Z?YUT
(Zeyt. C.) Yağlar.
ZA
(-Zây) f. " Doğuran" anlamına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Nâdire-zâ $ : Nâdir şeyler yapan, bulunmaz şey meydana getiren.
ZA
Zı harfinin bir adı. "Zâ-yı mu'ceme" de denir. Noktalı olduğundan dolayı " : tı" harfinden ayırdetmek için bu isim verilmiştir.
ZA
Sâhib, malik, erbab, ehil mânalarında olup, "Zî" ve "Zû" şeklinde de kullanılır. (Müennesi "Zât" dır)
ZA
Bu, şu mânalarına gelir. Ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Hâkezâ: Bunun gibi, böyle.
ZA
Ze harfinin adı.
ZAAF
(Bak: Za'f)
ZAAL
Şâdlık, neşeli oluş, neşat.
ZAAN (ZIÂN)
Deve üstüne mahfe bağladıkları ip.
ZAAR
şiddetli korku.
ZA'AR
Zâlim kimse ki herkes ondan korkar.
ZAARRE
Kişinin ahlâk ve huyunun kötü olması.
ZAAZİ'
(Za'zaa. C.) Sarsmalar, ırgalamalar.
ZAB
(Zevben - Zevebânen) Eriyen, erimiş, eridi.
ZA'B
Def'etmek, kovmak. * Doldurmak.
ZA'B
Avaz, ses, savt. * Bacanak.
ZAB'
Sırtlan.
ZABAB
Rutubetli duman. Sis.
ZABAZIB
Devenin çok acıktığında karnının ötmesi.
ZABB
Kertenkele, keler.
ZA'BEL
(C.: Zeâbil) Karnı büyük, boynu ince olan çocuk.
ZABIT
Mahkeme, meclis gibi yerlerde söylenenlerin olduğu gibi yazılmışı. * Alâkalılarca yazılarak karşılıklı imzalanan, karşılıklı anlaşmayı bildiren yazı. * Yazı varakası. * Birçok kimselerce imzalanan rapor.
ZÂBITA
Yurt içinde emniyet ve intizamı korumakla vazifeli devlet kuvveti, polis. * Fık: Bütün hususlara şâmil olmayıp yalnız bir hususa ve onun teferruatına şamil olan hususi kaideye denir. Kanun ve âdet, zabt ve idareye vesile olan bağ.
ZÂBITA-İ AHLÂKIYE
Ahlâk zâbıtası.
ZÂBITA-İ BELEDİYE
Belediye zâbıtası.
ZÂBİH
(Zebh. den) Boğazlayan, kesen. Kurban kesen.
ZABİL
Kısa boylu.
ZÂBİT
(C.: Zâbitân) Askere kumanda eden rütbeli asker. * Kuvvetli, yavuz. * Zabteden. Başkalarını zabtedip idare etmeğe memur olan. * Subay. * Mc: Dediğini yaptıran, tuttuğunu koparan kimse.
ZÂBİTÂN
(Zâbit. C.) Zâbitler. Subaylar.
ZABT
Zabt etmek. İdâresi altına almak. * Sıkıca tutmak. Kendine mal etmek. * Kavramak. * Kaydetmek. Hülâsasını yazmak. * Bağlamak.
ZABT U RABT
Disiplin, âsâyiş, düzen. * Hüsn-ü tedbir ve basiret ile muhâfaza.
ZABTIYYE
Jandarma veya polis kuvveti. Memleket içi âsâyiş ve intizamı te'min maksadı ile çalışan hükümet kuvveti.
ZABTIYYE NÂZIRI
Emniyet genel müdürü.
ZABTIYYE NEZARETİ
Emniyet Umum Müdürlüğü'nün eski ismi.
ZABT-NÂME
f. Hâdise veya vak'a yerinde alâkalı kimselerin hâdisenin oluş şeklini imzâ altında kaydettikleri kâğıt. Zabıt tutulan kâğıt.
