• Merhaba Ziyaretçi.
    "Yapay Zeka Objektif " Fotoğraf Yarışması başladı. İlgili konuya  BURADAN  ulaşabilirsiniz. Sizi de bu yarışmada görmek isteriz...

Osmanlı Mezar Taşlarının Dili

Suskun

V.I.P
V.I.P
[h=2]Osmanlı Mezar Taşlarının Dili
[/h]


294_25.jpg
Başta İstanbul olmak üzere, cadde ve sokakları ile hâlâ Osmanlı kokan hangi şehre uğrasanız, yolların kıyılarında ilginç mezar taşlarına sahip mezarlıklar görürsünüz. Günümüzde olduğu gibi, bu mezarlıklar şehrin dışında değildir, bilâkis şehir ile iç içedir. Bu mezarlıklar birçok yabancı seyyahı şaşırtan hâliyle, şehrin en güzel yerlerine kurulmuştur.

Ünlü Fransız yazar ve seyyah Gerard de Nerval, İstanbul mezarlıkları hakkında şunları söylüyor: "Boğaz'da son derece güzel ve serin bir yerdeyiz. Buranın bir mezarlık olduğunu söylememe ihtiyaç yok sanırım. İstanbul'un bütün güzel yerleri, gezilecek ve zevk alınacak sahaları mezarlıklardır. Bakıyorsunuz yüksek ağaçların arasında, şuradan buradan güneş ışınlarının sızıp renklendirdiği, sıra sıra beyaz hayâletler var. Bunlar bir insan yüksekliğinde, mermerden yapılmış mezar taşlarıdır. Başları sarıklı, üzerleri yazılı mezar taşlarıdır. Sarığın biçimi, ölünün hayattayken işgal ettiği mevkii, sosyal seviyesini veya mezarın yapılış tarihini belli ediyor. Bazı mezar taşlarının başları koparılmış. Bu koparılmış olanların çoğu Yeniçeri mezarlarına ait. Kadınların mezarlarında da sütun taşlar var. Fakat bunlarda, baş yerinde gül veya demet şeklinde bir süs bulunuyor. Kabartma veya oyma şeklinde çiçeklerle süslenmişler."

Osmanlı mezarlıkları, çevrelerinde yaşayan insanlara sanki bu dünyanın geçiciliğini fısıldamaktadır. Osmanlı toplumunda hayat ölülerle o kadar iç içedir ki, insanlar evlerinin önündeki bahçeye, yahut her gün gittikleri caminin bir köşesine bile gömülebilmektedir. İstanbul Karacaahmet, Eyüp veya Edirnekapı Mezarlıklarının etrafındaki duvarlar, 1950'lerden sonra örülmüştür. Osmanlı genelinde mezarlıkları çevreleyen duvar yoktur. Herkes rahatlıkla bu mezarların arasından geçebilmekte, bilhassa hanımlar, çocukları ve komşuları ile müsait bir mezarlık sahasında, bir ikindi sohbeti yapabilmektedir. Bunlarla Osmanlı insanının hedeflediği şey, dünyanın geçiciliğini hatırlatan nasihati hep göz önünde tutmak ve öldükten sonra kendilerine dua edebilecek insanlara kendilerini daha iyi gösterebilmektir. Bu yüzdendir ki, Osmanlı mezarlıklarında mezar taşı yazıları çoğunlukla yola bakmaktadır. Karacaahmet mezarlığında olduğu şekliyle, eğer bir kişi kendisine, mezarlığın yol kenarına bakan kısmında bir yer bulamamışsa, asıl mezarı içeride olduğu halde, mezar taşının bir nümunesini yol kenarına diktirebiliyordu. Böylece yoldan geçenler, bu mezar taşlarını okuyabiliyor ve bu kişilere ismen dua edebiliyordu.

Osmanlı mezar taşları o kadar sanatlıdır ki, bu mezarlıkları birer açık hava müzesi olarak görebiliriz. Gerard de Nerval'in yukarıda belirttiği gibi, Osmanlı mezar taşlarının başlarındaki serpuşlardan, üzerlerindeki desenlere kadar birçok işaret, o mezarlarda yatanlar hakkında bize bilgi vermektedir.

