Peygamberler ve Çocukları...

Suskun

V.I.P
V.I.P
Peygamberler ve Çocukları...

İNSANLIK “İlk Baba” ile adım atmış hayata. O da Cennette. Allah, evvela “Âdem Baba”yı yaratmış insan olarak. Ondan da eşi Havva anamızı.

Cennet çile, ıstırap, dert yeri değil, ama “Âdem Baba”nın çilesi Cennette başlamış. İşe şeytan karışınca “yasak meyveden” yiyivermiş. Asıl vatanından gurbete çıkmış. Dünyaya gelmişler. Yıllarca tek başına dolaşmış yeryüzünde. Kendisi dünyanın bir köşesinde, eşi dünyanın öbür köşesinde. Sonunda Arafat’ta buluşmuşlar.

İlk çocukları Habil ile Kabil, “bir kız yüzünden” birbirine düşmüşler, Kabil Habil’i öldürmüş.

Garip bir tecelli. Düşünebiliyor musunuz, Peygamber babanın, ilk iki çocuğundan birisi katil, diğeri maktul oluyor.

“Âdem Baba”nın çilesi bin küsur sene sürmüş. Cennette yaratılmış, sonra dünyaya gönderilmiş. Cennete her şey önünde, bolca, sonsuz bir şekilde bulunurken, burada çiftçilik yaparak rızkını temin ediyor.

Kur’ân bu kıssayı, herhalde çoluk çocuğunun geçimini temin etmek için gece gündüz ter döken, çocuklarıyla imtihan olan veya müreffeh bir hayat içindeyken feleğin çarkları içinde kıvranan babalara bir örnek olması için sunuyor. Hiçbir baba “Âdem Baba” kadar zorluk yaşamamıştır, yaşayamaz da zaten.

İkinci “Baba Peygamber” Nuh Aleyhisselam. Tufan öncesi Hz. Nuh gemiyi inşa etti. Kendisine inananlar gemiye bindi. İnanmayıp gemiye binmeyenler arasında hanımı ile oğlu Kenan vardı. Gemi, dev dalgalar arasında seyre başladı, fakat Kenan gemiye yanaşmıyordu. Baba şefkati dile geldi: “Oğulcağızım, gel bizimle birlikte gemiye bin, kâfirlerden olma” diye yalvarıp yakardıysa da, oğul oralı olmadı.
Kenan, düşman safında yer almasına, Allah’a âsi olmasına, babasını tanımamasına rağmen, Hz. Nuh yine nezaket ve şefkati ihmal etmedi, “Yavrum, oğulcağızım, evladım” anlamında “yâ büneyye!” diyerek sürekli ona elini uzattı.
Kenan bütün teklifleri reddetti. Ama “Nuh Baba”, müşfik halini Rabbine arz etmekten geri durmadı, “Rabbim, oğlum benim ailemdendir” dediyse de, Yüce Allah, “Ey Nuh, o senin ailenden değildir. O kötü bir iş yaptı” buyurarak hükmünü verdi. Çünkü din bağı, kan bağının önüne geçiyordu. Verilen hükme boyun eğdi, Rabbinden bağışlanmasını diledi.

Evlad ve baba imtihanını yaşayan baba
“Ulü’l-azam” peygamberlerin başında yer alan, Rabbinden “peygamber evlad” istediği için yüzlerce peygamberin atası ve babası olan İbrahim Aleyhisselam baba-evlad, evlad-baba ilişkisinde mükemmel bir örnek ve müstesna bir önderdir.
O gerçek bir babaydı. Allah’tan salih bir evlad istedi, Cenab-ı Hak da kendisine ileri yaşlarında “yumuşak huylu bir oğul müjdesi verdi.” Fakat onu da kurban etme emri aldı. Konuyu anneden önce oğluna açtı, “Oğulcuğum, rüyamda seni kurban ederken gördüm. Buna ne dersin?” Hayatının baharında bulunan “salih oğul”, “Babacığım, sana emredileni yap!” sözleriyle tevekkülünü dile getirdi.
Baba “alttan” alıyor, “oğulcuğum” diyor, evlad boyun eğiyor, “babacığım” karşılığını veriyordu. Edebin, inceliğin, ve saygının kelimelere dökülüşü mest ediyor insanı.
Acaba hangi baba, biricik oğlunu kurban etme emrini alacak olsa, tereddütsüz eline bıçağı alır, hangi evlat babasının “seni kurban edeceğim” teklifine boynunu uzatır. İşte öyle babaya böyle bir oğul, böyle bir oğla da öyle bir baba. Birbirlerini nasıl da bulmuşlar?

İbrahim Aleyhisselamın evladıyla sınavı olduğu gibi, babasıyla da sınavı vardır. Kendisi Tevhid sembolü bir peygamber, babası da Firavun’un putçusu bir putperest. Sert, tavizsiz, kaba kuvvetten başka bir şey tanımayan bir adam.
Her seferinde eline ayağına düşerek, peşpeşe “Yâ ebeti” yani, “Babacığım, babacığım, ne olursun!” diye yalvar yakar babasını Tevhid’e davet ederken, baba olanca hıncıyla, “İbrahim, yoksa sen benim tanrılarımdan yüz mü çeviriyorsun? Eğer bundan vazgeçmezsen seni taşlarım” tehditlerini savuruyordu.
Ama oğul İbrahim, “Sana selam olsun” diyor, görevine devam ediyordu: “Senin için Rabbimden af diliyorum.” Ancak Cenab-ı Hak af dileğini kabul etmedi. Babasının Allah düşmanı olduğunu Rabbinden öğrenince o da ısrarından vaz geçti. Kulluk, evlatlığın önüne geçmiş, iman isyana galip gelmişti.

