• Merhaba Ziyaretçi.
    "Yapay Zeka Objektif " Fotoğraf Yarışması başladı. İlgili konuya  BURADAN  ulaşabilirsiniz. Sizi de bu yarışmada görmek isteriz...

Osmanlı Sultanları

Suskun

V.I.P
V.I.P
…Osmanlı Sultanları…
Konu içeriğinde olan isimler
Osman Gazi
Orhan Gazi
1. Murat (Hüdavendigar)
Yıldırım Bayezid Han
1. Mehmet (Çelebi)
2. Murad Han
Fatih Sultan Mehmed
2. Bayezid Han
Yavuz Sultan Selim
Kanuni Sultan Süleyman
2. Selim Han
3. Murad Han
3. Mehmed Han
1. Ahmed Han
1. Mustafa Han
2. Osman (Genç)
4. Murad Han
İbrahim Han
4. Mehmed Han
2. Süleyman Han
2. Ahmed Han
2. Mustafa Han
3. Ahmed Han
1. Mahmud Han
3. Osman Han
3. Mustafa Han
1. Abdülhamid Han
3. Selim Han
4. Mustafa Han
2. Mahmud Han
Abdülmecid Han
Abdülaziz Han
5. Murad Han
2. Abdülhamid Han
5. Mehmed (Reşat) Han
6. Mehmed (Vahidettin) Han


Osman Gazi

Osmanlı Devleti’ nin Kurucusu.


Oğuzların Kayı boyundan, Türkiye Selçuklularının uç beyi ErtuğrulGazi’ nin oğlu olup, 1258 senesinde Söğüt’ te doğdu. Küçük yaştan itibaren İslam ilimlerini öğrenen Osman Gazi, ayrıca mükemmel bir askeri talim ve terbiye gördü. 1277′ de Anadolu‘ nun İslamlaştırılıp, Türkleşmesi faaliyetine katılan gönül sultanlarından ve ahilerden biri olan Şeyh Edebeli’ nin kızı ile evlendi. Babası ErtuğrulGazi’ nin 1281′ de vefatı üzerine bey seçilip iradeyi ele aldı..

Osman Beyi Kayıların başına geçince Söğüt’ ü kendisine merkez yaparak Akçakoca, Gazi Abdurrahman, Aykut Alp ve Konur Alp gibi beylerle Bizans’ a karşı fetihlere girişti. 1285′ de Kulaca Hisar’ ı feth edildi. 1288′ de İnegöl ve Karacahisar tekfurlarının kuvvetlerini Ekizce’ de bozguna uğrattı. Bu savaşta Osman Gazi‘ nin kardeşi Saru Batu şehid oldu.

Osmanlıların daha sonra Karacahisari Taraklı ve Göynük’ ü elde etmesi üzerine, bölge tekfurları ittifak ederek Osman Gazi‘ yi bir düğün münasebetiyle öldürmek istediler. Dostui Harmankaya hakimi Köse Mihal (ki daha sonra İslamiyet’i kabul ederek Mihal Gazi adını almıştır)’ in haber vermesi ile vaziyeti öğrenen Osamn Gazi sür’atle harekete geçerek Bilecik ve Yarhisar’ ı zabt etti. Gelini ele geçirerek Nilüfer adını verip, oğlu Orhan Gazi ile nikahladı.

1299′ da Türkiye Selçuklu sultanlığındaki iktidar boşluğundan faydalanan Osman Gazi istiklalini ilan etti. 1301′ de Yenişehir’ i alarak İznik ve Bursa’ nın fethinin yolunu açtı. Bursa, Kite ve Atranos tekfurlarının kuvvetlerini Koyunhisar mevkiinde bozguna uğrattı. Bu zaferden sonra Kestel, Kite ve Ulubat kaleleri Osmanlıların eline geçti.

1308′ de İznik’ in en mühim ileri karakolu olan Karahisar ele geçirildi. Böylec İznik-İzmit karayolu Türklerin hakimiyetine girmiş oldu. Osman Bey artık başta Bursa olmak üzere İznik ve İzmit’in zabıtını ilk hedef olarak görüyordu. 1314 yılında başlayan Bursa kuşatması, 10 senden fazla sürdü. 1324′ de hastalanan Osman Bey, kumandayı oğlu Orhan’ a devretti.

Osman Gazi, oğlu Bursa’ yı fethettiği sırada vefat etti (1326). Naşı Bursa’ ya götürülerek Gümüşlü Künbet’ defn edildi.
Osman Gazi salih bir müslüman olup, İslam ahlakının iyi ve güzel vasıflarına sahipti. Az sayıdaki aşiret kuvvetleriyle Bizans ordusunu ve tekfurlarını üst üste mağlup edip zaferler kazanarak dünya’ nın en uzun ömürlü hanedanını ve en büyük devletlerinden birini kurdu. Bir taraftan fetihlere devam ederken, diğer taraftan devler taşkilatının müesseselerini mükemmel bir şekilde kurmaya ve sistemleştirmeye çalıştı. Ömrü, Rum kafirleri ile savaşmakla ve İslamiyet’ i yaymakla geçti. Vefat edeceği zaman, oğlu Orhan Bey‘ e gönderdiği vasiyetnamesi, İslamiyet’ e olan sevgi ve saygısını ve Türk milletinin rahat ve huzurunu düşündüğünü ve insan haklarına gönülden bağlılığını açıkca bildirmektedir. Vasiyetnemenin özü şöyledir:

“Allah‘ü tealanın emirlerine muhalif bir iş işlemiyesin! Bilmediğini ulemadan sorup anlayasın. İyice bilmeyince bir işe başlamayasın. Sana itaat edenleri hoş tutasın. Askerine in’amı, ihsanı eksik etmeyesin ki, insan ihsanın kulcağızıdır. Zalim olma! Alemi adaletle şenlendri. Ve Allah için cihadı terk etmiyerek bani şad et! Ulemaya riayet eyle ki, din ve devlet işleri nizam bulsun. Nerede bir ilim ehli duyarsan ona rağbet ve yumuşaklık göster; Askerine ve malına gurur getirip ulemedan uzaklaşma. Bizim mesleğimiz Allah yoludur ve maksadımız Allah‘ ın dinini yaymakdır. Yoksa, kuru gavga ve cihangirlik davası değildir. Sana da bunlar yaraşır. Daima herkese ihsanda bulun! Memleket işlerini noksansız gör! Hepinizi Allahü tealaya emanet ediyorum. “



Orhan Gazi

Osmanlı padişahlarının ikincisi.

Sultan Osman Gazi‘nin oğlu olup, dedesi ErtuğrulGazi’ nin vefat ettiği 1281 senesinde Söğüt’ te doğdu. Küçük yaştan itibaren tam bir disiplin ve intizam ile istikbalin beyi olacak şekilde yetiştirildi. Şeyh Edebali ve Dursun Fakih gibi alimlerden ilim öğrenip, feyz aldı. Gençliğinden itibaren Bizans tekfurlarıyla olan gazalara katıldı. Kumandanlık ve devlet idaresi konusunda bilgi ve tecrübe kazandı. Babasının yaşlılığı dolayısıyla 1324′ den itibaren devlet idaresinin başına geçti. Osman Gazi, onu Bursa’ nın fethiyle görevlendirdi.

Orhan Bey‘ in 1326′ da Bursa’ yı fethi sırasında Osman Gazi vefat etti. Babasının naşını Bursa’da Gümüşlü Künbed’ e nakledildikten sonra Osmanlı Devleti’ nin ikinci sultanı olarak tahta geçti ve devlet merkezini Yenişehir’ den Bursa’ ya nakletti.

Bundan sonra fetih ve gaza hareketine hız veren Orhan Gazi, 1329′ da Bizans kuvvetlerini Pelakanon’ da ağır bir yenilgiye uğrattıktan sonra 1330′ da İznik’ i aldı. Devlet‘ in geçiçi merkezi haline getirilen İznik şehri imar edilerek, İslami eserlerle süslendi. Orhan Gazi, İznik’ in en büyük kilisesini camiye çevirerek burada Cuma namazı kıldı..

Fetih hareketine devam eden Orhan Gazi, 1331′ de Taraklı, Mudurnu ve Göynük kasabalarını, 1333′ de Gemlik, 1336′ da Kirmastı, Mihaliç ve Ulubat kasabalarını zabt etti. 1337′ de ise İzmit’ in fethi ile, Kocaeli yarımadasının tamamı Osmanlıların eline geçti.

1353′ de Bizans’ taki iç karışıklıklardan faydalanan faydalanan Orhan Gazi, Gelibolu’ da Çimbe kalesine sahip oldu. Bu, Osmanlıların Rumeli’ ye geçerek bölgeleri tanımaları ve gelecekteki fetihleri bakımından önemli rol oynadı. Nitekim oğlu Süleyman Paşa’yı Rumeli’ deki kuvvetlerin başına tayin eden Orhan Gazi, Bolayır’ dan Tekirdağı’na kadar uzanan bölgeyi feth ettirdi.
Diğer taraftan Anadolu‘ da da birliği, sağlama çalışmalarına hız veren Orhan Gazi; Karesioğullarından 1345′ de Balıkesir’ i, 1350′ de ise Bergama ve Edremit’ i, Eretna beyliğinden de 1354′ de Ankara’ yı aldı.
Orhan Gazi, büyük oğlu büyük oğlu Süleyman Paşa’ nın 1359′ da bir av sırasında attan düşerek vefat etmesi üzerine üzüntüsünden hastalandı ve 1360′ da vefat etti. Bursa’ daki Gümüşlü Künbet’ e defnedildi.

Şahsiyeti nesillere örnek mahiyette olan Orhan Gazi, halim-selim olup, son derece merhametliydi. Kolay kızmaz, kızınca da belli etmezdi. Askerlerini ve tebasını kendinden fazla korurdu. Çok adildi. “Adaletin en kötüsü geç tecelli edenidir. sonunda hüküm isabetli olsa geçken adalet zulümdür.” buyururdu. Orhan Gazi’ nin İslam ahlakına hayran olup, adaletine gıpta eden hıristiyanlar kendi soyundan ve dininden hanedanların yerine , Osmanlı isaresini tercih ederlerdi.

Orhan Gazi devrinde fethedilen beldeler ilmi, mimari ve sosyal te’sislerle süsülendi. İznik fethedilince, manastırı medreseye çevirerek ilk Osmanlı medresesini kurdu. Yine İznik’ te yaptırdığı imaretin açılışında kendi eliyle fakirlere aş dağıttı. Ahalisinden müslim ve gayri müslim hiç kimsenin aç kalmamasına gayret etti.

Cihaddan vazgeçmez ve emri altındakileri devamlı Allahü tealanın dinini yaymaya teşvik ederdi. Oğlu Murad Gazi’ ye “Oğul! Cennet - mekan babam Osman Gazi Han bir avuç toprağı beylik yaptı. Biz Allah‘ ın izniyle beyliği sultanlığa çevirdik. Sen daha da büyüğünü yapacaksın! Osmanlı‘ ya iki kıt’a üzerinde hükmetmek yetmez. zira İ’la-yı kelimetullah (Allahü tealanın ismi şerifini yüceltmek, İslamiyet’ i yaymak) azmi iki kıt’ aya sığmayacak yüce bir azimdir.” diyerek son vasiyetini yapmıştır.


1. Murat (Hüdavendigar)
Osmanlı padişahlarının üçüncüsü, veli ve ahi şeyhi. Orhan Gazi‘nin oğlu olup, 1326′ da Bursa’ da doğdu. Küçük yaştan itibaren devrin alimleri tarafından büyük bir ihtimamla yetiştirildi. Daha sonra Lala Şahin Paşa’ nın yanında idare ve harp bilgilerini öğrendi. ağabeyi Rumeli Fatihi Süleyman Paşa’ nın 1359′ da vefatı dolayısıyla Rumeli’ deki ordunun kumandasına getirildi. Kısa bir müddet sonra da babasının vefatı üzerine Bursa’ ya davet edilip, Osmanlı tahtına geçti (1360).

Murad Han, ağabeyi Süleyman Paşa’ nın başlattığı Rumeli fütuhatını büyük bir siyasi deha ile kısa zamanda geliştirdi. 1362′ deEdirne’yi fethederek devlet merkezini buraya taşıdı. Anadolu‘daki Türkmen aşiretlerini, fethettiği bölgelere yerleştirerek bölgede Türk nüfusunun çoğunluğu ele geçirmesini sağladı. Bu göçler sayesindedir ki, Osmanlı Türkleri Viyana önlerine kadar ilerledi ve Rumeli’ de Osmanlı hakimiyeti beşyüz yıl devam etti.

Osmanlı Devleti’ nin Rumeli’ de ilerlemesini durdurmak için Papa Beşinci Urban’ ın teşvikiyle Macar, Sırp, Bosna, Eflak ve Bulgar kuvvetlerinden meydana gelen bir haçlı ordusu Sırpsındığı savaşında Hacı İlbeyi komutasındaki birliklerce bozguna uğratıldı (1364). bu büyük zaferi Yanbolu, Samaku, Gümülcine, İskeçe, Kavala, Dırama, Serez ve Karaferye gibi önemli kalelerin fethi takip etti. Bu arada harekat halindeki Osmanlı akıncıları Vardar’ ı geçip Sırbistan, Bosna, Arnavutluk ve Dalmaçya’ ya kadar uzanan Adriyatik denizine dayandılar.

Murad Han bir taraftan fetih hareketlerine devam ederken, diğer taraftan ortaya çıkan mali, idari ve askeri ihtiyaçları karşılamak için tedbir aldı. Tımar teşkilatı geliştirildi. Yaya, müsellem ve yeniçerilere ilaveten kapıkulu askerinden maaşlı süvari ocağı kuruldu.
Murad Han 1387′ de Osmanlı topraklarına tecavüzü adet haline getiren Karamanoğlu üzerine sefere çıktı. Konya önünde Karamanoğlu kuvvetlerini bozguna uğratarak Konya ve Beyşehir’ i alıp Bursa’ ya döndü.
Bu sırada Sultan Murad’ ın anadolu‘ da uğraşmasını fırsat bilen Bosna, Sırp ve Bulgar kralları Osmanlıları Balkanlardan atmak için ittifak kurmuşlardı. Sultan Murad Han 150.000 kişilik bu müttefik kuvvetlerini Kosova’ da karşıladı. 8 Ağustos 1389 berat gecesi idi. Abdest alıp iki rekat hacet namazı kılan Sultan sonra ellerini açıp Cenab-ı Hakk’a gözyaşları içinde şöyle yalvardı. “Ya Rab! Bu mü’minleri küffar elinde mağlub edip helak eyleme. Bunları mansur ve muzaffer eyle. Ya ilahi! Mülk ve kul senindir. Sen kime istersen verirsin. Ben dahi aciz bir kulunum. Mülk ve mal benim maksafım değildir. Hemen halis ve muhlis senin rızanı isterim. Beni bu müslümanlara kurban eyle. Evvel beni gazi kıldın, şimdi de şehadet nasip kıl! Amin.”

Ertesi gün Birinci Kosova savaşında düşman büyük bir bozguna uğradı. Ancak sultan zaferin şükranesi olarak savaş meydanında gezerken Miloş Obiliç adında bir Sırp tarafından hançerle vurularak yaralandı. Çok geçmeden de arzuladığı şehidlik mertebesine kavuştu.
Azim, irade, vakar ve ciddiyet sahibi olan Sultan Murad Han, din farkı gözetmeksizin tebeasına karşı çok şefkatli ve merhametli idi. Samimi şahsiyeti ile içte ve dışta sevgi ve saygı uyandırdı. Hukuki, mali ve askeri sahalarda yaptığı esaslı teşkilatlar ile kudretli bir devletin temellerini attı. Kararlarını mutlak surette tecrübeli beyleriyle müzakere ettikten sonra verirdi. Kendi mütalaasına aykırı fikirleri de dinler yerinde gördüklerini kabul eder, itirazlara ehemmiyet verirdi. Bu hali başarılarında çok etkili olmuştur.

Fethedilen yerlerde imar faaliyetlerine de önem veren Murad Han, yeni fethettiği Edirne’ yi; cami, medrese, han, hamam saray gibi eserlerle Türk-İslam beldesi halina getirdi. Memleketin çeşitli yerlerini hayır eserleri ile donattı


Yıldırım Bayezid Han

Osmanlı sultanlarının dürdüncüsü.

Sultan Murad-ı Hüdavendigar’ ın oğlu olup, 1360 yılında Gülçüçek hatun‘ dan doğdu. Küçük yaştan itibaren zamanın en seçkin alimlerinden ilim öğrendi. Değerli kumandanlardan askerlik, sevk ve idare derleri gördü. 1381 yılında devlet idaresinde yetişmesi için Kütahya’ ya vali tayin edildi. 1389′ da haçlı ordusu ile yapılan Birinci Kosova savaşına katılarak büyük kahramanlık gösterdi. Babası Sultan Murad, bu savaş sonunda bir Sırplı tarafından şehid edilince, devlet şleri gelenlerinin müşterek kararı ile Osmanlı tahtına geçti.

İlk olarak Sırbistan işleri yoluna koyan Yıldırım Bayezid bu sırada kendisine karşı ittifak eden Anadolu Beylikleri üzerine yürüdü. Sür’atle hareket ederek Aydınoğulları, Saruhanoğulları, Germiyanoğulları, Menteşe ve Hamidoğulları beyliklerini ortadan kaldırdı (1390). Karamanoğulları beylğini itaat altına aldı. (1391). 1391′ de İstanbul’ u muhasara etti ve yedi aylık bir kuşatmadan sonra şehirde bir Türk mahallesi kurulması, bir cami yapılması ve verginin arttırılması şatıyla anlaşma yaptı. 1392′ de Kastamonu üzerine yürüyerek, Candaroğlu topraklarını ele geçirdi. 1394′ de Selanik ve Yenişehir’ i (Mora) alan Osmanlı orduları, Teselya ve Arnavutluk’ a kadar ilerlediler.

Yıldırım Bayezid‘ in 1395′ de İstanbul’ u ikinci defa muhasarası yeni bir haçlı ordusunun hareketine yol açtı. bütün Avrupa milletlerinden meydana gelen haçlılar, Osmanlılara ait Niğbolu kalesini kuşatmışlardı. Adına yaraşır bir sür’atle gelen sultan Bayezid haçlıları Niğbolu kalesi önünde ağır bir bozguna uğrattı (25 Eylül 1396). Esir edilen ve fidye karşılığı serbest bırakıldıktan sonra padişaha karşı bir daha savaşmamaya yemin eden Avrupalı asilzadeler ve şövalyelere Yıldırım Bayezid Han şöyle diyordu: “Ettiğiniz yeminleri size iade ediyorum. Gidiniz, yeniden ordular toplayınız ve bizim üzerimize geliniz. Bana bir kere daha zafer kazanmak imkanı sağlamış olursunuz. Zira beni Allahü tealanın dinini yaymak ve O’nun rızasına kavuşmak için dünyaya gelmişim.”

Niğbolu zaferinden sonra Osmanlı akıncıları Macaristan içlerine kadar girerek pek çok ganimetlerle döndüler. 1397′ de İstanbul’ un üçüncü defa kuşatan Bayezid, Bizans’ ın denizle bağlantısını kesmek için Anadolu hisarını inşa ettirdi.

Yıldırım Bayezid‘ in 1398′ de Karaman ve 1399′ da Dulkadırlı topraklarına girmesinden sonra topraklarını kaybeden Anadolu beyleri bu sırada Hindistan seferinden dönen Timur‘ a sığınarak, onu Osmanlı sultanına karşı kışkırttılar. Bu arada Timur‘ dan kaçan Karakoyunlu ve Cezayir beyleri de Yıldırım Bayezid‘ i Timur‘ a karşı tahrik ediyorlardı. Bu tahrikler ve Timur‘ un Osmanlılara ait Sivas’ ı alması neticede iki büyük Türk hakanını Ankara’ da karşı karşıya getirdi. Çubuk ovasında yapılan ve çok şiddetli geçen muharebe sonunda Osamnlı ordusu, mağlubiyete uğrarken, Yıldırım Bayezid Han yedi ay kadar sonra kederinden ve nefes darlığından kırkdört yaşında vefat etti (1403). Timur Han ölüm haberini alınca; “Yazık oldu, büyük bir mücahidi kaybettik.” demekten kendini alamadı.

Sultan Yıldırım Bayezid, çevik, atılgan, cesur aynı zamanda hadiselerini kavramış iyi bir kumandandı. Ani olaylar karşısında soğuk kanlılığını muhafaza ederek kakarını verir ve ordusunu sür’atle istediği yere sevk ederdi. Adeleti çok meşhurdu. Alimlerin sohbetlerinde bulunur, onların Allahü tealanın emir ve yasaklarını bildiren sözlerini gönülden kabul ederdi. Evliyaya çok hürmette bulunurdu. Osmanlı topraklarının her tarafından cami, mescid, darüşşifa, medrese, imaret ve misafirhaneler yaptırdı. Ayrıca bütün bu imaretler için geniş vakıflar kurdurdu. Bursa’ daki Ulucamii yaptırdığı en önemli eseridir.

1. Mehmet (Çelebi)

Osmanlı padişahlarının beşincisi ve Osmanlı Devleti’ nin ikinci kurucusu.
Babası Sultan Yıldırım Bayezid Han, annesi Germiyanoğlu Süleyman Şah’ ın kızı Devlet Hatun’ dur. Küçüklüğünden itibaren devrin en yüksek alimlerinden ders aldı. Din ve fen ilimlerini öğrendi. 1393′ de devlet idaresinde tecrübe sahibi olmak üzere Amasya’ ya sancak beyi tayin olundu.

Çelebi Mehmed, Ankara savaşından (1402) sonra parçalanan Osmanlı topraklarını yeniden bir idare altında birleştirmek için fervet devrinde (1402-1413) kardeşleri Süleyman, İsa ve Musa Çelebiler ile mücadele etti. En son 1413′ de Çamurlu mevkiinde, Musa Çelebi kuvvetlerini bozguna uğrattıktan sonra, Edirne’ de tahta çıktı. Böylece Osmanlı Devleti’ ni karşılaştığı bu büyük bunalımdan kurtararak devletin birliğini sağlayan Çelebi Sultan Mehmed, ilk olarak elden çıkan toprakları geri almaya çalıştı.

1414′ de Anadolu üzerine yürüyerek Aydın oğlu Cüneyd Bey’ in elinden Kayacık, Nif ve İzmir’i aldı. Karamanoğulları’ na ait Konya’ yı muhasara etti ise de İkinci Mehmed’ in af dilemesi ve tabiiyetini arzetmesi üzerine barış yaptı. Ancak Karamanoğlu’ nun sözünde durmaması üzerine Sultan Mehmed, şehri ikinci defa kuşatarak zabtetti (1415). Daha sonra yapılan antlaşmayla Konya’yı Karamanoğulları’ na bırakan Sultan, Beypazarı, Sivrihisar, Akşehir, Yalvaç ve Beyşehir kalelerini ülkesine kattı.

