• Merhaba Ziyaretçi.
    "Yapay Zeka Objektif " Fotoğraf Yarışması başladı. İlgili konuya  BURADAN  ulaşabilirsiniz. Sizi de bu yarışmada görmek isteriz...

Sabra ve Şatilla Katliamı

wien06

V.I.P
V.I.P
Bu katliamın birinci sorumlusu bugün İsrail işgal devletinin icra alanında birinci yetkilisi olan Ariel Şaron'dur. Ariel Şaron'un bir insan kasabı olduğunu bütün dünya biliyordu. Fakat buna rağmen siyonist seçici kitle onun saldırgan kimliğinin Filistin halkının direnişinin ezilmesi için kullanılması ve bu yolla bir psikolojik savaş yürütülmesi amacıyla onu devletlerinin başına geçirdiler. Şaron da kendisini iş başına getiren seçici kitlenin beklentilerini ve ümitlerini boşa çıkarmamak gayesiyle iş başına gelmesinin hemen ardından Filistin halkına karşı uygulanan şiddet ve vahşeti artırmaya çalıştı. Aynen Sabra ve Şatilla katliamında yaptığı gibi kundaktaki bebeklerden ayakta zor yürüyen seksenlik ihtiyarlara kadar bütün herkesi katletme konusunda sınır tanımaz bir saldırgan tavır içine girdi. Bu amaçla "nokta vuruşu operasyonları" adı verilen açıktan devlet suikastları silsilesi başlattı. Bu, devlet kisvesi altında yürütülen eşkıyalığın resmileştirilmesi anlamına geliyordu. Gerçi İsrail işgal devleti daha önce de benzer suikastları çokça gerçekleştirmişti. Fakat bu kez eşkıyalığı Bakanlar Kurulu'nun onayıyla ve bütün dünyaya ilan ederek, açıktan, dünya kamuoyunun gözleri önünde yürütmeye karar vermişti. Söz konusu operasyonlardan birinde "nokta vuruşu" yoluyla öldürülenlerden biri de üç aylık Ziyauddin et-Tumeyzi idi. Üç aylık bebek Ziyauddin gerçekten tam "nokta vuruşu"yla, yakın mesafeden atılan tabanca mermileriyle alnından vurularak öldürülmüştü. Gerçi bu saldırının sorumluluğu "Yolların Güvenliği Örgütü" adıyla faaliyet gösteren yahudi terör örgütüne yüklendi. Ancak bu örgüt de Ariel Şaron'un fikirleri doğrultusunda oluşturulmuş ve onun yönlendirdiği bir özel tim olarak çalışıyordu. Zaten Şaron bu tür çirkin saldırılarda ve katliamlarda kendi rolünü gizleyebilmek için perde arkasından işi kumanda etmeyi tercih etmektedir. Sabra ve Şatilla katliamında da öyle yapmıştır. Bu katliamda kendisi Lübnan'daki İsrail işgal kuvvetlerinin baş komutanıydı. Katliamı planlaması için IDF adlı siyonist terör mekanizmasının şefi olan General Rafael Eitan'ı görevlendirmişti. Bu general Şaron'un emrinde ve güdümündeydi. Ama Şaron'la direkt irtibatını gizlemeye çalışıyordu. General Eitan katliamın yürütülmesi ve organize edilmesi işini Lübnan'daki Hıristiyan Falanjistler adlı terör örgütüne ihale etti. O zaman bu terör örgütünün liderliğini Semir Ca'ca yapıyordu ve bu kişi İsrail işgal kuvvetlerinden alacağı siyasi ve maddi desteğin hatırına katliamı organize etme ve fiilen gerçekleştirme işini kabul etti. O da katliamda görevlendirilecek hıristiyan falanjist militanları organize etme ve başlarında durarak katliam işini bizzat komuta etme görevini falanjist gaddar Eli Hubeyka'ya verdi. Eli Hubeyka adlı gaddar da etrafına topladığı Falanjist militanlarla katliam işini gerçekleştirdi.

Bu özet bilgileri verdikten sonra şimdi katliamla ilgili bazı ayrıntılı bilgileri aktaralım.

