• Merhaba Ziyaretçi.
    "Yapay Zeka Objektif " Fotoğraf Yarışması başladı. İlgili konuya  BURADAN  ulaşabilirsiniz. Sizi de bu yarışmada görmek isteriz...

SAMİ DÜNDAR - /// (MICROSOFT % SUPERONLINE HACK)

yilmaz27

Ne Mutlu Türküm Diyene
Site Yetkilisi
Süper Moderatör
BENİM İÇ GÖRÜNÜŞÜM
MEDYATİK - SOSYETİK - KALBURÜSTÜ DENİLENLERİN
IŞILTILI DIŞ GÖRÜNÜŞLERİNİN
YARATILDIĞI YERDEN YARATILMIŞTIR,
VE
"GİZLİ SUSUZLUKLARIYLA HİLE KAZANINI ANDIRAN"
O DÜNYADA,
ASLINDA AŞAĞIDA KALIVERİNCE KARŞIMDA
"ÜSTÜN SANIRKEN KENDİNİ"
MEDYANIN O ŞAAŞALI KİŞİSİ;

İÇİMİ DÖKÜVERİNCE ORTALIK YERE,
"ONA TANIDIK GELİŞİMLE"
TAMAMEN KENDİNİ GÖRÜR,
AMA,
BİR YANDAN DA İÇİMDEKİLERDE YOK OLUR!

KAPILAR MI?

KALMAZ KAPALI KAPI FALAN,
HEPSİ KARŞIMDA EL PENÇE DİVAN DURUR...



***









2003'ün bitmek üzere olduğu, 2004'ün insanoğluna merhaba mesajları gönderip durduğu dönemlerde ayrıldı Balyem'den DevilofHacker, ve günlerinin mahalle kahvesinde sabahları dahil olduğu tavla - pişti partileri dışındaki her anını içerek - internette sörfleyerek geçirmeye başladı…




"Türkiye'li Noel Baba" manşetini atmıştı Ulusal gazetelerden birisi ve ilgisini çekti bu sıradışı adam.

Çünki gazetenin haberine göre, Wall Street Journal'e bile kapak olmuştu zamanında.

Ünlü ve eski bir organizatör olduğunu - 1999 depreminde Gölcük donanma Komutanlığı'ndaki şölenleri yaptıktan hemen sonra yedi kat yerin altında kaldığını - öldü sanılarak bir ceset torbasına yerleştirildiğindeyse, Erol isimli dikkatli biri sayesinde "gözünün seyirdiğinin" farkedilmesiyle çok uzun bir operasyon - rehabilitasyon aşamasını da inatçı kişiliğiyle "ölür - ayağa kalkamaz" lakırdılarına rağmen atlatıp, hayata dörtten fazla elle saralandığını da yazıyordu haberde.

Gazeteyi bitirmeden kahveden çıktı,
eve gitti,
adamın email adresini
ve başkaca neyi varsa hepsini hackledi…


12.12.2005 23:22:58 HACK'LENDİM...

Kısa bir süre önce "devilofhacker" kod adlı bir Türk hacker tarafından tüm sitelerim ve MSN dahil tüm maillerim hack'lendi...

Önce çok sinirlenmiş olmama rağmen kısa bir süre sonra benimle temasa geçen devilofhacker, sanal ortamın güvensizliğini bana detaylarıyla anlattı.

Kitabımı okuduğunu ve bana asla hiç bir zarar vermeyeceğini ifade etti fakat önceleri pek inanmak istemedim. Oysa anladım ki aslında benim hayatımdaki tüm şifrelere sahipti ve gerçekten de yasa dışı hiç bir şey yapmıyordu.

Üstelik istediği her sanal ortama kolaylıkla girebildiğini de ispatladı. Onun ulaşabildiği yerler gerçek niyeti kötü olan bir internet korsanın eline geçse belki de dünyayı yerinden oynatacak eylemler olabilirdi.