Bundan sonra, evvelce Musa Çelebi ile birleşerek kendisine karşı hareket eden ve vergisini de göndermeyen Eflak beyi Mirça üzerine yürüyen Sultan, onu Yer-Göğü’ de mağlup etti. Mirça, üç yıllık vergisini ödediği gibi, oğlunu da rehin olarak bıraktı. Rumeli’ den dönüşünde Candaroğulları üzerine yürüdü. Tosya, Çankırı ve Kalecik’ i ele geçirdi. 1419 ve 1420′de ilk defa Tuna ırmağının kuzeyine geçerek Basarabya’ ya girdi.

Çelebi Mehmed devrinin en önemli iç hadisesi Şeyh Mahmud Bedreddin isyanıdır. İslam’ a uymayan sapık fikirlerini halk arasında yayn Şeyh Bedrettin’ in çıkardığı isyan kısa sürede Karaburun’ dan Amasya’ ya kadar yayıldı. Ancak ülkeye tek başına hakim olduğu günden beri Şeyh Bedrettin’ in hareketlerini dikkatle takip eden Sultan, Şeyhin ve tarafdarlarının başlattığı bu ayaklanmayı zamanında bastırmaya muvaffak oldu. Yakalanan Şeyh Bedrettin İslam alimlerinin fetvası üzerine idam edildi.
Aynı yıl Rumeli’ de taht mücadelesine giren ve Düzmece Mustafa olarak da bilinen kardeşi Mustafa Çelebi‘yi yenilgiye uğrattı. Mustafa Çelebi kaçarak Bizans İmparatoruna sığındı. Bu olaydan kısa bir müddet sonra Sultan, Edirne’ de avlanırken rahatsızlandı ve çok geçmeden de 26 Mayıs 1421′ de vefat etti. Naşı Burasa’ ya getirilerek Yeşil Türbe’ ye defn edildi.

Osmanlı Devleti’ nin ikinci kurucusu kabul edilen Çelebi Mehmed, sabırlı, azim ve irade sahibi sözüne ve vadine sadık, vakur bir hükümdar idi. Sekiz yıllık saltanatını Allahü tealanın dinine hizmet etmek ve yolunu yaymak için kuvvetli bir devlet kurmaya feda etti. Küçük ve büyük yirmi dört muharebede bulunarak kırka yakın yara aldı. İçte ve dışta daimi olarak din ve devlet düşmanlarıyla mücadele halinda iken yazdığı bir şiiri:

“Cihan hasm olsa, Hakk’ dan nusret iste!
Erenlerden dua vü himmet iste!” beytiyle başlamaktadır. Çelebi Mehmed, memleketindeki refahtan diğer müslümanlara da pay vermek, Resul-i ekremin mübarek komşularının dualarını almak için her sene onlara hediyeler gönderme adetini başlattı. Sürre alayı adı verilen bir hey’etle gönderilen hediyeler, Mekke ve Medine’ deki mubarek yerlerin tamir ve bakımı ile fakirlerin yiyecek ve giyecekleri için sarf edilirdi.
Memleketin imarına büyük önem veren Sultan, Bursa’ da Yeşil Türbe ile bir cami, medrese ve imaret, Edirne’ de bir cami ve bedesten, Amaya’ da da oğlu Kasım için bir türbe yaptırmıştır.


2. Murad Han

Osmanlı padişahlarının altıncısı.

1404 senesinde Amasya’ da doğdu. Küçüklüğünden itibaren devrin en büyük alimlerinden ders alarak yetişti. 1415 yılında idari ve askeri bilgileri öğrenip tecrübe kazanması ve devlet yönetimine hazırlanması gayesiyle Amasya sancakbeyliğine gönderildi. Bu görevde iken 1420′ de vezir-, azam Bayezid Paşa ile birlikte Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal isyanlarını bastırdı. Babasının 1421′ de vefatı üzerine 25 Haziran 1421′ de Bursa’ da tahta çıktı.
Murad Han’ ın yılları isyanları bastırmakla geçti. Bizans imparatoru Manuel’ in tahriki ile amcası Mustafa Çelebi Saltanatını ilan etti. Yine Anadolu beyliklerinden Germiyanoğulları, Ramazanoğulları ve Menteşeoğulları da Osmanlı tabiiyyetini tanımıyarak ayaklandılar. Murad Han, amcasının kuvvetlerini Ulubat çayı kenaında bozguna uğrattıktan ve kendisini de yakalatıp öldürttükten sonra İstanbul’ u kuşattı. Ancak bu defa Karamanoğulları teşviki ile kardeşi küçük Mustafa Çelebi‘ nin isyanı ile karşılaştı. Onun İznik’ i alarak, Bursa üzerine yürümesi ie İstanbul kuşatmasını kaldıran Murad Han, 1423′ de İznik’ i geri alarak kardeşini idam ettirdi. Sonra da sür’atle harekete geçerek, Anadolu beyliklerini itaat altına aldı. 29 Mart 1430′ da Venediklilerden Selanik kalesini zabtetti. Fetihten sonra yeni muhacirlerle iskan edilen şehir, çok geçmeden bir Türk-müslüman şehri hüviyetini aldı.

1432′ de Osmanlı aleyhine Karamanoğulları, Macaristan krallığı ve Sırp despotu anlaştılar. İki ateş arasında kalmak istemeyen Murad Han, Rumeli beylerbeyi Sinan Paşa’ yı Macarlar üzerine gönderdi. Bu kuvvetler Macarları Tuna nehri kenarında perişan ettiler. Bundan sonra Karamanoğulları üzerine yürüyen Sultan, Konya ve Seydişehir’ i aldı. İbrahim Bey’ in özür dilemesi üzerine sulh yapıldı.

Murad Han, 1437′ de büyük bir kuvvetle Tuna’ yı geçerek Transilvanya’ ya girdi. Zibin şehrine kadar pek çok kale fethedildi. 1439′ da Belgrad kalesi muhasara altına alındı ise de, bir netice elde edilemedi.

1444′ de Macarla yapılan Segedin antlaşmasından sonr, saltanatı, geleceğin Fatih‘ i oğlu Memed’ e terkeden Murad Han, Manisa’ ya çekildi. Fakat bu taht değişikliğinden istifade eden Avrupalılar, Türkleri Rumeli’ den çıkarmak için yeni bir haçlı ittifakına giriştiler. Bunun üzerine tekrar ordusunun başına geçen Murad Han, Bizans İmparatorluğu ile Macar, Leh, İtalyan, Çek, Litvanya, Hırvat, Fransız, Alman ve Venediklilerin katıldığı bir büyük haçlı ordusunu Varna’ da ağır bir yenilgiye uğrattı. 1448′ de Kosova’ da haçlıları ikinci defa bozguna uğratarak Osmanlıların bu toprakalrdan atılamıyacağını gösterdi. Murad Han 47 yaşında iken 3 Şubat 1451 günü vefat etti.

İnce ruhlu, hassas lütufkar, adil, merhametli, sözüne sadık, cesur ve tedbir sahibi, kumanda kabiliyeti yüksek bir devlet adamı idi. On iki yaşında şehzade iken başlayan muhabere hayatı vefatına kadar devam etti. Devlet işleri ile yakından ilgilenen Murad Han İslamiyet’in yayılması için herşeyini fedaya hazırdı. Bu halini Varna fetihnamesindeki sözleri açık olarak göstermektedir.

“Bizler Allahü tealanın ihsanlarının, şükrünü yerien getirebilmek için bütün günlerimizi, senelermizi, İslam dinine hizmete, Allahü tealanın bize emaneti olan insanları ruh, düşüce, beden ve dünyalık bakımından saadet ve selamete kavuşturmaya adadık. İnsanlığın dünyevi ve uhrevi huzur ve seadeti, yalnız İslam dinine uymakla tahakkuk edebileceğinden, biz de bütün ömrümüzü, her şeyimizi Muhammed aleyhissamın dinini sancağını yüceltmeye, O’nun dinini bütün insanlara ulaştırmaya gayret ettik. Dünyada yegane gayemiz ve maksadımız halisane olarak budur…”

İmar işlerine de ehemmiyet veren ikinci Murad Han, çok eser bıraktığı için Ebu’l-Hayrat diye anıldı. Bursa, Edirne ve başka şehirlerde yolcular için imaret ve ulema için medreseler yaptırdı. Bu faaliyetler neticesinde doğudan pek çok alim ve san’at erbabı Osmanlı ülkesine gelerek ilim hayatına yeni bir canlılık kazandırmıştır.

Fatih Sultan Mehmed

Yedinci Osmanlı padişahı ve İstanbul Fatihi.

Sultan Murad Han, oğlu şehzade Mehmed’ i yanlız din ve fen ilimlerinde yüksek bir tahsil yaptırmak ve bir takım kültür dillerine (Arapça, Farsça, Latince, Yunanca ve Sırpça) sahip olarak yetiştirmekle kalmadı. O, bu kudretli ve kabiliyetli şehzadeye tecrübeli devlet adamlarından ve büyük alimlerden müteşekkil yüksek bir muhiti, maddi-manevibakımlardan devrin en üstün ordusunu ve nihayet bütün düşmanlarını ve Haçlı ordularını yere seren rakipsiz ve sağlam bir devleti de miras bırakmıştı.

Bununla beraber 21 yalında tahta oturan genç Hakan, daha ilk günlerde devleti ve ordusunu daha büyük hamleler yapacak bir kudrete ulaştırdı. Şehzadeliğinden beri bir an önce İstanbul’ u fethetmek ve hazret-i Peygamberin “Kostantiniyye (İstanbul) muhakka feth edilecektir. Bu fethi yapacak hükümdar ne güzel hükümdar ve onun askerleri ne güzel askerdir.” müjdesine mazhar olmak istiyordu. Bu gaye ile askeri tarihin kaydettiği en büyük ateşli silahlar ve toplar ile ordusunu dayanılmaz bir kudret halina getirdi. Ayrıca 1000 yıllık tarihi boyunca bütün muhasaraları muvaffakiyetsizliğe uğratan surları aşmak için seyyar kuleler kurdu. Nihayet 6 Nisan’ da başlayan kuşatma, 22 Nisan’ da Fatih‘ in donanmayı Beşiktaş’ tan Haliç’ e indirmesiyle çok şiddetli bir duruma girdi. 29 Mayıs 1453 ‘ de yapılan son taarruzla şehri alarak ortaçağa son verdi.

Beyaz bir at üzerinde ve muhteşem bir alayla Topkapı’ dan şehre giren Fatih Sultan Mehmed, doğuca Ayasofya’ ya gitti. Kapıya gelince attan inip, secdeye vardı. Mabedi temizletti, tasvirlerden kurtardı ve ilk Cuma namazını orada bütün gazilerin sevinç ve heyecanları içinde kıldı. Daha sonra Ayasofya’ nın kıyamete kadar cami kalmasını yazılı vasiyyet ve vakf eyledi.

Fatih Sultan Mehmed bundan sonra, Osmanlı Devleti’ ni bir Cihan İmparatorluğu haline getirme ve İslamiyet’ i bütün dünyaya yayma mücadelesine girişti. O; “Dünyada tek bir din, tek bir devlet, tek bir padişah ve İstanbul da cihanın payi tahtı olmalıdır. ” diyordu. Nitekim bu gaye ile Fatih kısa zamanda Anadolu‘ da İsfediyar, Trabzon, Karaman ve Akkoyunlu memleketlerini ilhak etti. Dulkadir beyliği ile Kırım hanlığını tabiiyeti altına aldı. Yunanistan, Arnavutluk, Bosna-Hersek, Sırbistan (Belgrad hariç), Eflak Boğdan ve sair ülkeleri fethetti. Bir çok krallık, imparatorluk, hanlık ve beylik ortadan kaldırıldı ve Osmanlı topraklarıTuna’ dan Fırat’ a kadar yayıldı. Anadolu‘ da milli birlik te’si edildi.

Bu büyük Türk Sultanı 1481 senesi ilkbaharında üç yüz bin kişilik bir ordunun başında olarak yeni bir sefere çıktı. Ancak, Hünkar çayırı denilen mevkide hastalandı ve çok geçmeden 3 Matıs 1481 ‘ de vefat etti. Özel doktoru olan Yahudi dönmesi Yakup Paşa tarafından zehirlendiği de söylenmektedir. Naşı, adına yaptırdığı camini bahçesine defnedildi. Sonra üzerine türbe yapıldı.

Fatih Sultan Mehmed, ince yüzlü, uzunca boylu, dolgun vücudlu olup, seyrek güler, yüzüne bakıldığında hürmet ve korku telkin ederdi. Her şeyi öğrenmek isteyen zeki bir araştırıcı idi. Harp san’ atından çok hoşlanır. yapacağı seferlerden en yakınlarını bile haberdar etmez ve bunların gizli kalmasına çok dikkat ederdi. “Sırrıma sakalının bir telinin vakıf olduğunu bilsem onu yolar atarım” sözü meşhurdur.



Soğuğa-sıcağa, açlığa-susuzluğa ve yorgunluğa karşı çok dayanıklı idi. Tabzon üzerine çıktığı seferde Zigana dağlarını yay olarak binbir müşkilatla geçerken yanında bulunan Uzun Hasan’ ın annesi, Sara hatun; “Ey oğul! Bir Trabzon bunca zahmete değer mi?” deyince, yüce Hakan; “Bu zahmet din yolundadır, ahiretde Allahü tealanın huzuruna varınca inayet ola. Zira elimizde İslam kılıcı var. Eğer bu zahmeti ihtiyar etmezsek bize gazi demek yalan olur.” cevabını verir.

Fatih, büyük ilim, din, kültür ve san’ at adamlarını etrafında tolayarak İslam medeniyetine yeni bir hamle verdi ve İstanbul’ u devrinde bu medeniyetinve dünyanın en yüksek bir merkezi haline getirdi. Molla Gürani, Hocazade, Molla Hüsrev, Hızır Bey, Molla Yegan, Ali Kuşçu ve Akşeseddin meclisinin en mühim simaları idi. Devrinde Osmanlı Devleti’ nin büyük temel müessese ve teşkilatı en mükemmel bir hale geldi. Zeytinyağı döktürerek insanlık tarihinde “yağla makina soğutması”, havan topunun balistik hesab ve planını yaparak dik mermi yollu ilk silahı keşfeden de odur. Yine onun devrinde başta İstanbul olmak üzere, imparatorluğun büyük şehirleri cami, mescid, medrese vesair eserlerle donatılmıştır.
 

Suskun

V.I.P
V.I.P
2. Bayezid Han

Osmanlı padişahlarının sekizincisi.


Küçük yaştan itibaren tam bir ihtimamla yetiştirilen şehzade Bayezid, devrin en mümtaz alimleri elinde tahsil gördü. Yedi yaşında iken, Amasya valisi oldu. 1473 Otlukbeli savaşına sağ kol kumandanı olarak katıldı. Babası Fatih Sultan Mehmed‘ in ölümü üzerine, 20 Mayıs 1481′ de tahta geçti.

Ancak Bayezid, kardeşi Cem Sultan‘ ın muhalefeti ile karşılaştı. Bursa’ yı alan ve adıan hutbe okutan Cem’ e karşı, Yenişehir savaşını kazanan Bayezid duruma hakim oldu. Fakat Cem mes’elesi sona ermedi. Tersine olarakbu iş, doğu ve batı devletlerinin en çok ilgilendikleri bir problem halini aldı ve imparatorluk bu yüzden daimi bir tehdit altına girdi. Çünkü Papa, Cem vasıtasıyla Avrupa’ da Osmanlılara karşı büyük bir ittifak kurabilmek için faaliyete girmişti. Ona göre Osmanlı İmparatorluğu’ nun yıkılması için en müsait vakit gelmişti. İşlerin tehlikeli bir yola girdiğini gören Bayezid Han, bu sebeple 16 Ocak 1482′ de Venediklilerle bir anlaşma imzalayarak hıristiyanlığın en kuvvetli uzuvlarından birini felce uğrattı ve zahiren de olsa onların dostluğuhnu temin ederek, 17 yıl Osmanlıların aleyhindeki teşebbüslere seyirci kalmalarını sağladı.

Boğdan voyvodasının yıllık vergisini ödememesi ve aleyhte faaliyetleri üzerine 1484 yılında sefere çıkan Bayezid, 15 Temmuz’ da Kili ve 11 Ağustos’ ta Akkerman kalesini fethetti. Bu sırada Sultan Bayezid’ in Dulkadir Beyliği üzerindeki hakimiyet mes’elesi yüzünden, Mısır- Memluk sultanı ile arası açıktı. Daha sonra Memluklülerin, Cem Sultan‘ a sahip çıkarak onu Bayezid’ e karşı kışkırtmaları ve Osmanlı hacılarına karşı güçlük çıkartmamaları iki devlet arasında bir harbe sebebiyet verdi. Belirli aralıklarla altı sene süren savaş, küçük birliklerin vuruşmaları şeklinde cereyan etmiş ve kesin bir netice elde edilememiştir.

Sultan Bayezid, kardeşi Cem’ in 1495′ de Napoli’ de vefatı etmesinden sonra, Osmanlı Devleti’ nin dış politikasına başka bir yön verdi. 1498 senesi ilk ve sonbaharında Silistre sancakbeyi Bali Bey kumandasında 40 bin akıncı birliği, Lehistan’ a Osmanlı tarhinin en büyük akın hareketlerini gerçekleştirdiler. Bu arada Venediklilerin Mora üzerine tecavüzi hareketlerde bulunması üzerine de Sultan, 1499′ da Mora seferine çıktı. 25 Ağustos’ ta İnebahtı, 9 Ağustos 1500′ de Modon ve 16 Ağutos’ da Koron Venediklilerden alındı.

Bayezid Han batıda daha önemli fetihlere başlama noktasıda iken, doğuda büyük bir tehlike ile karşı karşıya kaldı. bu sebepten dolayı, 1502′ den sonra zamanını Safevi hükümdarı Şah İsmail’ in türlü entrikalarını karşılamaya hasretti. Memluklülerle birlik onlara karşı askeri tedbir aldı. Fakat bilhassa onunla bir ihtilafa düşmemeye çalıştı. Çünkü Anadolu‘ da kalabalık bir halk kütlesi, Şah İsmail tarafını tutyordu. Nitekim 1511′ de patlak veren Şah Kulu Baba Tekeli isyanında Kütahya’ yı ele geçiren ayaklanmalar güçlükle bastırılabildi.

Sultan Bayezid’ in son yılları saltanatı ele geçirmek isteyen oğullarının mücadelesine de sahne oldu. Neticede kardeşlerine karşı daha dirayetli olan ve yeniçeriler tarafından da desteklenen oğlu Selim‘ e Allahü teal mübarek etmesi üzerine dileğiyle saltanatını teslim etti (25 Nisan 1512).

Bayezid Han daha sonra Dimetoka’ daki saraya giderken Abalar Köyü mevkıinde hastalanarak 26 Ağustos 1512 günü vefat etti. İlim sahibi, takva, adalet ve merhametten ayrılmayan, vakarlı, vakarlı ve hilmiyle meşhur bir padişah olduğu için “Vali Bayezid” olarak bilinir. Bayezid meydanında kendi külliyesi ile birlikte caminin inşası bitince padişah; “Her kim ömrü boyunca ikindi be akşam namazlarının sünnetlerini terk etmemiş ise, ilk cuma namazında imam olsun” buyurmuştu. Bu hususta kendisinden başka kimse çıkmamış, sulhde ve seferde hiçbir sünneti bırakmadığı için namazı kendisi kıldırmıştır. Sultan Bayezid’ in mührünü taşıyan sayısız yazma eserin Türkiye ve Avrupa kütüphanelerinde bulunması ve onun kültür faaliyetleri arasında dikkat çekmektedir. Memleketin her tarafında imar faaliyetlerini devam ettirdi. Yaptırdığı en önemli eserler arasında, Amasya’ da medrese, cami ve zaviye, Edirne’ debir darüşşifa ve İstanbul’ da Bayezid Camii, medrese ve imareti başta gelmektedir.


Yavuz Sultan Selim


Osmanlı sultanlarının dokuzuncusu ve İslam halifelerinin yetmişdördüncüsü. Amasya’da doğdu Küçük yaştan itibaren Kur’an-ı Kerim, tefsir, hadis, ve fıkıh dersleri yanında yüksek fen ilimlerini de öğrendi. Çok çevik ve zeki olup ok atmak, güreş tutmak ve kılıç kullanmak hususunda maharet sahibiydi. Arabi ve Farisi’yi mükemmel bir şekilde konuşurdu. Bbası ikinci Bayezid padişah olduktan sonra, askeri sevk ve idare ile devlet yöneticiliğini öğrenmesi için Trabzon’a vali tayin olundu.

Yavuz Sultan Selim Trabzon valisi iken, Şah İsmail’in(1502-1524) siyasi-dini faaliyetleri ile Osmanlı Devleti için çok büyük bir tehlike arzettiğini görüyor ve ona göre tedbirler düşünüyordu. Hatta zaman zaman bu devlet üzerine küçük çapta akınlar da yapıyordu.Nitekim, 24 Nisan 1512′de babasının yerine geçince de ilk seferini, Osmanlı Devleti’ni önce bölüp parçalama,sonra da yıkma emelleri güden Safeviler üzerine yaptı. İstanbul’da Eyüp ve diğer mübarek kabirleri ziyaret ederek zafer duaları yaptıktan sonra ordusuyla harekete geçen Selim Han günlerce yol aldıktan sonra nihayet 23 Ağustos1514′de Çaldıran ovasında Safevi ordusuyla karşılaştı. Yavuz ve ordusunun kudreti ile ateşli silahların üstünlüğü sayesinde Osmanlılar parlak bir zafer kazandı.İran ordusunun büyük bölümü imha edilirken bir çok safevi kumandanı ile Şah İsmail’in zevcesi esir alındı.İran’ın başşehri Tebriz’e giren Yavuz Sultan Selim Han, şehirdeki camileri tamir ettirdi ve halka huzur verdi.

Bu zafer ile Osmanlı hududu Fırat’tan Azerbaycan’a ve İran içlerine kadar uzandı.Yavuz Sultan Selim ikinci seferini Memlukler üzerine yaptı. Bu seferin asıl sebebi Memluklerin Osmanlı Devleti’nin kuvvetlenmesinden endişe ederek şii Şah İsmail ile ittifak içerisine girmesi idi. Şah İsmail’i bir dar- bede saf dışı bırakan Cihangir padişah bu defa da yıldırım sürati ile, Mısır ordularını, 24 Ağustos1516 da Mercidabık ve 26 Mart 1517′de Ridaniye’de kazandığı zaferler ile perişan etti. Artık Memluk devleti kalmamış, bütün arap ülkeleri Osmanlı hakimiyetine girmişti. Bu durum üzerine Mekke ve Medine emiri mukaddes şehirlerin anahtarlarını “Hadimü’l Haremeyn=Mekke ve Medine’nin hizmetçisi” şekline çevirerek aldı ve evladlarına böyle miras bıraktı.