Öncelikle şunu ifade edelim ki siyonist işgal rejiminin geçmişi hep zulüm, işkence ve katliamlarla doludur. Sabra ve Şatilla katliamı da her ne kadar Lübnanlı Falanjist militanlar tarafından gerçekleştirilmiş olsa da yukarıda da ifade ettiğimiz üzere o dönemde Lübnan'ı işgal altında tutan siyonist işgal güçlerinin gözetiminde ve istekleri doğrultusunda gerçekleştirilmiştir. Bu husus Lübnan yönetiminin olayla ilgili tüm araştırmalarında belgelendiği gibi İsrail işgal devleti tarafından da itiraf edilmiş ve bu yüzden Ariel Şaron, İsrail işgal devleti ordusundaki görevinden azledilmiştir. Ne var ki işgal devleti Şaron'un katliamdaki sorumluluğunu doğrudan bir sorumluluk olarak değil de "ihmal" olarak nitelemiştir. Oysa Şaron'un sorumluluğu sadece bir ihmal değil doğrudan katliamı planlama ve Falanjist militanlara ihale ederek gerçekleştirilmesini sağlama sorumluluğuydu. Eğer öyle olmasaydı o zaman katliamın gerçekleştirildiği mülteci kamplarını sıkı bir gözetim ve denetim altında tutan İsrail işgal kuvvetlerinin haberi ve bilgisi olmadan böyle bir şeyin gerçekleştirilmesi mümkün olamazdı. Ama ne yazık ki o zaman iş olsun diye ordudaki görevinden azledilen Şaron daha sonra siyasi yollardan İsrail işgal devletinde çok daha etkili makamlara oturmayı başarmıştır ve bugün de bu devletin başbakanlığını yürütmektedir.

Sabra ve Şatilla katliamının insanlık tarihinin şahit olduğu katliamların en vahşilerinden biri olduğunu söyleyebiliriz. Katliamın gerçekleştirilmesi işe şöyle oldu: İşgalci siyonist askerler 16 Eylül 1982 tarihinde Filistinli mültecilerin kaldığı ve Lübnan'ın başkenti Beyrut'un güneyinde bulunan Sabra, Şatilla ve Burc el-Beracine kamplarını buralarda ikamet edenlerin herhangi bir yere kaçmalarını önleyecek şekilde kuşatmaya aldılar. Arkasından Lübnanlı hıristiyan Falanjist milisler siyonist askerlerin gözetimi altında kamplara girerek büyük bir katliam gerçekleştirdiler. Lübnan hükümetinin açıklamasına göre bu katliamda toplam 991 kişi öldürüldü. Bunlardan sadece 328 kişinin kimliği tespit edilebildi. Saldırganlar öldürdükleri kişilerin cesetlerini tanınmaz hale getirdiklerinden çoğunun kimliği tespit edilemedi.

Katliam sonrasında hazırlanan raporlarda ifade edildiğine göre 16 Eylül 1982 akşamı katliamı gerçekleştiren falanjist milislerden biri söz konusu kampları kuşatma altında tutan siyonist güçlerin subaylarından biriyle irtibat kurarak, yanında 45 kişinin olduğunu bunlar hakkında ne yapacağını sordu. Siyonist subay: "Tanrının istediğini yap" cevabını verdi. Raporda bildirildiğine göre falanjist milis aynı soruyu ikinci kez sorduğunda siyonist subay: "Onlar hakkında ne yapılması gerektiğini çok iyi biliyorsun. Bir daha bu hususu bana sorma" cevabını verdi. Bu cevap siyonist askerlerin falanjist milislerle önceden anlaştıklarını, onlara gerekli talimatı verdiklerini ve sadece dünya kamuoyu önünde kendilerini temize çıkarmak için bir gerekçelerinin olması amacıyla bu katliamı kendi elleriyle gerçekleştirmekten kaçındıklarını bütün açıklığıyla göstermektedir.

Sabra ve Şatilla katliamlarının birinci sorumlusu olan Şaron aynı zamanda 12 Ekim 1958 tarihinde gerçekleştirilen ve siyonist vahşetin önemli cürümleri arasında yer alan Kibya katliamının da sorumlusuydu. Ariel Şaron bilindiği üzere, Sabra ve Şatilla katliamındaki rolü dolayısıyla "Beyrut kasabı" diye anılır.

Fakat ne kadar ilginçtir ki, siyonist işgalin sorumlularından biri kendilerinin çirkin yüzlerini gizlemek amacıyla, Türkiye'de bir televizyon programında: "Düşünün, Sabra ve Şatilla'da Araplar birbirlerini kesiyorlardı" ifadesini kullanmıştı. Dün Falanjist militanları Filistinli mültecilerin kamplarına sokarak onları öldürmeleri emri veren siyonist işgalciler bugün bu sözü söyleyebilecek kadar yüzsüzleşebiliyorlar.

