes üzerine hücuma geçiyordu. Şapkaya övgüler düzülerek yürütülen kampanya da fesle ilgili gazete başlıkları dikkat çekiciydi. Gazeteler fes’i şöyle veriyorlardı: “Bu özük kazın rengindeki başlık bütün bir milletin kanının akıtıldığı bir rejimi hatırlatmaktadır.” ‘’Opera -komik olan bu başlık...”, “Bu fuar tiyatrosu malzemesi...”, “İçiyle ve dışıyla tanı bir şarap şişesi kasesi...”, “Gelincik”, “Horoz İbiği”ni kullanmak herkesi utandırıyor...”, Her adımda bir rüzgar esintisinde sallanan püskülüyle fes...”(3)

Gazete başlıklarıyla halkın fesiyle alay ediliyor, fesli komikliklere karşı halk mücadeleye çağırılıyordu. Gazetelerin yönlendirmesiyle özellikle İstanbul’da halk içinde büyük kavgalar başlıyordu.

Şapka giyenler, feslilerin, sarıklıların karşısına çıkmışlar, hükümet desteğini de düşünerek tenha yerlerde gördükleri fesli kişileri, sarıklı kişileri grublar halinde feci şekilde dövüyorlardı. Mustafa Kemal üzerine yaptığı araştırmalarla tanınan Paul Genziton kitabında bu konunun şahidi olarak şapkayla ilgili şu terör olaylarına yer verir:

Şapka-Fes savaşı ve Demokrasi

“...Şapka giyenler, her yerde külah giyenlerin karşısına çıktı. Hatta neredeyse çoke baş giysisini değiştirecek yerde fes’de ısrar edenlere veya şapka giymeyip başı açık dolaşanlara karşı dayak dahil her türlü enerjik çarelere başvuruldu.

Birçok fırsatlarda sokaklarda, vapurda, gösteri salonlarında “şapka”lar, “fes’lere hücum etti! Fes ve fesliler daima yenildi. Fesler şapkalılarca parçalandı, ayaklar altına alınıp ezildi veya denize atıldı.”(4)“Şapka’lar “Fes”lere hücum etti, dayak dahil her türlü enerjik çarelere başvuruldu ifadeleri, bir yabancının gözüyle bile ne tür bir devlet terörü estirildiğini ve şapkalıların feslileri nasıl bastırdığını açıkça ifade eder.

Ve en korkuncu, şapka giymeyip başı açık olanların bile dövüldüğü bir çılgınlıklar ortamı olmuştur zamanın Türkiye’si.(5)Bu sert uygulamalar, tabi Anadolu’da ve Doğuda, hükümet yaptırımları ve meşhur jandarma uygulamaları ile çok kısa zamanda -şapka kanunlaşmadan önce- şapkanın zaferi gerçekleşmiş, artık şapka, fes tartışmalarının yerini, yazlık şapka, kışlık şapka, kır şapkası, otomobil şapkası, spor şapkası, şehir içi şapkası, cenaze törenleri şapkası ve kabul resminde giyilecek şapka gibi şapka türleri alınıştı. (6) Artık gazeteler, “hangi şapka nerede?”, “şapkayı nasıl giyinmeli?” gibi müstakil “adab-ı muaşeret” köşeleriyle olayı işlemeye ve halkı bilgilendirmeye başlamışlardı! Ekim 1925, Ankara, İstanbul, İzmir, Bursa gibi yerlerde şapkanın kullanımı üzerine yapılan tartışmalarla geçmişti.Tartışmalarda dikkat çeken bir nokta halkın kendilerine çok ucuz olacak, festen daha ucuz olacak diye söyledikleri şapkanın çok pahalıya mal oluşu ve ekonomik yönden herkesin bunu sırtlayamayacağı idi.

Nitekim seyyar satışlarla rızkını temin eden gezgin satıcılar bu işte ilk başkaldıranlar olmuştu. (7) Gezgin satıcılar, “bizim bu kazancımız aylık 40-50 lira, onu da şapkaya verirsek, biz çoluk çocuk ne yiyeceğiz.?” diye haklı olarak şapka satınalmayı protesto etmişlerdi. Hatta ekonomik yönden şapka alamayanlar kendi kafalarına göre çuval, telis ve benzeri şeylerden evlerinde şapkaya benzeterek başlıklar dikmişler ve sokaklarda öylece gezmişlerdi.