İki büyük seferin zaferle neticelenmesinden sonra bilhassa donanma faaliyetine hız veren Yavuz, devrin büyük alimi Kemal-paşazade’ye niyetinin feth-i Efrenciye yani Avrupa olduğunu bildirmişti.Ancak yüce Hakan’ın yine Eyüp türbesini ziyaretle başladığı bu seferine yakalandığı amansız şirpençe hastalığı mani oldu. Vefat etmeden önce musabihi Hasan Can kendisine hakka teveccüh etmesini söyleyince, “Bunca zamandan beri bizi kiminle biliyordun.Cenab-ı Hakka teveccühde bir kusur mu gördün.” buyurarak Yasin-i Şerif okumasını istedi.Kendiside okurken ruhunu teslim etti. Naşı kendi adı ile anılan camiin avlusundaki türbesindedir.

Osmanlı Devletinin topraklarını iki buçuk mislinden fazla genişletti. Babasından devr aldığı 2.373.000 km2 olan ülke toprakları, 6.557.000 km2 ye çıktı.
Devlet işlerinde kesin niyet ve kati programla hareket eden Selim Han, herhangi bir devlet işini fiiliyata koymadan evvel, muhtelif yollarla onun hakkında alim vezir ve sair ilgililerin fikirlerinden istifade eder ve günlerce düşünür, nihayet son kararını verdikten sonra ondan dönmez ve bu kararın aleyhinde söz söyleyenleri en şiddetli şekilde cezalandırırdı.Muntazam bir casus teşkilatı vardı. Bu sayede gerek memleket dışından ve gerek içeriden devamlı bilgi alırdı.Mühim işlerde bizzat tahkikat yapardı. İhtişam ve debdebeye ehemmiyet vermez, sadeliği sever ve sade giyinirdi. Kendisi için fazla para sarfıyla köşk ve lüks şeyler yapılmasını istemezdi. Bir defasında oğlu Şehzade Süleyman çok süslü bir elbise ile huzuruna girince;”Süleyman annen ne giysin” diyerek sitem etmişti.Hazinenin devamlı dolu olmasına dikkat ederdi.

Sultan Selim Han evliyaya rağbet eder onların sohbetlerine katılmayı bulunmaz bir nimet sayardı. Devamlı;”Padişah-ı alem olmak bir kuru kavga imiş-Bir veliye bende olmak cümleden ala imiş.” buyururdu. Yavuz Sultan Selim‘in Şam’da Salihiyye’de Muhyiddin-i Arabi’ye yaptırdığı cami,imaret ve türbeden ve bir de Konya’da Mevlevi tekkesine getirdiği sudan başka bir hayır yapmasına vakti ve zamanı müsaid olmamıştır. Hatta başlattığı camiinin bile yanlız temellerini attırabilmiş fakat tamamlayamamıştır.


Kanuni Sultan Süleyman

Osmanlı Sultanlarının onuncusu ve islam halifelerinin yetmişbeşincisi. 1509′da Kefe sancakbeyliğine gönderilinceye kadar babasını yanında kalmış ve bu müddet içinde iyi bir öğrenim ve eğitim görmüştür. Babası Yavuz Sultan Selim‘in 1514 İran ve 1516 Mısır seferleri sırasında Rumeli’nin muhafazasıyla görevlendirildi ve Edirne’de oturdu. Babasını vefatı ile de 30 Eylül 1520 tarihinde 26 yaşında iken Osmanlı tahtına çıktı.

Kanuni Sultan Süleyman, Belgrad’ın fethi(1521) ile Orta Avrupa’nın, şovalyelerin üssü olan Rodos’un zaptı (1522) ile de Akdeniz hakimiyetinin kapılarını devletine açtı. 1526′da yüzbin kişilik ordusu ve 300 kadar top ile Mohaç ovasında Macar ordusuyla karşılaştı.Bu durumda sancaklarını açıp ellerini semaya doğru kaldıran Sultan; “Ya Rabbi! Senin kudret ve himayeni diliyor, hazreti Muhammed’in ümmetine yardımını niyaz ediyorum.” diye yalvardı. Tarihin bu en büyük meydan sava- şında düşman ordusunu yok eden Kanuni, 20 Eylül’de Macaristan’ın başşehri Budin’e girdi.1529 da Viyana muhasara edildi ise de, kuşatma vasıtalarının getirilmemesi ve kış mevsiminin yaklaşması üzerine neticesiz kaldı. 1532′de Alman seferine çıkan Kanuni, Viyana’yı arkada bırakarak Gratz, Marburg, Gunss ve daha bir çok Alman şehirlerini zaptetti. Yedi ay Avrupa içlerin- de dolaştığı halde imparator karşısına çıkmağa cesaret edemeyince geri döndü.

1534′de Safeviler üzerine sefere çıkan sultan, Bağdat ve Basra’yı zaptetti. Bağdad’da evliya kabirlerini ve Kerbela’ da hazret-i Ali ve hazreti Hüseyin’in makamlarını ziyaret eden Kanuni, Abdülkadir-i Geylan’i hazretlerinin kabrine türbe ve yanına imaret yaptırdı. Fetih hareketlerine devam eden Kanuni, 1535′de Tebriz’i zaptetti. 1537′de İtalya seferine çıkarak, Otranto’ya kadar ilerledi.

Karalarda cihan hakimiyetini eline geçiren Kanuni Sultan Süleyman, Barbaros Hayreddin Paşa vasıtasıyla denizlerde de Osmanlı Devleti’nin gücünü gösteriyordu.Nitekim bu büyük deniz komutanı haçlı donanmasını 27 Eylül 1538′de Preveze’de imha ederek, müstesna bir zaferle Akdenizde tam bir Türk hakimiyeti kurdu. Kanuni süveyş’te kurduğu donanma ile de Kızıldeniz’i ve Arabistan sahillerini emniyet altına aldı ve Avrupalıları Hindistan sahillerinden uzaklaştırmaya başladı.

Bu fetihleri; 1543′de Estergon,Nis ve İstolni-Belgrad, 1551′de Trablusgarb’ın zaptı ve 1553′de Nahcıvan seferi takib etti. İhtiyar ve hasta bir halde iken 1566′da yine cihada çıkan bu büyük Türk sultanı, Sigetvar kalesinin zaptı sırasında top sesleri arasında 72 yaşında iken vefat etti. Naşı Süleymaniye’deki türbesine defn edilmiştir.

Türklerin kendisine Kanuni ve Gazi, Avrupalıların ise “Muhteşem” dedikleri Süleyman Han, babasından devraldığı 6.557.000 km2 Osmanlı toprağını, yaptığı fetihlerle 14.893.000 km2 ye ulaştırdı. Bulunduğu yüzyıl, dünya tarihine Türk asrı olarak geçti. Bu asırda her sahada dahi devlet ve ilim adamları yetişti. Nitekim Sadrazamı İbrahim Paşa, Lütfi Paşa, Sokullu Mehmed Paşa; Şeyhülislamı Kemalpaşazade, Ebüssü’ud Efendi, şairi Baki, Fuzuli; san’atkarı Mimar Sinan; Kaptan-ı deryası Barbaros Hayreddin Paşa olan bir devletin padişahı Kanuni olurdu.

Sultan Süleyman Han’ın asıl adından daha fazla bilinip, şöhreti olan Kanuni ünvanı, önceki Osmanlı kanunnamelerini ve devri icabı lüzumlu hükümleri Kanunname-i Al-i Osman adı altında, islam hukuku esasları dahilinde toplattırıp tanzim ettirme- sinden ileri gelmektedir. Kanuni hareket ve sözleri güzel, aklı kamil, nezaketli, irfan sahibi, sözleri tatlı, alim, hakim ve şairlere dost, bütün maddi-manevi iyilikleri şahsında toplamış emsalsiz bir padişahtı.

Pek çok hayrat ve iyilikleri olan Kanuni, imar faaliyetleriyle de uğraştı. Memleketin hemen heryerinde camiler, mescid- ler, medreseler, hamamlar ve çeşmeler inşa ettirdi. Mimar Sinan’ın yaptığı Süleymaniye Camii de bu devirde Türk azameti devrinin tacını teşkil etmiştir.Koca Mimar Sinan büyük Hakan’a; “Padişahım sana öyle bir cami inşa ettimki, kıyamete değin ayakta duracak bir metanete sahiptir.” diyerek bu eserini takdim etmiştir.

Pek çok özellikleri yanında büyük bir şair olan Kanuni Sultan Süleyman’ın hastalığında yazdığı şu beyti yüzyıllardır dillerde söylenmektedir.

Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi,
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi.


2. Selim Han)

Osmanlı sultanlarının on birincisi ve islam halifelerinin yetmiş altıncısı. Şehzadeliğinde mükemmel bir tahsil ve terbiye gördü. Devlet idaresini ve teşkilatını iyice öğrenmesi için Anadolu‘nun çeşitli yerlerine vali olarak gönderildi. Bu müddet içinde tahsiline devamla bilgi ve kültürünü artırdı.Babası Kanuni Sultan Süleyman’ın Sigetvar’ın fethi sırasında vefat etmesi üzerine Kütahya’dan İstanbul’a gelerek 30 Eylül 1566′da tahta çıktı.
Osmanlı Devlet‘indeki saltanat değişikliğinden istifade etmek isteyen devletler sulh yapabilmek için elçilerini İstanbul’a gönderiyorlardı. Selim Han uzun görüşmelerden sonra Avusturya ile sekiz yıllığına andlaşma imzaladı.(17 Şubat 1567). Buna göre Kanuni‘nin sigetvar seferinde zaptettiği yerler Osmanlı Devletine kalacak ve Avusturya imparatoru hersene Osmanlı Devleti’ne 30.000 macar altını vergi verecekti. İran ile yapılan bir andlaşma ile de Amasya sulhü yenilendi.



Bu sırada Yemen’de büyük bir isyan çıkmış ve Zeydi imamlarından Topal Mutahhar, Aden, San’a ve çevresini ele geçirmişti. 1568′de Yemen’e serdar olarak gönderilen Sinan Paşa, Süveyş Donanması kumandanı Kurdoğlu Hızır Reis’inde desteğiyle isyanı kısa sürede bastırdı. Mutahhar’ın eline geçmiş olan bütün yerler alındı.

Osmanlı Devleti, Suriye ve Mısır’ı alıp, Kuzey Afrika’nın en mamur kısmına sahip olduktan sonra yol üzerinde bulu- nan ve korsan gemilerinin barınağı durumuna gelen Kıbrıs adasının alınması bir zaruret halini almıştı. Bu itibarla İkinci Selim Han bütün hazırlıklarını tamamladıktan sonra Lala Mustafa Paşa’yı Kıbrıs Serdarlığına tayin etti.Lala Mustafa Paşa bütün Avrupa devletlerinin yardım etmelerine rağmen 1 Ağustos 1571′de Kıbrıs’ın fethini tamamladı. Ancak Osmanlı Donanması 7 Ekim 1571′de Haçlı Donanmasına karşı giriştiği muharebeyi kaybetti.Savaşta gemilerinin büyük bölümünü kaybeden Osmanlılar, ertesi sene denize daha büyük bir donanma indirmeyi başardılar. Bu sebeple Avrupalılar başarılarının meyvelerini toplayamadılar.

Osmanlıların 1569′da Don-Volga kanalını açmak üzere giriştikleri teşebbüslerden Rusların kışkırtmaları ve karşı koymaları üzerine bir netice elde edilememişti.Bu sebeple Selim Han, 1571 baharında Kırım Han’ını Ruslar üzerine akına memur etti. Devlet Giray Han, 120.000 kişilik ordusu ile Rus ordularını onbinlerce zayiat verdirerek dağıttı ve Moskova’ya girdi. 150.000 esirle Kırım’a dönen Devlet Giray, bu zaferi üzerine tahtalan lakabıyla anıldı.

1574′de Boğdan voyvodasının isyanı üzerine Osmanlı kuvvetleri ile birlikte hareket eden Kırım kuvvetleri kısa zamanda duruma hakim oldular.Tunus mes’elesi ile de ilgilenen Selim Han, Kıbrıs’ın fethi sırasında İspanyolların eline geçen kalenin fethine Kılıç Ali Paşa ile Koca Sinan Paşa’yı me’mur etti. İspanyol’ların yıllardır tahkim ederek, hiçbir suretle zaptedilmez diye övündükleri Halk-ul-vad, Osmanlı ordusuna ancak otuzüç gün mukavemet edebildi ve 24 Ağustos’da zaptedildi. 13 Eylül’de ise Tunus tamamen Osmanlıların eline geçti.
Selim Han, Tunus mes’elesinin hallinden sonra çok geçmeden 15 Aralık 1574′de rahatsızlanarak vefat etti. Mimar Sinan’a Ayasofya Camii avlusunda yaptırdığı türbeye defnedildi.

İkinci Selim Han, uzuna yakın orta boylu, açık alınlı, ela gözlü ve sarışındı. Avcılık ve yay çekmeğe son derece meraklı idi. Şehzadeliğinde savaşlara katılmakla birlikte padişahlık müddetince bizzat iştirak etmedi. Tecrübeli ve bilgili bir vezir olan Sokullu Mehmet Paşa’yı hükimet işlerinde serbest bırakmakla en isabetli kararı vermiş ve sekiz sene muvaffakiyetli bir devir geçirmiştir.

Divan sahibi değerli bir şair olan Selim Han, aynı zamanda imarcı bir padişahtı. Kısa süren saltanat döneminde Türk ve dünya san’atının şaheseri sayılan Edirne Selimiye Camii’ini inşa ettirdi. Ayasofya Camii’ini tahkim ettirerek günümüze kadar gelmesini sağladı. Bunlardan başka, Mekke-i mükerremenin su yollarının tamiri, Mescid-i Haram’ın mermer kubbeler ile tezyini, Lefkoşe Selimiye Camii ve Aziz Efendi tekkesi diğer hayratları arasındadır.


3. Murad Han

Osmanlı sultanlarının onikincisi ve islam halifelerinin yetmişyedincisi. 1546 yılında Manisa’nın Bozdağ yaylağında doğdu. Küçük yaştan itibaren Manisa’da değerli hocalar huzurunda tahsil ve terbiye gördü. 1558 senesinde dedesi Kanuni Sultan Süleyman tarafından Alaşehir sancak beyliğine tayin edildi. Babası İkinci Selim Han’ın tahta geçmesinden sonra Manisa sancak beyliğine getirildi. Bu vazifesi sırasında kıymetli hocalardan askeri ve idari bilgileri öğrendi. 15 Aralık 1574′de babasının vefatı üzerine Manisa’dan İstanbul’a gelerek 22 Aralık 1574′de Osmanlı tahtına çıktı.

1575′de Venedik, 1576′da İran ve 1577′de de Avusturya ile eski sulh andlaşmalarını yeniledi. 1578′de Osmanlı toprakların- daki yıkıcı ve bölücü faaliyetleri dolayısıyla İran’a sefer açtı. Bu sefer sırasında bilhassa Özdemiroğlu Osman Paşa İran kuv- vetlerini üst üste mağlubiyete uğrattı. Azerbaycan, Tiflis, Nihavend ve Hemedan bölgeleri Osmanlı hakimiyetine katıldı. Bu sırada Portekizliler Osmanlı himayesi altında bulunan Fas’a büyük kuvvetlerle saldırmışlardı. Portekiz ordusunu karşılamak vazifesi Divan-ı Hümayun tarafından Ramazan Paşaya verildi. Ramazan Paşa Vadi’s Seyl ovasında Portekiz ordusunu büyük bir bozguna uğrattı. Portekizlerin ölüleri arasında kralları, büyük asilzadeleri ve devlet adamları da vardı. Kurtulabilenler donanma ile kaçmaya çalı- şırken bunlara da Sinan Reis ağır kayıplar verdirdi. Bu zafer ile Fas, Osmanlı Devleti’ne daha kuvvetli bir şekilde bağlandı. 11 Mayıs 1583′de üç gün üç gece devam eden ve gece de ateşler yakılarak devam edilmesi dolayısıyla Meşaleler savaşı denilen çar- pışmada Özdemiroğlu Osman Paşa İran kuvvetlerini perişan etti. Bu zaferin ardından Revan fethedildi. İran’la 1590 yılında İstanbul’da sulh andlaşması imzalandı. Buna göre İran bütün Osmanlı fütuhatını tanıyor ve ülkede sünni büyüklere dil uzatmamayı taahhüt ediyordu.
1592 yılında Bosna ve Macaristan hududunda vukubulan olaylar Osmanlı Devleti ile Avusturya arasındaki andlaşmayı bozdu. Neticede Avusturya ile onüç sene devam edecek olansavaş başladı.

Serdar-ı Ekrem Sinan Paşa 13 Eylül 1594′de Yanıkkalesi önünde Avusturya kuvvetlerini bozdu ve kaleyi zabtetti.Ancak Avusturya mes’elesi kesin olarak halledilmeden Sultan üçüncü Murad Han 15/16 Ocak gecesi vefat etti Naşı Ayasofya Camii yanındaki babası babası ikinci Selim Han’ın türbesine defnedildi.

Sultan Üçüncü Murad Han Arapça Ve Farsçayı Çok iyi Bildiği Gibi İslami ilimlerin tamamına vakıf olup,bazı ilimlerde mütehassız idi.Tedbirli hareket eder, ifrattan (aşırıya kaçmaktan) ve küçük bir haksızlık yapmaktan çok sakınırdı.Şair bir sultan olup Muradi mahlasıyla şiirler yazmıştır.Divanında Yer Alan şiirlerinden bir tanesinin açıklaması şu şekildedir: “Güzel huylu ol. Sen herkesin sözlerine kanma. Kalbini deniz gibi geniş tut. Herkesin işinin ne olduğuna bak. Makamına ve maiyyetin- deki adamlara güvenme. Çünkü onlar geçicidir. Ahiret hayatını iste. Dünyanın işlerine bakma. Dünya oturma yeri değildir. Sadece köhne,geçici bir konaktır.Bu dünyaya her kim geldi ise kendi yurduna göçtü. Maddi ve manevi ilimleri öğren. Sana büyük rütbe olarak bu yeter. Cehennem ateşine girmemek için çok çalış.
Murad Han devrinde Osmanlı Devleti en geniş sınırlarına erişti. Ülkede pek çok bayındırlık eseri ile ilim, kültür ve san’at merkezleri inşa ettirdi. Kabe-i şerif duvarlarını memerden yaptırdı. Harem-i şerfin su yollarını temizletti. Medine’de bir medrese, mektep ve zaviye, Manisa’ da bir cami, medrese, imaret ve tabhaneden meydana gelen Muradiye külliyesi en önemli eserleri arasındadır.


3. Mehmed Han

Osmanlı sultanlarının on üçüncüsü ve İslam halifelerinin yetmiş sekizincisi. Üçüncü Murad ile Safiye Sulatan’ın oğlu olan Mehmed, Manisa’da 1566′da dünyaya gelmiştir. Şahzadeliğinde İbrahim Cafer Efendi ve pir Mehmed Azmi Efendi gibi devrin tanınmış alimlerinden tahsil ve terbiye gördü. 1583′de Manisa sancağı valiliğine tayin edildi.1595′de babasının vefatı üzerine Osmanlı tahtına çıktı.

Üçüncü Mehmed Han tahta çıktığında Osmanlı Devleti ile Avsuturya arasındaki harp bütün şiddeti ile devam ediyordu. Bu arada papanın teşviki ile Osmanlı Devleti’ne tabi Erdel,Eflak ve Boğdan voyvodalıkları isyan ettiler.bu tehlikeli gelişme üzerine Mehmed Han bizzat ordusunun başında Avusturya seferine çıktı. 12 Ekim 1596′da Eğri kalesini fethetti.Eğri’yi geri almak için harekete geçen Arşidük Maximilyen-i Haçova meydanında karşıladı.Şiddetle cereyan eden savaşın başlangıcında Osmanlı ordusu bozuldu. Düşman kuvvetleri padişahın otağının yanına kadar geldiler.Ancak Hoca Sadeddin Efendi’nin duası ve padişahı ikna ederek yerinde tutması,padişahın da hocasına teslimiyet ve sebatı neticesinde Osmanlı ordusu toparlandı.Ordu gerisindeki hizmetlilerin de savaşa iştirakiyle düşmana ağır bir darbe indirildi (26 Ekim 1596) Kaynaklara göre 50 Bin avusturya askeri telef oldu.Önemli miktarda silah ve cephane ele geçirildi. Sultan bu seferin sonunda Eğri fatihi ünvanını aldı.

Haçova zaferinden sonra,Sokulluzade Hasan paşayı Avusturya cephesi serdarlığına tayin eden Sultan Mehmed Han İstanbul’a döndü. Bu Durumdan faydalanan Avusturyalıların bir kolu Yanıkkalesini Muhasara ederken diğer bir kolu Tata kalesini zapteti.Hızla hareket eden Satırcı Mehmed Paşa yanıkkale üzerine yürüyüp kaleyi mahasaradan kurtardı.Buna rağmen kale 1598′de ani bir baskın sonucu Avusturyalıların eline düştü. Eflak kuvvetleri Niğbolu’da Osmanlı kuvvetlerini yenerken, Budin de Avusturyalılarca muasara edildi. Bu mağbuliyet ğzerine Üçüncü Mehmed Han, Damad İbrahim Paşayı sadrazamlığa getirdi.Öncelikle orduda disiplini sağlayan İbrahim Paşa,ileri harekatla Erdel, boğdan ve Eflak voyvodalıklarının Osmanlı Devleti’ne olan bağlılıklarını artırdı. Sonra 1600 yılında kanije üzerine yürüyerek kaleyi fethetti. Kanije,beylerbeylik haline getirilip Tiryaki hasan Paşaya verildi. İbrahim Paşa ertesi sene tekrar sefere çıkacağı sırada vefat etti ve yerine Yemişçi Hasan paşa getirildi. Öte yandan Avusturya kuvvetleri Arşidük Ferdinand komutasında büyük kuvvetlerle gelerek Kanije’yi muhasara ettiler. fakat Tiryaki Hasan Paşa’nın Türk tarihinde bir kahramanlık nişanesi ve askeri sevkv idarede bir maharetÖrneği olan müdafaası sayesinde Avusturya ordusu hezimete uğrayarak geri çekilmek zorunda kaldı.

Avusturya cephesindeki harbin uzun sürmesi Anadolu‘da celali hareketlerinin artmasına yol açtı.Hükümetin harpler dolayısıyla celalilerle fazla ilgilenmemesi Anadolu‘yu tam bir huzursuzluk içinde bıraktı.Osmanlı Devleti’nin bu vaziyetini fırsat bilen İran şahı birinci Abbas,Avrupa devletleriyle ittifak ederek Tebriz üzerine yürüdü Ve şehri işgal etti. Doğuda aleyhte gelişen bu faliyetler üzerine Sultan Mehmed han celali liderlerinden Deli Hasana Bosna beylerbeyliğini vermek suretiyle Anadolu‘da sukuneti sağladı.Trabzon’da bulunan Saatçı Hasan Paşayı da İran seferi serdarlığına tayin etti.

Cephedeki harpler devam ederken üzüntüsünden hastalanan üçüncü Mehmed Han, 1603 senesinin 20/21 Aralık gecesi vefat etti. Üçüncü Mehmed Han, çok nazik,halim-selim,vakur,kerim,edip,salih ve abid (çok ibadet eden) bir şahsiyete sahipti. Sancak beyliğinden saltanata gelen son Osmanlı padişahıdır. Bütün Osmanlı Padişahları gibi iyi bir şair olup şiirlerinde Adli mahlasını kullanmıştır. Beş vakit namazı cemeatle kılardı. Devrin kaynakları, dindarlığını, hazret-i Muhammed, dört halife, Eshab-ı kiram ve alimlere son derece hürmetkar olduğunu yazmaktadır.
 