Siyonist güçlerin 1982 Lübnan işgali esnasında gerçekleştirdiği tek katliam Sabra ve Şatilla katliamı değildir. Başkent Beyrut'a havadan yağdırdıkları bombalarla bu şehirdeki yüksek binaları içinde kalanların üzerlerine yıktılar. Bu işgalin ve saldırının gayesi sözde, o zaman Lübnan'a üs kurmuş olan FKÖ militanlarını oradan çıkarmaktı. Ama siyonist vahşet Lübnanlı - Filistinli, gerilla - sivil, kadın - erkek, çocuk - büyük, yaşlı - genç ayrımı yapmadan herkesi kuşattı. Ne var ki İsrail'in arkasında duran en önemli güç durumundaki ABD'nin yön verdiği dünyanın gözünde İsrail haklıydı! Çünkü kendisini rahatsız eden gerillaları oradan çıkarması gerekiyordu! Hiç kimse: "Peki öyleyse Beyrut'un merkezindeki şu on katlı binanın onuncu katında oturan zavallı Lübnanlının suçu ne?" diye sormadı. Çünkü: "Olabilirdi, savaşta bazen suçsuzlar ve siviller de ölebilirdi." Ama uluslararası siyonizmin şekillendirdiği kafalara göre bu anlayışın sadece siyonist işgalcilerin saldırıları açısından işletilmesi mümkündü. Siyonistlere karşı direnenlerin görünüşte sivil ama gerçekte silahlı olan kişilere karşı bir eylem düzenlemeleri halinde bile: "Bunlar sivilleri öldürüyorlar" diye bütün dünyanın ayağa kaldırılması gerekirdi.

1982'de Sabra ve Şatilla katliamını gerçekleştiren işgalci siyonistler Lübnan'ı hiçbir zaman rahat bırakmadılar. Başta çoğu kadın ve çocuk 108 kişinin öldürüldüğü Kana katliamı olmak üzere daha birçok katliam da siyonistlerin Lübnan topraklarında gerçekleştirdikleri katliamlardandır. Öte yandan Güney Lübnan topraklarında haksız bir şekilde tampon bölge oluşturarak buraya askeri yığınak yaptılar. Buradaki askeri üslerinden sürekli şekilde Güney Lübnan'ın sivil halkının üzerine bomba yağdırdılar. Bu saldırılarda çoğu kadın ve çocuklardan oluşan yüzlerce savunmasız sivil insan hayatını kaybetti. Örneğin 9 kişinin öldürüldüğü Sayda katliamında öldürülenlerin bazıları daha analarının kucaklarındaydılar. Bu küçük bebeklerin bazılarının kafaları atılan top mermileriyle kopmuştu. Aynı manzaraları, yani atılan füzelerle kafaları bedenlerinden koparılmış çocuk manzaralarını daha önce Kana katliamı esnasında da görmüştük. Bugün de Beyrut kasabı Şaron'un attığı mermilerle Filistin'de bebeklerin vücutları deliniyor, savunmasız insanların bedenleri parçalanıyor. Kana katliamını Şimon Peres, Sayda katliamını ise Netanyahu gerçekleştirdi. Bunların biri uzlaşmacı diğeri ise uzlaşmaz olarak gösterilenlerdi. Ama ikisinin de sicili saldırı, vahşet ve katliamlarla dolu. Filistin'de babasının arkasına sığınan Muhammed Cemal ed-Durre, Ehud Barak'ın döneminde ve yine onun emriyle: "İzle, siper al ve öldür!" ifadesiyle sloganlaştırılan çocuk izleme ve öldürme operasyonlarından birinde öldürüldü. Üç aylık Ziyauddin et-Tumeyzi de "nokta vuruşu operasyonları"ndan birinde alnından vurularak öldürüldü. Barak uzlaşmacı, Şaron ise uzlaşmaz, katı tavırlı olarak tanıtılmaktadır. Ama yaptıklarına, işledikleri cinayetlere baktığımızda bir fark göremiyoruz. Demek ki yok aslında birbirlerinden farkları! Ama biri uzlaşmacı görünerek diğeri de uzlaşmaz görünerek prim yapmaya, siyasi destek kazanmaya çalışıyor.


Kimse Sabra ve Şatilla katliamında ölen kurbanların gerçek sayısını bilmiyor
(Filistin Enformasyon Merkezi)

17 Eylül 1982, Beyrut’un güneyindeki Sabra ve Şatilla mülteci kamplarında İsrail’in silahlandırdığı “Hıristiyan Falanjist” güçlerin İsrail adına en vahşi katliamı sergilediği bir tiyatronun tarihiydi.