Gariptir bu fakir insanların, sırf maddi kaygılarla alamayıp, kendi imkanlarıyla şapkaya benzeterek diktikleri bu başlıklar “Siz şapkayı protesto etmek için bunu yapıyorsunuz!” diyerek başındaki bu garip kıyafetle beraber kendileri de içeri alınmışlardı. Memur olmadıkları için onlara “şapka avansı” verilmediğinden şapka alamayan nice fakir fezginci, ilk aylarda göze çarpmamak için işini gücünü terkederek evlerine kapanmışlardı.

Hükümet şapka pahalılığının geçici olduğunu ve en kısa zamanda önlemler alınacağını ileri sürerek halkı yatıştırmaya çalışıyordu. Gazeteler de, hükümetin bu tavrını desteklemek ve halkı yatıştırmak açısından sürekli yayınlarda bulunuyorlardı.

Halide Edib’i ‘’Şapka kanunu beyhude bir devrimdir!’’

Kuvay-ı MiIIiyenin kadın kahramanlarından olduğu bilinen ve özellikle Mustafa Kemal ve İsmet İnönü’ye yakınlığıyla tanınan Halide Edib (Adıvar) da, şapka uygulamaları, fakir halka karşı girişilen baskı ve halkın şapkaya olan başkaldırısı üzerine o yıllarda şöyle diyordu: “Şapka Kanunu bu dönemde girişilen devrimlerin iki ve en gözalıcısı olmakla birlikte, aynı zamanda en beyhude, en anlamsız ve en sathisi idi.”(8) Halide Edib Adıvar’a göre, devrimler arasında en ciddi muhalefeti yaratan şapka kanununa, sokaktaki adamın karşı koyması, kanunu yapanlardan gerçekte çok daha batılıydı.

Çünkü şapkaya karşı koyanların çoğu, ekonomik nedenler dahil, bir çok haklı temellere dayanıyorlardı. (9)Halide Edib Adıvar’ın beyhude ve anlamsız addettiği şapka kanunu ve uygulamaları ile ilgili olarak; daha çok hiç bir hukuki temele dayanmadan yürütülen baskılarla ilgili olarak Mete Tunçay’ın yaklaşımı da bir hayli ilginç ve düşündürücü niteliktedir. Mete Tunçay, “Türkiye Cumhuriyetinde Tek Parti Yönetiminin Kurulması” adlı eserinde “...Şapkaya karşı doğan tepkilerin şiddetle bastırılması üzerine; gerçekten pahalı olduğu halde, hiç kimseden şapka giymenin pahalı olabileceğini söyleyecek hal kalmamıştır; Çünkü,görülmüştür ki, artık sorun “fes” ya da “şapka”yı değil, onlardan birinin giyileceği kafayı yerinde tutabilmektir!..” diyerek Eylül-Ekim 1925 tarihlerinde, artık Türkiye’de gelinen noktanın şapkayı veya fesi değil, onu giyecek kafanın yerinde kalınası probleminin olduğunu, yani ölmek veya ölmemek sorununun yaşandığını dile getirir.“Sorun fes ya da şapkayı değil, onlardan birinin giyileceği kafayı yerinde tutabilmektir!” (10) sözünün en açık anlamı “şapka için ölmek veya ölmemektir.

Tarih 25 Kasım’a geldiğinde, meclis şapkayla ilgili 2 Eylül Kararnamesinin yerine “Şapka Kanunu” çıkması ve uygulamaların kanun ışığında daha zecrî tedbirlerle yürütülmesi için bir kanun teklifi vermişti.Konya mebusu Refik Bey ve 16 arkadaşının Meclise sunduğu “Şapka Kanunu” teklifi beklenmedik tartışmalara da neden oldu.

Kanun teklifinin gerekçesinde: “Aslında hiç bir öneme sahip olmayan ve fizik olarak hiç bir kıymet ifade etmeyen başlık konusu, muasır medeniyet ailesi içerisine girmeye kararlı Türkiye için özel bir değere sahiptir. Şimdiye kadar Türkler ile, diğer çağdaş, medeni milletler arasında bir simge/sembol niteliğinde sayılan şimdilik başlığın, fesin değiştirilmesi ve yerine çağdaş medeni milletlerin tümünün ortak başlığı olan ve medeniyetin de bir simgesi olan şapkanın giyilmesi gereği belirmiştir. Türk milleti de çağdaş medeni milletler arasına girmeye karar verdiğinden,behemehal şapkayla ilgili kanunun kabulünü teklif ecri.” (11) den(ilerek, şapkanın medeni/uygar olmakla eşanlamlı olduğu belirtiliyordu.