Suskun

V.I.P
V.I.P
1. Ahmed Han

Osmanlı padişahlarının on dördüncüsü, islam halifelerinin yetmişdokuzuncusu.Babasının Saruhan Valiliği sırasında, 1590′da Manisa’da doğdu. Beş yaşından itibaren sıkı bir talim ve terbiyeye tabi tutuldu. Arabça ve farsça’yı mükemmel bir şekilde öğrendi. Ok atmak, kılıç kullanmak, ata binmek gibi savaş ve askerlik eğitiminde fevkalade maharet kazandı.Babası Üçüncü Mehmed Han’ın vefatı üzerine 1603 yılında henüz 14 yaşında iken Eyyüp Sultan‘da kılıç kuşanarak padişah oldu.
Birinci Ahmed Han, tahta cülus ettiği zaman devlet, İran ve Avusturya ile harp halinde idi. Ayrıca uzun süren sa- vaşlar sonunda ülke içinde asayişsizlik artmış ve çevrelerine otuz-kırk bin kişilik bir kuvvet toplamayı başarabilen cela- liler, devletin başına bela kesilmişdi.


Ağustos 1604′de sadarete ve Avusturya seferi serdarlığına tayin olunan Lala Mehmed Paşa, Serhad boylarında ün yap- mış bir kumandandı. Derhal harekete geçerek bir zamanlar Avusturyalılara terkedilen Peşte’yi ve Hatvan’ı, sonra karadan ve denizden muhasara ettiği bir Macar kalesi olan Vaç’ı geri aldı. 1605′de tekrar sefere çıkan Lala Mehmed Paşa, Padişah’ın em- ri üzerine Estergon üzerine yürüdü ve 35 günlük bir muhasaradan sonra kale fethedildi. Estergon’un düşmesi üzerine Avusturya barış istedi. 1606′da Avusturya cephesine gönderilen sadrazam Kuyucu Murad Paşa, savaşa son vererek Zitvatorok andlaşmasını imzaladı.

Batıda zafer kazanılıp barış sağlanırken, doğuda İran cephesipek iç açıcı bulunmuyordu. Revan kalesi tamamen Şah Abbas’ın eline geçmişti. İran seferi serdarlığına getirilen Çağalazade Sinan Paşa, yollarda yiyacak temininin güçleşmesi ve yeniçerilerin aşırı serkeşlikleri yüzünden istediği neticeyi elde edemedi. Çağalazade’nin başarısızlığı ve daha sonra ölümü (Kasım 1605) üzerine Anadoluda’ki celali isyanları da gittikçe büyüdü. Tavil Ahmed, Canbolatoğlu,Kalenderoğlu,Yusuf Paşa ve Muslu Çavuş adındaki şakiler Anadolu‘yu kana boyamışlardı. Ahaliyi içine düştüğü sıkıntıdan kurtarmak isteyen Ahmed Han, Ku- yucu Murad Paşa’yı Celaliler üzerine gönderdi. Murad Paşa 1607′de Canbolatoğlunun kalabalık ordusunu bozguna uğrattı. 1608′ de Göksun yaylasında Kalenderoğlu’nu yenerek celalileri Anadolu ve Kuzey Suriye’den çıkardı.

Kuyucu Murad Paşa, Anadolu‘yu celali gailesinden kurtardıktan sonra, İran işini ele aldı. Tebriz’e kadar ilerleyen Murad Paşa sefer mevsiminin geçmesi ve Şah’ında barış istemesi üzerine Diyarbekir’e döndü. Görüşmeler sürerken Murad Paşa vefat etti. Yerine geçen Nasuh Paşa zamanında Osmanlı-İran barışı gerçekleşti. Ancak İran’ın barış şartlarını yerine getirme- mesi üzerine tekrar başlayan savaş, Birinci Ahmed Han’ın 1617′de vefatına kadar devam etti.

Birinci Ahmed Han ellibir gün süren mide hastalığından sonra, henüz 28 yaşında iken vefat etti. Dindarlığı ve insan- lara merhameti ile tanınan Sultan Ahmed Han, bilhassa Mekke ve Medine’ye sayısız hayırlı hizmetler yaptı. O zamana kadar Mı- sır’da dokunan Kabe-i Muazzama’nın örtülerini İstanbul’da dokuttu. Kabe için altın oluklar yaptırdı. Zemzem Kuyusu için de- mirden bir kafes yaptırıp suyun bir metre altına yerleştirdi. Böylece kuyuya düşen müslümanların boğulması önlendi. Diğer yaptığı hayırlı hizmetlerin başında bugün yerli ve yabancı herkesin hayran kaldığı Sultan Ahmed Camii gelmektedir. Bu caminin temelini hocası Aziz Mahmud Hüdai hazretleri atmıştır.

Sultan Ahmed Han ceddi Yavuz Sultan Selim gibi son derece sade giyinirdi. Her fırsatta halk arasında dolaşır ve dert- lerini dinlerdi. Memlekette otorite boşluğundan ortaya çıkan serkeşlikleri, derin ve ileri görüşü ile seçtiği ehil devlet adamlarının sayesinde ortadan kaldırdı.

Sultan Ahmed Han, her müslüman gibi Resulullah efendimizi çok severdi. Resulullah efendimizin mübarek ayağı izinin bir resmini her an yanında taşırdı. Ahmedi ve Bahti mahlası ile şiirler yazan Ahmed Han’ın şiirindeki bir dörtlük şu şekildedir:

Evliyanın himmeti, yaktı beni kül eyledi.
Safiyim, buldum safayı, dü cihanım kalmadı
Ahmedi der,”Ya ilahi! sana şükrüm çok-durur”
Hamdulillah aşk-ı Hak’tan, gayri varım kalmadı.


1. Mustafa Han
Osmanlı Padişahlarının on beşincisi ve islam halifelerinin seksenincisi. 1591 senesinde Manisa’da doğdu. Her şehza- de gibi iyibir eğitim gördü. Ağabeyi Birinci Ahmed Han’ın vefatı üzerine 22 Kasım 1617′de ilk defa ekberiyet kaidesine göre yani hanedanın en yaşlı mensubu olarak tahta çıkarıldı.

Sultan Mustafa Han, devlet mes’eleleri ile ilgilenmediğini ifade ederek saltanatı kabul etmedi ise de bu hal devlet erkanınca göz önüne alınmadı. Ancak çok geçmeden devlet işlerinde Sultan‘ın yabancı kalması ve işlerin karışması üzerine devlet adamları durumun böyle devam edemeyeceğini anlayıp hal’ine fetva aldılar. Nitekim tahta geçtikten doksanaltı gün son- ra 26 Şubat 1618 günü Sultan Mustafa’yı tahttan indirerek yerine Genç Osman’ı çıkardılar.

Ancak yenilik tarafdarı olmayanların tahrikleri neticesinde isyan eden yeniçerilerin 19 Mayıs 1622′de Genç Osman’ı tahttan indirmeleri, Sultan Mustafa’nın ikinci defa tahta geçirilmesine yol açtı. Bu sırada Sultan Osman Han’ın vezir-i a’zam Kara Davud Paşa tarafından şehid ettirilmesi büyük karışıklıklara sebep oldu. Sultan Mustafa Han, Davud Paşa’yı azlederek yerine Mere Hüseyin Paşa’yı getirdi ise de, isyanlar son bulmadı. Erzurum beylerbeyi Abaza Mehmed Paşa başkaldırarak, bölge- sindeki yeniçerilerin bir kısmını öldürttü. Genç Osman’ın intikamın alacağım diye and içen Abaza, İstanbul’a gelmek için yola çıktı. Bursa’yı muhasara etti ise de alamadı. Kış geldiği için Niğde’ye çekildi. Anadoludaki isyanlar ve Genç Osman’ın şehid edilmesi olayına adı karışan sipahiler, halk nezdinde kazandıkları nefreti silmek için bir divan toplantısı sırasında ayaklanarak Sultan Osman Han’ın katillerinin bulunmasını istediler. Bunun üzerine Kara Davud Paşa ve Kalenderoğlu denilen kişiler yakalanarak idam edildiler.

Diğer taraftan Osmanlı Devleti’nin iç karışıklıklarından istifade etmek isteyen Lehistan kazakları, daha önce imzalanan andlaşma şartlarına uymayarak şayka adı verilen yüzelli civarında küçük gemi ile Osmanlı kıyılarına saldırdılar. Kazakların üze- rine gönderilen Karadeniz serdarı Damad Recep Paşa, kazakları takibederek Rilgra önünde bir çok gemilerini batırdı ve 21 gemiyi zaptederek, beşbin esir ile İstanbul’a döndü.

İstanbul’daki karışıklıklar ve Anadolu‘da meydana gelen isyanlar Osmanlı Devleti’nin başında daha kudretli, azimkar ve zeki bir padişahın bulunmasını gerekli kılıyordu. Bu sebepşe 1623′de sadarete getirilen sadrazam Kemankeş Ali Paşa, Şeyhülislam Yahya Efendi ve diğer devlet erkanı toplanarak Sultan Mustafa’nın artık makam-ı saltanatta kalmaması gerektiği hususunda karara vardılar. Nitekim verilen fetva ile 10 Eylül 1623 günü Sultan Mustafa ikinci defa tahttan indirildi ve yerine dördüncü Murad Han geçti.

Sultan Mustafa Han, zayıf ve narin vücudlu olup, yüzü her zaman solgun ve üzüntülü bir görünüşü vardı. Son derece dindardı. Sık sık türbeleri ziyaret eder ve çokça sadaka dağıtırdı. Saraydaki hayatını ibadet içinde, dini eserler ve Kur’an-ı Kerim okuyarak geçirmiştir. Sultan Mustafa Han, saltanatta gözü olmadığı için her iki defaki hal’inde de en küçük bir memnuni- yetsizlik göstermemiş ve tahttan sevinçle inmiş ve devlet işlerini ehline teslim etmekten geri kalmamıştır.

20 Ocak 1639 günü Topkapı Saray’ında vefat eden Sultan Mustafa Han, Ayasofya Camii karşısındaki türbesine defn edildi.


2. Osman-Genç

Osmanlı sultanlarının on altıncısı ve islam halifelerinin seksenbirincisi. 1604 senesinde İstanbul’da doğdu. İyi bir eğitimle yetiştirildi. Arabça, Farsça, Latince, Yunanca, İtalyanca gibi doğu ve batı dillerini öğrendi. Kuvvetli bir edebiyat, tarih, coğrafya ve atematik tahsili gördü. 26 Şubat 1618 günü babasının yerine tahta geçen amcası birinci Mustafa Han’ın rahatsızlığı yüzünden tahtı bırakmaya mecbur olması üzerine Osmanlı sultanı oldu.

İkinci Osman’ın tahta çıkışının ilk aylarında İran ile barış andlaşması imzalanarak harbe son verildi. Böylece doğu sınırını emniyet altına alan Genç Osmanlı sultanının hedefi memleketi 1617′den beri uğraştıran Lehistan mes’elesini halletmekti. Bu sırada Boğdan voyvodası Gratiani de Osmanlı‘ya karşı cephe almıştı. İhaneti üzerine azledilen Gratiani Lehistan’a sığındı ve büyük destek gördü. Bu devletten aldığı 50-60 bin kişilik bir kuvvetle Osmanlı topraklarına saldırdı. Ancak Özi beylerbeyi olan İskender Paşa, süratle harekete geçip bu kuvvetleri Turla nehrini geçerken imha etti. Düşman ordusundan 120 top ile arabalar dolusu zahire ganimet olarak alındı.

Diğer taraftan Sultan Osman, Lehistan’ı ele geçirip, Baltık denizine çıkmak, orada bir donanma kurarak, Atlas Okyanusuna geçip Avrupa hıristiyanlığını, hem Akdeniz, hem okyanus donanmalarıyla çember içine almak gayesiyle 21 Mayıs 1621′de Cuma namazı kıldıktan sonra sefere çıktı. 1 Eylül 1621′de Hotin önüne varıldı ve kale derhal kuşatma altına alındı. Ancak 35 gün devam eden muharebelerde kale bir kaç defa düşme durumuna geldi ise de yeniçerilerin itaatsizliği ve devlet adamları arasındaki geçimsizlikler, kesin neticenin elde edilmesine mani oldu. Ancak nogay tatarlarının beyi Kantemir Mirza ile Kırım hanının oğlu Nureddin, Lehistan içlerine kadar akınlarda bulunarak pek çok ganimetle döndüler. Neticede kış mevsiminin gelmesi üzerine Lehistan’la barış yapılarak geri dönüldü.

Lehistan seferinde tam muvaffakiyet elde edemeyen Sultan, bunun sebebinin askerlerinin gayretsizliği olduğuna inanıyor ve bazı ıslahatlar yapmak istiyordu. Kapıkulu ocaklarını kaldırarak, yerine Anadolu, Suriye ve Mısır Türklerinden müteşekkil, sadece askerlikle uğraşan, padişahın emirlerine itaat eden bir ordu kurmak istiyordu. Aynı zamanda saray, harem ve ilmiyye teşkilatlarında da esaslı değişiklikler düşünüyordu. Ancak onun bu ıslahat fikirlerine kapıkulu ocakları açıkça karşı çıkıyor, ilmiyye sınıfı da çekimser davranıyordu. Nitekim Padişahın hacca gitme arzusunu bahane eden yeniçerilerle sipahiler ayaklandılar. Öncelikle Padişah’ın hacca gitmekten vazgeçmesi isteğiyle başlatılan isyan, daha sonra bazı devlet adamlarının kellesinin istenmesiyle büyüdü. Neticede Sultan Osman Han’ın hal’i ve Sultan Mustafa’nın ikinci defa tahta geçirilmesiyle son buldu.

İsyan sırasında Sultan Osman Han’ı ele geçiren caniler, reva gördükleri ağır ve kötü sözlerle Orta Cami’e götürerek orada hapsettiler. Genç Padişah’ın maruz kaldığı hakaretin haddi hesabı yoktu. Yaptıkları eza ve cefa onu boynu bükük ve perişan bir hale koymuştu. İkinci Osman Han, kendisine eziyet eden ocak ağalarına karşı ağlayarak; “Dün sabah Padişah-ı cihan idim, şimdi uryan kaldım; merhamet edip halimden ibret alın;dünya size dahi kalmaz; hangi padişahın kulları padişahlarına bu ihaneti ettiler” diyerek yalvardı ise de, bu sözlerin caniler üzerinde hiçbir te’siri olmadı.

Daha sonra yedikuleye getirilen İkinci Osman Han’a karşı vezir-i azam Davud Paşa’nın tertibiyle on bir cellat saldırdı. Genç Osman, güçlü kuvvetli olduğundan bunlarla uzun müddet boğuştu ise de, içlerinden birisinin omuzuna vurduğu bir balta darbesi ile yere yıkıldı ve boğularak şehid edildi.(20 Mayıs 1622).

Sultan İkinci Osman Han, heybetli, yüksek himmet sahibi, yiğit, fevkalade iyi bir binici, silah ve harp aletlerini kullanmakta pek mahir bir padişah idi. Şeceat ve binicilikte akranı pek az olup, güzel tavırlı idi. Gençliğinin en parlak günlerinde tahta çıkıp, tecrübeli, akıllı ve sadık bir yakınına malik olmayışı, kendisine bu hazin sonu hazırlamıştır. Zira yapmayı düşündükleri uzun zaman isteyen ve ancak yetişmiş bir kadro ile mümkün olabilirdi. Sultan Genç Osman dini ilimler yanında fenni ilimleri de tahsil etmişti.Ayrıca Farisi mahlasıyla yazdığı şiirlerinin toplandığı bir divanı vardır.


4. Murad Han

Osmanlı Sultanlarının onyedincisi ve İslam halifelernin seksen ikincisi. 27 Temmuz 1612′ de İstanbul’ da doğan şehzade Murad, tam bir İslam terbiyesi ve ahlakı ile yetiştirildi. Enderun mektebindeki hocalarından hususi ders aldı. Genç Osman’ in başına gelen acı felaket ve yerine geçen amcası Mustafa Han’ ın kısa bir süre sonra tahttan indirilmesi üzerine, henüz on bir yaşında iken 10 Eylül 1623′ de Osmanlı tahtına çıktı. Eyyüp sultan hazretlerinin türbesinde hocası Aziz Mahmud Hüdai’ nin elinden kılıç kuşandı. Yaşı küçük olduğu için, devleti bilfiil idare edemiyeceği görüşü hakim olarak, annesi Mahpeyker Kösem Sultan saltanat naibesi tayin edildi

Çok zeki ve seri anlayışlı ve hafızası kuvvetli olduğundan, yaşı ilerledikçe, devlet işlerine alakası artıyordu. Zaman zaman halkın içine girer değişik kıyafetlerle onların sohbetlerini dinlerdi. Halkın derdini halktan bir kimse olarak yerinde incelerdi. İnsanların kimden nasıl zarar gördüğünü, zulüm merkezlerini tek tek tesbit etti.

Diğer taraftan Sultan Murad’ ın saltanatının bu ilk devresinde, payitaht İstanbul ve anadolu‘ da asayişsizlik büyük ölçüde artmıştı. Abaza Mehmed Paşa’ nın çıkardığı isyan büyümüş ve bu karışıklıklar sırasında Bağdad İran kuvvetlerinin eline geçmiş bulunuyordu. Sadrazam olan Hüsrev Paşa’ nın azlini bahane eden yeniçeriler ve sipahiler ayaklanarak saraya yürüdüler ve yeni sadrazam Müezzinzade Hafız Ahmed Paşa’ yı öldürdüler (1632). Bundan sonra zorbaların zoru ile sadrazam olan Receb Paşa döneminde İstanbul’ da karışıklıklar günlerce sürdü. En küçük bir olayda Receb Paşa’ nın tahriki ile harelete geçen zorbalar yeni kaleler istiyorlardı.

Nihayet yirmi yaşını dolduran ve vücutça çok kuvvetli, demir pençeli ve gözü pek bir yiğit olan genç Padişah, 18 Mayıs 1632′ de huzuruna çağırdığı Receb Paşa’ ya:

–Gel beru topal zorbabaşı. Bre mel’un abdest al! dedikten sonra “Şu hainin tiz başını kesin” diyerek öldürttü ve devlet idaresini eline aldı. Bundan sonra yeniçerileri ve sipahileri itaat altına alarak kendisine bağlılık yemini ettiren Sultan, tütünü ve alkollü içkileri yasakladı. Kahvehaneleri, meyhaneleri kapattı. Zorbaları ve emrine karşı gelenleri şiddetle cezalandırdı. Memleketin her tarafına huzur ve asayiş geldi.

Dördüncü Murad Han, daha sonra ordusunun başına geçerek hükümdarlığının ilk yıllarında kaybedilen toprakları geri alma teşebbsüne geçti. 1634 baharında Lehistan seferine çıktı ise de Lehliler derhal Padişah’ ın şartlarını kabul ederek bir anlaşma yapmaya muvaffak oldular. 1635′ de İran seferine çıkan Sultan, Revan ve Hoy kalelerini aldıktan sonra, Tebriz’ e girdi. Ertesi yıl en büyük arzusu olan Bağdat’ ın fethi için tekrar İran üzerine sefere çıktı. Şehir kuşatılıp, Padişah’ a İmam-ı a’zam’ ın türbesini ziyaret etmesi teklif edildiğinde; “Bağdat, sapıkların pis ayaklarıyla kirlenirken, gidip o yüce imamı ziyaretten haya ederim” cevabını verdi. Şiddetle cereyan eden çarpışmalar sonunda muharebenin 39. günü Bağdad fethedildi. Müslümanların en mübarek makamlarından olan İmam-ı a’zam’ ın türbesini zitaret eden Padişah, kurbanlar kestirip, içerisini ipek halılar, kıymetli şallar ve altın, gümüş murassa kandillerle süsletti. Ertsi yıl İran’ la Kasr-ı Şirin antlaşması imzalanmış ve bu antlaşma ufak değişikliklerle günümüze kadar devam etmiştir.



Sultan dördüncü Murad Han, İran seferinin üzerinden çok geçmeden daha önce yakalamış olduğu Damla hastalığının ilerlemesi üzerine kurtulamıyarak 8/9 Şubat 1640 günü henüz 28 yaşında iken vefat etti.

Murad Han, çok kuvvetli olup, kılıç, ok, harbe ve başka silahları kullanmakta usta idi. Güçlü bir iradeye ve hafızaya sahip bulunuyordu. Arapça ve batı dillerine hakimdi. İlmi ve ilim adamlarını çok sever, fırsat buldukça ilim meclislerine gider, onları teşvik ederdi. Tahta geçtiğinde bomboş olan hazinede vefatında on beş milyon altın olup, gümüş paranın haddi hesabı yoktu. İç huzura o kadar önem verirdi ki, zamanında halk büyük bir rahatlık ve emniyet içinde yaşamıştır. Son derece adil olan sultan, din ve devletin menfaatine ters düşen en küçük hataları bile affetmedi. Dedesi Yavuz Sultan Selim Han gibi o da Hırka-i saadet dairesinde Kur’an-ı kerim okurdu. Dördüncü Murad Han’ ın müspet icraatları, devlete asrın sonuna kadar devam edecek bir azamet kazandırmıştır.


İbrahim Han

Osmanlı padişahlarının on sekizincisi ve İslam halifelerinin seksen üçüncüsü. Sarayda iyi bir eğitim ve tahsil gördü. Ağabeyi Sultan dördüncü Murad’ ın ölümünde, hayatta kalan tek Osmanlı şehzadesiydi. Ağabeyinin genç yaşta ölümüne bir türlü inanamadı. Sultan olduğunu bildiren annesine ve paşalara: “Allahü teala padişah kardeşimizin ömrünü uzun etsin. Bize sultanlık lazım değildir. Padişah kardeşimizin ömrüne duacıyız.” dedi. Ancak annesi ve devlet adamlarının ısrarı ile ağabeyi sultan dördüncü Murad’ın naşını gördükten sonra taht odasına geçti. Hırka-ı seadet dairesinden getirilen hazret-i Ömer’ in sarığı besmele ile başına sarıldıktan sonra ellerini açtı ve “Elhamdülillah. Ya Rabbi! Benim gibi zayıf bir kulunu bu makama layık gördün. Saltanat günlerimde milletimi hoş hal eyle ve birbirimizden hoşnud eyle” diye dua ederek tahta oturdu (9 Şubat 1640).