Yaklaşık 48 saat boyunca vahşi yamyamlar, kampın her tarafını, evden eve, bir kulübeden diğerine dolaşarak, masum insanları katlettiler, doğradılar ve tecavüz ettiler.

Kimse kurbanların gerçek sayısını bilmiyor; ancak çeşitli tahminlere göre katledenlerin sayısı 2000 ile 3500 arasında.

Tüyler Ürperten Vahşet

Katliamlar su katılmadık Nazi karakterini çarpıcı ve bir o kadar da bariz bir şekilde gözler önüne sermekteydi. İnsan cesetleri her yere dağılmış haldeydi. Elektrik şokundan kapkara hale dönüşmüş cesetler yanık kokuyor, elektrik kabloları halen cansız vücutlarının etrafında dolaşıyordu. Başları, kolları ve bacakları gövdelerinden ayrılmış cesetler oraya buraya dağılmıştı. Kadınlar korkunç şekilde tecavüze uğramıştı. Hatta ölüm anında uğradıkları kötülüğü kapatabilmek için üzerlerini örtebilecekleri bir bez parçası dahi yoktu.

Birçok kadın mutfaklarında yemek yaparken kurşunlanmıştı. Kafası kesilmiş altı bezli bir erkek bebek, katledilmiş iki kadının hemen yanında yerde yatıyordu. Katledilmiş bebekler bir yere yığılmış, cesetleri kararmış ve çürümeye başlamıştı. Sıcakta davul gibi şişmiş, kokuşmuş cesetler bir tepecik haline gelmişti. Tüm aileler katledilmiş, vahşete maruz bırakılmış ve kanları evlerinin duvarlarına sıçramıştı.

Yaşanan bu katliam Auschwitz’in (Yahudilerin soykırıma tabi tutulduğu yer) tekrar edilmesiydi. Burada değişen tek şey kurbanların çaresiz Filistinliler, vahşeti gerçekleştirenlerin ise Yahudiler olmasıydı.

Bu toplu katliam İsrail’in emri ve yönlendirmesiyle gerçekleştirildi. Çünkü canileri silahlandıran, onların kamplara girmesine izin veren, saat saat, dakika dakika katliamı izleyen İsrail ordusuydu. Yine gece yarısı İsrail ordusu kampları işaret fişekleriyle aydınlatıp daha fazla kurbanın yerini tespit edebilmeleri için katillere yardım etmişti.

Bu vahşet karşısında ne yapacağını şaşıran bazı mülteciler kaçmaya çalışırken, kampların etrafında Filistinlilerin kaçmasını engellemek için nöbet tutan İsrail işgal ordusunun belki bir nebze de olsa insanlık taşıdıklarını düşünerek onlardan merhamet dilendiler. Ancak bu mülteciler silahlı kontrol noktalarında İsrail köpeklerinin eliyle acımasız bir şekilde ölümle yüz yüze geldiler.

Medya’nın Dezenformasyon Taktiği

ABD’de yahudilerin kontrolünde bulunan medyanın da desteklediği Telaviv’deki İsrail hükümeti sorumluluktan kaçmak için medyanın da desteğiyle olayları saptırdı ve suçlamaları kabul etmedi. Ardından “Deir Yasin Katliamı”’nın kahramanı! İsrail Başbakanı Menahem Begin kendinden emin bir şekilde şunları söyledi: “Araplar Arapları öldürüyor, yaşananlarla ilgili olarak biz Yahudiler ne yapabiliriz?!”

Katliam yaşandığında ben, Carbondale’deki Kuzey İllinois Üniverstiesi’nde yüksek lisans tezimle ilgili çalışma yapmaktaydım. Amerikan medyasını izlerken katliama dair olayların verilişine dikkat ettim. Sözde, gündemi belirleyenler, yaşanan olaydan bahsetmek veya yüzlerce çaresiz mültecinin maruz kaldığı vahşice katliamdan söz etmek yerine ağırlıklı olarak İsrail’e ve Yahudilere karşı şiddetli bir “anti-semitik” saldırı olduğuna dair haberlere yer veriyorlardı.