"Niçin" dedim, "niçin yasadışı bir şey yapmıyorsun?"
"Abi" dedi, "ben adam gibi adamım, herhangi bir banka veya güvenliğe ihtiyaç duyan bir şirket beni işe alsa dünyadaki hiç bir hacker bu firmaya zarar veremez. Defalarca iş başvurusunda bulunmama rağmen kimse beni ciddiye almadı."

"Peki" dedim "ben senin için ne yapabilirim?"
"Hiç bir şey" dedi, gururundan taviz vermeyerek.
"Sen merak etme abim" dedi, "bundan sonra güvenliğin benden sorulur..."

Çok duygulandım aslında ama belli etmemeye çalıştım.
İki nedenle duygulanmıştım;
1. Türk gencinin dünya çapında bir hacker olması
2. Tam bir Türk gibi mert bir adam olması.

Şimdi sizlere bu yürekli ve dahi adamın bana düştüğü notu aynen yayınlıyorum.

DoH'un da "aman vermez ve takip edilemez" bir hacker olduğunu tüm ekip olarak günlerdir peşine düşmemize rağmen IP adresi üzerinden, zerre iz bulamayışımızdan sonra kabullenip, bu mesajı websiteme koydum. Eminim ki kısa süre sonra da O, bana ait olan herşeyi geri vererek sözünde duracaktır."





hæCq is My Life Style !
Mesaj yazmadan önce 2 kere DÜŞÜN !!!!
"AkıLLı" bir KADIN isen, (Henüz Rastlamadım !) Sorun YOk...------------------------------------
UmuTLaRIM VarDI BeNiM De!
Son TreNe BiNiP GiTTiLeR, AcIMaDaN!--------------------------------------------------------------
Turks are The BEST !
Best of Fucker !
DeViL oF hæCqé®
icq : 119941
MSN : devilofhacker@hotmail.com
¯²ºº5¤efsane¤²ºº5¯ _(¯`._ hæCqé® _.´¯)_

***
DoH'a düşman olarak, işi ondan öğrenmeye kadar getirenlere baktığımızda, hepsinin ortak özelliğinin, DoH'la aralarındaki erdem - bilgelik - işbilirlik alanlarındaki farkın, hiçbir zaman ve koşulda, en azından paralel konuma bile gelemeyeceğini hissetmeleriyle, "çaresizliklerine haykırış" olduğunu görürüz.

O ya da bu konumda, öyle ya da böyle, kündeye getirip de yenilgiye uğrattığı Sıradan Ölümlü'lerin kendisine diş bilemelerine kıçıyla gülerdi DoH, Ve, "- Azıcık akıl olsa beyninizin kıvrımlarında, ve öngörüleriniz de yeterince sağlıklı olsa, o aşamadan sonra beni kazanmaya ve dost edinmeye uğraşırsınız.

Haa, sorsan ki yaşadığımız atışmalardan önce size; zeki - becerikli - kılıcı da tartısı da keskin ve adil olan bir adamın canciğer arkadaşı - abisi - kardeşi olabilmek için, sözümona nelerinizi feda etmezsiniz.

Gerçekten akıllı olsanız, bunu, sizi tuş eden kişi için de istersiniz!" derdi.

O gün bu söylemlerine "Sami Dündar gibi" yi de ekledi.

Çünki O bunu becermişti…


28 Ocak 1978'de, Conneticut'ta, New Haven'de hizmete giren ilk telefon santralinde operatörlük yapan George Willard,

aboneleri birbirine bağlarken, telefon ilk açıldığında "Ahoy-Ahoy" diye sesleniyorken, daha sonraları bu kelimenin "Alo" ya dönüşerek bütün dünyaya yayılacağını kesin bilmiyordu;

ama;

Sami Dündar'ın, geçmişte cezaevinde yatmışlığının kattığı bir etkiyle "derinleşip derinleşmediğine karar verilemeyecek" bir akılla, mesela, Türkiye'ye ilk havai fişeği getirecek, mesela çocuklar için ulusal bir kulübe dönüşen etkinliğe ilk adımı atabilecek, sosyallik konusunda geride bıraktığı yıllar yüzünü günbegün soldururken, derinliğiyle sürekli övündüğü gözlerine "ilklerin zeki adamı" manasıyla birlikte iş hayatındaki başarıları da eklenince; ruhunda kıpraşıp duran hazinenin kişiliğine kazandırdığı güzelliği sezmemek için aptal olmak gerekirdi.

