Psikolog ve iletişimci olarak tanıdığımız Prof. Dr. Üstün Dökmen tiyatro oyunu ve şiir yazıyor, yeni televizyon programı ile yeniden karşımıza çıkmaya hazırlanıyor.
Prof. Dr. Üstün Dökmen aynı anda birçok işi başarıyla yürüten ve içindeki çocuğu kaybetmemiş bir profesör. Küçük Şeyler kitabı ile uzun süre liste başında yer alan ve hayatımızdaki küçük şeylerden mutluluk reçetleri çıkartan Üstün Dökmen bir yandan da birçok şirkete artık kurumsal bir çatı altından eğitimler veriyor. Uzun vadede mümkün olduğunca bilimsel çalışmalarını azaltıp roman ve oyun yazmak istediğini söyleyen Dökmen, her zamanki samimi ve keyifli anlatımıyla sorularımızı yanıtladı.
2005 yılında kurmuş olduğunuz Üstün Dökmen Yaşam Boyu Gelişim ve Eğitim Akademisi'nden bahseder misiniz?
Ben 10 yıldır bireysel olarak çalışıyorum. Bireysel olarak özel sektöre ise ücretli, kamu kuruluşlarına, derneklere ücretsiz konferanslar ve seminerler veriyorum. Fakat bireysel çalışmak kurumsallaşmaya engel oluyordu ve kurumsallaşmak, bir kurum çatısı altında olmak istedik. Bu nedenle Üstün Dökmen Yaşam Boyu Gelişim ve Eğitim Akademisi adı altında bir şirket kurduk. Okullara, özel sektöre iletişim alanında, yönetim becerileri alanında, liderlik alanında eğitimler veriyoruz.
Sizce şirket içindeki iletişim çatışmalarının zararları daha çok ne yönde oluyor?
Öncelikle biz çatışmaları sıfıra indirmek istemiyoruz, bunu belirtmeliyim. Sıfır çatışma mümkün değil iyi de değil. Bir miktar çatışma aileyi de, ülkeyi de, bireyi de ileriye götürür. Çatışmalar iki ana açıdan zararlı oluyor. Birincisi, bireyleri üzüyor, yıpratıyor, rahatsız ediyor ve enerjisini tüketiyor. İkincisi ise, kişiler arası çatışmalar yüzünden şirket de zarara uğruyor.
Bunu azaltmak için ne yapmak gerekiyor?
Pek çok şey yapmak gerekiyor. Öncelikle bütüne bakmak gerekiyor, iki kişi arasındaki çatışmayı çözmek yeterli değil. Bir şirket fazla çatışma yaratıyor ve diğer şirket yaratmıyorsa bunun nedenlerine bakmak gerekiyor. Şirketin terfi sistemi iyi olmayabilir, iş çok olmasına rağmen eleman sayısı az olabilir. İkincisi, sistemi düzelttikten sonra kişiler yine çatışıyor olabilirler. Bu da kişilerin kendilerinden kaynaklanabilir. O zaman da çatışma çözme grupları oluşturulabilir. Biz uzlaşma, çatışma çözmeyle ilgili eğitimler de veriyoruz.
Özel hayat ile iş hayatı birbirinden kesin çizgilerle ayrılabilir mi, nasıl bir denge sağlanabilir?
Genelde insanlar işyerindeki hayatları ile özel hayatlarını birbirinden çok ayıramıyorlar. Kişinin bedeni işyerinde ama aklı evde olabiliyor ya da tam tersi. Bu iyi bir şey değil. Tabii ki sıfır etkileşim olması beklenemez. İşte ciddi bir sıkıntınız varsa evde buna üzülebilirsiniz bu çok doğal ya da çocuğunuz hastaysa işyerinde aklınıza gelecektir. Bunlar bir ölçüde doğal fakat aşırı olduğu zaman zarar vermeye başlar. Kişi işte verimini kaybeder ve özel hayatındaki yaşama verimi de düşer. Genelde ruh sağlığınız yerindeyse evle işi pek karıştırmasınız. Ruh sağlığınız yerinde olmadığı zaman fazla alıngan, fazla hassas olabilirsiniz. Ev halkından biri ya da iş arkadaşlarınızdan biri bir şey dediği zaman da alınabilirsiniz.
Son zamanlarda sıkça sözü edilen bir kavram var, mobbing (yıldırma, ofis içi psikolojik şiddet)...