Mezar taşının başında bir başlık varsa, bu bir erkeğe aittir. Hanımların mezar taşları ise, bir kadının incelik ve letâfetini en güzel şekilde ortaya koyan çiçeklerle süslüdür. Osmanlı hanımları günlük hayatta hotoz taktıkları için, hotoz başlıklı mezar taşları da görmek mümkündür. Bu hotozun altında, hanımların alınlarına yahut boyunlarına taktıkları altın sıralı kolye ve alınlıklar aynen mezar taşlarına işlenmiştir.

Günümüzde bir hanım, evlenmeden önce öldüğünde nasıl tabutunun üzerine duvak konuyorsa, Osmanlı'da da, genç yaşta, evlenemeden ölen bayanların mezar taşları duvak şeklinde yapılmakta, bu mezarların ayak taşına kırılmış bir gül goncası işlenmektedir. Bazı hanımların mezar taşlarında ise; yıldız şeklinde bir arma bulunmaktadır.

Hanımların mezar taşları bu şekilde gruplandırılırken, erkeklerin mezar taşları daha çeşitlidir. Çünkü erkeklerin mezar taşlarında bulunan başlıklar, mezar sahibinin meslek ve meşrebine göre yapılmaktadır. Bu mezar taşı başlıklarını kendi içlerinde en sâde şekliyle; sarıklı, kavuklu, başlıklı ve fesli olarak dörde ayırabiliriz. Erken dönem Osmanlı mezar taşlarında, sarıklı başlık hemen hiç görülmezdi. Sarıklı mezar taşlarının ilk örneklerinde, kalın ve yukarıdan aşağıya dilimli sarıklarda, içerideki başlığın sivri tepesi az da olsa görülürdü. Daha çok 16. yy'da
294_24.jpg
kullanılan bu sarık çeşidini, Eyüp'te Sokullu Mehmet Paşa Türbesi'ndeki birçok mezar taşında görmek mümkündür. Mezar taşlarındaki sarıkların bir başka çeşidi ise, çapraz dilimli sarıklardır. Minyatürlerde, Çelebi Mehmet ve Fatih'in de giydiğini gördüğümüz bu sarık, kalın ve ensiz bir şekilde sarılmaktadır. Sarıklı mezar taşlarının son örneği olan kafes dilimli sarıklarda ise, içerideki başlık daha çok görülmektedir. Bu başlıklarda alttan itibaren yarısına kadar sarık kumaşı kafes oluşturacak şekilde çapraz sarılmaktadır. Bu tarz sarıkları daha çok müderrisler ve defter emini vb. vazifeliler giymektedir.

Osmanlı mezarlıklarında 17. yy sonrasında daha çok gördüğümüz diğer bir başlık çeşidi ise, kavuklardır. Normal hayatta dış yüzü çuhadan, içi bez astar ile kaplı ve arasına pamuk tepilen bu başlıkların üzerine, farklı desenler oluşturacak şekilde dikim yapılmaktadır. Kavukları, sarıklardan ayıran yegâne özellik, sarığın sarıldığı iç başlığın büyük bir kısmının görülebiliyor olmasıdır. Bu sebeple de, iç başlık bir hayli süslü olarak hazırlanmaktadır.

Kavuklu mezar taşlarının tipik örneklerinden biri, çubuk başlıklı olanlardır. İçeride bulunan başlıkta, yukarıdan aşağıya doğru kalın çizgiler bulunur, bunları daha çok orta dereceli memurlar giymekteydi. Bunun diğer çeşidinde ise, içerideki başlık baklava dilimlerine sahiptir.

Kavuklu mezar taşlarında, sarıkları yanlardan şişkinlik yapacak derecede olan bir tür vardır ki, bu tarz kavukları, daha çok saraylılar tercih ediyordu. Bunlar da kendi içlerinde, çubuk başlıklı ve kafes dilimli kavuklar olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Surname adlı eser incelendiğinde birçok görevlinin bu tarz başlıklar taktıkları görülecektir.

Mezarlıklarda görülen en ihtişamlı kavuk, kallâvi kavuk dediğimiz büyük boyutlu, aşağıdan yukarıya daralan türdür. Kallâvi kavuklar, Osmanlı yönetiminde sadrazam, kubbealtı vezirleri ve kaptanı derya tarafından kullanılmaktaydı. İstanbul Vezneciler'de, Şehzadebaşı Camii yanında, kendi yaptırdığı Daru'l-Hadis'in hâziresinde yatan Nevşehirli Damat İbrahim Paşanın mezar taşı örnek gösterilebilir.