Hele de 17 Ağustos sonrasında "ölüm" 'e okkalı bir tekme atarak "kendisiyle boy ölçmeye kalkışına bin pişman edişi" şapka çıkarmaya aslında yeterdi.

SD'nin ölüme attığı öyle bir tekmeydi ki; insanları su - yemek - uzuvlarının sıhhati - aldığı oksijen - ruh vs.'nin ayakta tutup da yaşattığını sananlar da bu tekmeden nasiplerini alıyorlar.

Çünki, günde iki kez doğru vakti gösterebilen durmuş bir saatin diğer zamanlardaki yanlışlığından daha fazla yanılıyorlar. Gerçek olan; ne ve neye göre olursa olsun, insanı, "inançlarının" yaşattığıdır.

Ve, çekip gitmek - yok olmak isteyen insanı da, en iyi, kendisinin kandırabileceği, ve bu dünyadan koparabileceğidir. İşte bu tip erdemleri barındıran bir olgunluktaki SD Sıradan Ölümlü'lerden kesinlikle farklıydı ve hacklendiğinde bu farklılığı ile hareket etti. Belki de yine bir ilki yaptı…

DoH'la Hasan'ın kaynaştığı ilk dönemlerde, ondan çok daha ileride olan bilgeliklerle, bazı konularda onu rahatça tuş edebilecek durumda olan SÖ'ler vardı. Sırf yenilmemek için de DoH, bir plan yapmaz, harekete geçmezdi. Fakat onları da elbette "imrenilip, geçilmesi gereken rakipler" hanesine yazardı.

Tamam, haklı ve hatta haksız bile olsalar, inançlı - bilinçli - artniyetle açıktan açığa veya sinsi hesaplarla da olsa, bu rakiplerin neden DoH tarafında olmadıklarını da zamanla en iyi şekilde öğrenmişti, ama, en büyük dersi ona Sami Dündar (SD) vermişti.

O gün DoH ondan çok büyük bişey öğrendi : SD yenilmişti - çaresizdi - şaşkındı fakat ne yapıp ne edip DoH'un başarısını önce kabul sonra da alenen takdir ederek, "DoH'un abisi" sıfatını alana, ve DoH onun yanında yeralana kadar didindi.

SD'nin ömürlük çıkar ve kazanımları da böylelikle gelmişti.

Çünki, hızla ilerleyen dostlukları boyunca,
MSN'de yaptıkları sohbetlerde birçok kez,

"- Beni, senin yazdığın ve maceralarının içinde benim de olduğum kitap kurtaracak DoH" şeklinde dile getirmişti…

Okan Bayülgen başta olmak üzere birçok sanatçıyla kanka olmasına,

Ezel Akay gibi uluslar arası bir yönetmenle ortak şirket yönetmelerine,

tiyatrocu Volkan Severcan gibi bir ustanın en yakın arkadaşı olmasına rağmen,

depremden sonra hep ters giden işlerinden ve ekonomik olarak belini hiç doğrultamamasından dolayı söylerdi böyle.

DoH da abisine hep, "- Tamamdır, günü-vakti gelsin de" derdi.

Çünki DoH'un kitap yazmasına, yani 40'lı yaşlarına daha çok vardı, ama, bu arada dostluklarını da sanaldan çıkarıp gerçek yaşama taşıyabilirlerdi.