Nazi benzeri uygulamalarla dolu siciline rağmen Nobel Barış Ödülü’yle taltif edilen, ahlaken çökmüş Begin, aslında Yahudilere karşı kanlı ve onur kırıcı orta çağ katliamının işlenmesine olanak tanımak için İsrail’le ilgili eleştirileri karşılaştırmaya kadar gitti. (İsrailli bir İtalyan tarihçi son günlerde bazı Avrupalı Yahudilerin Hıristiyan çocukları katlederek kanlarını tedavi amaçlı kullandıklarını iddia etti.)

İsrail’in Katliamdaki Önemli Rolü

Sabra ve Şatilla mülteci kamplarında yaşayan Filistinlilerin katledilmesi açık bir havada gümbürdeyen gök gürültüsü değildi. Bilakis çok titiz bir şekilde planlanmış ve İsrail ordusunca yönetilmişti. Özellikle Ariel Şaron katliamı yönetmişti ki kendisi büyük ihtimalle bu katliamın asıl mimarıydı. Amos Yaron gibi diğer İsrailli yetkililer de katliamın bu derece etkili olmasında oldukça kilit roller oynadılar. Şaron şimdi neredeyse iki yıldır derin bir komada yatıyor. Belki de Allah (c.c.) kendisini Yahudi milliyetçiliğine hizmet amacıyla öldürdüğü on binlerce masum insanın hayatına karşılık cezalandırıyor. Şaron ve Yaron ile birlikte bu vahşi katliamı bizzat yöneten Falanjist grubun komutanı Eli Hubeyka ise birkaç yıl önce Beyrut’ta suikast sonucu öldürüldü. Ancak Yaron ve diğer savaş suçluları halen adaletin sınırları dışında kalmış görünüyor. İnşallah hepsi cehennemde cezalarını bulurlar.

İşlenen katliam çaresiz Filistinlilere tek bir mesaj veriyordu. Siyonizm onları peşi sıra takip etmekteydi; ya toptan bunu kabul etmeyi seçecekler ya da toptan helak olacaklardı.

Katliamın ardından İsrail -tıpkı şimdi yapmakta olduğu gibi- Filistinlilere şunu söylemek istiyordu. Kendisi etnik temizlik ve bölgesel yayılmacılık hedeflerini gerçekleştirmek için Gestapo, SS ve Wehrmacht (II. Dünya Savaşı döneminde Almanya’nın muhtelif silahlı yapılanmaları) benzeri yapılanma ve uygulamaları tatbik etmekten kaçınmayacaktı.

Aslında Beyrut katliamında ve onun öncesinde ve sonrasında işlenen cinayetler; Siyonist İsrail rejiminin sahip olduğu Nazi karakterini yüksek sesle ikrar etmekte ve buna tanıklık etmektedir. Bunun sonucunda da geçmişteki ve şimdiki İsrailli politikacı ve askeri liderlerin, Adolf Hitler ve avanesinin soyundan gelen nefret dolu savaş suçluları olduklarını söylemek abes olmayacak.

Sabra ve Şatilla mülteci kamplarındaki katliamın bu denli büyük olması, 48 saati geçmeyen çok kısa bir süre içerisinde, bunca masum ve çaresiz insanın bir yerde acımasızca hayvanlar gibi doğranmasından kaynaklanmaktaydı.

İsrail’in Cani Yüzü

Bugün halen İsrail’in, içinde yüzlerce bebek ve çocuğun da bulunduğu binlerce masum Filistinliyi katletmekte olduğunu hatırlatmak zorundayız. Ne yazık ki alçak canilerin çoğu dışarıda geziyor ve yargılanmaktan çok uzaklar.

Canice riyakârlıkla göstermelik siyasi dürüstlüğü kendine maske edinmeye çalışan bir dünyadan adalet beklemenin saflık olduğunu biliyorum.

Ancak şu gerçeği üstüne basa basa açıkça belirtmek her zaman için önemlidir: Onların adaletten kaçmaları suçun olmadığı anlamına gelmemektedir. Bundan dolayı da insan vicdanı ilgilendiği müddetçe Sabra ve Şatilla’da, Gazze Şeridi’nde ve Batı Yaka’daki masumların katilleri hayatlarının sonuna kadar takip edilmesi ve izleri sürülmesi gereken aşağılık katiller olarak kalacaklardır.