Sakallı Nurettin Paşa ve şapka

Şapkanın medeniyet sembolü olduğu belirtilen kanun teklifine Bursa mebusu Sakallı Nurettin Paşa değişik açılardan çok şiddetle karşı çıkmış ve teklife muhalefet etmişti.Sakallı Nurettin Paşa, Başkanlığa verdiği bir önerge ile, Bakanlar Kurulunun 2 Eylül 1925 tarih ve 2413 sayılı kararıyla memurlara şapka giydirildiğini belirterek, şapka giyilmesi bir kamu konusu ise Bakanlar Kurulunun bu kararname ile kanuni yetkilerini aştığını, yok eğer kanuna gerek yok ise niçin teklif yapıldığını soruyor. “Sözü edilen kanun teklifi mebuslar hakkında kayıt koyuyor.

Bilinmektedir ki; mebuslar memur değildirler, doğrudan doğruya halktan biridirler. Genel tabii haklardan fazla olarak, yasama dokunulmazlığı ile de tam hürriyete sahip, bulunmaktadırlar. Bundan ötürü vekillik sıfatına ve yasama durumuna uymayan ve öteki milletler parlementolarında da bulunmayan böyle bir kaydın kabul edilmeyeceği tabiidir” diyor.

Kanunun Anayasaya aykırı olduğunu, Anayasanın 68, 70, 71, 73, 74 üncü maddelerinde belirlenen özgürlük ilkesiyle bağdaşmadığını ve cumhuriyet kavramına ters düştüğünü ileri sürerek:“a) Anayasaya aykırılığından ötürü bu kanun tasarısının reddedilmesi.b)Bakanlar Kurulunun kanunla belli yetkileri dışında olan ve Anayasaya aykırı hükümleri içine alan, Takrir i Sükun Kanununa dayatılması da mümkün olmayan 2.9.1925 gün ve 2413 sayılı Kararnamenin çıkarılmamış sayılmasını.c)Anayasa hakları ve milli hakimiyet ve kişisel dokunulmazlığa aykırı işlemin halkla uygulanmamasının sağlanmasını arz ve teklif ediyorum.” diyerek kanunun reddini istiyordu.

Sakallı Nurettin Paşa’nın bu teklifi sert cevaplara yol açtı. İlk söz alan Konya Mebusu Refik Bey, milletin kabul ettiği, bütün medeni milletlerin giydiği şapkaya karşı çıkmasının Nurettin Paşa’nın seçim bölgesi olan Bursa halkının eğilimini yansıtamayacağını, meclisten çıkan kanunların milletin varlığını korumak esasına dayandığını söyleyerek şakanı da, “milletin varlığı ve bölünmez bütünlüğü” ile alakalı olduğunu dile gelirdi.

Daha sonra söz alan Adalet Bakanı Mahmut Esad Bey ise, Refik Bey’in mantığını daha ileri boyuta götürerek, şapkanın yeni Türkiye’nin ve yeni Anayasanın ruhuna uygun olduğunu belirterek teklifin bir an önce kanunlaşmasını dile getirdi.

Böylesine tutarsız ve temelsiz alakalar kurulunca, Ağaoğlu Ahmed Bey, şapka taraflısı olmasına rağmen hiddetlenerek; “Efendiler bu mecliste şapkanın anayasanın ruhuyla ilgili olduğunu işitirken çok utandım. Şapkanın, gömleğin, mendilin ve bir takım kılık-kıyafet unsurlarının anayasa ile ne ilgisi vardır? Bunları nereden çıkarıyorsunuz?

Bu anlayış, bu idrak neyin nesidir Allah aşkına?...Anayasa bir milletin hayatının esas çizgilerini tertipler ve düzenler. Devlete ve hükümete ait ilkeleri düzene kor ve onların dayandığı temelleri tertipler. Öyle ana-yasalar şapkayla, gömlekle, redingtonla, mendille uğraşmaz...” dedikten sonra, şapkayı anayasa ile ilgili sanmanın, anayasayı anlamamak olduğunu ileri sürdü.

(12)Ahmet Ağaoğlu’nun konuşması, “şapka konunu” teklifini görüşen milletvekillerinin fikri konumlarını da göstermesi açısından bir hayli ilginçtir. Şapkanın anayasal bir olay olduğunu söyleyen milletvekillerinden tutun da, şapkanın “milletin varlığı ve bölünmez bütünlüğü” ile ilgili kurduranlara kadar ve ondan da öte şapka = medeniyet diyenlere kadar garib görüşler serdedebilen milletvekilleri...Böylesine ilginç yaklaşım ve tartılmalardan sonra 25 Kasım 1925 tarihinde şapka kanunu kabul edilmiş oldu.(13)“Madde-1: Türkiye Büyük Millet Meclisi azaları ile idare-i umumiye ve hususiye ve mahalliye ve bilumum müessesata mensup memurun ve müstahdemin Türk Milletinin iktisap etmiş olduğu şapkayı giymek mecburiyetindedir.