Pılısını pırtısını toplayan DoH, SD'nin henüz açtığı ve sadece internette yayın yapan "Haberposta" gazetesine katkıda bulunmaya, yine SD'nin olan "Fikir Klübü" isimli şirketine çalışmaya gitti…

Becerilerine sanalda birebir şahit olduğu, ama, yanındayken de görmek istediği DoH'un; spiritüel görüşe göre "tekrar ete girmek - tekrar bedenlemek - tekrar doğmak" manasına gelen reenkarnasyonu, aynı bedenine geri dönmeyi başararak yaşayan ve bunu da "Herşeyin Bittiği Yerden" isimli kitabında detaylarıyla anlatan Sami Dündar;

Fikir Kulübü'ndeki bütün bilgisayarlara yapılan her işin - basılan her tuşun - yazışmaların tamamının kendi mail adresine her saatbaşı düzenli olarak geldiğini gördüğünde;

bazı çalışanlarının başka çalışanlara kendi hakkında yazdığı hakaret içerikli cümlelere de rastlamasına rağmen, DoH'a teşekkür etmişti.

Çünki DoH'un yazılımı, bilgisayarı çok çok iyi bilen mühendislerce dedect edilmesine rağmen ele geçmiyor, Windows başta olmak üzere bilinen bütün güvenlik programlarını atlatabiliyordu…

O günlerde SD çok popülerdi çünki kitabı yeni yayımlanmıştı.

SD'nin ilginç anılarını okuyanlar onunla tanışmak için çırpınıyor, o da DoH'u bazı istemedikleriyle "- Al beni ceset torbasından çıkaran Bandırma'lı Erol'la sohbet et" deyip sanki Erol'muşcasına onlarla tanıştırıyordu MSN'de.

İşte bu okurlardan biriydi ESSE.

Gençken çok da güzel olan, ülkenin en büyük üniversitelerinden mezun olmuş zeki bir kadındı. DoH'la yazışmaya başladıklarındaysa oldukça kiloluydu ve DoH, yıllar sonra Çin'de kendi şirketini bile kuracak olan Esra'nın zekasına hayran olsa da, onun çok ısrar etmesine ve açıkça istemesine rağmen yatmadı onunla. Canı çekmedi.

Fakat MSN'de laf lafı açıp da lezbiyen bir ilişkisi olduğunu, sevgilisinin de zenci olduğunu söylediğinde Esse, DoH irkildi.

Zenci bir kadınla sevişmek, yaşamındaki yapılması gerekenlerden biriydi.

Onu da çağırırsa, yatağa üçlü olarak girerlerse sevişebileceklerini söylediğinde DoH, Esra hemen tamam dedi.






Zaman ve mekanı kararlaştırıp buluştular ama her ne hikmetse, o koca dudaklı - kara derili zenci hatun, Esra'nın telefonla sürekli aramasına rağmen birtürlü gel-e-medi Kozyatağı'ndaki eve.

Oyalandığını ve kandırıldığını düşünen DoH, geceyarısını çoktan geçtiğinde saat, Esra'nın halasına ait evi sarhoş halde ve kendisine engel olmaya çalışan Esse'yi de hırpalayarak terkettiğinde, hem üzülmüş hem de içerlemişti.

Çiseleyen yağmurda yürürken caddelerde, aklına geldikçe veya gözüne çarptıkça yuttuğu B-C-D ya da daha fazlasının kompleksinden oluşan vitamin haplarını düşündü DoH. Bunlar fiziği için gerçekten işe yarıyor, güçsüz yanlarını olması gerektiği seviyeye çekiyor, onu dirileştiriyordu. Üstelik doz aşımında vücut, ihtiyaçtan fazlasını dışarı atıyordu.

Sonra ruhu aklına geldi. Acaba onun vitamini neydi?

Buldu :

İnsanı yaşatan ve hayatın içinde tutan ruh'a takviye olarak verildiğinde ne gibi pozitif etkileri olduğu veya olacağı tam kestirilemese de, doz aşımlarında dışarı asla atılmayan ve hatta doyum noktası bile olmayan, günün her saatinde çalakaşık ve habire kullanılabilen, çoğunlukla da kötülerin işine yarayp emeklerine yağ süren yegane değer, tek ruhsal vitaminin adı "Ümit" idi.