Gözü yaşlı baba
Hz. İbrahim’in torunu ulu bir peygamber var. Gözü yaşlı, kalbi hüzünlü, iliklerine kadar evlat acısını çekmiş, hasret ateşine yanmış, “Yusuf! Yusuf!” diye bağrına taş basmış, ama derdini Allah’tan başka kimseye açmamış baba-evlat güzellemesini bütün incelikleriyle yaşamış bir insan: Yakub Aleyhisselam.
Bir rüya ile başlar “Yusuf’un mâcerası”, “Babacığım, ben rüyamda gördüm ki,” cümlesiyle başlar ve “Babacığım, işte bu rüyamın yorumudur” sözleriyle biter.
Kenan illerinde yaşayan “Baba Yakub” ıstırabından gözlerini kaybeder, Ta Mısır’da ortaya çıkan Yusuf da, kardeşlerine, “Şu gömleğimi götürün, babamın yüzüne sürün de gözleri açılsın” diyerek gömleğini gönderir. “Ben Yusuf’un kokusunu alıyorum” sözleriyle babalığın zirvesini yaşayan Hz. Yakub, gömleği yüzüne sürer sürmez gözlerinin içi parlar.
Yusuf’u kuyuya atarak ortadan kaldırdıklarını sanan ve babalarına dünyanın her tür çilesini çektiren “Yusuf’unu kardeşleri”, babalarından özür dileyerek aflarını isterler. Çocuklarının bütün isyanlarını, tersliklerini ve huysuzluklarını anlayışla karşılayan “Yakub Baba”, “Sizin için Rabbimden af dileyeceğim” diyerek baba büyüklüğünü gösterir ve hepsini bağışlar.

Namus sınavı yaşayan baba peygamber
Bir “baba peygamber” daha var ki, çilekeş mi, çilekeş, dertli mi, dertli. Bir baba ancak bu kadar zor durumda kalır.
Sodom ve Gomore halkı eşcinsel bir sapkınlık içindedir. Kadınları bırakmışlar, erkeklere yönelmişlerdi. Yoldan geçen genç birisini görür görmez, peşine takılırlar, ondan vaz geçmezlerdi. Artık iş iyice ayyuka çıkmıştı. Bıçak kemiğe dayanmıştı. Cenab-ı Hak da, iki yakışıklı delikanlı kılığında Hz. Cebrail ile Mikail’i gönderdi. Bu iki melek Hz. Lut’a misafir oldular. Hz. Lut’un evine iki civanın girdiğini haber alan halk kapının önüne yığıldılar. Hz. Lut’tan misafirleri kendilerine teslim etmesini istediler.
Hz. Lut, o kadar zor durumda kaldı ki, ne yapacağını, ne edeceğini bilemez duruma geldi. Çaresiz kalmıştı. Misafirleri teslim etmesi mümkün değildi. Teslim etmese de, kapıda bekleşen gözü dönmüşleri susturamıyordu.
Sonunda gücü kendine ve ailesine yetti. Onlara kendi kızlarını teklif etti: “Ey kavmim, işte kızlarım. Onlar sizin için daha temizdir. Allah’tan korkun, beni misafirlerime rezil etmeyin” dedi. Bu sözleriyle kızlarını onlara nikahlamak istemişti, yahut onların verecekleri cevabı bildiği için böyle konuşmuştu. Zaten bu söze hiç kulak asmadılar. “Sen de biliyorsun ki, senin kızlarınla bizim bir işimiz yok” karşılığını verdiler.
Misafirler Hz. Lut’u daha fazla zor durumda bırakmamak için kimliklerini açıkladılar ve bu azgın kavmin beldesinin altını üstüne getirdiler.
İffet ve namus imtihanı ile karşı karşıya kalan babalar için Lut Aleyhisselamın bu durumu çok ibretlidir.
Ama bir baba var ki, gerçek “kız babası” odur. Kur’ân “Muhammed sizin erkeklerinizden hiçbirisinin babası değildir” diyerek onun sadece Fatıma gibi bir “Cennet güzelinin” babası olduğunu ima eder. Yeryüzünde iki “Âl” vardır: Birisi “İbrahim’in âl”i, diğeri de “Muhammed’in (a.s.m.) âl”i. Zaten onlara her namazda dua ediyoruz.
Onun hayatını adımız gibi bilmemiz gerektiğinden o güzel babayı sizin havsalanıza havale ediyorum. Veya müstakil bir yazıya başlık yapalım.
Her sene Haziran’ın bir gününde kutlanan “babalar günü” vesilesiyle bir “Baba yazısı” denemeye çalıştım. Ne mutlu baba peygamberleri örnek alan babalara!
 
Top