Mobbing kavramı dünyada vardı fakat Türkiye'ye yeni geliyor. Örgüt depresyonu kavramını da Türkiye'de yeni telaffuz ettik. Mobbing yani yıldırma olayında insanlar çalışkan ve başarılı birine yükleniyorlar ve onu işini yapamaz hale getiriyorlar. Onu mesleki yönden yetersiz algılıyorlar. Yıldırmaya uğrayan kişinin zedelenmesi büyük oluyor, ciddi olarak tedavi görmesi gerekiyor. Burada şirket de zarar görüyor, iyi bir elemanını kaybediyor ve o kişiyle uğraşan diğerleri de enerjilerini kendi işlerine veremiyorlar. Yıldırma olayı şirketlerde telaffuz edildiğinde çatışmalar biraz azalacaktır.
Yıldırma hep vardı ama adı konulmamıştı sanırım...
Evet adı yoktu. Aynı şey hiperaktif kavramı için de söz konusuydu. Önceleri yerinde duramayan çocuklara yaramaz deniliyordu fakat daha sonra hiperaktif kavramının ortaya çıkmasıyla çocuklar uzmanlara götürülmeye başlandı. Burada da bir kavram gerekiyordu.
Bir de işyeri fobisi kavramı var. Bunu siz ortaya attınız değil mi?
Köpek fobisi, asansör fobisi, okul fobisi var işyeri fobisi neden olmasın. Dünya ve Türkiye için yeni bir kavram işyeri fobisi. Bazı insanlar işyerine giderken ayaklarının geri gittiğini ve kendilerini kötü hissettiklerini söylerler, böyle bir kavram var. Nedenleri ise ani terfilerin kaygı yaratması, becerebileceğinizden daha zor bir makama gelmeniz ya da işe uygun seçilmemişseniz, o işin insanı değilseniz işten korkar hale gelmeniz olabilir. Yıldırmaya uğrayan kişilerde de işyeri fobisi ortaya çıkabilir.
"Elemanınızda, çocuğunuzda, öğrencinizde bir beceri geliştirmek istiyorsanız iltifat etmelisiniz. Çalışana maddi manevi iltifat etmek gerekiyor. Sırf sırt sıvazlamak da yetmiyor, sadece karnını doyurmak da."
Ödüllendirme ve takdir sistemlerinin gerekliliği konusunda ne düşünüyorsunuz?
Küçük Şeyler kitabımda da bahsettiğim gibi eskiden denirmiş ki “Marifet iltifata tabidir.” Elemanınızda, çocuğunuzda, öğrencinizde bir beceri geliştirmek istiyorsanız iltifat etmelisiniz. Çalışana maddi manevi iltifat etmek gerekiyor. Sırf sırt sıvazlamak da yetmiyor, sadece karnını doyurmak da. Bazen çok iyi ücret alan kişiler insiyatifini kullanamayabiliyor, tatminsizlik duyabiliyor, daha az para aldığı bir işe geçebiliyor. Maddi ve manevi iltifat bir arada olmalı. Ödül de mutlaka olmalı.
Akademik geçmişinizden bahseder misiniz?
İlk ve orta öğrenimini Erzurum'da tamamladım. 1971 yılında Ankara'da Cumhuriyet Lisesi'ni ve daha sonra Hacettepe Üniversitesi Psikoloji Bölümü'nü bitirdim. Aynı bölümde master yaptım. 1986'da doktoramı Psikolojik Danışma ve Rehberlik alanında yaptım. 1988'de doçentlik, 1995'te profesörlük derecesini aldım. Halen Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi'nde öğretim üyesiyim.
Yaptığınız işleri kısaca özetler misiniz?
Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesinde hocayım, bilimsel çalışmalar yapıyorum. Kamu kuruluşlarına ve özel sektöre eğitimler, seminerler veriyorum. Komşu Köyün Delisi adlı bir oyun yazdım, 1995 yılında Yunus Emre Tiyatro Ödülü'nü aldı, yaklaşık 360 kez oynandı. Son 5 yıl içerisinde 100'e yakın kolej, okul, dernek bunu oynadı. Ayrıca daha oynanmadı ama yayımlanmış iki tiyatrom daha var. Bilimsel kitaplarım Sanatta ve Günlük Yaşamda İletişim Çatışmaları ve Empati, Yarına Kim Kalacak? Evrenle Uyumlaşma Sürecinde Varolmak, Gelişmek, Uzlaşmak, Küçük Şeyler adlarını taşıyır. 3 tane şiir kitabım var. TRT'de Mutluluğun Anahtarı Küçük Şeyler isimli bir program yaptım.