Esse de bir zenci ile birlikte olabileceği ümidini verdiği sarhoş DoH'u aklınca eve atıp sevişmeyi ummuştu, ama, onu hiç tanımıyordu. DoH o evden apar topar çıktığı günden önce de "tecrübe ettiği her olayı ve kayda değer yaşanmışlıkları" en ince ayrıntılarına varana dek belleğinde saklasa da; yine kendisinin söylemiyle "unutabildiği her kötü anı biraz daha uzun süre canlı tutar insanı" felsefesinin ışığında;

bu hatıraların boğazına vargüçleriyle saralanmış ve onu boğmaya çalışan birçift güçlü kola dönüşmemeleri için maksimum çabalar harcar, tölare ederdi.

Şimdi de öyle yaptı ve "bir zenci kadınla" sevişme arzusunu hemen öteledi…

Günlerini Fikir Klübü - HaberPosta - Antikacı İbrahim Civelek'in Kadıköy Moda'daki evi arasında geçiriyordu DoH.

İbrahim Civelek Sami Dündar'ın ortağı ve arkadaşıydı.

İçki ve sigara düşmanı bir yeşilaycı olmasına rağmen SD'yi kırmamış, DoH'u evine almıştı.

Üstelik üçü birleşip teknoloji ve bilişim şirketi kuracaklarından,

SD'yle zaten ortak olduklarından,şu yarı sarhoş hacker'a evini açmıştı işte İstiklal Caddesi Atlas pasajının en popüler Hediyelik Eşya Satıcısı İbrahim Civelek.

DevilofHacker HaberPosta'ya gidip gelirken, SD'nin, birçoğu ünlü ve sosyeteden olan arkadaşlarıyla da tanışıyordu.

Yine birgün, haber merkezlerinin takip edildiği onlarca 37 ekran TV ve bir o kadar da PC bulunan salonda otururlarken, Doğan Medya Grubu'nun Bilişim Müdürü - Sami Dündar ve gazetenin çalışanları da oradayken; konu Hasan'ın engin bilgilerine geldi dayandı.

SD'nin öve öve bitiremediği Hasan'a, ABD'den yeni transfer edilmiş olan Cool Bilişim Müdür'ü "- Sıradan User'ları herkes hackliyor. Günümüzde çoluk çocuk bile hackler oldu birader. Mesele ciddi işlere imza atabilmekte, bu bağlamda ne yapabilirsin?" dediğinde;

DoH'un "- Microsoft nasıl bir iş, seni tatmin eder mi?" yanıtına bıyık altından gülmüş, hatta içinden de onu hakir görecek bir kahkaha atmıştı. Atmıştı da, bilmediği - anlayamadığı - anlayamayacağı şeyler vardı...

Bedeni saran "deri", envai çeşit gaz ve alaşımlarını geçirmez.
Daha ilginci su geçirmez.
Işık - nem - rüzgar - kuraklık veya soğuk da her zaman hücum eder derimize ama, o bütün inceliğine rağmen, altında barındırdığı "ıslaklık değişimleri" sayesinde eskimez.


Evet, eskiyip gitmez.

Altında sıvı ve yağ ocakları vardır onu her daim canlı ve dünyanın "negatif etkilerini savuşturan" bir yapıda tutan. İnsan derisi bedenin iç dünyasını dışarıdan soyutlamak görevini üstlenmiş ve bunu da layıkıyla yapan bir gardiyan gibidir. Herkesin bildiği "sinir sistemi" daha habersizken birçok şeyden, deri, bütün dışsal verileri işleyip, anında, beyin dahil ilgili tüm organlara aktarabiliyor, ve kişinin bu yöndeki sağlıklı durumlarının tamamı, derisinin hassasiyet ve kalitesine bağlı.

Fakat, deri, sağlık kalitesi ne derece düşük olsa da, bunu büyük ölçüde başarır.
Hüsrana uğradığı tek varlık VİRÜS'tür.

İnsanın; virüsün kötü etkilerine karşı dirençli olması - kuvvetli ve dengeli tutumlar sergilemesi, nefes sisteminin öncesinde, derisinin becerikli ve sağlam oluşuna bağlıdır.

Fakat şartlar ne olursa olsun, virüs denen o son derece küçük ve tehlikeli varlıklar deriden içeri rahatça girerler…


Alınan bütün donanımsal ve yazılımsal önlemlere rağmen DoH'un, güvenlik duvarlarının tümünü kolayca aşması da derinin virüsler tarafından aşılmasına benzer.