ZABU'
(C.: Zıbâ) Sırtlan.
ZA'BUB
Kısa boylu fena adam.
ZABY
Geyik, karaca, gazâl denen hayvan.
ZABYAN
Ağaç.
ZABZAB
Men'etmek, engel olmak. * Ayıp. * Zahmet. Maraz, hastalık.
ZAC
Kara boya.
ZA'C
Koparmak.
ZACC
Cenk arasında medet istemek. Savaşta yardım istemek.
ZACİR(E)
Mâni olan, alıkoyan, yasak eden. Zecreden. Zorlayan.
ZAD
Azık. Yolda yenecek veya içilecek gıda maddesi.
ZAD
(Ziyadet. den) Artsın, çoğalsın.
ZAD
f. "Doğma, doğmuş, evlâd" mânalarına gelerek birleşik kelime yapılır. Meselâ : Mâder-zad : Anadan doğma. Nev-zad : Yeni doğmuş.
ZADE
f. Evlâd, oğul. * İyi insan. * Nikâh neticesi olmuş çocuk. * Kelime sonuna getirilerek birleşik kelimeler de yapılır. Meselâ: Şah-zade (Şehzade) $ : Padişah evlâdı.
ZADE
(Ziyâdet. den fiil) Çoğaldı, ziyade oldu veya çok olsun, çoğalsın (meâlinde).
ZADEGÂN
f. Asâlet. * Temiz ve meşhur soydan olan. Tanınmış ve temiz âileden olan. Aristokrat. * Meşhur ve belli âileler cemaatı.
ZADEGÎ
f. Asillik, soy temizliği, zadelik.
ZADE-İ TAB'
(Zâde-i tabiat - Zâde-i hâtır) Bir kimsenin kabiliyetinden, tabiatından meydana gelen eseri.
ZADELLAH
Allah ziyade eylesin, artırsın (meâlinde dua).
ZADEN
f. Doğmak, doğurmak.
ZÂD-I ÂHİRET
Âhiret için hazırlık. Âhiret azığı. İbadet ve sâlih amel.
ZA'F
Zayıflık. Kuvvetsizlik. İktidarsızlık.
ZA'F
Derhal, hemen öldürmek.
ZAFAİR
(Zafire. C.) Örülmüş saçlar.
ZAFAR
Yemen diyarında bir şehrin adı.
ZAFER
Muvaffak olma, maksada erme. Bir çok uğraşmadan sonra maksada erişme. * Düşmanı yenme, üstün gelme. Başarma.
ZA'FERAN
(C.: Zeâfir) Güzel kokulu meşhur bir çiçek.
ZAFERE
Göze inen perde.
ZAFER-YAB
f. Muzaffer olan, muvaffakiyet gösteren. Üstün gelen. Gayesine erişen.
ZA'F-I TE'LİF
Edb: İbarenin, anlamayı güçleştirecek kadar karışık olması.
ZA'FÎ
Zayıflığa aid. Kudretsizliğe, cılızlığa dair.
ZAFİR
Galib gelmiş olan.
ZAFİR
Zafer bulan. Zafere erişen.
ZAFİRE
Yar, yoldaş. * Kavim. Kabile.
ZAFİRE
Kapı perdesi.
ZA'FİYYET
Zayıflık, dermansızlık, güçsüzlük.
ZAFR
(Bak: Zufr)
ZAFRE
Çukur yer.
ZAG
(C.: Ziygan) f. Karga ve kuzgun. * Fitneci, gammaz.
ZAGAFE
(C.: Züguf) Nazik, yumuşak gömlek. * Geniş nesne.
ZAGAİN
(Zagine. C.) Kinler, nefretler.
ZAGAK
Kızılcık yemişinin çekirdeği.
ZAGAN
f. Çaylak.
ZAGAR
Av köpeği.
ZAG-BEÇE
f. Karga yavrusu. Yavru karga.
