Patent başvurularında 24 yılın en büyük oransal düşüşü

Enda

Neylersin!!!
V.I.P
Türk Patent ve Marka Kurumunun verilerine göre; Türkiye'de 1995 yılından bu yana yerli ve yabancı 173 bin 890 patent başvurusu yapıldı. Yabancı firmalar 2018 yılında 2017 yılına göre başvuru sayısını yüzde 5 oranında artırırken yerli firmalar 1995 yılından buyana ilk kez oran olarak en büyük düşüşü kaydetti. Buna göre; yerli firmaların 2018 yılında patent başvuru sayısı yüzde 14,79 düşerek 7 bin 349 firma oldu.

Türkiye’de ve dünyada birçok vatandaş kendi buldukları fikirleri patentleştirip isim hakkını alıyor. Böylece alınan patentler ile projelerin izinsiz olarak üretilmesi, kullanılması veya satılması engelleniyor. Türk Patent ve Marka Kurumu’nun verilerine göre; 2018 yılında ilk kez yerli firmaların başvuru sayıları yüzde 14.79 düşüş kaydetti. Aynı yıl içerisinde yabancı firmaların başvuru sayısı yüzde 4.66 oranında arttı.

1995 YILINDAN BUYANA PATENT BAŞVURULARININ YILLARA GÖRE DAĞILIMI
Türkiye’de yerli firmaların patent başvuruları 1995 yılından bu yana istikrarlı bir şekilde artarken 2018 yılında en büyük düşüşünü kaydetti. 2017 yılında 8 bin 625 firma yerli patent başvurusunda bulunurken bu rakam 2018 yılında 7 bin 349’a geriledi. Yabancı firmaların başvurusunda ise ibre tam tersi yönde değişti. 2017 yılında yabancı firmalar tarafından 10 bin 658 başvuru yapılırken bu rakam yüzde 4,66 artarak 11 bin 155 oldu.
İşte Türk Patent ve Marka Kurumu’nun yayınladığı verilere göre patent başvuru sayılarının yıllara göre dağılımı;

75472


Lisansüstü seviyelerde eğitim gören öğrencilerin, yapılan çalışmalar ile patent almaya daha çok yöneldiğini ifade eden ve DHA’ya konuşan Prof. Dr. Nail Öztaş ise, “Toplam araştırma sayısından, kullanıcıya ulaşan son ürüne kadar gittikçe bir eleme süreci var. Türkiye bu girişimleri yaklaşık son 20-30 yıldır TÜBİTAK ve çeşitli kamu kuruluşları aracılığıyla finanse ediyor ve bunu bir kamu politikası olarak benimsedi. Çünkü AR-GE´ye para ayırmadan patent üretebilmeniz, telif hakkı olan ürünler üretebilmeniz mümkün değil” diyor.

ÇALIŞMALARI SONUNA KADAR TAKİP EDİYORLAR
Lisansüstü seviyelerde okuyan öğrencilerin çalışmaları ile patent almaya daha çok yöneldiğini belirten Prof. Dr. Öztaş, konuşmasını şöyle sürdürdü: “Yeni YÖK´ün üniversitelerden beklediği şeylerden biri AR-GE yönetimi. Bunu tamamlayan çok önemli bir unsur olan topluma hizmeti de yönetmemizi istiyor. Yani bu okulların tesadüfi bir şekilde yönetilmesini istemiyorlar artık. Her şeyden önce bir hedefiniz olacak´ deniyor. Dolayısıyla lisansüstü seviyelerdeki öğrencilerin tezleri, laboratuvar çalışmaları veya uygulamaları yoluyla yeni patentler, isim hakları veya sanatsal çalışmaları ortaya çıkıyor. Hem lisans hem lisansüstü seviyede hem de akademik personelin çalışmalarının yönetilmesi gerekiyor. Pek çok üniversitede olduğu gibi bizde de bilimsel araştırma projeleri uygulama merkezi, diğer araştırma ve uygulama merkezi, teknoloji transfer ofisi var. Ve bunların var olan öz kaynaklarıyla öğrencilerimize de araştırma kadrolarımıza da eğitim veriyoruz, yönlendirme yapıyoruz, maddi destek veriyoruz ve çalışmaları izliyoruz.”

“ÖĞRENCİLERİN İLGİ ALANLAR ÇOK FARKLILAŞTI”
Öğrencilerin ilgi alanlarının eski zamanlara göre çok farklılaştığını kaydeden Prof. Dr. Öztaş, “İnanılmaz fikirlerle gelen öğrencilerle karşılaşıyoruz ve çok keyif alıyoruz. `Geçirgen çimentoyla insanlığa belirli bir mesaj veren heykel yapmak istiyorum´ diyen öğrenci de geldi, İstanbul Kart´larda artan iade paralarının çeşitli hayır kurumlarına gönderilebilmesini mümkün kılan bir sistem üzerinde çalışan öğrenci de. Gastronomi bölümünde zaten 56 farklı ülkeden öğrenci olduğu için yeni karışımlar ve tatlar yapıyorlar, onlar da geliyorlar. Şimdi bazı öğrencilerimiz İstanbul Fest´e katılacaklar roket, uçan araba yapıyorlar” dedi.

“BU GİRİŞİMLERİN DESTEKLENMESİ KAMU POLİTİKASI HALİNE GELDİ”
“İlk önce yaptığınız araştırmanın, çalışmanın sayısının artması lazım” diyen Prof. Dr. Öztaş, “İkinci adımda ise bu araştırmalardan ne kadar sonuç elde edilebildiğine bakmak lazım. Bu çıktıların patent almaya ne kadar uygun olduğu, başka bir şeyin taklidi olup olmadığı bir sonraki aşama. Ve bu ürünlerin örneğin bir aileye kullanılabilir olarak erişip erişmediği de önem taşıyor. Bu sürecin sonunda çok doğal olarak daralan rakamlarla karşılaşıyoruz. Toplam araştırma sayısından, kullanıcıya ulaşan son ürüne kadar gittikçe bir eleme süreci var. Türkiye bu girişimleri yaklaşık son 20-30 yıldır TÜBİTAK ve çeşitli kamu kuruluşları aracılığıyla finanse ediyor ve bunu bir kamu politikası olarak benimsedi. Çünkü AR-GE´ye para ayırmadan patent üretebilmeniz, telif hakkı olan ürünler üretebilmeniz mümkün değil” ifadelerini kullandı.

“TÜRKİYE BÜYÜK BİR ÜRETİM MEKANI”
Yapılan başvuruların yüzde 62 yabancı firmalara ait oluşunu da değerlendiren Prof. Dr. Öztaş, konuşmasını şöyle noktaladı: “Türkiye bir cazibe merkezi, büyük bir pazar. Geliyorlar, yatırım yapıyorlar ve nitelikli insan gücünü kullanıyorlar. Dolayısıyla burada üretilen yeni çıktıların patentlenmesi söz konusu. Burası büyük bir üretim mekanı olduğu için bu üretim alanında piyasaya girecek ürünlerin Türkiye´de de patentlenmesi onlar için önem taşıyor. Ayrıca Türkiye´nin patentlere sağladığı cömert destekleri de düşününce insanları buraya çekmiş oluyorsunuz.”
 
Top