Sultan İbrahim Han’ ın tahta geçtinin ilk senesinde Mirgünoğlu hadisesi vuku buldu. Dördüncü Murad’ın İran seferi sırasında Revan kalesi kumandanı olan Emir Mirgünoğlu, kalenin fethinden sonra affedilerek Emirganda oturmasına müsade edilmişti. (Bugün Emirgan adı bu zatın isminden dolayı gelmektedir.) Sefih, ayaş ve ahlaksız bir kimse olan Mirgünoğlu, Sultan dördüncü Murad’ ın ölümünü fırsat bilerek bölücü ve yıkıcı propagandalar ile müslümanları aldatmaya başladı. Bu faaliyetleri üzerine Sultan İbrahim Han yerinde bir kararla onu idam ettirdi. Hurufiler ve mülhidler, bundan dolayı Sultan İbrahim’ e düşman oldular. Çeşitli iftiralarda bulundular. Öldürülen Mirgünoğlu’ nu da Kesikbaş Evliya diye propagaanda aleti yaptılar. Bu yalana ve uydurma hikayelere inananlar bu müslüman Türk sultanına bilmeyerek deli diye iftira etmektedirler.

İbrahim Han bundan sonra dış Mes’elelerile ilgilenmeye başladı. 1637 yılında Ruslar tarafından işgal olunan Azak kalesi üzerine bir ordu gönderdi. Kırım kuvvetlerine gelince Ruslar kaleyi teslim ettiler. Almanya sınırında ise akıncılar daimi olarak Avusturya’ ya akınlar düzenliyorlardı. 1641 yılında düzenlenen akında, Osmanlı akıncıları Bavyera içlerine kadar ilerledi. Kuzey Bavyera’ daki bazı kasabalar Osmanlı hakimiyetini kabul ettiler. Bu akınlardan büyük zarara uğramaları üzerine, İmparator Ferdinand Osmanlı fetihlerini kabul ederek Zitvatoruk antlaşmasını yeniletmeye muvaffak oldu.
Diğer taraftan Malta Saint-Jean şövalyelerinin fırsat buldukça Türk ticaret gemilerine saldırmaları yüzünden, Sultan İbrahim Han onların en büyük sığınağı olan Grid adasının fethini emretti. 20 Haziran 1645′ de Sakız adasından denize açılan Osmanlı donanması, 17 Temmuz’ da Girid’ in Hanya limanını fethetti. Hanya’ nın Osmanlılar tarafından fethi, Avrupa’ da büyük akisler uyandırdı. Almanya ve İtalya, asker göndererek Venedik’ e yardım etmek kararı aldı. Bu sırada Hanya muhafazasıne getirilen deli Hüseyin Paşa, harekata devamla Resmo kalesini ele geçirdi. Osmanlı donanması muharebeye devam ederken, Sultan İbrahim’in hal’i olayı meydana geldi.

1647′ de Kara Musa Paşa’ nın ölümü ile Sadaret makamına getirilen Hezar-pare Ahmed Paşa’ nın dikkatsiz ve adaletsiz davranışları aleyhte büyük bir propaganda ile isyanı beraberinde getirdi. Bu arada hurufilerin Sultan İbrahim Han aleyhine yaptıkları iftiralar da hedefine ulaşmıştı. Nitekim Hezar-pare Ahmed Paşa aleyhine olarak başlayan isyan, Sultan İbrahim Han’ ın da tahttan indirilmesiyle sonuçlandı. Tahta oğlu dördüncü Mehmed Han çıkarıldı. İyancıların önderi olan Sofu Mehmed Paşa, Sultan İbrahim hayatta durdukça rahat edemeyeceğini bildiğinden, kendisini şehid ettirdi. (18 Ağustos 1648)

Sultan İbrahim, çok cömert ve lütufkar olup, fakirlere, acizlere ihsanı pek çokto. Devrinde maliye düzeltilip, milletin kıtlık çekmemesi ve israfın önlenmesi için fermanlar çıkarıldı. Beylerin zalim olmaması ve halka zulüm yapmaması için çok dikkat ederdi. Halka zulüm yapan ister idareci, ister halktan bir kişi olsun, mücadele eder ve muhakkak cezasını verirdi. Halkın rahat ve huzurunu her şeyin üzerinde tutardı. Bir gün tedbil-i kıyafeyle gezerken fırın önünde ekmek almak için uzun kuyruklar olduğunu gördü. Saraya döner dönmez Sadrazama; “Teba-i şahanemden hiçbirisinin ekmek almak için bir dakika bile beklemesine rızam yoktur” Bir hoşca mukayyed olasın… Ve illa başını keserim” diye emretmiştir. Bundan sonra da kuyruklar olmamıştır.

İbrahim Han devrine kadar uzanan Osmanlı kaynaklarının bir tanesi hariç, bu Sultan‘ın akli dengesinde bir bozukluk olduğuna dair hiç bir bilgi yoktur. Karaçelebizade’ nin Ebrak kitabındaki Sultan‘ ın aleyhinde olan yazı, bu zatın Sultan‘ ın tahttan indirilmesinde ve öldürülmesinde rolü olduğu, kindarlığı ile tanıdığındani tarih için muteber kabul edilmemektedir. Tarih, Sultan‘ın deli olmadığını iftiralara uğradığını kabul etmektedir.


4. Mehmed Han

Osmanlı sultanlarının on dokuzuncusu ve İslam halifelerinin seksen dördüncüsü. Şehzadeliğinde, İmaı Şami Yusuf Efendi, Şami Hüseyin Efendi ve diğer kıymetli hocalardan ders alarak yetiştirildi. Babası İbrahim Han’ ın asiler tarafından tahttan indirilmesi üzerine 8 Ağustos 1648′ de sultan oldu. Bu sırada yedi yaşında idi. Tahsil ve ta’limine saltanatı zamanında da devam etti.

Sultan dördüncü Mehmed Han’ ın çocukluğundan istifade eden devlet kademelerindeki kişiler, idarede daha çok söz sahibi olabilmek için mücadelelere başladılar. Bu durum zaman zaman isyanların çıkmasına ve devlet işlerinin bozulmasına sebep oldu. Hazine boşaldı. 1652′ de sadrazamlığa getirilen Tarhuncu Ahmed Paşa ilk olarak mali sıkıntıyı önlemek için tedbirler aldı. Ancak masrafların kısılması bazı devlet erkanının hoşuna gitmedi ve çeşitli iftiralarla Tarhuncu’yu görevden uzaklaştırdılar.

1654 senesinde Kara Murad Paşa komutasındaki Osmanlı donanması, Çanakkale boğazı çıkışında Venedik donanmasını mağlub etti. Bu sırada mali sıkıntıyı önlemek için, ayarı düşük para basılması, yeniçerilerin ayaklanmasına yol açtı. Çınar olayı ve Vaka-i vakvakiye diye bilinen hadiselerin sonunda saray ağaları idam edildi (1656). Merkezdeki bu karışıklıklar Anadolu‘ ya ve ülkenin diğer eyaletlerine de sıçradı. Venedik karşısında donanmamız bozguna uğradı. Venedikliler Bozcaada ve Limni gibi askeri önemi fazla olan adaları kuşatarak ele geçirdiler. Padişah, bu başarısızlıklar üzerine üzerine, sadrazam Boynueğri Mehmed Paşa ‘ nın yerine büyük yetkilerle tecrübeli vezir Köprülü Mehmed Paşa’ yı tayin etti (1656).

Köprülü Mehmed Paşa’ nın ilk işi İstanbul’ da asayişi sağlamak oldu. Daha sonra donanmayı güçlendirerek Bozcaada ve Limni’ yi geri aldı. 1658′ de Erdel isyanını bastırdı ve Yanova kalesini fethetti. Ertesi yıl Anadolu‘ da çıkan Abaza Hasan Paşa ayaklanmasını önledi. Mehmed Paşa’ nın 30 Ekim 1661′ de vefatı üzerine yerine oğlu Fazıl Ahmed Paşa getirildi. 1663 yılında Avusturya seferine çıkan Ahmed Paşa, Uyvar ve Yanıkkale’ yi fethetti. İki devlet arasında Vasvar antlaşması imzalandı. 1666′ da Girid seferine serdar tayin edildi. 1669′ da Kandiye’ nin zaptı ile Girid’ in fethini tamamladı. 1672′ de Lehistan seferine çıkan dördüncü Mehmed Han, Belgrad’ a kadar geldi. Fazıl Ahmed Paşa bu seferde Podolya ile Ukrayna’ nın fethini gerçekleştirdi ve bu sefer sırasında hastalanarak vefat etti. Yerine Merzifonlu Kara Mustafa Paşa gitirildi (1676).

1678′ de Rus seferine serdar tayin edilen Mustafa Paşa, Çehrin kalesini geri aldı. Ertesi yıl Padişah ordusunun başında bizzat ikinci sefere çıktı. Ancak Rusların barış istemeleri üzerine Bahçesaray’ da antlaşma imzalandı.

Dördüncü Mehmed devrinin en önemli siyasi hadisesi Viyana kuşatmasıdır. Padişah’ ın Yanıkkale ve Komaron üzerine gönderdiği ordu, serdarın isteği üzerine Viyana cihetine çevrildi. Şiddetle cereyan eden muhasara başarısızlıkla neticelendi ve Kara Mustafa Paşa görevinden alınarak yerine İbrahim Paşa getirildi.
Viyana bozgunundan sonra; Avusturya, Venedik, Lehistan orduları umumi hücuma geçerek Macaristan topraklarını, Budin’ i, Dalmaçyakıyılarını, Patras, Korent ve İnebahtı gibi önemli kaleleri zabtettiler. Bu olaylar sırasında ordu da isyanlar çıktı ve Sultan dördüncü Mehmed Han, 8 Kasım 1687′ de tahttan indirelerek yerine kardeşi Süleyman-II getirildi. Bundan sonra Edirne’deki sarayın da ikamet eden Mehmed Han, 6 ocak 1693′ de vefat etti. Cenazesi İstanbul’ a nakledilerek Yeni Camii’ deki annesi Turhan Valide Sultan‘ ın türbesine defnedildi.

Osmanlı Devleti’ nde Kanuni‘ den sonra en fazla tahtta kalan ve 42 yıl padişah olan dördüncü Mehmed Han, yaratılış icabı mütedil, kadirşinas ve vefakar olup, verdiği söze sadık bir şahsiyete sahipti. Köprülü ailesinin devleti liyakatla idareleri kendisini rahat ettirmiştir. Mehmed Han ava çıkmaya, edebiyat ve tarihe meraklı olup, ilim adamlarının sohbetlerin de bulunmayı çok severdi. Beş vakit namazı cemaatle kılardı. İçkiyi yasak edip, imalethanelerini kapattıran bu sultan dine sonradan karıştırılan bütün hurafelerin kaldırılması için uğraştı. Devrin de ğek çok ilim adamı ve san’atkar yetişti. Dördüncü Mehmed devrinde inşası tamamlanıp ibadete açılan Yeni Camii, Osmanlı mimaresinin şaheserlerindendir. Yanındaki Mısır Çarşısı bu camiye vakıf olarak yapılmıştır.
 

Suskun

V.I.P
V.I.P
1. Ahmed Han

Osmanlı padişahlarının on dördüncüsü, islam halifelerinin yetmişdokuzuncusu.Babasının Saruhan Valiliği sırasında, 1590′da Manisa’da doğdu. Beş yaşından itibaren sıkı bir talim ve terbiyeye tabi tutuldu. Arabça ve farsça’yı mükemmel bir şekilde öğrendi. Ok atmak, kılıç kullanmak, ata binmek gibi savaş ve askerlik eğitiminde fevkalade maharet kazandı.Babası Üçüncü Mehmed Han’ın vefatı üzerine 1603 yılında henüz 14 yaşında iken Eyyüp Sultan‘da kılıç kuşanarak padişah oldu.
Birinci Ahmed Han, tahta cülus ettiği zaman devlet, İran ve Avusturya ile harp halinde idi. Ayrıca uzun süren sa- vaşlar sonunda ülke içinde asayişsizlik artmış ve çevrelerine otuz-kırk bin kişilik bir kuvvet toplamayı başarabilen cela- liler, devletin başına bela kesilmişdi.


Ağustos 1604′de sadarete ve Avusturya seferi serdarlığına tayin olunan Lala Mehmed Paşa, Serhad boylarında ün yap- mış bir kumandandı. Derhal harekete geçerek bir zamanlar Avusturyalılara terkedilen Peşte’yi ve Hatvan’ı, sonra karadan ve denizden muhasara ettiği bir Macar kalesi olan Vaç’ı geri aldı. 1605′de tekrar sefere çıkan Lala Mehmed Paşa, Padişah’ın em- ri üzerine Estergon üzerine yürüdü ve 35 günlük bir muhasaradan sonra kale fethedildi. Estergon’un düşmesi üzerine Avusturya barış istedi. 1606′da Avusturya cephesine gönderilen sadrazam Kuyucu Murad Paşa, savaşa son vererek Zitvatorok andlaşmasını imzaladı.

Batıda zafer kazanılıp barış sağlanırken, doğuda İran cephesipek iç açıcı bulunmuyordu. Revan kalesi tamamen Şah Abbas’ın eline geçmişti. İran seferi serdarlığına getirilen Çağalazade Sinan Paşa, yollarda yiyacak temininin güçleşmesi ve yeniçerilerin aşırı serkeşlikleri yüzünden istediği neticeyi elde edemedi. Çağalazade’nin başarısızlığı ve daha sonra ölümü (Kasım 1605) üzerine Anadoluda’ki celali isyanları da gittikçe büyüdü. Tavil Ahmed, Canbolatoğlu,Kalenderoğlu,Yusuf Paşa ve Muslu Çavuş adındaki şakiler Anadolu‘yu kana boyamışlardı. Ahaliyi içine düştüğü sıkıntıdan kurtarmak isteyen Ahmed Han, Ku- yucu Murad Paşa’yı Celaliler üzerine gönderdi. Murad Paşa 1607′de Canbolatoğlunun kalabalık ordusunu bozguna uğrattı. 1608′ de Göksun yaylasında Kalenderoğlu’nu yenerek celalileri Anadolu ve Kuzey Suriye’den çıkardı.

Kuyucu Murad Paşa, Anadolu‘yu celali gailesinden kurtardıktan sonra, İran işini ele aldı. Tebriz’e kadar ilerleyen Murad Paşa sefer mevsiminin geçmesi ve Şah’ında barış istemesi üzerine Diyarbekir’e döndü. Görüşmeler sürerken Murad Paşa vefat etti. Yerine geçen Nasuh Paşa zamanında Osmanlı-İran barışı gerçekleşti. Ancak İran’ın barış şartlarını yerine getirme- mesi üzerine tekrar başlayan savaş, Birinci Ahmed Han’ın 1617′de vefatına kadar devam etti.

Birinci Ahmed Han ellibir gün süren mide hastalığından sonra, henüz 28 yaşında iken vefat etti. Dindarlığı ve insan- lara merhameti ile tanınan Sultan Ahmed Han, bilhassa Mekke ve Medine’ye sayısız hayırlı hizmetler yaptı. O zamana kadar Mı- sır’da dokunan Kabe-i Muazzama’nın örtülerini İstanbul’da dokuttu. Kabe için altın oluklar yaptırdı. Zemzem Kuyusu için de- mirden bir kafes yaptırıp suyun bir metre altına yerleştirdi. Böylece kuyuya düşen müslümanların boğulması önlendi. Diğer yaptığı hayırlı hizmetlerin başında bugün yerli ve yabancı herkesin hayran kaldığı Sultan Ahmed Camii gelmektedir. Bu caminin temelini hocası Aziz Mahmud Hüdai hazretleri atmıştır.

Sultan Ahmed Han ceddi Yavuz Sultan Selim gibi son derece sade giyinirdi. Her fırsatta halk arasında dolaşır ve dert- lerini dinlerdi. Memlekette otorite boşluğundan ortaya çıkan serkeşlikleri, derin ve ileri görüşü ile seçtiği ehil devlet adamlarının sayesinde ortadan kaldırdı.

Sultan Ahmed Han, her müslüman gibi Resulullah efendimizi çok severdi. Resulullah efendimizin mübarek ayağı izinin bir resmini her an yanında taşırdı. Ahmedi ve Bahti mahlası ile şiirler yazan Ahmed Han’ın şiirindeki bir dörtlük şu şekildedir:

Evliyanın himmeti, yaktı beni kül eyledi.
Safiyim, buldum safayı, dü cihanım kalmadı
Ahmedi der,”Ya ilahi! sana şükrüm çok-durur”
Hamdulillah aşk-ı Hak’tan, gayri varım kalmadı.


1. Mustafa Han
Osmanlı Padişahlarının on beşincisi ve islam halifelerinin seksenincisi. 1591 senesinde Manisa’da doğdu. Her şehza- de gibi iyibir eğitim gördü. Ağabeyi Birinci Ahmed Han’ın vefatı üzerine 22 Kasım 1617′de ilk defa ekberiyet kaidesine göre yani hanedanın en yaşlı mensubu olarak tahta çıkarıldı.

Sultan Mustafa Han, devlet mes’eleleri ile ilgilenmediğini ifade ederek saltanatı kabul etmedi ise de bu hal devlet erkanınca göz önüne alınmadı. Ancak çok geçmeden devlet işlerinde Sultan‘ın yabancı kalması ve işlerin karışması üzerine devlet adamları durumun böyle devam edemeyeceğini anlayıp hal’ine fetva aldılar. Nitekim tahta geçtikten doksanaltı gün son- ra 26 Şubat 1618 günü Sultan Mustafa’yı tahttan indirerek yerine Genç Osman’ı çıkardılar.

Ancak yenilik tarafdarı olmayanların tahrikleri neticesinde isyan eden yeniçerilerin 19 Mayıs 1622′de Genç Osman’ı tahttan indirmeleri, Sultan Mustafa’nın ikinci defa tahta geçirilmesine yol açtı. Bu sırada Sultan Osman Han’ın vezir-i a’zam Kara Davud Paşa tarafından şehid ettirilmesi büyük karışıklıklara sebep oldu. Sultan Mustafa Han, Davud Paşa’yı azlederek yerine Mere Hüseyin Paşa’yı getirdi ise de, isyanlar son bulmadı. Erzurum beylerbeyi Abaza Mehmed Paşa başkaldırarak, bölge- sindeki yeniçerilerin bir kısmını öldürttü. Genç Osman’ın intikamın alacağım diye and içen Abaza, İstanbul’a gelmek için yola çıktı. Bursa’yı muhasara etti ise de alamadı. Kış geldiği için Niğde’ye çekildi. Anadoludaki isyanlar ve Genç Osman’ın şehid edilmesi olayına adı karışan sipahiler, halk nezdinde kazandıkları nefreti silmek için bir divan toplantısı sırasında ayaklanarak Sultan Osman Han’ın katillerinin bulunmasını istediler. Bunun üzerine Kara Davud Paşa ve Kalenderoğlu denilen kişiler yakalanarak idam edildiler.

Diğer taraftan Osmanlı Devleti’nin iç karışıklıklarından istifade etmek isteyen Lehistan kazakları, daha önce imzalanan andlaşma şartlarına uymayarak şayka adı verilen yüzelli civarında küçük gemi ile Osmanlı kıyılarına saldırdılar. Kazakların üze- rine gönderilen Karadeniz serdarı Damad Recep Paşa, kazakları takibederek Rilgra önünde bir çok gemilerini batırdı ve 21 gemiyi zaptederek, beşbin esir ile İstanbul’a döndü.

İstanbul’daki karışıklıklar ve Anadolu‘da meydana gelen isyanlar Osmanlı Devleti’nin başında daha kudretli, azimkar ve zeki bir padişahın bulunmasını gerekli kılıyordu. Bu sebepşe 1623′de sadarete getirilen sadrazam Kemankeş Ali Paşa, Şeyhülislam Yahya Efendi ve diğer devlet erkanı toplanarak Sultan Mustafa’nın artık makam-ı saltanatta kalmaması gerektiği hususunda karara vardılar. Nitekim verilen fetva ile 10 Eylül 1623 günü Sultan Mustafa ikinci defa tahttan indirildi ve yerine dördüncü Murad Han geçti.

Sultan Mustafa Han, zayıf ve narin vücudlu olup, yüzü her zaman solgun ve üzüntülü bir görünüşü vardı. Son derece dindardı. Sık sık türbeleri ziyaret eder ve çokça sadaka dağıtırdı. Saraydaki hayatını ibadet içinde, dini eserler ve Kur’an-ı Kerim okuyarak geçirmiştir. Sultan Mustafa Han, saltanatta gözü olmadığı için her iki defaki hal’inde de en küçük bir memnuni- yetsizlik göstermemiş ve tahttan sevinçle inmiş ve devlet işlerini ehline teslim etmekten geri kalmamıştır.

20 Ocak 1639 günü Topkapı Saray’ında vefat eden Sultan Mustafa Han, Ayasofya Camii karşısındaki türbesine defn edildi.


2. Osman-Genç

Osmanlı sultanlarının on altıncısı ve islam halifelerinin seksenbirincisi. 1604 senesinde İstanbul’da doğdu. İyi bir eğitimle yetiştirildi. Arabça, Farsça, Latince, Yunanca, İtalyanca gibi doğu ve batı dillerini öğrendi. Kuvvetli bir edebiyat, tarih, coğrafya ve atematik tahsili gördü. 26 Şubat 1618 günü babasının yerine tahta geçen amcası birinci Mustafa Han’ın rahatsızlığı yüzünden tahtı bırakmaya mecbur olması üzerine Osmanlı sultanı oldu.

İkinci Osman’ın tahta çıkışının ilk aylarında İran ile barış andlaşması imzalanarak harbe son verildi. Böylece doğu sınırını emniyet altına alan Genç Osmanlı sultanının hedefi memleketi 1617′den beri uğraştıran Lehistan mes’elesini halletmekti. Bu sırada Boğdan voyvodası Gratiani de Osmanlı‘ya karşı cephe almıştı. İhaneti üzerine azledilen Gratiani Lehistan’a sığındı ve büyük destek gördü. Bu devletten aldığı 50-60 bin kişilik bir kuvvetle Osmanlı topraklarına saldırdı. Ancak Özi beylerbeyi olan İskender Paşa, süratle harekete geçip bu kuvvetleri Turla nehrini geçerken imha etti. Düşman ordusundan 120 top ile arabalar dolusu zahire ganimet olarak alındı.

Diğer taraftan Sultan Osman, Lehistan’ı ele geçirip, Baltık denizine çıkmak, orada bir donanma kurarak, Atlas Okyanusuna geçip Avrupa hıristiyanlığını, hem Akdeniz, hem okyanus donanmalarıyla çember içine almak gayesiyle 21 Mayıs 1621′de Cuma namazı kıldıktan sonra sefere çıktı. 1 Eylül 1621′de Hotin önüne varıldı ve kale derhal kuşatma altına alındı. Ancak 35 gün devam eden muharebelerde kale bir kaç defa düşme durumuna geldi ise de yeniçerilerin itaatsizliği ve devlet adamları arasındaki geçimsizlikler, kesin neticenin elde edilmesine mani oldu. Ancak nogay tatarlarının beyi Kantemir Mirza ile Kırım hanının oğlu Nureddin, Lehistan içlerine kadar akınlarda bulunarak pek çok ganimetle döndüler. Neticede kış mevsiminin gelmesi üzerine Lehistan’la barış yapılarak geri dönüldü.