ZAGİNE
(C.: Zagain) Kin, nefret.
ZAGT
Bir şeyi bir yere zorla sokma, girdirme.
ZAGZAG
Zayıf nesne.
ZAGZAGA
Mânâsız söz. * Bir nesneyi gizlemek.
ZAHA
Çirkin kokulu, pis kokulu.
ZAHAİR
(Zahire. C.) Zahireler. Yiyecek, hububat gibi şeyler.
ZAHAR
Arka ağrısı.
ZAHARA
Ev eşyası.
ZAHF
(C.: Zuhuf) Ayaklarını sürüyerek yürüme. Sürünerek yürüme. * (Çocuk) emekleme. * Askerin, düşmana karşı emekliyerek ilerlemesi.
ZAHH
Hışım ve gadap etmek, öfkelenmek, kızmak. * Kovmak, def'etmek.
ZAHİB
(Zehâb. dan) Giden, gidici. * Bir zanna kapılan. Bir fikre uyan.
ZAHİD(E)
(Zühd. den) Tas: Borç olan ibadetlerden, aslî vazifelerden başka dünya süs ve makamlarından feragat eden kimse. Sofi. Müttaki. Zühd ve perhizkârlıkla muttasıf.
ZAHİDÂNE
f. Zahide yakışır surette. Ehl-i takva gibi.
ZAHİF
Nişandan beri düşen ok. * (C.: Zâhifât) Yılan gibi karnı üzerine sürünerek yürüyen.
ZAHİF
Kibirli, mağrur.
ZAHİFE
(C.: Zevâhif) Sürüngenler, (yılan gibi) yerde sürünenler.
ZAHİH
Ateş közünün parlaması.
ZAHİK
Berbat, perişan, helâk olmuş. * Bâtıl. Köhne.
ZAHİL
Zakkum ağacı.
ZAHİL
(Zühul. den) İhmal eden. Unutan.
ZAHİL
Sıkıntıdan sonra yüreği feraha erişen. * Unutan.
ZAHİR
(Zahr. dan) Kuvvetli deve. * Yardımcı, arka çıkan. * Geriden gelen kuvvet.
ZAHİR
Yüksek şeref. * Neşv ü nemâ bulup, gelişip, etrafa sarılıp sarmaşmış bitki.
ZAHİR
Engin denizler. * Taşkın, coşkun. * Semiz, tavlı ve bol olan.
ZAHİR
Parlak, parlayan. Hüsün ve safvet üzere olan.
ZAHİR
(Zuhur. dan) Görünen, âşikâr olan. Açık, belli, meydanda olan. * Görünüşe göre. * Şüphesiz. * Suret. Dış yüz. Görünüş. * Anlaşılan. * Meğer. Galiba. Zannederim. Elbette.
ZAHİRE
Dışarı fırlamış olan göz. * Günün yarısında devenin otlamaktan gelmesi.
ZAHİRE
(Zahâyir) Öğle vakitleri sıcaklığın çok olduğu vakitler.
ZAHİRE
(C.: Zevâhir) Parlak.
ZAHİRE
Anbarda saklanan yiyecek, hububat. Azık.
ZAHİRE-İ ÂHİRET
Ahiret azığı. Hayır ve iyilikler. Sâlih amel ve ibâdetler.
ZÂHİREN
Görünüşe göre. Meydanda olduğu gibi. Göründüğü gibi.
ZÂHİRÎ
(Zâhiriyye) Görünüşte olduğu gibi. Zâhire âit ve müteallik. Asıl ve hakiki olmayan. * Zâhiriyyun mezhebine âit olan. (Bak: Zâhir)
ZÂHİRÎ MEZHEB
Huk: Hanefî imamlarından İmam-ı Muhammed'in (El-Mebsut, El-Câmi-üs Sagir, El-Câmi-ül Kebir, Ez-Ziyâdât, Es-Siyer-üs Sagir, Es-Siyer-ül Kebir) nâmları ile mâruf olan altı kitabında münderiç bulunan mes'elelere denir. Buna "Zâhir-ür rivâyât mesâili" denir. İmam bu eserlerde kendi fıkhî görüşlerini değil, üstadları İmam-ı A'zam ve Ebu Yusuf'un akvâl-i fıkhiyesini zikretmiştir.