Gaz - Su değildir ki deri onu engelleyebilsin.

Sızdığı sistemlerin mevcut kan dolaşımını zerre kadar sekteye uğratmadan 3-4 saat durdurur, ve zaten bu da vücuda zarar vermez.

Sonra da, mesela, böbreği yerinden söker, masanın üzerine 1 saat kadar bırakır, sonra da onu yerine takar.

Böbrek bedenden ayrılıp da, birsüre, beslenme kaynağı olan kan'dan uzak kalsa da, herhangibir bozulmaya uğramaz, ve yerine tekrar takıldığında normal çalışmasına devam eder.


Ancak insan beyni öyle değildir. Beyin, özellikle kanla taşınan oksijene müthiş ihtiyaç duyar, hassastır. 20 dk.'lık ayrı kalış, onu mutlak surette öldürür.

İşte DoH sistemler arasında cirit atarken, birsüre ayırmak zorunda kalırsa sistemin beynini ortamdan, değil 20 dk., belki saatlerce sonra bile herşeyi eski haline getirip, alacağını alıp - yapacağını yapıp gittikten sonra, o "kurban sistem" sekteye hiç uğramadan işlemeye devam eder. DoH'un kendi bünyesindeki geçici varlığından da hiç haberi olmamıştır.

İçeriye, insan derisini kolayca aşıveren bir virüs gibi sızmış, bir ordinaryus misali çalışmalarını yapmış, bir yel esintisi gibi de çekip gitmiştir…

İşte o bilişim müdürümüz, DoH'un 15-20 dk. içerisinde, yukarıda anlattığımız çabalardan daha az enerji - bilgi tüketimiyle Microsoft'un çok yüksek maaşlar ödeyerek istihdam ettiği sorumlu bilgisayar ve sistem mühendislerinin gözlerinin içine baka baka, Web Sunucuları - Etki Alanı Denetliyicisi (Domain Controller) olarak çalışan dizin hizmetleri sunucuları ve DNS (Domain Name System) ya da DHCP (Dynamic Host Configuration Protocol) hizmeti suann "altyapı sunucularının" güvenliğini aşarak;

bunu da;

çok değişik Modi Operandi kullanarak veya verdiği komutlara uyması için daha önceden boyun büktürülmüş (hacklenmiş) binlerce PC'den, hedef seçtiği Microsoft'a diğer kişilerin erişiminin engellenmesi yoluyla (DDOS - Distrubuted Denial of Service) yapabileceğini Haberposta Gazetesinin ofisinde bulunanlar başta olmak üzere yakın coğrafi bölgelerdeki herkesin "System is a down!" yazısıyla karşılaşabileceğini hiç ummamış, aklına bile getirmemişti.


Yine oradaki bütün insanların, başta kendisi ve SD olmak üzere, "istese, belki de tüm www ağını koca bir mezarlığa çevirebilir mi yani şu "gerçekten de bu dünyadan değilmiş" havasındaki adam?" şeklinde düşünmelerini sağlayabileceğini hesaba hiç katmamıştı.
Sadece şapka çıkardı.

Gerek duymasa da çoğu zaman, bu tip sidik yarışlarına real dünyada da girerdi DoH ama üstünde fazla durmazdı…

Yine birgün; DevilofHacker Fikir Kulübü'nün toplantı salonunda demlenirken inceden inceye, kendi odasında ulusal çapta işler yapan birini ağırlayan SD, "- Seni biriyle tanıştırmak istiyorum" diyerek adama, DoH'u çağırdı.

Adam bilişimciydi ve SD'den çok paralı bir işin "olur"unu almaya çalışıyor, firmalarının ne derece güvenli ve güncel oluşunu anlatıyordu.

Sohbetin biryerinde, "- Mesela senin kardeşin Hasan bile, çok süper bir bilgisayarcı olmasına rağmen, üstüne üstlük serverlerimizin IP'sini bile versem, bizim sistemlerimize ulaşamaz, zarar veremez" diyerek, DoH'u güldürmüş, ve SD'yi de "bu adamı küçümseme" edaları ile yüklü bir sidik yarışına sokmuştu.