Lehistan seferinde tam muvaffakiyet elde edemeyen Sultan, bunun sebebinin askerlerinin gayretsizliği olduğuna inanıyor ve bazı ıslahatlar yapmak istiyordu. Kapıkulu ocaklarını kaldırarak, yerine Anadolu, Suriye ve Mısır Türklerinden müteşekkil, sadece askerlikle uğraşan, padişahın emirlerine itaat eden bir ordu kurmak istiyordu. Aynı zamanda saray, harem ve ilmiyye teşkilatlarında da esaslı değişiklikler düşünüyordu. Ancak onun bu ıslahat fikirlerine kapıkulu ocakları açıkça karşı çıkıyor, ilmiyye sınıfı da çekimser davranıyordu. Nitekim Padişahın hacca gitme arzusunu bahane eden yeniçerilerle sipahiler ayaklandılar. Öncelikle Padişah’ın hacca gitmekten vazgeçmesi isteğiyle başlatılan isyan, daha sonra bazı devlet adamlarının kellesinin istenmesiyle büyüdü. Neticede Sultan Osman Han’ın hal’i ve Sultan Mustafa’nın ikinci defa tahta geçirilmesiyle son buldu.

İsyan sırasında Sultan Osman Han’ı ele geçiren caniler, reva gördükleri ağır ve kötü sözlerle Orta Cami’e götürerek orada hapsettiler. Genç Padişah’ın maruz kaldığı hakaretin haddi hesabı yoktu. Yaptıkları eza ve cefa onu boynu bükük ve perişan bir hale koymuştu. İkinci Osman Han, kendisine eziyet eden ocak ağalarına karşı ağlayarak; “Dün sabah Padişah-ı cihan idim, şimdi uryan kaldım; merhamet edip halimden ibret alın;dünya size dahi kalmaz; hangi padişahın kulları padişahlarına bu ihaneti ettiler” diyerek yalvardı ise de, bu sözlerin caniler üzerinde hiçbir te’siri olmadı.

Daha sonra yedikuleye getirilen İkinci Osman Han’a karşı vezir-i azam Davud Paşa’nın tertibiyle on bir cellat saldırdı. Genç Osman, güçlü kuvvetli olduğundan bunlarla uzun müddet boğuştu ise de, içlerinden birisinin omuzuna vurduğu bir balta darbesi ile yere yıkıldı ve boğularak şehid edildi.(20 Mayıs 1622).

Sultan İkinci Osman Han, heybetli, yüksek himmet sahibi, yiğit, fevkalade iyi bir binici, silah ve harp aletlerini kullanmakta pek mahir bir padişah idi. Şeceat ve binicilikte akranı pek az olup, güzel tavırlı idi. Gençliğinin en parlak günlerinde tahta çıkıp, tecrübeli, akıllı ve sadık bir yakınına malik olmayışı, kendisine bu hazin sonu hazırlamıştır. Zira yapmayı düşündükleri uzun zaman isteyen ve ancak yetişmiş bir kadro ile mümkün olabilirdi. Sultan Genç Osman dini ilimler yanında fenni ilimleri de tahsil etmişti.Ayrıca Farisi mahlasıyla yazdığı şiirlerinin toplandığı bir divanı vardır.


4. Murad Han

Osmanlı Sultanlarının onyedincisi ve İslam halifelernin seksen ikincisi. 27 Temmuz 1612′ de İstanbul’ da doğan şehzade Murad, tam bir İslam terbiyesi ve ahlakı ile yetiştirildi. Enderun mektebindeki hocalarından hususi ders aldı. Genç Osman’ in başına gelen acı felaket ve yerine geçen amcası Mustafa Han’ ın kısa bir süre sonra tahttan indirilmesi üzerine, henüz on bir yaşında iken 10 Eylül 1623′ de Osmanlı tahtına çıktı. Eyyüp sultan hazretlerinin türbesinde hocası Aziz Mahmud Hüdai’ nin elinden kılıç kuşandı. Yaşı küçük olduğu için, devleti bilfiil idare edemiyeceği görüşü hakim olarak, annesi Mahpeyker Kösem Sultan saltanat naibesi tayin edildi

Çok zeki ve seri anlayışlı ve hafızası kuvvetli olduğundan, yaşı ilerledikçe, devlet işlerine alakası artıyordu. Zaman zaman halkın içine girer değişik kıyafetlerle onların sohbetlerini dinlerdi. Halkın derdini halktan bir kimse olarak yerinde incelerdi. İnsanların kimden nasıl zarar gördüğünü, zulüm merkezlerini tek tek tesbit etti.

Diğer taraftan Sultan Murad’ ın saltanatının bu ilk devresinde, payitaht İstanbul ve anadolu‘ da asayişsizlik büyük ölçüde artmıştı. Abaza Mehmed Paşa’ nın çıkardığı isyan büyümüş ve bu karışıklıklar sırasında Bağdad İran kuvvetlerinin eline geçmiş bulunuyordu. Sadrazam olan Hüsrev Paşa’ nın azlini bahane eden yeniçeriler ve sipahiler ayaklanarak saraya yürüdüler ve yeni sadrazam Müezzinzade Hafız Ahmed Paşa’ yı öldürdüler (1632). Bundan sonra zorbaların zoru ile sadrazam olan Receb Paşa döneminde İstanbul’ da karışıklıklar günlerce sürdü. En küçük bir olayda Receb Paşa’ nın tahriki ile harelete geçen zorbalar yeni kaleler istiyorlardı.

Nihayet yirmi yaşını dolduran ve vücutça çok kuvvetli, demir pençeli ve gözü pek bir yiğit olan genç Padişah, 18 Mayıs 1632′ de huzuruna çağırdığı Receb Paşa’ ya:

–Gel beru topal zorbabaşı. Bre mel’un abdest al! dedikten sonra “Şu hainin tiz başını kesin” diyerek öldürttü ve devlet idaresini eline aldı. Bundan sonra yeniçerileri ve sipahileri itaat altına alarak kendisine bağlılık yemini ettiren Sultan, tütünü ve alkollü içkileri yasakladı. Kahvehaneleri, meyhaneleri kapattı. Zorbaları ve emrine karşı gelenleri şiddetle cezalandırdı. Memleketin her tarafına huzur ve asayiş geldi.

Dördüncü Murad Han, daha sonra ordusunun başına geçerek hükümdarlığının ilk yıllarında kaybedilen toprakları geri alma teşebbsüne geçti. 1634 baharında Lehistan seferine çıktı ise de Lehliler derhal Padişah’ ın şartlarını kabul ederek bir anlaşma yapmaya muvaffak oldular. 1635′ de İran seferine çıkan Sultan, Revan ve Hoy kalelerini aldıktan sonra, Tebriz’ e girdi. Ertesi yıl en büyük arzusu olan Bağdat’ ın fethi için tekrar İran üzerine sefere çıktı. Şehir kuşatılıp, Padişah’ a İmam-ı a’zam’ ın türbesini ziyaret etmesi teklif edildiğinde; “Bağdat, sapıkların pis ayaklarıyla kirlenirken, gidip o yüce imamı ziyaretten haya ederim” cevabını verdi. Şiddetle cereyan eden çarpışmalar sonunda muharebenin 39. günü Bağdad fethedildi. Müslümanların en mübarek makamlarından olan İmam-ı a’zam’ ın türbesini zitaret eden Padişah, kurbanlar kestirip, içerisini ipek halılar, kıymetli şallar ve altın, gümüş murassa kandillerle süsletti. Ertsi yıl İran’ la Kasr-ı Şirin antlaşması imzalanmış ve bu antlaşma ufak değişikliklerle günümüze kadar devam etmiştir.



Sultan dördüncü Murad Han, İran seferinin üzerinden çok geçmeden daha önce yakalamış olduğu Damla hastalığının ilerlemesi üzerine kurtulamıyarak 8/9 Şubat 1640 günü henüz 28 yaşında iken vefat etti.

Murad Han, çok kuvvetli olup, kılıç, ok, harbe ve başka silahları kullanmakta usta idi. Güçlü bir iradeye ve hafızaya sahip bulunuyordu. Arapça ve batı dillerine hakimdi. İlmi ve ilim adamlarını çok sever, fırsat buldukça ilim meclislerine gider, onları teşvik ederdi. Tahta geçtiğinde bomboş olan hazinede vefatında on beş milyon altın olup, gümüş paranın haddi hesabı yoktu. İç huzura o kadar önem verirdi ki, zamanında halk büyük bir rahatlık ve emniyet içinde yaşamıştır. Son derece adil olan sultan, din ve devletin menfaatine ters düşen en küçük hataları bile affetmedi. Dedesi Yavuz Sultan Selim Han gibi o da Hırka-i saadet dairesinde Kur’an-ı kerim okurdu. Dördüncü Murad Han’ ın müspet icraatları, devlete asrın sonuna kadar devam edecek bir azamet kazandırmıştır.


İbrahim Han

Osmanlı padişahlarının on sekizincisi ve İslam halifelerinin seksen üçüncüsü. Sarayda iyi bir eğitim ve tahsil gördü. Ağabeyi Sultan dördüncü Murad’ ın ölümünde, hayatta kalan tek Osmanlı şehzadesiydi. Ağabeyinin genç yaşta ölümüne bir türlü inanamadı. Sultan olduğunu bildiren annesine ve paşalara: “Allahü teala padişah kardeşimizin ömrünü uzun etsin. Bize sultanlık lazım değildir. Padişah kardeşimizin ömrüne duacıyız.” dedi. Ancak annesi ve devlet adamlarının ısrarı ile ağabeyi sultan dördüncü Murad’ın naşını gördükten sonra taht odasına geçti. Hırka-ı seadet dairesinden getirilen hazret-i Ömer’ in sarığı besmele ile başına sarıldıktan sonra ellerini açtı ve “Elhamdülillah. Ya Rabbi! Benim gibi zayıf bir kulunu bu makama layık gördün. Saltanat günlerimde milletimi hoş hal eyle ve birbirimizden hoşnud eyle” diye dua ederek tahta oturdu (9 Şubat 1640).

Sultan İbrahim Han’ ın tahta geçtinin ilk senesinde Mirgünoğlu hadisesi vuku buldu. Dördüncü Murad’ın İran seferi sırasında Revan kalesi kumandanı olan Emir Mirgünoğlu, kalenin fethinden sonra affedilerek Emirganda oturmasına müsade edilmişti. (Bugün Emirgan adı bu zatın isminden dolayı gelmektedir.) Sefih, ayaş ve ahlaksız bir kimse olan Mirgünoğlu, Sultan dördüncü Murad’ ın ölümünü fırsat bilerek bölücü ve yıkıcı propagandalar ile müslümanları aldatmaya başladı. Bu faaliyetleri üzerine Sultan İbrahim Han yerinde bir kararla onu idam ettirdi. Hurufiler ve mülhidler, bundan dolayı Sultan İbrahim’ e düşman oldular. Çeşitli iftiralarda bulundular. Öldürülen Mirgünoğlu’ nu da Kesikbaş Evliya diye propagaanda aleti yaptılar. Bu yalana ve uydurma hikayelere inananlar bu müslüman Türk sultanına bilmeyerek deli diye iftira etmektedirler.

İbrahim Han bundan sonra dış Mes’elelerile ilgilenmeye başladı. 1637 yılında Ruslar tarafından işgal olunan Azak kalesi üzerine bir ordu gönderdi. Kırım kuvvetlerine gelince Ruslar kaleyi teslim ettiler. Almanya sınırında ise akıncılar daimi olarak Avusturya’ ya akınlar düzenliyorlardı. 1641 yılında düzenlenen akında, Osmanlı akıncıları Bavyera içlerine kadar ilerledi. Kuzey Bavyera’ daki bazı kasabalar Osmanlı hakimiyetini kabul ettiler. Bu akınlardan büyük zarara uğramaları üzerine, İmparator Ferdinand Osmanlı fetihlerini kabul ederek Zitvatoruk antlaşmasını yeniletmeye muvaffak oldu.
Diğer taraftan Malta Saint-Jean şövalyelerinin fırsat buldukça Türk ticaret gemilerine saldırmaları yüzünden, Sultan İbrahim Han onların en büyük sığınağı olan Grid adasının fethini emretti. 20 Haziran 1645′ de Sakız adasından denize açılan Osmanlı donanması, 17 Temmuz’ da Girid’ in Hanya limanını fethetti. Hanya’ nın Osmanlılar tarafından fethi, Avrupa’ da büyük akisler uyandırdı. Almanya ve İtalya, asker göndererek Venedik’ e yardım etmek kararı aldı. Bu sırada Hanya muhafazasıne getirilen deli Hüseyin Paşa, harekata devamla Resmo kalesini ele geçirdi. Osmanlı donanması muharebeye devam ederken, Sultan İbrahim’in hal’i olayı meydana geldi.

1647′ de Kara Musa Paşa’ nın ölümü ile Sadaret makamına getirilen Hezar-pare Ahmed Paşa’ nın dikkatsiz ve adaletsiz davranışları aleyhte büyük bir propaganda ile isyanı beraberinde getirdi. Bu arada hurufilerin Sultan İbrahim Han aleyhine yaptıkları iftiralar da hedefine ulaşmıştı. Nitekim Hezar-pare Ahmed Paşa aleyhine olarak başlayan isyan, Sultan İbrahim Han’ ın da tahttan indirilmesiyle sonuçlandı. Tahta oğlu dördüncü Mehmed Han çıkarıldı. İyancıların önderi olan Sofu Mehmed Paşa, Sultan İbrahim hayatta durdukça rahat edemeyeceğini bildiğinden, kendisini şehid ettirdi. (18 Ağustos 1648)

Sultan İbrahim, çok cömert ve lütufkar olup, fakirlere, acizlere ihsanı pek çokto. Devrinde maliye düzeltilip, milletin kıtlık çekmemesi ve israfın önlenmesi için fermanlar çıkarıldı. Beylerin zalim olmaması ve halka zulüm yapmaması için çok dikkat ederdi. Halka zulüm yapan ister idareci, ister halktan bir kişi olsun, mücadele eder ve muhakkak cezasını verirdi. Halkın rahat ve huzurunu her şeyin üzerinde tutardı. Bir gün tedbil-i kıyafeyle gezerken fırın önünde ekmek almak için uzun kuyruklar olduğunu gördü. Saraya döner dönmez Sadrazama; “Teba-i şahanemden hiçbirisinin ekmek almak için bir dakika bile beklemesine rızam yoktur” Bir hoşca mukayyed olasın… Ve illa başını keserim” diye emretmiştir. Bundan sonra da kuyruklar olmamıştır.

İbrahim Han devrine kadar uzanan Osmanlı kaynaklarının bir tanesi hariç, bu Sultan‘ın akli dengesinde bir bozukluk olduğuna dair hiç bir bilgi yoktur. Karaçelebizade’ nin Ebrak kitabındaki Sultan‘ ın aleyhinde olan yazı, bu zatın Sultan‘ ın tahttan indirilmesinde ve öldürülmesinde rolü olduğu, kindarlığı ile tanıdığındani tarih için muteber kabul edilmemektedir. Tarih, Sultan‘ın deli olmadığını iftiralara uğradığını kabul etmektedir.


4. Mehmed Han

Osmanlı sultanlarının on dokuzuncusu ve İslam halifelerinin seksen dördüncüsü. Şehzadeliğinde, İmaı Şami Yusuf Efendi, Şami Hüseyin Efendi ve diğer kıymetli hocalardan ders alarak yetiştirildi. Babası İbrahim Han’ ın asiler tarafından tahttan indirilmesi üzerine 8 Ağustos 1648′ de sultan oldu. Bu sırada yedi yaşında idi. Tahsil ve ta’limine saltanatı zamanında da devam etti.

Sultan dördüncü Mehmed Han’ ın çocukluğundan istifade eden devlet kademelerindeki kişiler, idarede daha çok söz sahibi olabilmek için mücadelelere başladılar. Bu durum zaman zaman isyanların çıkmasına ve devlet işlerinin bozulmasına sebep oldu. Hazine boşaldı. 1652′ de sadrazamlığa getirilen Tarhuncu Ahmed Paşa ilk olarak mali sıkıntıyı önlemek için tedbirler aldı. Ancak masrafların kısılması bazı devlet erkanının hoşuna gitmedi ve çeşitli iftiralarla Tarhuncu’yu görevden uzaklaştırdılar.

1654 senesinde Kara Murad Paşa komutasındaki Osmanlı donanması, Çanakkale boğazı çıkışında Venedik donanmasını mağlub etti. Bu sırada mali sıkıntıyı önlemek için, ayarı düşük para basılması, yeniçerilerin ayaklanmasına yol açtı. Çınar olayı ve Vaka-i vakvakiye diye bilinen hadiselerin sonunda saray ağaları idam edildi (1656). Merkezdeki bu karışıklıklar Anadolu‘ ya ve ülkenin diğer eyaletlerine de sıçradı. Venedik karşısında donanmamız bozguna uğradı. Venedikliler Bozcaada ve Limni gibi askeri önemi fazla olan adaları kuşatarak ele geçirdiler. Padişah, bu başarısızlıklar üzerine üzerine, sadrazam Boynueğri Mehmed Paşa ‘ nın yerine büyük yetkilerle tecrübeli vezir Köprülü Mehmed Paşa’ yı tayin etti (1656).

Köprülü Mehmed Paşa’ nın ilk işi İstanbul’ da asayişi sağlamak oldu. Daha sonra donanmayı güçlendirerek Bozcaada ve Limni’ yi geri aldı. 1658′ de Erdel isyanını bastırdı ve Yanova kalesini fethetti. Ertesi yıl Anadolu‘ da çıkan Abaza Hasan Paşa ayaklanmasını önledi. Mehmed Paşa’ nın 30 Ekim 1661′ de vefatı üzerine yerine oğlu Fazıl Ahmed Paşa getirildi. 1663 yılında Avusturya seferine çıkan Ahmed Paşa, Uyvar ve Yanıkkale’ yi fethetti. İki devlet arasında Vasvar antlaşması imzalandı. 1666′ da Girid seferine serdar tayin edildi. 1669′ da Kandiye’ nin zaptı ile Girid’ in fethini tamamladı. 1672′ de Lehistan seferine çıkan dördüncü Mehmed Han, Belgrad’ a kadar geldi. Fazıl Ahmed Paşa bu seferde Podolya ile Ukrayna’ nın fethini gerçekleştirdi ve bu sefer sırasında hastalanarak vefat etti. Yerine Merzifonlu Kara Mustafa Paşa gitirildi (1676).

1678′ de Rus seferine serdar tayin edilen Mustafa Paşa, Çehrin kalesini geri aldı. Ertesi yıl Padişah ordusunun başında bizzat ikinci sefere çıktı. Ancak Rusların barış istemeleri üzerine Bahçesaray’ da antlaşma imzalandı.

Dördüncü Mehmed devrinin en önemli siyasi hadisesi Viyana kuşatmasıdır. Padişah’ ın Yanıkkale ve Komaron üzerine gönderdiği ordu, serdarın isteği üzerine Viyana cihetine çevrildi. Şiddetle cereyan eden muhasara başarısızlıkla neticelendi ve Kara Mustafa Paşa görevinden alınarak yerine İbrahim Paşa getirildi.
Viyana bozgunundan sonra; Avusturya, Venedik, Lehistan orduları umumi hücuma geçerek Macaristan topraklarını, Budin’ i, Dalmaçyakıyılarını, Patras, Korent ve İnebahtı gibi önemli kaleleri zabtettiler. Bu olaylar sırasında ordu da isyanlar çıktı ve Sultan dördüncü Mehmed Han, 8 Kasım 1687′ de tahttan indirelerek yerine kardeşi Süleyman-II getirildi. Bundan sonra Edirne’deki sarayın da ikamet eden Mehmed Han, 6 ocak 1693′ de vefat etti. Cenazesi İstanbul’ a nakledilerek Yeni Camii’ deki annesi Turhan Valide Sultan‘ ın türbesine defnedildi.

Osmanlı Devleti’ nde Kanuni‘ den sonra en fazla tahtta kalan ve 42 yıl padişah olan dördüncü Mehmed Han, yaratılış icabı mütedil, kadirşinas ve vefakar olup, verdiği söze sadık bir şahsiyete sahipti. Köprülü ailesinin devleti liyakatla idareleri kendisini rahat ettirmiştir. Mehmed Han ava çıkmaya, edebiyat ve tarihe meraklı olup, ilim adamlarının sohbetlerin de bulunmayı çok severdi. Beş vakit namazı cemaatle kılardı. İçkiyi yasak edip, imalethanelerini kapattıran bu sultan dine sonradan karıştırılan bütün hurafelerin kaldırılması için uğraştı. Devrin de ğek çok ilim adamı ve san’atkar yetişti. Dördüncü Mehmed devrinde inşası tamamlanıp ibadete açılan Yeni Camii, Osmanlı mimaresinin şaheserlerindendir. Yanındaki Mısır Çarşısı bu camiye vakıf olarak yapılmıştır.
 

Suskun

V.I.P
V.I.P
Abdülmecid Han

Osmanlı Sultanlarının otuzbirincisi ve İslam halifelerinin doksanaltıncısı. Küçük yaştan itibaren mükemmel bir tahsil gördü ve iyi derecede fransızca öğrendi. Avrupa neşriyatını yakından takib eder, onların ilmi çalışmalarını ve siyasi fikirlerini öğrenmeye çalışırdı. Babası İkinci Mahmud Han’ın 1 Temmuz 1839′da vefatı üzerine henüz 16 yaşında iken Osmanlı tahtına çıktı.

Abdülmecid Han, tahta çıktığında Osmanlı Devleti iç ve dış buhranlarla karşı karşıya idi. Osmanlı ordusu Nizip’te Mehmed Ali Paşa kuvvetlerine mağlup olmuştu. İki gün sonra da Kaptan-ı Derya Hain Fevzi Ahmed Paşa Osmanlı Donanmasını Mısır’a götürüp teslim etti. İngilizler bu sırada Osmanlı tahtında devlet idaresinde tecrübesiz bir padişah bulunmasını fır- sat bilerek harekete geçtiler. Osmanlı Devletine tam destek olmak va’diyle Mustafa Reşid Paşa’yı sadrazamlığa getirttiler. Paris ve Londra’da sefirlik yapan Reşid Paşa, bu müddet içerisinde aldatılarak mason yapılmıştı. Nitekim iktidara gelir gelmez ilk işi Tanzimat Fermanı’nı ilan etmek oldu. (3 Kasım 1839). Osmanlı Devletinin yıkılmna ve yok olma devrine açılmış bir gedik olan Tanzimat Fermanı devlete ve millete çok pahalıya mal oldu.

Sultan Mahmud Hanı’n açtığı ileri medeniyet yolu üzerine engel olarak oturan tanzimat adamları. Avrupa ilmini ve tekniğini almak yerine sathi taklitler üzerinde durdular.Böylece ilim ve teknikte ilerleme durdu. Avrupanın yaşayışına hayran olarak yetişen yeni nesiller taklit modasına kurban gittiler. Memleket şartlarını ve ihtiyaçlarını anlamadan rejim davasına kapılan tanzimat devri adamları, daha sonra ihtilalci olarak gayr-i müslimlerle birleşmişler ve buhranları arttırarak, devleti sarsmaktan başka bir işe yaramamışlardır.