ZÂHİRİYYAT
Dış görünüşler.
ZÂHİRİYYUN
Görünüşe göre hükmedenler. İç yüzünü, hakikatını iyi bilmeyenler. Ehl-i zâhir olanlar. * İlm-i Kelâm'da: Nassların zâhir mânalarına göre hüküm çıkaran ve te'vil ve tevcihten geri duranlar ve tarafdarları.
ZÂHİR-PEREST
f. Bir şeyin iç yüzüne, hakikatına kıymet vermeyip görünüşüne kıymet veren. Dış yüzüne ehemmiyet veren. İç yüzüne aldırış etmeyip, hakikatını bilemeyen.
ZÂHİT
(Bak: Zâhid)
ZAHK
Hastalıktan dolayı tilkinin tüyü dökülüp derisi açılması.
ZAHL
Öç. İntikam almak. * Düşmanlık, adâvet etmek, kin tutmak.
ZAHM
Yara, ceriha.
ZAHM
İri.
ZAHM
Galebe etmek. * Omuz vurmak. * Sıkıştırmak. * Tazyik.
ZAHMDAR
f. Yaralı, mecruh.
ZAHME
f. Vurma, darbe. * Yara, ceriha. * Üzengi kayışı.
ZAHMET
Sıkıntı, eziyet. Yorgunluk. * Zor, güç.
ZAHMHURDE
f. Mecruh, yaralı.
ZAHM-İ TÎG
Kılıç yarası.
ZAHM-İ ZEBAN
Dil yarası.
ZAHMİN
f. Yaralı, mecruh.
(Zeyt. C.) Yağlar.
ZA
(-Zây) f. " Doğuran" anlamına gelir ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Nâdire-zâ $ : Nâdir şeyler yapan, bulunmaz şey meydana getiren.
ZA
Zı harfinin bir adı. "Zâ-yı mu'ceme" de denir. Noktalı olduğundan dolayı " : tı" harfinden ayırdetmek için bu isim verilmiştir.
ZA
Sâhib, malik, erbab, ehil mânalarında olup, "Zî" ve "Zû" şeklinde de kullanılır. (Müennesi "Zât" dır)
ZA
Bu, şu mânalarına gelir. Ve birleşik kelimeler yapılır. Meselâ: Hâkezâ: Bunun gibi, böyle.
ZA
Ze harfinin adı.
ZAAF
(Bak: Za'f)
ZAAL
Şâdlık, neşeli oluş, neşat.
ZAAN (ZIÂN)
Deve üstüne mahfe bağladıkları ip.
ZAAR
şiddetli korku.
ZA'AR
Zâlim kimse ki herkes ondan korkar.
ZAARRE
Kişinin ahlâk ve huyunun kötü olması.
ZAAZİ'
(Za'zaa. C.) Sarsmalar, ırgalamalar.
ZAB
(Zevben - Zevebânen) Eriyen, erimiş, eridi.
ZA'B
Def'etmek, kovmak. * Doldurmak.
ZA'B
Avaz, ses, savt. * Bacanak.
ZAB'
Sırtlan.
ZABAB
Rutubetli duman. Sis.
ZABAZIB
Devenin çok acıktığında karnının ötmesi.
ZABB
Kertenkele, keler.
ZA'BEL
(C.: Zeâbil) Karnı büyük, boynu ince olan çocuk.
ZABIT
Mahkeme, meclis gibi yerlerde söylenenlerin olduğu gibi yazılmışı. * Alâkalılarca yazılarak karşılıklı imzalanan, karşılıklı anlaşmayı bildiren yazı. * Yazı varakası. * Birçok kimselerce imzalanan rapor.