SD o bilişim firmasının sahibiyle çata çat bir iddialaşmaya girerken, DoH'un sadece tebessüm ederek susuşunun ardında, geçmişte ve özellikle de öğretmenlik yaptığı dönemlerde, her kim olursa olsun "doğru yöntemle" eğitildiğinde doğruyu bulup yanlışı bırakacağına bir zaman için gönülden inandığını, fakat, ahmak insan için tavsiye - öğüt - kinaye - feyz gibi şeylerin "iyisinin olmayacağını" anladığında, gereksiz boy ölçüşmelerden kaçmanın en iyi yol olduığunu bilişinin yattığını fark edemiyordu.

SD'nin misafirle iddialaşmaları, DoH pek ilgi göstermese de, Host Parkındaki bütün serverların IP'lerini küçük bir kağıda yazıp, kahvesini de içerek ofisi terketmesiyle son buldu…

İbrahim Civelek - Sami Dündar - DevilofHacker üçlüsü olarak açacakları şirketten;

İstiklal Caddesi Baro(Balo) sokakta ofis ve ev kiralamış olmasına rağmen, Türkiye'nin iş ve turizm merkezi sayılan Taksim'de ticari anlamda çok büyük işler yapabilecekken, "yaşam felsefesine ters düşüş" gibi bir nedenin de bulunduğu bahaneleri öne sürerek; vazgeçip; Balıkesir'e dönmüştü DoH.

Sonuçta, SD ile birşeyleri sanal ortamda 7/24 iletişim halindeyken de halledebilir, gerçek bir işyerine gerek duymayabilirdi.

SD ile olan birlikteliklerindeki sorunlardan en önemlisi ise;

O'nun, çevresindeki herkese çok büyük sözler verdiğini - hemen her konuda çok yükseklerden attığını - olur olmaz haksızlıklara gereken öfke ve tutumunu açıkça gösterdiğini, ama, iş gerekenin yapılmasına dayanınca kılını bile kıpırdatmayışını, depremden sonraki travmalara bağlayışıdır DoH'un.

Bu yapısıyla zaten uzun vadeli bi iş hayatını paylaşamazlardı.

Çünki SD eylem yeteneğini Gölcük'teki o binaların altında bırakmış,
bu dünyaya ise sadece eski fikir ve alışkanlıkları kalmıştı...

Balıkesir'deki rahat günlerinin birinde, ziyaretine gittiği Bekir'le çay içerlerken onun ofisinde, telefonu çaldı DoH'un.

Açtı.

"- Numaranı Sami Dündar'dan aldım Allah'ın belası piç! Neden yaptın, neden bütün serverlarımızı hackledin? Üstelik backup (yedekleme) ünitelerimizi de yerlebir etmişsin. Kendini bize böyle ispatlamak zorunda mıydın, mahkemede görüşeceğiz lan seninle, bittin sen!!!" şeklinde yarı ağlar yarı haykırır biçimde beddualar ve hakaretler savuruyordu telefonun öbür ucundaki adam.

"- Ben yapmadım! Serverlarına ben dokunmadım. Küfür etmeyi kes!" deyip kapadı telefonu DoH. Ardından SD'yi arayıp olan biteni anlattı ve numaramı ona buna verip durma abi diye söylendi.

Konuyu merak eden ve konuşmalara kulak misafiri olan Bekir "- N'oluyo?" diye sorduğunda, yaşananları duyduğunda "- Yapabileceğinden eminim de, sen mi yaptın?" şeklinde yönelttiği yeni sorusuna da,

"- Sanal ortamda, 'Ulan ne biçim adamsın - ne abuk subuk - ne tutarsız - ne gamsız - ne acımasız bir mahlukatsın? '- diye soranlara, hiç düşünmeden hemen soru ile yanıt veririm Bekir abi :

Hani ben DoH'um ya; Tanrı'nın zulmü - cezaları - yıkım ve tarumar edişleri "kimlere ve nerelere" ulaşmaz söyle? Beni de yuvarlamış yerlere - bulamış çamurlara - gazaba uğrattıklarının sadece "Ceza" kısmıyım ben, ve suçları beni ırgalamaz!" diyerek cevap vermiş, mevzu hakkındaysa Evet ya da Hayır dememişti.