Mustafa Reşid Paşa ve yetiştirmelerinin Osmanlı Devleti içinde kendilerinin yıllardır yapamadığı tahribatı kısa zamanda gerçekleştirdiğini gören İngilizler, Mısır mes’elesinin hallinden sonra Osmanlı Devleti’nin başına yeni gaileler açtırmakta gecikmediler. Mustafa Reşid Paşa, İngiliz ve Fransız desteğini alarak 4 Ekim 1853′de Rusya’ya harb ilan etti. Ancak Osmanlı Devleti, Rusya ile savaş yaparken, İngilizler, dünyadaki ikinci büyük islam devleti olan Gürganiye Devleti’ni yıktılar. Hindista, İngilizlerin sömürgesi durumuna geldi. Abdülmecid Han, batılıların yaldızlı reklamlar ve sahte dostluk- larla örtbas etmeye çalıştıkları islamiyet’i imha hareketini çok geç anladı. Reşid Paşa’yı görevinden aldı. 1853-55 Rusya ile olan Kırım harbi başarı ile neticelenmesine rağmen, savaş harcamaları dış borçlanma yolunu açtı. Osmanlı Devletinin savaşı kazanmasında rol oynayan İngiltere ve Fransa, devlet içinde yeni ıslahatlar istediler. Reşid Paşa’nın yetiştirmesi Ali Paşa’nın İngiliz ve Fransız elçileri ile ortaklaşa hazırladıkları Islahat Fermanı 1856′da ilan edildi. Bu ferman da Osmanlıların hıristiyanlara verdiği büyük bir tavizdi. Nitekim fermanın uygulaması pek çok yerde büyük tepki gördü.1858′de Cidde’de ayaklanma başgösterdi. Eflak, Boğdan ve Karadağ’ da bağımsızlık hareketleri başladı. Devletin içine düştüğü feci durum sebebiyle, üzüntüsünden tüberküloza yakalanan Sultan Abdülmecid Han, 25 Haziran 1861′de vefat etti. Yavuz Sultan Selim Han’ın türbesinin yanına defnedildi. “Atam Yavuz Sultan Selim Han’a hürmeten türbemi onunkinden daha aşağı yapın” şeklindeki vasiyeti üzerine türbesi Sultan Selim‘inkinden daha alçak ve kısa olarak yapıldı.

Abdülmcid Han devri, Sultan İkinci Mahmud Han’ın açtığı yenileşme yolunun, Mason Reşid Paşa ve yetiştirmeleri eliy- le bozulduğu ve Avrupa’nın her bakımdan taklide başlandığı bir devir olarak göze çarpmaktadır. Abdülmecid Han hatasını anla- dıktan sonra memleketi, milleti kemiren iç ve dış düşmanlara karşı tedbirler arar ve bu iş için gece gündüz Allahü Tealaya yalvarırdı. Ancak Osmanlı Devleti’nin içte isyanlar ve dışta Rusya ile harblerini fırsat bilen İngilizler, yetiştirdikleri ve iş başına getirmeye muvaffak oldukları devlet adamları sayesinde ona bu fırsatı tanımadılar. Abdülmecid Han, bu karışık devrede memleket içinde çok başarılı işler de yaptı. 1844′de bugünkü Galata Köprüsü olarak bilinen Mecidiye Köprüsünü, 1848′ de Küçük ve Büyük Mecidiye (Ortaköy) camilerini yaptırdı. 1853′de İstanbul-Varna-Kırım arasında ilk telgraf hattı döşendi. Bu harekete hız verilerek, 1870′de 36.000 km’lik telgraf hattı ile Osmanlı Devleti dünya devletleri arasında en ön sıralarda yer aldı. 1860′da İzmir-Turgutlu arasında demiryolu yapıldı. Ayrıca İstanbul’un her yerinde pek çok cami, mescid, mekteb, hastane ve çeşmeler de yapılmıştır.



Abdülaziz Han

Osmanlı padişahlarının otuzikincisi ve islam halifelerinin doksan yedincisi. Küçük yaşta din ve fen ilimlerini tahsile başladı. Kısa zamanda Arapça, Farsça ve dini bilgileri çok iyi bir şekilde öğrendi. Ayrıca boş zamanlarını değerlendirerek ata binmek, kılıç kullanmak, güreş tutmak, cirit atmak gibi zamanın bütün spor dallarında pek mahir oldu. Ağabeyi Abdülmecid zamanında veliahd ilan edilen Abdülaziz bundan sonra devlet idaresi ve Avrupa’nın siyasetini iyi bir şekilde takibe çalıştı. Abdülmecid Han’ın 25 Haziran 1861′de ölümü üzerine tahta çıktı.

Bu sırada devlet‘in durumu son derece karışıktı. Mali sıkıntı son haddinde idi. Karadağ, Hersek ve Girit’te büyük karışıklık hüküm sürüyordu. Avrupa devletlerinin müdahalede bulunacaklarını anlayan Abdülaziz Han yayınladığı bir fermanla onların Tanzimat konusundaki endişelerini, nisbeten ortadan kaldırdıi. Mali konulardaki sıkıntının önüne geçebilmek için israf ve gereksiz harcamaların önlenmesine çalıştı. Rüşvet ve irtikab işine karışanları şiddetle cezalandırdı.

1862′de Karadağ bölgesinde çıkan isyanı serdar-ı ekrem Ömer Paşa kumandasında gönderdiği bir ordu ile anında bastırdı. Mısır’da son yıllarda Osmanlı Devleti’ne karşı bağlılığın azaldığının farkında olan Abdülaziz Han, bu bölgeye bir seyahat düzenledi. Mısır valisi İsmail Paşa’ya Hidiv ünvanını verdi. Gittiği her yerde muhteşem merasimler ve halkın sevgi gösterileri ile karşılanan Sultan, Mısır’ın payitahta olan bağlılığını güçlendirdi. Osmanlı Devleti’ndeki müsbet gelişmelerin önüne geçmek isteyen batılı devletler Girid’de büyük bir isyan çıkardılar ve adanın beynelmilel bir komisyon tarafından idaresini istediler. Bunu şiddetle reddeden Abdülaziz Han, bazı imtiyazlarla meseleyi bir müddet için halletti.

Abdülaziz Han, 21 Haziran 1867′de Fransa, İngiltere, Belçika, Prusya ve Avusturya’yı içine alan bir geziye çıktı. Sultan‘ın bu gezisi genel barışın sağlanmasında önemli rol oynadı. Avrupa devletleri ile olan münasebetler iyileşti. Abdülaziz Han, devlet ve milletin bekası ve huzuru için gece gündüz çalışırken içte batı hayranı ve mason devlet adamları her türlü siyasi desiselerle nizam ve intizamın bozulmasına gayret sarfediyorlardı. Ziya Paşa, Namık Kemal, Ali Süavi gibi yazarlar halkı Padişah’a karşı düşmanlığa teşvik ederken, mütercim Rüşdü, Hüseyin avni ve Mithat Paşalar da padişah’ı devirmenin hesapları içerisindeydiler. Nitekim gözlerini iktidar hırsı bürümüş bu devlet adamları, 1875′de patlak veren Bosna-Hersek isyanı ile, ardından çıkan Rus harbini fırsat bildiler. Abdülaziz Han, ssıkıntılar içinde olmasına rağmen Sırbistan’ı kısa sürede mağlup etti. Bulgaristan’daki karışıklıkları mahalli kuvvetlerle bastırdı. Ancak Hüseyin Avni, Mithat, Redif ve Süleyman Paşalar 30 Mayıs 1876 günü Dolmabahçe Sarayı’nı kuşatarak Sultan‘ı tahttan indirdiler.

Abdülaziz Han efradıyla birlikte çeşitli hakaret ve işkencelere maruz bırakıldıktan sonra 1 Haziran 1876′da Fer’iye Sarayı’na nakledildi. Avni Paşa üç gün sonra, güvenlik gerekçesiyle saray bahçesine yerleştirdiği adamlarına verdiği emirle, Kur’an-ı Kerim okumakta olan Sultan‘ın bileklerini kestirerek şehid ettirdi. Hadiseye intihar süsü verilmeye çalışıldı. Ancak pehlivan yapılı Abdülaziz Han’ın zorbalarla boğuşması sırasında vücudunda meydana gelen çürükler ile iki dişinin kırık olduğunu görgü şahitleri ifa’de etmişlerdir. Zaten tıp ilmi, intihar edecek bir şahsın iki bileğinin damarlarını kesemeyeceğini belirtmektedir. Şehid Sultan‘ın cenazesi 5 Haziran 1876 günü pederi Sultan İkinci Mahmud Han’ın Çemnerlitaş’taki türbesine defn edildi.

Abdülaziz Han iyi niyetli, dindar, her sabah Kur’an-ı Kerim okuyan, son derece vakar sahibi bir kimse idi. Devrin alimlerini sayarak toplar münazaralar yaptırır, kendisi de bazen bu münazaralara iştirak ederdi. Devlet işlerini bilfiil kendisi idare etmeğe çalışırdı. Onun en büyük gayesi Devlet-i Aliyyenin istiklalinin devam etmesi ve halkının refah içinde yaşaması idi. Bu sebeple ilim ve teknikte ilerlemeeye ve imar faaliyetlerine büyük önem verdi. 1863′de sahillere deniz fener leri yapıldı ve devlet şurası kuruldu. 1867′de Sultan‘i mektebleri(Liseler), 1868′de sanayi mektebleri, 1869′da Süveyş kanalı açıldı. 1870′de şark rüşdiyye mektebleri açıldı. Donanmaya büyük önem verdi. Hind Okyanusu’na kadar donanmamızı göndererek, Osmanlı deniz gücünü İngilizlere kabul ettirdi. Osmanlı donanmasının birinci Dünya ve Kurtuluş harpleri sırasındaki muvaffakiyeti, Sultan Abdülaziz’in donanmaya kazandırdığı bu kudretle mümkün olmuştur.


5. Murad Han

Osmanlı sultanlarının otuz üçüncüsü ve İslam halifelerinin doksan sekizinci. Küçük yaştan itibaren özel bir eğitim ve öğretimle yetiştirildi. İnce ruhşlu olup, güzrel san’atlara karşı büyük ilgisi vardı. Türkçe yazı ve inşanın yanında Arapça, Farsça ve Fransızcayı çok iyi öğrendi. Babasının 25 Haziran 1861′de vefatından sonra Abdülaziz Han Padişah olunca, veliahd oldu. nezaketi, kibarlığı, çağına göre bilgisi ve yumuşak huyluluğu ile sevildi. Amcası Abdülaziz Hanın 1863 Mısır ve 1867 Avrupa seyahatlerine katıldı. Bu gezilerde davranışları ile Osmanlı hanedanın asaletini temsil ederek takdir topladı. Yurda döndükten sonra ikamet ettiği Kurbagalıdere köşkünde dış dünya ile temaslarını devam ettirdi. 30 Mayıs 1876 tarihinde Sultan Abdülaziz Han’ın tahttan indirilmesiyle Osmanlı sultanı ilan edildi.



Ancak Devlet işlerindeki bütün yetkiler Hüseyin Avni, Kayserili ahmed, Midhat ve Reşid paşaların elindeydi. Abdülaziz Han’a aşırı derecede kin besleyen bu paşaların, amcasına karşı yaptıkları edepsizlikler Murad Han’ı çok üzdü. Saltanatının beşinci gününde, yine bu paşaların tertibiyle, Abdülazizhan’ın feci şekilde şehid edildiğini ve annesi Pertevniyal Sultan‘a haraketler yapıldığını öğrenince iyice sarsıldı ve bu felaket yolunun sonunu düşünmekden akli dengesi bozuldu. Bilhassa hadiseler karşısında çaresizliği devletin sultanı olduğu halde amcası ve annesine yardım elini uzatamaması Murad Han’ı perişan ediyordu. Zaman zaman derin bir süküta dalar kimse ile konuşmazdı. ayrıca Doktorların Yanlış teşhis ve tedavisi de hastalığının artmasına sebep oldu.



Diğer taraftan ihtilali gerçekleştiren paşalar, 15 haziran 1876′daMithat Paşa’nın evinde toplantı halinde iken, odaya giren erkan-ı harp kolağası Çerkes Hasan beğ Hüseyin Avni Paşa ile Hariciye nazırı reşid Paşa’yı öldürdü. Yaralı olarak yak- alanan Hasan Beğ ertesi gün Beyazıd meydanında asılarak şehid edildi.



Padişahın devlet işleriyle meşğul olacak şuura malik olamamsı iktidarı ele geçiren devlet adamlarının işine geliyordu. sadrazam mütrcim Rüşdi Paşa kimseye hesap vermeden devleti yönetiyordu. Kanun-i esasi’nin ilanını iateyen Midhat Paşa ise anayasa taslağı ile uğraşıyordu. bu surada başlayan Sırp-karadağ muhaberesi ve mali zorluklar, başsız kalan devletin büsbütün perişan olmasına ; Anarşi veisyanların artmasına sebep oldu. ulema arasında ise şuuru yerinde olmayan bir padişahın ülkenin başında duramayacağı ile ilgili sözler dolaşmaya başladı. Şehzade Abdülhamid ise Sultan Murad’ın hastalığının tedavi edilemez olduğunun tıbben belirtmesi durumunda hükümdarlığı kabul edebileceğini bildirdi.

Nihayet 31 Ağustos’ta toplanan kabine, Sultan Murad’ın tahttan indirilmesine karar verdi. Şey’hülislam, Padişahı’ın şuurunun yerinde olmadığından hal için buna cevaz (izin) veren bir fetva hazırladı. Doktorlar Sultan‘ın iyileşmesinin imkansız olduğuna dair rapor verdiler. ertesi gün devlet ileri gelenleri Topkapı Sarayı Divan-ı humayun salonunda toplanarak Sultan Murad’ı tahttan indidiler (31 Agustos 1876). Aynı gün Osmanlı tahtına geçen Sultan İkinci Abdülhamid Han’a herkes biat etti.



Murad Han, saltanattan hal’inden sonra ailesiyleberaber kendisine ayrılan Çırağan Sarayı’na yerleşti.Abdülhamid Han’ın bizzat ilgilenip, zamanın meşhur doktorlarını göndererek tedavi ettirmesiüzerine bir müddet sonra tamamen iyileşti. Vefat edinceye kadar yirmi sekiz yıl ikamet ettiği Çırağan Sarayı’nda vaktini okumak ve torunlarını okutmakla geçiren Murad Han, Abdülhamid Han’ın nazikane hatır sormasını, daima teşekkürle cevaplandırdı. 1905′de şiddetini arttıran şeker hastalığı bildirilince, Abdülhamid Han doktor Ali Rıza Paşa ile Etfal hastahanesi başhekimi İbrahim Paşa’yı tedavisi için görevlendirdi. Fakat bütün uğraşmalara rağmen kurtarılamadı ve 28 Ağustos 1905 Pazartesi gecesi vefat etti. Cenazesi Hanedana mahsus merasimle kaldırılıp Hidayet Camii’nde namazı kılınarak Yeni Camii türbesinde, annesi Şevkefza Kadın Efendinin yanına defnedildi.


2. Abdülhamid Han

Osmanlı padişahlarının otuz dördüncüsü ve islam halifelerinin doksan dokuzuncusu. Çok iyi bir tahsil görerek din ilimlerini ve fransızcayı mükemmel bir şekilde öğrendi.amcası Abdülaziz Han onu Mısır ve Avrupa seyahetlerinde yanında götürdü. Abdülaziz Han’ın tahttan indirip şehid ettiren, böylece Osmanlı devleti’nde idareyi ele geçiren batı kuklası bazı paşalar, beşinci Murad’ın şuurunun bozulması üzerine, devlet işlerine karışmaması ve yalnız millet meclisinin çıkaracağı kanunlara göre hareket etmesi şartıyla, Abdülhamid Han’ı sultan ilan ettiler.



Tahttan çıktığında Osmanlı Devleti tam bir bunalım eşindeydi. Karadağ ve Sırbistan’da Savaş aleyhimize dönmüş, Bosna-Hersek ve Grid’de ayaklanmalar çıkmış, mali kriz son haddine varmıştı. Bu arada sadrazam Mithat Paşa ve arkadaşlarının isteği üzerine 23 Aralık 1876′da Birinci meşrutiyet ilan edildi. Ancak gayri müslimlerin dahi yer aldığı Meclis-i Meb’usanın ilk işi Rusya’ya harp ilanı oldu. 93 harbi diye tarihe geçen bu savaş, Osmanlı Devleti için, tan bir felaket getirdi. Ruslar İstanbul önlerine kadar geldi. Bir milyondan fazla Türk, Bulgaristan’dan İstanbul’a hicret etti. Mütareke isteyen Sultan abdülhamid, ilk iş olarak devleti parçalanma ve yok olma yoluna doğru götüren meclis-i Meb’usanı kapattı (13 Şubat 1878) ve devlet idaresini eline aldı. Ayastenfanos antlaşması ile Osmanlı Devleti, Mekodonya, Batı Trakya, Kırklareli, Kars, Ardahan ve Batum’u kaybediyordu. Ancak ingiltere ile anlaşan Abdülhamid Han, Kıbrıs idaresini onlara bırakmak şartıyla, yeniden topladığı Berlin konferansı’nda kaybedilen toprakların bir kısmına sahib oldu.

Abdülhamid Han büyük mes’eleler karşısında bunalan Osmanlı Devleti’ni bundan sonra dahiyane bir siyaset, adalet ve fevkalede bir kudretle yönetti. Düyun-ı umumiye idaresini kurarak iki yüz elli iki milyon tutan devlet borçlarını yüz altı milyona indirdi. Memlekette büyük bir imar faaliyeti ile eğitim ve öğretim seferberliği başlattı. Çoğu şahsi parasından olmak üzere camii, mescid,mektep, medrese, hastane,çeşme,köprü vs. gibi toplam 1552 eser yaptırdı Ülkenin dört bir yanını demiryolu ile döşedi. Yunanlıların Grid’de isyan çıkarıp, Türkler arasında toplu katliamlar yaptırmaya başlamaları üzerine, Yunanistan’a harp ilan etti. Alman kurmaylarının altı ayda geçilemez dedikleri termopil geçidini 24 saatte aşan Osmanlı ordusu, Atina önüne vardı.Yunanistan’ın tamamen Osmanlı eline geçeceğini anlayan Avrupalı devletler, sulha zorladılar ve bundan muvaffak oldular.

Yahudilerin Filistin’de bir Cumhuriyet kurma teşebbüslerinin karşısına çıktı Onların Osmanlı borçlarını bütünüyle silelim tekliflerini reddetti. Bu Toprakların kanla alındığı, asla terkedilemeyeceğini sert bir dilde bildirdi. Filistin topraklarının yahudilere satılmaması için gerekli tedbirler aldı Doğu Anadolu‘da Ermeni haraketlerine karşılık Hamidiye alaylarını kurdu ve bölgede asayişi te’min ile Osmanlı hakimiyetini pekiştirdi.



Sultan Abdülhamid Hanı tahtan indirmeden Osmanlı Devleti’ni parçalamanın ve islamı yok etmenin mümkün olmadığını gören bütün iç ve dış düşmanlar bu Türk hakanına karşı cephe aldılar. Bir taraftan Sultanı gözdendüşürmek üzere her türlü iftira ve kötüleme kampanyaları yaparlarken, diğer taraftan suikastlar tertib ettiler. Ermeni asıllı Fransız Yazar Albert Vandal’ın”Le Sultan Rouge=Kızıl Sultan” şeklinde ortaya attığı iftiraları aynen alan bazıgafiller, ansiklopedilere bunları yazarak genç nesilleri aldattılar.



Bu arada Padişah’ın devlet idaresinde nufuzunu kırmak isteyen batıllar. ittihad ve terakki mensuplarını kışkırtarak 23 temmuz 1908′de ikinci Meşruyeti ilan ettirdiler. Böylece otuz yıl durmuş olan facialar tekrar başladı. 31 Mart Vak’ası sebebiyle ittihad ve terakki ileri gelenleri tarafından tahttan indirilen Abdülhamid Han, Selanik’e gönderildi (27 Nisan 1909). 10 Şubat 1918′de beylerbeyliği Sarayı’nda vefat eden Abdülhamid Han’ın naşı Çemberlitaş’ta dedesi Sultan Mahmud‘un türbesindendir.

İkinci Abdülhamid han’ın güzel ahlakı, dine olan bağlılığı, edep ve hayasının derecesi, akl, ilim ve adaletinin çokluğu, milleti için gece-gündüz çalışması, düşmanlarına bile iyilik yapması, ciltler dolusu eserlerle anlatımaktadır. Onun tahtan indirilmesinin üzerinden 10 yıl geçmeden imparatorluğun dörtte üçünün elden çıkması, memleketi 33 yıl nasıl idare ettiğine en açık delildir. Yine Abdülhamid han’ın tahttan indirilmesiyle beraber kan gölü haline çevrilen orta doğu’da hala huzur te’sis edilememiş olup, Arap alemi siyonizmin oyuncağı haline gelmiştir.



Vaktiyle İttihat ve terakki fırkasının içinde Abdülhamid Han’a düşmanlık eden Filozof Rıza Tevfik ve Süleyman Nazıf pişmanlılarını aşagıdaki şiirleri ile dile getirmişlerdir.



“Tarihler adını andığı zaman,
Sana hak verecek hey Koca Sultan,
Bizdik utanmadan iftira atan,
Asrın en siyasi Padişahına”.
(RIZA TEVFİK)

“Padişahım gelmemişken yada biz,
İşte geldik senden istimdada biz,
Öldürürler başlasak feryada biz,
Hasret olduk eski istibdada biz”.
(SÜLEYMAN NAZIF)



5. Mehmed (Reşat) Han

Osmanlı Padişahlarının otuz beşincisi ve islam halifelerinin yüzüncüsü. Çocukluğundan itibaren hususi olarak iyi bir tahsil ve terbiye ile büyüdü. Yüksek di ve fen bilgilerini okudu. Arapça ve Fransızca’yı mükemmel bir şekilde öğrendi. Uzun şehzadelik devrinin çoğunu okumakla geçirdi.



1890 senesinde İngilizlerin yardımıyla kurulan ve padişah aleyhdarı Türk, rum, ermeni, arnavud ve yahudiler ile bulgar, sırp ve yunan çeteleri tarafından desteklenen İttihat ve Terakki Cemiyeti, 1909 yılında Sultan Abdülhamid Han’ı tahttan indirdi ve yerine kukla bir vaziyette Mehmed Reşad Han’ı geçirdi. Devlet idaresine tamamen hakim olan İttihatçılar istedikleri kabineyi iş başına getiriyorlar, istemediklerini ise baskı ve tehditle görevden uzaklaştırıyorlardı. Sultan Abdülhamid tarafdarı diyerek pek çok kişiyi idam ettirdiler. Herkes ölüm ve hapis korkusu içine düştü. Memlekette can, mal ve namus emniyeti kalmadı. Devlet düşmanlığı, küfr ve dinden dönme moda olmağa yüz tuttu. Her vilayette zalimler, asiler ve zorbalar türedi. Bunun neticesi olarak Arnavutluk’ta isyan hareketleri başladı. Arnavutluk bölgesi mebusları hükümete müracaat ederek şiddet hareketlerine başvurulmadan bölgeye bir nasihat hey’eti gönderilmesini istediler. Ancak şiddet tarafdarı olan İttihat ve Terakki mensupları, Mahmud Şevket Paşa komutasında büyük bir orduyu Arnavutluk’a göndermelerine ve pek çok kan dökülmesine sebep oldukları halde isyanı önleyemediler. Sultan Reşad 16 Haziran 1911′de Kosova’ya gitti. Beşyüzyirmiiki sene önce dedesi Murad-ı Hüdavendigar’ın zafer kazandığı yerde, Yüzbin Arnavud ile cuma namazı kıldı. Huzur’u temin etti. Mahmud Şevket Paşa’nın yirmi iki taburla yapamadığını, Sultan Mehmed Reşad bir gövde gösterisi ile te’min eyledi.