ZÂBITA
Yurt içinde emniyet ve intizamı korumakla vazifeli devlet kuvveti, polis. * Fık: Bütün hususlara şâmil olmayıp yalnız bir hususa ve onun teferruatına şamil olan hususi kaideye denir. Kanun ve âdet, zabt ve idareye vesile olan bağ.
ZÂBITA-İ AHLÂKIYE
Ahlâk zâbıtası.
ZÂBITA-İ BELEDİYE
Belediye zâbıtası.
ZÂBİH
(Zebh. den) Boğazlayan, kesen. Kurban kesen.
ZABİL
Kısa boylu.
ZÂBİT
(C.: Zâbitân) Askere kumanda eden rütbeli asker. * Kuvvetli, yavuz. * Zabteden. Başkalarını zabtedip idare etmeğe memur olan. * Subay. * Mc: Dediğini yaptıran, tuttuğunu koparan kimse.
ZÂBİTÂN
(Zâbit. C.) Zâbitler. Subaylar.
ZABT
Zabt etmek. İdâresi altına almak. * Sıkıca tutmak. Kendine mal etmek. * Kavramak. * Kaydetmek. Hülâsasını yazmak. * Bağlamak.
ZABT U RABT
Disiplin, âsâyiş, düzen. * Hüsn-ü tedbir ve basiret ile muhâfaza.
ZABTIYYE
Jandarma veya polis kuvveti. Memleket içi âsâyiş ve intizamı te'min maksadı ile çalışan hükümet kuvveti.
ZABTIYYE NÂZIRI
Emniyet genel müdürü.
ZABTIYYE NEZARETİ
Emniyet Umum Müdürlüğü'nün eski ismi.
ZABT-NÂME
f. Hâdise veya vak'a yerinde alâkalı kimselerin hâdisenin oluş şeklini imzâ altında kaydettikleri kâğıt. Zabıt tutulan kâğıt.
ZABU'
(C.: Zıbâ) Sırtlan.
ZA'BUB
Kısa boylu fena adam.
ZABY
Geyik, karaca, gazâl denen hayvan.
ZABYAN
Ağaç.
ZABZAB
Men'etmek, engel olmak. * Ayıp. * Zahmet. Maraz, hastalık.
ZAC
Kara boya.
ZA'C
Koparmak.
ZACC
Cenk arasında medet istemek. Savaşta yardım istemek.
ZACİR(E)
Mâni olan, alıkoyan, yasak eden. Zecreden. Zorlayan.
ZAD
Azık. Yolda yenecek veya içilecek gıda maddesi.
ZAD
(Ziyadet. den) Artsın, çoğalsın.
ZAD
f. "Doğma, doğmuş, evlâd" mânalarına gelerek birleşik kelime yapılır. Meselâ : Mâder-zad : Anadan doğma. Nev-zad : Yeni doğmuş.
ZADE
f. Evlâd, oğul. * İyi insan. * Nikâh neticesi olmuş çocuk. * Kelime sonuna getirilerek birleşik kelimeler de yapılır. Meselâ: Şah-zade (Şehzade) $ : Padişah evlâdı.
ZADE
(Ziyâdet. den fiil) Çoğaldı, ziyade oldu veya çok olsun, çoğalsın (meâlinde).
ZADEGÂN
f. Asâlet. * Temiz ve meşhur soydan olan. Tanınmış ve temiz âileden olan. Aristokrat. * Meşhur ve belli âileler cemaatı.
ZADEGÎ
f. Asillik, soy temizliği, zadelik.
ZADE-İ TAB'
(Zâde-i tabiat - Zâde-i hâtır) Bir kimsenin kabiliyetinden, tabiatından meydana gelen eseri.
ZADELLAH
Allah ziyade eylesin, artırsın (meâlinde dua).
ZADEN
f. Doğmak, doğurmak.