Bu program çok ilgi topladı, buna benzer bir projeniz var mı?
Küçük Şeyler TRT'de 4 yıl boyunca yayınlandı. Üç kuşağı bir araya getiren ender programlardan biri oldu. Bu programın etkili olmasına çok mutluyum. Yeni bir televizyon programı yapacağım. Küçük Şeyler'den farklı bir program olacak, masallar anlatacağım. Bu bittikten sonra da Büyük Şeyler adlı bir program yapmayı düşünüyorum. Çocuklar ve gençler için bir program olacak.
"Şu anın farkındaysanız eğer yaşıyorsunuz ve mutlusunuz demektir. Küçük şeylere dikkat eden insanlar bunlardan mutlu veya mutsuz olmayı öğrenebilir. Bazıları bardağın yarısı boş diye üzülmeyi, bazıları da yarısı dolu diye sevinmeyi öğrenmiştir. "
Özel hayatınızda pozitif olmayı ve anlattıklarınızı uygulamayı başarabiliyor musunuz?
Beni tanıyanlar genelde çok pozitif biri olduğumu söylerler. Ama tabii benim de moralimin bozulduğu zamanlar oluyor. Anlattıklarımı uygulayıp uygulamadığımı merak ediyorlar. Yüzde 95 uyguluyorum, bu çok iyi bir sayı. Eşim ve kızlarım da uyguladığımı söylüyor. Anlattıklarıma büyük ölçüde uyan bir hayat yaşıyorum.
Yeni projeleriniz var mı?
Seminerler devam edecek. Uzun vadede bilimsel çalışmaları iyice azaltmak ve tiyatro ve roman yazmak istiyorum. Bahsettiğim gibi yine bir televizyon programı yapacağım.
İşleriniz içinde en severek yaptığınız nedir?
Üniversitede öğrencilerimle psikodrama yapıyorum bu çok keyif verici oluyor. Bir de büyük gruplara konferans vermek çok güzel.
alıntı
röportaj : Pelin Körfez
Prof. Dr. Üstün Dökmen aynı anda birçok işi başarıyla yürüten ve içindeki çocuğu kaybetmemiş bir profesör. Küçük Şeyler kitabı ile uzun süre liste başında yer alan ve hayatımızdaki küçük şeylerden mutluluk reçetleri çıkartan Üstün Dökmen bir yandan da birçok şirkete artık kurumsal bir çatı altından eğitimler veriyor. Uzun vadede mümkün olduğunca bilimsel çalışmalarını azaltıp roman ve oyun yazmak istediğini söyleyen Dökmen, her zamanki samimi ve keyifli anlatımıyla sorularımızı yanıtladı.
2005 yılında kurmuş olduğunuz Üstün Dökmen Yaşam Boyu Gelişim ve Eğitim Akademisi'nden bahseder misiniz?
Ben 10 yıldır bireysel olarak çalışıyorum. Bireysel olarak özel sektöre ise ücretli, kamu kuruluşlarına, derneklere ücretsiz konferanslar ve seminerler veriyorum. Fakat bireysel çalışmak kurumsallaşmaya engel oluyordu ve kurumsallaşmak, bir kurum çatısı altında olmak istedik. Bu nedenle Üstün Dökmen Yaşam Boyu Gelişim ve Eğitim Akademisi adı altında bir şirket kurduk. Okullara, özel sektöre iletişim alanında, yönetim becerileri alanında, liderlik alanında eğitimler veriyoruz.
Sizce şirket içindeki iletişim çatışmalarının zararları daha çok ne yönde oluyor?
Öncelikle biz çatışmaları sıfıra indirmek istemiyoruz, bunu belirtmeliyim. Sıfır çatışma mümkün değil iyi de değil. Bir miktar çatışma aileyi de, ülkeyi de, bireyi de ileriye götürür. Çatışmalar iki ana açıdan zararlı oluyor. Birincisi, bireyleri üzüyor, yıpratıyor, rahatsız ediyor ve enerjisini tüketiyor. İkincisi ise, kişiler arası çatışmalar yüzünden şirket de zarara uğruyor.