Hem SD hem de Bekir, o Süper Host Parkı'nı delip delmediğini hiç bir zaman öğrenemedi DoH'un…

Herkesle ve herşeyle alay ederdi ama kendisiyle didişmekten aldığı keyfi de hiçbirşeyden almazdı DoH.



Hatta derdi ki; bana benzeyen birine rastlarsam, anında vururum!

Bacak bacak üstüne atmış, elinde bira, önünde kıymetli laptop'u, yarı sarhoş ve bulanık bir bakış, alnında bir dahinin derin çizikleri varken "kendi bilgisayarını" bile hacklemeyi düşünmüştü birkeresinde.

Öyle ya, Microsoft dahil becermişti.

Yaptığı her saldırı mükemmele varan sonuçlarla biterdi. Sanal saldırıları da aşkları gibi çoşkulu ve özenli olur, mutlaka da amaca uygun son bulurdu.

Düşünce - görüş - öngörüleri herkeslerden farklı, pişmanlık - öfke - nefreti de en uçlardaydı. Ancak görünüşü, asla, beyin - ruh ikilisinin heybetine uymazdı.

Liseli genç bir voleybolcuya benzerdi.

Kadınların etkilenip kendisiyle ilgilenmeleri de hiç önem arzetmezdi.

Onu yakından tanıyanlar, aşırı küstah ve alabildiğine bencil bulurlardı.

Oysa; insanlara olan güvensizliklerini gizlemek maksadıyla "bilişim sanatındaki ustalığıyla" övünür görünmesi, aşırı duygu - duyarlılık yüklü oluşuna karşı da kalkan gibi kullandığı "kırıcı tavırlarıyla" gerçekten de öyle görünürdü…

DoH'un, elini attığı her işten yüzdeyüz başarıyla çıkışının belki de tek açıklaması vardır; sözkonusu işlerin SÖ'lerce kabul edilmiş ve geçer akçe sayılan "zenginlik - iş hayatı - sanat" gibi şeyler olmadığını belirterek konuya açıklık getirelim.

Bu bağlamda, Tanrı'nın bütün kutsal kitaplarda bahsettiği gibi bir "Arı"dır DoH.

Nasıl ki; bal denilen sihirli içkinin sahibi, yeryüzündeki çiçeklerin hükümdarıysa ve onların özlerini insanlara şifa olsun diye "plan ve projeleri" zerre kadar gecikme yaşamadan, ve gözle yakalanamaz çeviklikteki bir hızla emip - toplayıp, sonra da midesine kurulu kazanlarda kaynatıp;

yine binbir hesap ürünü olarak tasarlanmış altıgen kaplara kusar, ve bu çalışmaları da bütün kısacık yaşamı boyunca, denizler ötesi - dereler berisi demeden - şöyle bir soluklanayım diye bir yaprak altını gölge edinip de uzun uzadayı da dinlenmeden - sürekli vızıldayıp da hiç mızmızlanmadan yapıyorsa, ve SÖ'lere hem örnek hem de esaslı bir doktor oluyorsa;

DoH da arının hız - özen - cesaret - becerikliliği oranında, UTP veya Fiberoptik hatlar üzerinde SÖ'lerin hiçbir zaman erişemeyeceği bir kabiliyetle yol alıp,

birçok password'u birçok yöntemle devirip,

SÖ'lere dersler vererek uyandırıp, onlara "bal'a benzer hayat iksirlerini" empoze eder…

Kendi kendini bile "kötü" bulan biri olmasının yanısıra;

"DoH gerçekten kötü karakterli yahu!" diyenlere sormak lazım :

Arı'nın bal taşıyan bedeninin en ucunda,
bir tane de can yakan iğnesi yok mu?..



***alinti KElimelerin Sihirbazi
 
Top