ZÂD-I ÂHİRET
Âhiret için hazırlık. Âhiret azığı. İbadet ve sâlih amel.
ZA'F
Zayıflık. Kuvvetsizlik. İktidarsızlık.
ZA'F
Derhal, hemen öldürmek.
ZAFAİR
(Zafire. C.) Örülmüş saçlar.
ZAFAR
Yemen diyarında bir şehrin adı.
ZAFER
Muvaffak olma, maksada erme. Bir çok uğraşmadan sonra maksada erişme. * Düşmanı yenme, üstün gelme. Başarma.
ZA'FERAN
(C.: Zeâfir) Güzel kokulu meşhur bir çiçek.
ZAFERE
Göze inen perde.
ZAFER-YAB
f. Muzaffer olan, muvaffakiyet gösteren. Üstün gelen. Gayesine erişen.
ZA'F-I TE'LİF
Edb: İbarenin, anlamayı güçleştirecek kadar karışık olması.
ZA'FÎ
Zayıflığa aid. Kudretsizliğe, cılızlığa dair.
ZAFİR
Galib gelmiş olan.
ZAFİR
Zafer bulan. Zafere erişen.
ZAFİRE
Yar, yoldaş. * Kavim. Kabile.
ZAFİRE
Kapı perdesi.
ZA'FİYYET
Zayıflık, dermansızlık, güçsüzlük.
ZAFR
(Bak: Zufr)
ZAFRE
Çukur yer.
ZAG
(C.: Ziygan) f. Karga ve kuzgun. * Fitneci, gammaz.
ZAGAFE
(C.: Züguf) Nazik, yumuşak gömlek. * Geniş nesne.
ZAGAİN
(Zagine. C.) Kinler, nefretler.
ZAGAK
Kızılcık yemişinin çekirdeği.
ZAGAN
f. Çaylak.
ZAGAR
Av köpeği.
ZAG-BEÇE
f. Karga yavrusu. Yavru karga.
ZAGİNE
(C.: Zagain) Kin, nefret.
ZAGT
Bir şeyi bir yere zorla sokma, girdirme.
ZAGZAG
Zayıf nesne.
ZAGZAGA
Mânâsız söz. * Bir nesneyi gizlemek.
ZAHA
Çirkin kokulu, pis kokulu.
ZAHAİR
(Zahire. C.) Zahireler. Yiyecek, hububat gibi şeyler.
ZAHAR
Arka ağrısı.
ZAHARA
Ev eşyası.
ZAHF
(C.: Zuhuf) Ayaklarını sürüyerek yürüme. Sürünerek yürüme. * (Çocuk) emekleme. * Askerin, düşmana karşı emekliyerek ilerlemesi.
ZAHH
Hışım ve gadap etmek, öfkelenmek, kızmak. * Kovmak, def'etmek.
ZAHİB
(Zehâb. dan) Giden, gidici. * Bir zanna kapılan. Bir fikre uyan.
ZAHİD(E)
(Zühd. den) Tas: Borç olan ibadetlerden, aslî vazifelerden başka dünya süs ve makamlarından feragat eden kimse. Sofi. Müttaki. Zühd ve perhizkârlıkla muttasıf.
ZAHİDÂNE
f. Zahide yakışır surette. Ehl-i takva gibi.
ZAHİF
Nişandan beri düşen ok. * (C.: Zâhifât) Yılan gibi karnı üzerine sürünerek yürüyen.
ZAHİF
Kibirli, mağrur.
ZAHİFE
(C.: Zevâhif) Sürüngenler, (yılan gibi) yerde sürünenler.
ZAHİH
Ateş közünün parlaması.
ZAHİK
Berbat, perişan, helâk olmuş. * Bâtıl. Köhne.
ZAHİL
Zakkum ağacı.
ZAHİL
(Zühul. den) İhmal eden. Unutan.