Şapka bundan böyle Türkiye halkının da umumi serpuşu olup, buna aykırı bir alışkanlığın devamını hükümetimiz şiddetle meneder.”(14)Böylece başlık meselesinin kanuni yönü halledilmiş oldu. Uygulamada çıkabilecek tepkileri yok etmek ve bastırmak için de İstiklal Mahkemelerine geniş salahiyetler verildi. (15Şapka giyme yasasının kabulünden hemen sonra, meclisteki muhalefetinden dolayı,, bütün basın Sakallı Nurettin Paşaya karşı cephe alımıştı.

Vakit, Akşam, Cumhuriyet gibi hükümet yanlısı gazeteler, manşetlerinde Sakallı Nurettin Paşa’ya yer vererek: “Mecliste İrtica Paşanın işi Ne?” (16), “Mürteci Mebus Sakallı Nurettin Paşa, İnkılabın değil, irticanın taraftarı olduğunu şapka görüşmelerinde bir kez daha otaya koydu.” (17), “Şapkayı değil fesi, yeniliği değil gericiliği, devrinden değil yobazlığı ve irticai müdafaa eden Nurettin Paşa’nın, Türk inkilap meclisinde yeri yoktur!”(18) gibi şiddetli hücumlarda bulunuyorlardı.

Gazetelerin bu haberleriyle, fes taraftarlarının hepsi mürteci ve neredeyse, cumhuriyet karşıtı düşünülerek “Vatan haini” ilan edilmiş oluyordu. Hangi mantıkla karşı çıkılırsa çıkılsın, şapka karşıtı olan herkes peşinen hain-i vatan addolunuyordu.

Şapkadan sonra gelenler

Şapka ile ilgili kanunun kabulünden hemen sonra da Tekke, zaviye ve türbelerin kapatılması kanunu ile, her türlü dinsel giysi, üniforma, dini nişan ve rütbe gibi hususların menini gerçekleştiren kanun da kabul edilmiş oldu:

Dipnotlar:

1)Paul Gentizen, Mustafa Kemal ve Uyanan Doğu, s. 99Beyoğlunun nadir şapkacı dükkanlarından birisi o yılların fes tamircisi sonradan “VAKKO” u.ye şöhret bulan yahudi asıllı Vitali Hakko’dan başkası değildir. Vitali Hakko kendisiyle yapılan bir röportajda, varolan zenginliğini Atatürk’ün şapka devrimlerine borçlu olduğunu açıkça dile getirmiştir.

2)Paul Gentizon, a.g.e. s. 100-109

3)Gazelle Costanlinople, 5 Ekim 1925, Paul Gentizan, a.g.e. s. 99

4)Paul Gentizon, a.g.e. s. 99-100

5)Cumhuriyet tarihinde böyle şeylerin olmuş olması, şu an 1988 Türkiye'sinde toplumun hiç bir kesiminde inandırıcı gelmeyebilir. Çünkü gerçekten bu akıl ve mantık dışı uygulamalar cereyan etmiştir. Hatta çoğu kereler İstanbulda “şapka”larca yakalanan “fes”liler karga-tulumba yapılarak, fesleriyle birlikte bazan Sarayburnunda, bazen Karaköy rıhtımından denize atılmışlardır! Zamanın halk içi ideolojik savaşıdır bu.

6)Paul Gentizon, a.g.e. s. 100

7)Paul Gentizon, a.g.e. s. 103

8)Paul Gentizan, a.g.e. s. 103

9)Halide Edib (Adıvar), “Diclatorship and Reforıns in Turkey”, Yale Revievv, 1929 Güz sayısı, s 30

10)Halide Edip Adıvar, a.g.e.

11)Mete Tunçay, a.g.e. s. 150

12)TBMM Zabıt Ceridesi, c. 19, s. 247-250

13)TBMM Zabıt Ceridesi, c. 19, s.250-260, Mahmud Goloğlu, Devrimler ve Tepkileri, s.

150-160, Ergun Aybas, a.g.e. s. 193-194

14)TBMM. 2.C., c.19, s. 247-26415Düstur, c.7, s. 108, Kanun No: 671

16)Ergun Aybars, a.g.e. s. 295

17)Cumhuriyet, 2 Aralık 192518)Vakit, 1 Aralık 192519)Cumhuriyet, 2 Aralık 1925
 
Top