Bunu azaltmak için ne yapmak gerekiyor?
Pek çok şey yapmak gerekiyor. Öncelikle bütüne bakmak gerekiyor, iki kişi arasındaki çatışmayı çözmek yeterli değil. Bir şirket fazla çatışma yaratıyor ve diğer şirket yaratmıyorsa bunun nedenlerine bakmak gerekiyor. Şirketin terfi sistemi iyi olmayabilir, iş çok olmasına rağmen eleman sayısı az olabilir. İkincisi, sistemi düzelttikten sonra kişiler yine çatışıyor olabilirler. Bu da kişilerin kendilerinden kaynaklanabilir. O zaman da çatışma çözme grupları oluşturulabilir. Biz uzlaşma, çatışma çözmeyle ilgili eğitimler de veriyoruz.
Özel hayat ile iş hayatı birbirinden kesin çizgilerle ayrılabilir mi, nasıl bir denge sağlanabilir?
Genelde insanlar işyerindeki hayatları ile özel hayatlarını birbirinden çok ayıramıyorlar. Kişinin bedeni işyerinde ama aklı evde olabiliyor ya da tam tersi. Bu iyi bir şey değil. Tabii ki sıfır etkileşim olması beklenemez. İşte ciddi bir sıkıntınız varsa evde buna üzülebilirsiniz bu çok doğal ya da çocuğunuz hastaysa işyerinde aklınıza gelecektir. Bunlar bir ölçüde doğal fakat aşırı olduğu zaman zarar vermeye başlar. Kişi işte verimini kaybeder ve özel hayatındaki yaşama verimi de düşer. Genelde ruh sağlığınız yerindeyse evle işi pek karıştırmasınız. Ruh sağlığınız yerinde olmadığı zaman fazla alıngan, fazla hassas olabilirsiniz. Ev halkından biri ya da iş arkadaşlarınızdan biri bir şey dediği zaman da alınabilirsiniz.
Son zamanlarda sıkça sözü edilen bir kavram var, mobbing (yıldırma, ofis içi psikolojik şiddet)...
Mobbing kavramı dünyada vardı fakat Türkiye'ye yeni geliyor. Örgüt depresyonu kavramını da Türkiye'de yeni telaffuz ettik. Mobbing yani yıldırma olayında insanlar çalışkan ve başarılı birine yükleniyorlar ve onu işini yapamaz hale getiriyorlar. Onu mesleki yönden yetersiz algılıyorlar. Yıldırmaya uğrayan kişinin zedelenmesi büyük oluyor, ciddi olarak tedavi görmesi gerekiyor. Burada şirket de zarar görüyor, iyi bir elemanını kaybediyor ve o kişiyle uğraşan diğerleri de enerjilerini kendi işlerine veremiyorlar. Yıldırma olayı şirketlerde telaffuz edildiğinde çatışmalar biraz azalacaktır.
Yıldırma hep vardı ama adı konulmamıştı sanırım...
Evet adı yoktu. Aynı şey hiperaktif kavramı için de söz konusuydu. Önceleri yerinde duramayan çocuklara yaramaz deniliyordu fakat daha sonra hiperaktif kavramının ortaya çıkmasıyla çocuklar uzmanlara götürülmeye başlandı. Burada da bir kavram gerekiyordu.
Bir de işyeri fobisi kavramı var. Bunu siz ortaya attınız değil mi?
Köpek fobisi, asansör fobisi, okul fobisi var işyeri fobisi neden olmasın. Dünya ve Türkiye için yeni bir kavram işyeri fobisi. Bazı insanlar işyerine giderken ayaklarının geri gittiğini ve kendilerini kötü hissettiklerini söylerler, böyle bir kavram var. Nedenleri ise ani terfilerin kaygı yaratması, becerebileceğinizden daha zor bir makama gelmeniz ya da işe uygun seçilmemişseniz, o işin insanı değilseniz işten korkar hale gelmeniz olabilir. Yıldırmaya uğrayan kişilerde de işyeri fobisi ortaya çıkabilir.
"Elemanınızda, çocuğunuzda, öğrencinizde bir beceri geliştirmek istiyorsanız iltifat etmelisiniz. Çalışana maddi manevi iltifat etmek gerekiyor. Sırf sırt sıvazlamak da yetmiyor, sadece karnını doyurmak da."