ZAHİL
Sıkıntıdan sonra yüreği feraha erişen. * Unutan.
ZAHİR
(Zahr. dan) Kuvvetli deve. * Yardımcı, arka çıkan. * Geriden gelen kuvvet.
ZAHİR
Yüksek şeref. * Neşv ü nemâ bulup, gelişip, etrafa sarılıp sarmaşmış bitki.
ZAHİR
Engin denizler. * Taşkın, coşkun. * Semiz, tavlı ve bol olan.
ZAHİR
Parlak, parlayan. Hüsün ve safvet üzere olan.
ZAHİR
(Zuhur. dan) Görünen, âşikâr olan. Açık, belli, meydanda olan. * Görünüşe göre. * Şüphesiz. * Suret. Dış yüz. Görünüş. * Anlaşılan. * Meğer. Galiba. Zannederim. Elbette.
ZAHİRE
Dışarı fırlamış olan göz. * Günün yarısında devenin otlamaktan gelmesi.
ZAHİRE
(Zahâyir) Öğle vakitleri sıcaklığın çok olduğu vakitler.
ZAHİRE
(C.: Zevâhir) Parlak.
ZAHİRE
Anbarda saklanan yiyecek, hububat. Azık.
ZAHİRE-İ ÂHİRET
Ahiret azığı. Hayır ve iyilikler. Sâlih amel ve ibâdetler.
ZÂHİREN
Görünüşe göre. Meydanda olduğu gibi. Göründüğü gibi.
ZÂHİRÎ
(Zâhiriyye) Görünüşte olduğu gibi. Zâhire âit ve müteallik. Asıl ve hakiki olmayan. * Zâhiriyyun mezhebine âit olan. (Bak: Zâhir)
ZÂHİRÎ MEZHEB
Huk: Hanefî imamlarından İmam-ı Muhammed'in (El-Mebsut, El-Câmi-üs Sagir, El-Câmi-ül Kebir, Ez-Ziyâdât, Es-Siyer-üs Sagir, Es-Siyer-ül Kebir) nâmları ile mâruf olan altı kitabında münderiç bulunan mes'elelere denir. Buna "Zâhir-ür rivâyât mesâili" denir. İmam bu eserlerde kendi fıkhî görüşlerini değil, üstadları İmam-ı A'zam ve Ebu Yusuf'un akvâl-i fıkhiyesini zikretmiştir.
ZÂHİRİYYAT
Dış görünüşler.
ZÂHİRİYYUN
Görünüşe göre hükmedenler. İç yüzünü, hakikatını iyi bilmeyenler. Ehl-i zâhir olanlar. * İlm-i Kelâm'da: Nassların zâhir mânalarına göre hüküm çıkaran ve te'vil ve tevcihten geri duranlar ve tarafdarları.
ZÂHİR-PEREST
f. Bir şeyin iç yüzüne, hakikatına kıymet vermeyip görünüşüne kıymet veren. Dış yüzüne ehemmiyet veren. İç yüzüne aldırış etmeyip, hakikatını bilemeyen.
ZÂHİT
(Bak: Zâhid)
ZAHK
Hastalıktan dolayı tilkinin tüyü dökülüp derisi açılması.
ZAHL
Öç. İntikam almak. * Düşmanlık, adâvet etmek, kin tutmak.
ZAHM
Yara, ceriha.
ZAHM
İri.
ZAHM
Galebe etmek. * Omuz vurmak. * Sıkıştırmak. * Tazyik.
ZAHMDAR
f. Yaralı, mecruh.
ZAHME
f. Vurma, darbe. * Yara, ceriha. * Üzengi kayışı.
ZAHMET
Sıkıntı, eziyet. Yorgunluk. * Zor, güç.
ZAHMHURDE
f. Mecruh, yaralı.
ZAHM-İ TÎG
Kılıç yarası.
ZAHM-İ ZEBAN
Dil yarası.
ZAHMİN
f. Yaralı, mecruh.