Bir sözümüz de Filistin halkına. Canınızı garantiye alıp kurtulmaya çalışmayınız. Çığlık atan çocukları ve kadınları çağımızın Nazilerinden kurtarmak için hiçbir şey yapmayan ve sessiz kalan dünya, sizleri gelecek olan diğer bir katliamdan kurtarmak için acele etmeyecektir. Kendi kendinize bel bağlayınız; ne mücrim Amerikan hükümetine, ne de yalancı Avrupa’ya güveniniz. Ronald Reagan yönetimi de FKÖ (Filistin Kurtuluş Örgütü) güçleri Beyrut’tan geri çekildiğinde yapılan anlaşmayı takiben mültecileri koruyacağı sözünü vermemiş miydi?

Ve ne de Arap rejimlerine güveniniz… Ne de olsa onlar zaten Amerika’nın ucuz köleleri.

Halid Amayre



[alinti]
 

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
Sabra ve Şatilla Katliamı

Sabra ve Şatilla katliamı 16 Eylül 1982 tarihinde İsrail yanlısı aşırı sağcı Hristiyan Falanjist milislerin Batı Beyrut'ta Sabra ve Şatilla adındaki Filistin mülteci kamplarını basarak çocuklar dahil binlerce (700 ile 3500 arasındadır) kişiyi katletmesi olayıdır. Katliamda sonradan İsrail'in eski Başbakanlarından olan Ariel Şaron'un rolü olduğu bilinmektedir. BBC'ye göre İsrail Meclis Araştırma Komisyonu Sharon'u katliamdan dolayı dolaylı olarak sorumlu bulmuş, Sharon bunun üzerine Savunma Bakanlığı görevinden istifa etmiştir.

Katliamın gelişmesi

Beyrut'ta iki hafta (15-29 Eylül) süren İsrail işgalinin ikinci gününde (16 Eylül), Şaron'un, 2000 FKÖ üyesinin Sabra ve Şatilla kamplarında olduğunu ikinci kez duyurması üzerine İsrail tankları "uluslararası koruma altına alınmış" Beyrut'a doğru ilerlemeye başladı. Bu, Beyrut'ta kamplarda kalan FKÖ üyeleri meselesi daha sonraları Robert Fisk tarafından, alaylı bir ifadeyle "efsane" olarak nitelenecektir. İsrail askerlerinin bu manevrasını fotoğraflamak isteyen bir Fransız Birleşmiş Milletler yetkilisi meçhul bir sniper ateşiyle öldürüldü.

Olayın öncesinde Hıristiyan Falanj Milislerinin lideri Beşir Cemayel'in bir bombalı saldırı sonucu öldürülmesiyle Falanjistler, intikam fırsatı aramaya başladılar. Dönemin Savunma Bakanı Ariel Şaron'un emrindeki İsrail ordusunun açtığı yoldan ilerleyen Elie Hobeika komutasındaki Hıristiyan Falanjist milisler, Sabra-Şatila'da bulunan, ezici çoğunluğu çocuk, kadın ve yaşlılardan oluşan kamp sakinlerine saldırdılar. Kampta bulunan Filistinli mültecilerle Lübnanlı yoksullar silahsız ve savunmasız durumdaydılar. Falanjistlerin yanı sıra İsrail ajanı Said Haddad da saldırganlar arasındaydı. İsrail, katliamı durdurmak için hiçbir eylemde bulunmadı. Katliamlardaki rolü dolayısıyla Ariel Şaron Beyrut kasabı diye anılır.

Belçika'daki soruşturma

1982 Sabra ve Şatila mülteci kampındaki katliamdan kurtulmuş 23 kişi 18 Haziran 2001´de yaptıkları şikayet başvurusu ile, dönemin Savunma Bakanı (sonradan İsrail Başbakanı olan) Ariel Şaron´un ve dönemin İsrail Silahlı Kuvvetleri komutanı Tuğgeneral Amos Yaron ve diğer İsrail askeri görevlileri ve Falanjistlerin bu öldürmelerle bağlantılı olduklarını iddia etmişlerdir.

Belçika sorgu hakimi (juge d´instruction) Patrick Collignon, Sabra ve Şatilla katliamı ile ilgili cezai soruşturma başlattı. 15 Mayıs 2002´de, Falanj'ın bu katliamlar sonrası İsrail kuvvetlerinin denetiminde geniş çaplı operasyon yaptığı iddialarıyla ilgili olarak Belçika Temyiz Mahkemesi İddia Makamı, Belçikalı bir savcının Falanjistlerin gerçekleştirdiği bu eylemle ilgili cezai soruşturmayı yürütemeyeceği kararını verdi ve duruşmanın ardından, soruşturmanın Belçikalı savcılarca yürütülmesini durdurdu.[3]
 
Top