Ancak ittihatçıların ihanet derecesine varan gafletleri devam ediyordu. Sultan Abdülhamid Han’ın bizzat körüklediği kiliseler ihtilafını, 3 Temmuz 1910′da neşrettikleri bir kanunla hallettiler. Böylece Balkan milletleri arasında ihtilaf kalmadığından, Osmanlı Devleti aleyhine kolayca birleştiler. Bu birleşme bir süre sonra (8 Ekim 1912) Balkan harbinin başlamasına sebep oldu. Siyaset yapmaktan memleket müdafaasına vakit bulamayan komutanların elinde kalan Osmanlı Orduları, Karadağ, Bulgaristan, Yunanistan ve Sırbistan karşısında bozguna uğradılar. 30 Mayıs 1913′e kadar devam eden savaş sonunda, Osmanlı Devleti, Yenipazar, Libya, Girit, Rodos, Onikiada, Arnavutluk, Epir ve Trakyayı kaybetti. Edirne de Balkan devletleri eline düştü ise de daha sonra müttefikler arasında çıkan anlaşmazlıktan faydalanılarak tekrar kazanıldı. Son facialarla Afrika kıt’ası ile ilişiğimiz kesilirken, Avrupa’da çok küçük bir toprağımız kaldı. Afrika’da bir milyon iki yüz bin, Rumeli’de ise ikiyüz ellibin km2 yerimiz elden gitti.

İttihad ve Terakki’nin gafil, cahil, fırkacı, bölücü idaresi neticesinde Osmanlı Devleti, Padişah’ın haberi bile olmadan bu defa da dünyanın süper güçlerine karşı Almanya safında Birinci Cihan Harbine katıldı (11 Kasım 1914). Dört sene süren savaş sonunda koca Osmanlı İmparatorluğu yağma olundu. Birmilyon km2. den fazla toprak kaybedildi. Asker zayiatının yekünü ise beşyüzelli bini şehid diğerleri yaralı, kayıp ve esir olmak üzere birmilyonun üzerinde idi.



Sultan Mehmed Reşad, memleketin içinde bulunduğu durumun ızdırabı içerisinde 3 Temmuz 1918′de vefat etti. Cenazesi kendisi tarafından hazırlanmış olan Eyyüp’teki türbesine defn edildi.



Mehmed Reşad Han, halim, selim ve merhametli bir şahsiyet olup, terbiye ve nezaketi her türlü ölçünün üstünde bulunuyordu. Meşrutiyet anayasası çerçevesinde devleti idare etmek istedi. Ancak İttihadçıların Osmanlı Devleti aleyhindeki faaliyet ve icraatlarının önüne geçecek kudrette değildi. Hükümeti ele geçiren ittihadçıların çoğu, hatta din işleri başkanı olan Şeyhülislam Musa Kazım dahi masondu. Bu sebeple Sultan Reşad Han’ın saltanat devri, İttihatçıların keyfi ve mes’uliyetsiz icraatları neticesinde büyük hadiseler ile geçti. Neticede üç kıte yedi denize hakim olan Osmanlı Devleti, dünya çapında faaliyet gösteren yıkıcı ve bölücü teşkilatların, planlı, sinsi çalışmaları sonucu yok olma noktasına getirildi.



6. Mehmed (Vahidettin) Han
Otuz altıncı ve son Osmanlı Padişahı, yüz birinci İslam halifesi.
Sultan Abdülmecid Han’ın en küçük oğludur. Küçük yaşta anne ve babasını kaybettiğinden, ağabeyi Sultan Reşad’ın vefat ettiği gün padişah ve halife oldu. Saltanata geçtiğinde Birinci Dünya Savaşının korkunç neticeleri alınmak üzere idi. Nitekim 30 Ekim 1918′de Mondros mütarekesi imza edilerek, Birinci Dünya Harbi Mağlubiyetimizle bitti. Vahideddin Han bu mütarekeye imza koyan delegeleri kabul etmedi. Mütarekeden hemen sonra Osmanlı Devleti’ni sebepsiz yere savaşa’a sokan, milyonlarca vatan evladını cephelere eriten Talat, Enver ve Cemal Paşalar yurt dışına kaçtılar.



İttihatçı liderlerin baskısından kurtulan Sultan Vahideddin‘in elinde ancak düşmanlara teslim edilmiş bir milleti idare etmek kaldı. İstanbul, 16 Mart 1920′de itilaf devletleri tarafından işgal edildi. Yunanlılar İzmir’e, İtalyanlar Güneybatı’ya, Fransızlar da Güney Anadolu‘ya girdiler. 11 Mayıs 1920′de düşmanların hazırladığı ve Anadolu‘nun işgalini ihtiva eden Sevr andlaşmasını bütün baskılara rağmen imzalamadı. Osmanlı ordusu tamamen lağvedildi. Medine muhafızı Fahri Paşa, Onikinci ordu kumandanı Ali İhsan Paşa ve harbiye nazırı Mersinli Cemal Paşa gibi değerli kumandanlar Malta’ya sürüldüler. Padişah’ın şahsını korumak için, yalnız yediyüz kişilik maiyyet-i seniyye kıtası bırakıdı. Sultan bu taburu, Ayasofya etrafındaki sipere sokup camiye çan takmak veya müze yapmak isteyenlere ateş ediniz emrini verdi.



İşgal altındaki İstanbul’dan vatanın kurtarılamayacağını anlayan Vahideddin Han, güvendiği kumandanları Anadolu‘ya göndermek istedi. Ancak bunlar,”Dünyaya karşı harb edilmez. Bu iş olmaz” diyerek gitmeyi reddettiler. Sultan‘ın kurtuluşun Anadolu‘dan gerçekleşeceğine ümidi tamdı. Bir ara kendisi gitmeyi düşündü ise de, İngilizler “Eğer Anadolu‘ya geçersen İstanbul’u Rum’lara işgal ettirir, taş üstünde taş bırakmayız” diyerek engellediler. Bunun üzerine birgün saraya çağırdığı Mustafa Kemal’i;”Paşa paşa şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin. Bunları unutun. Asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden mühim olabilir. Devleti kurtarabilirsin!” sözlerinden sonra, büyük yetkilerle Anadolu‘ya gönderdi. Böylece İstiklal mücadelesi başlamış oldu.







İstiklal Harbi zafer ile neticelendikten sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümeti 1 Kasım 1922′de hilafet ile saltanatın ayrıldığını ve saltanatın kaldırıldığını bir kanun ile kabul etti. Vahideddin Han’ın adı hutbelerden kaldırıldı. İstanbul ve Anadolu basınında aleyhinde yazılar çıkmaya başladı.



17 Kasım 1922 Cuma günü Dolmabahçe sarayı’ndan Malaya harb gemisi tarafından alınıp Malta adasına götürüldü. Oradan Melik Hüseyin’in daveti üzerine Mekke’ye gitti. Oradan da İtalya’daki Sen Remo şehrine giderek orada ikamet etti. Vahideddin Han, acı ve sıkıntı içinde geçen bir sürgün hayatından sonra, 16 Mayıs 1926′da İtalya’da vefat etti. Cenazesi Şam’a getirilarek Sultan Selim Camii kabristanına defnedildi.



Vahideddin Han, çok akıllı ve çabuk kavrayışlı idi. Arada Sultan Reşad olmayıp da, İkinci Abdülhamid Han’dan sonra tahta çıksaydı, belki devletin başına böyle bir bela gelmezdi. Çünkü o, ittihad ve Teraki hükümetinin hatalarını önleyip, felaketlerin önüne geçebilecek kudret ve idare sahibi bir kimse idi. Çok sevdiği vatanından koparken yanında şahsi ve pek cüz’i mal varlığından başka bir şey götürmediği, ülkesinden ayrılmasının üzerinden henüz dört yıl geçmeden vefatında kasaba, bakkala ve fırına olan borçlarından dolayı 15 gün tabutunun kaldırılmamış olmasından da anlaşılmaktadır.

Vahideddin Han’ın vatanının ve milletinin uğradığı felaketler karşısında neler düşündüğü ve neler hissettiği kayıtlara geçmiş şu hadiseden çıkarılabilir. 1919 senesi Ramazanında bir sabah Yıldız Sarayı’nda yangın çıkar. Kısa zamanda büyüyen alevler, Sultan‘ ın geceleri kaldığı daireyi de sarar. O geceyi tesadüfen Cihannüma köşkünde geçirmiş olan Vahideddin, yangını haber alınca, üzerine pardesüsünü giyerek dışarı çıkar. Köşkün önünde hiç telaş göstermeden yangını seyrederken çevrede ağlayanları görünce gözleri yaşarak ” Benim vatanım ateş içinde, onun yanında bunun ne kıymeti var” demekten kendini alamaz
 
Bazı yerlerine katılmasam da genelde oldukça kapsamlı ve aydınlatıcı buldum.

Ben de Osmanlı'nın en önemli üç padişahı hakkında birşeyler söylemek isterim.

*Neredeyse her tarihçinin de hemfikir olduğu gibi, en "belirleyici" olan padişah Fatih Sultan Mehmet.
Osmanlıya yepyeni bir ufuk açıp "vizyon" sağladığı gibi, sonradan çöküşünün ana nedenini getiren sosyal yapılanmanın da âmilidir.
Fatih, genelde düşünüldüğünün aksine sadece "koyu" bir müslüman değil; benzerlerine ancak çağımızda rastlanan global düşünceli, "enternasyonalist" veya "emperyalist" düşünceli bir liderdi.
İstanbul'u aldıktan sonra artık "Roma Sezarı" olduğunu düşünüyordu.
Bu ilk bakışta uyduruk tarih eğitimiyle büyümüş birine saçma gelebilir ama, özellikle İlber hoca başta olmak üzere birçok Osmanlı tarihçisi bunu altını çizerek belirtir.
İstanbul'un fethinden sonraki ilk işlerinden biri, diğer bölgelerden değişik milliyet/din mensubu olan mesleklerinde başarılı kişileri şehre yerleştirmek oldu.
Amacı, özellikle 1204 haçlı seferi sonrası iyice azalmış olan nüfusu arttırmak; şehri yeniden Bizans'ın parlak dönemindeki durumuna kavuşturmaktı.
Özellikle çokuluslu/çok dinli bir toplum yaratma peşindeydi.
Kendisini sadece müslümanların değil, hristiyanların da "banisi" olarak konumlandırdı.
Bizans her ne kadar askeri yönden çökmüş olsa da, Osmanlı'nın gözünde kültürel/siyasi/ekonomik yapılanmasıyla örnek alınması gereken bir yapılanmaydı; tabii bozulma/çözülme öncesi durumu.
Şehrin yönetim biçimi, sosyal sistemi hiç değiştirilmedi.
Sadece İslam 1. din oldu, diğer din mensupları (o devir için gayet normal olan şekilde) 2. sınıf kişiler oldular.
Bunun, o dinlerin mensuplarının İslam'a geçmesi için yapıldığı da düşünülebilir.
Askeri/siyasi ana hedefi de Roma'yı alıp tüm hristiyanların da Sezar'ı olmaktı.
Bu arada, (daha çok kişisel nedenler sonucu olduğu söylenir) Osmanlı'nın geleceğini olumsuz yönde etkileyen sosyal düzenlemeler de yaptı:
Önce yıllardır kendisine "ket vurmuş" olan Çandarlı Halil Paşa ve sülalesini "ufaladı".
Devam ederek o zamanlar ülkenin değişik yerlerinde güç/para sahibi olmuş olan büyük aileleri etkisiz hale getirdi, ve çıkardığı kanunnamelerle biryerlerde güç ve sermaye birikimi olabilmesini "neredeyse imkansız" hale getirdi.
Bunda amacı, ileride eskiden olduğu gibi ülkenin "birliğini" bozabilecek "çıbanbaşları"nın oluşmasını engellemekti.
Nitekim bunda başarılı da oldu.
Ama bu durum, ekonominin gerektirdiği "sermaye birikimi"ni engelledi.
Fatih bu konuyu tehlikesizce halletmek için büyük ticareti gayrımüslim ve "gayrıosmanlı"ların yapmasını teşvik etti; çünkü onlar zaten iktidar için rakip olamazlardı.
Bu amaçla özellikle (daha fetih sırasında savaştığı) Venedik ve Ceneviz (Cenova) tüccarlarına geniş olanaklar sağladı.
Ki, daha sonra bu olanaklar/imtiyazlar ileride tarih sahnesine güçlü olarak çıkacak ülkelerin mensuplarına da sağlanacaktı.
Yani, sonrafan "kapütilasyon" denip te yaka silkilen imtiyazlar.
İşte bunlar, özellikle bu sosyal/siyasi hedef doğrultusunda; yani ülke içinde sermaye/güç birikimi olmasın diye ilk defa Fatih tarafından yaratılmış düzenlemelerdir.
Daha sonra bunlar özellikle Kanuni devrinde birçok ülkeye de yaygınlaştırıldı, ve "kurumsallaştı".
Fatih böyle düşünmekte kendi açısından haklıydı, çünkü içinden geldiği doğu kültüründe ülke yapılanmalarının en büyük düşmanı "içten bölünme" idi; o da bunun çaresini böyle bulmuştu.
 
*Birçoğumuza öğretilen bir şey de, Kanuni Sultan Süleyman'ın "en iyi-en başarılı-en dindar" padişah olmasıdır.
Öncelikle dikkat edilmesi gereken bir durum var.
O da, Kanuni'nin padişahlığı dönemindeki dış şartların Osmanlı için çok "helva" olmasıdır.
Avrupa'da "Kutsal Roma İmparatorluğu" olarak güçlenen bir devlet ve başındaki Şarlken diye tanıdığımız bir lider var.
Avrupa'nın neredeyse yarısı bu devletin elinde; ama diğer yarısı da bunlarla mücadele halinde.
Ayrıca Avrupa'nın karanlık çağı denen o bilinen mezhep kavgalarının/enkizisyon saçmalıklarının doruğa çıktığı bir dönem.
Kanuni bu boşluklar sayesinde başarılı seferler yapıp sınırları genişletti.
Ama artık "sınıra" da gelinmişti, çünkü onun yaptığı ilk Viyana seferi "lojistik" nedeniyle başarısız olmuştu.
Mayıs ayında sefere çıkılıyor, varolan yapılanma ve teknik imkanlarla anca ağustos sonunda Avusturya/Nemçe bölgesine ulaşılabiliyordu.
O saatten sonra da artık yapılacak pek birşey kalmıyordu.
İstila/talan üzerine kurulu bir yapılanmanın ulaşabileceği son sınıra varılmıştı yani.
Başka birşey daha var.
Bu zamana kadar Osmanlı'nın batı seferlerinde işler çok zor olmayabiliyordu.
Çünkü oralardaki düzen çok kötüydü, Osmanlı'nın insanlara sunduğu düzen oradakilere nazaran çok daha avantajlıydı; bu durumda istila edilen ülke halkları birçok zaman Osmanlı'ya kucak açar durumdaydılar.
İşte Kanuni, bu durumların da artık değişmeye başladığı bir dönemde "seferler" yapıyordu; ama bu seferler artık eskisi gibi "ekonomik" olmuyordu.
Yani istila edilen yerden alınan "yağma", masrafı karşılamaz haldeydi.
Bu yüzden, Osmanlı'daki ilk "devlet sahtekârlığı", yani paranın değerinin düşürülmesi Kanuni zamanında oldu.
Yağmaya dayalı ekonomi topallamaya başladı.
Zaten her yerde olan şeydir, verilen avantalar kesildiğinde herkes mutsuz olur.
İlk defa bu dönemde "Celali" isyanları başladı.
Özellikle Anadolu eşkiya yuvası oldu.
Eskiden avanta ile geçinen devlet görevlileri, işler bozulunca eşkiya olmaya başladı; güçlenip devletin ordusunu bozan eşkiya "paşa" yapılmaya başlandı, ve kısacası "yıkılış" başladı.
Çünkü o devirlerde insanları yaşatan şey din ve onun ahlakıydı, Allah korkusuydu, padişahın adaletine güvendi.
Dün insanları soyan eşkiya bugün o bölgeye "paşa", yani yönetici edilince; artık insanlarda devlete de padişaha da güven kalmadı.
Ayrıca, bu ahlaki yıkımın en çarpıcı örneği; Kanuni'nin bir paşasının (damadı aynı zamanda, galiba Hüsrev Paşa) tarihe geçen bir sözüdür: "Osmanlı devlet yapısına rüşveti ben soktum" diyerek övünüyordu.
 
*Bir diğer önemli padişah ta II. Abdülhamit'tir.
Birçok tarihçi Fatih'i ilk sıraya, II. Abdülhamit'i 2. sıraya koyarlar; en başarılı padişahlar olarak.

Yukarıda suskun arkadaşın da yazdığı gibi Hamit, çok kötü bir dönemde işbaşına gelmişti.
Ayrıca, Hamit kendisinin padişah olabileceğini hiç düşünmemiş, kendisini buna hazırlamamıştı.
Ama Abdülaziz'in katledilmesi ve Murat'ın bilinen durumu nedeniyle; nerdedeyse padişahlık "piyangodan çıkmış" gibiydi.

Bu durumda ülkenin başına geldiğinde, tam bir "enkaz" devralmış olduğunu gördü.
Tanzimat ve özellikle Kırım savaşındaki siyasi duruşu nedeniyle Osmanlı, batılılar nezdinde "sevilen" bir pozisyona girmiş ve istediği herşey verilir olmuştu.
Ama her bulduğu krediyi şartlarına bakmadan alıp, bir de bu paraları abuksabuk yerlere harcayen kişilerde olduğu gibi; Osmanlı maliyesi de Hamit başa geldiğinde "batık" durumdaydı.
Üstelik yönetim mekanizması Mithat paşa gibi "felfecir" tiplerin elindeydi, ve bu kişiler mantıklı olmak yerine kişisel hırslarının peşindeydiler.
Örneğin Mithat Paşa (çok iyi işler de yapmış olmasına rağmen) fanatik bir Rus düşmanıydı, ve ülkenin o durumunda elinden gelen herşeyi yaparak Rusya'ya savaş açtırdı.
Bir memurun devlet için yaptığı en büyük yanlışlar sıralamasında ilk üçe giren bir eylem:)
Osmanlı'nın o durumunda bu savaş ilanı intihar gibiydi, ve sonucu da öyle oldu.
Ayrıntılarını suskun arkadaşın da yazdığı gibi, bu konu bizim açımızdan bir "rezalet" olarak kapandı.

Hamit, ipleri eline aldıktan sonra çok hesaplı politikalar uyguladı; davranışlarını bazıları "hastalık derecesinde" olarak nitelendirirler, ki katılırım; çünkü onun yaşadıklarını yaşayan herkes öyle psikopat olurdu.
Yaşanan "93 harbi" sonrasında Osmanlı'nın Avrupa'daki itibarı çok düşmüştü.
Özellikle İngiltere, Kıbrıs'ı aldığı için artık Osmanlı'ya ihtiyacı olmadığını, onu adam etmeye çalışmanın "gereksiz bir yük" olduğunu düşünüyor; ve ilgilenmiyordu.
Hamit, ülkenin öncelikle ekonominin gelişmesi ve insanların eğitilmesiyle güçleneceğinin bilincindeydi.
Eğitim için hiçbir devirde görülmeyen ölçülerde yatırım yaptı.
Fiziki yatırımlar dışında da çok çabaları oldu.
Örnek olarak vereyim:
Hamit zamanı boyunca batı dillerinden 5 bin civarında "müsbet ilimler" (bilimsel-teknik) türünde eser çevrildi.
Cumhuriyetin ilk 20 yılındaki o hızlı "kültürel hamle" sürecinde çevrilen "müsbet ilimler" türünde eser sayısı 800 civarıdır. (isteyene kaynak gösterebilirim, şu anda aklımda değil)
Zaten yapılan okulları falan arkadaş önceki postta yazmış. Tekrar olmasın diye oradakileri yazmıyorum, arkadaş orada Düyun-u Umumiye konusuna da değinmiş zaten.
 
Ek olarak kişisel bilgileri yazayım.
Dedem 1896, ağabeyi 1876 doğumludur.
Bu iki büyüğüm de gerçekten şimdilerde rastlanması zor olan "taşaklı" adamlardı (kızlardan özür dilyorum ama başka türlü anlatılamazdı).
20 yaşıma kadar bu kişilerle beraber oldum. Meraklı bir tip olduğum için de hep birşeyler sordum.
Dedemden genellikle katıldığı I. Dünya harbi anılarını, Allahüekber dağındaki o rezaleti, Enver Paşaya ağız dolusu ilenmesini, Bakü'deki o enteresan günleri, Bolşevik'leri, Zinovyev'i Menşevik'leri dinledim.
Dedemin ağabeyinden de o devirdeki yaşamı (ki biz ona dede derdik, Susurluk-Karacabey-Bandırma üçgeninde 1910-1950 arası yıllarda etkili kişilerden biridir, Kasap Şükrü olarak tanınır) öğrendik.
Kasap Şükrü, Hamit dönemini hep özlemle anardı.
"İttihatçılar geldi, herşey tersine gitmeye başladı, bir de Alaman'la beraber harbe girildi, herşey bitti" diyordu.
"Biz burada Türk-Rum-Ermeni hep beraber çalışıyorduk, neredeyse hısım-akraba gibiydik, itttihatçılar gelince "milleti" birbirine düşman ettiler" diyordu.
Bizim orada 1902'de bir Boşnak ve bir İngiliz tarafından kurulan Sykes Company'nin yün fabrikasında çalışmış, ustabaşı olmuş, iş kazasında parmaklarını kaybetmiş. (merak edenlere o fabrikayı da anlatırım, 1912 yılında Osmanlı Devleti'nin yünlü mamul/halı ihracatının büyük bölümünü bu firma yapıyormuş).
Bunun sonrasında mecburen fabrikadan ayrılıp ticarete başlamış, ve 1950'lere kadar bölgenin saygın-dürüst adamlarından biri olmuş.
1960'ların başlarında hatırlarım, sorunu olan köylüler buna gelirdi mehkemeye gitmek yerine; dedem ne derse one göre anlaşırlardı; öyle bir adamdı.

Lafı uzattık, dedemin sözleri şöyle: "Hamit zamanı bet-bereket vardı, kazanç vardı, düzen vardı, insanlık vardı, ittihatçılar hepsini bitirdi, olanı da yok ettiler, milleti de birbirine soktular, allah belalarını versin, tepeüstü yatsınlar"
 

Top