Ödüllendirme ve takdir sistemlerinin gerekliliği konusunda ne düşünüyorsunuz?
Küçük Şeyler kitabımda da bahsettiğim gibi eskiden denirmiş ki “Marifet iltifata tabidir.” Elemanınızda, çocuğunuzda, öğrencinizde bir beceri geliştirmek istiyorsanız iltifat etmelisiniz. Çalışana maddi manevi iltifat etmek gerekiyor. Sırf sırt sıvazlamak da yetmiyor, sadece karnını doyurmak da. Bazen çok iyi ücret alan kişiler insiyatifini kullanamayabiliyor, tatminsizlik duyabiliyor, daha az para aldığı bir işe geçebiliyor. Maddi ve manevi iltifat bir arada olmalı. Ödül de mutlaka olmalı.
Akademik geçmişinizden bahseder misiniz?
İlk ve orta öğrenimini Erzurum'da tamamladım. 1971 yılında Ankara'da Cumhuriyet Lisesi'ni ve daha sonra Hacettepe Üniversitesi Psikoloji Bölümü'nü bitirdim. Aynı bölümde master yaptım. 1986'da doktoramı Psikolojik Danışma ve Rehberlik alanında yaptım. 1988'de doçentlik, 1995'te profesörlük derecesini aldım. Halen Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi'nde öğretim üyesiyim.
Yaptığınız işleri kısaca özetler misiniz?
Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesinde hocayım, bilimsel çalışmalar yapıyorum. Kamu kuruluşlarına ve özel sektöre eğitimler, seminerler veriyorum. Komşu Köyün Delisi adlı bir oyun yazdım, 1995 yılında Yunus Emre Tiyatro Ödülü'nü aldı, yaklaşık 360 kez oynandı. Son 5 yıl içerisinde 100'e yakın kolej, okul, dernek bunu oynadı. Ayrıca daha oynanmadı ama yayımlanmış iki tiyatrom daha var. Bilimsel kitaplarım Sanatta ve Günlük Yaşamda İletişim Çatışmaları ve Empati, Yarına Kim Kalacak? Evrenle Uyumlaşma Sürecinde Varolmak, Gelişmek, Uzlaşmak, Küçük Şeyler adlarını taşıyır. 3 tane şiir kitabım var. TRT'de Mutluluğun Anahtarı Küçük Şeyler isimli bir program yaptım.
Bu program çok ilgi topladı, buna benzer bir projeniz var mı?
Küçük Şeyler TRT'de 4 yıl boyunca yayınlandı. Üç kuşağı bir araya getiren ender programlardan biri oldu. Bu programın etkili olmasına çok mutluyum. Yeni bir televizyon programı yapacağım. Küçük Şeyler'den farklı bir program olacak, masallar anlatacağım. Bu bittikten sonra da Büyük Şeyler adlı bir program yapmayı düşünüyorum. Çocuklar ve gençler için bir program olacak.
"Şu anın farkındaysanız eğer yaşıyorsunuz ve mutlusunuz demektir. Küçük şeylere dikkat eden insanlar bunlardan mutlu veya mutsuz olmayı öğrenebilir. Bazıları bardağın yarısı boş diye üzülmeyi, bazıları da yarısı dolu diye sevinmeyi öğrenmiştir. "
Özel hayatınızda pozitif olmayı ve anlattıklarınızı uygulamayı başarabiliyor musunuz?
Beni tanıyanlar genelde çok pozitif biri olduğumu söylerler. Ama tabii benim de moralimin bozulduğu zamanlar oluyor. Anlattıklarımı uygulayıp uygulamadığımı merak ediyorlar. Yüzde 95 uyguluyorum, bu çok iyi bir sayı. Eşim ve kızlarım da uyguladığımı söylüyor. Anlattıklarıma büyük ölçüde uyan bir hayat yaşıyorum.
Yeni projeleriniz var mı?
Seminerler devam edecek. Uzun vadede bilimsel çalışmaları iyice azaltmak ve tiyatro ve roman yazmak istiyorum. Bahsettiğim gibi yine bir televizyon programı yapacağım.
İşleriniz içinde en severek yaptığınız nedir?
Üniversitede öğrencilerimle psikodrama yapıyorum bu çok keyif verici oluyor. Bir de büyük gruplara konferans vermek çok güzel.
alıntı
röportaj : Pelin Körfez