Mezar taşlarındaki başlıkların, kişilerin meslekleri yanında meşrepleri hakkında da bilgi vermesi, cemiyetteki hoşgörü ve inanca saygının bir ifadesiydi. Osmanlı toplumunda insanlar, inanç ve meşreplerine göre farklı başlıklar giyebiliyordu. Bir tekke veya zâviyede vazifeli şahıs, vazifesine uygun başlığı giyerken; farklı bir işle uğraşanlar ise, meşreplerini ortaya koyacak işaretleri mezar taşlarına yansıtıyordu. Meselâ Mevlevilerin uzun külâhları mezar taşlarına da yansırdı. İstanbul'daki Mevlevihânelerde yüzlerce külâhlı mezar taşı görülmektedir. Mevleviliğe bağlı olduğu halde başka bir mesleğe sahip kişiler ise, mezar taşlarında mesleği ile ilgili başlık taşırken, taşın karnına bir Mevlevi sikkesi kazıtabiliyordu.

Birçok tarikatin bu mânâda hususî işareti vardı. Meselâ; Nakşibendilerin mezar taşlarında, Nakşî yıldızı denen süslemeyi çokça görmek mümkündür. Süleymâniye'deki Nakşîlere ait mezar taşları, bunların en güzel örneklerindendir. Bazı meşrepler de vardı ki, kendilerini belli etmezdi. Bunların en meşhurları Melâmilerdir. Bir Melâmi, kendisine "başsız ayaksız" diyerek, mezar taşında kesinlikle başlık bulundurmazdı.

Osmanlı mezar taşlarında en çok görülen başlık türü festir. Kuzey Afrika'da bir hayli yaygın olan fes, İkinci Mahmud'un giyimde yenileşmeye gitmesi üzerine, Osmanlı halkı ve ordusu tarafından da kullanılmaya başlanmıştır. Bu dönem sonrasında da, mezarlıklarda fesli mezar taşları görülmeye başlanmıştır. Bu taşlar kendi aralarında dörde ayrılır.

Fesli mezar taşlarının en ihtişamlıları, İkinci Mahmud döneminde kullanılan feslerdir ki, bunlara Mahmudî fes denmektedir. Bu feslerin üst kısımları alt kısımlarından daha genişti. Alışılmış fes tarzının dışında, birden fazla püskülü vardı. İkinci Mahmud'un, her yerinden püskül sarkan fes kullandığı bilinir. Feslerdeki püskül fazla olunca, çevrede püskül tarayan çocuklar ortaya çıkmıştı. Bu ilk kullanılan fesler sadece kırmızı değil, mavi de olabiliyordu.

İkinci Mahmud'un küçük oğlu Sultan Abdülaziz döneminde, üst kısmı gâyet dar ve basık, kısa fesler ortaya çıktı. Padişah da bu tarz fesi kullanınca, devrin modası haline geldi. Bu şekildeki feslere Azizî fes denir.

Sultan İkinci Abdülhamid döneminde, üst kısmı alt kısmından daha dar, fakat Azizî fese göre bir hayli yüksek fes çeşidi kullanılmış ve bu tip fese Hamîdî fes denmiştir.

Feslerin son bir çeşidi, üzerlerine yine sarık sarılan ve daha çok câmi hocalarının ve dervişlerin tercih ettiği tarzdır. Bugün de imamlar bu tarz başlıklar giymektedir.

Osmanlı mezar taşlarının en ilginçlerinden biri de lâhana başlı mezar taşlarıdır. Bu mezar taşlarının başlarında ve ayak taşlarında birer lâhana şekli bulunmaktadır. Çünkü burada yatan kişi, Osmanlı'nın meşhur takımlarından lâhanacıların ya bir üyesi veya üyesinin yakınıdır. Lâhanacıların ünü Çelebi Mehmet dönemine kadar gitmektedir. Padişah Amasya'da sancak beyliği yaparken, Amasyalı bir grup ile Merzifonlu bir grubun karşılaştığı cirit müsabakasını seyretmektedir. Amasyalılar lâhanaları meşhur olduğu için takımlarına lâhanacı, Merzifonlular da bamyalarından dolayı kendilerine bamyacı demişlerdir. Bu iki takımın adları unutulmaz, Osmanlı'nın sportif faaliyetlerinde takımlar bamyacı ve lâhanacı adlarını alır. Bu takımlardaki şahıslar öldüklerinde, mezar taşlarına bu amblemlerin konması âdet olmuştur.

Osmanlı mezarlıklarında yatan kişinin mesleğini, mezar taşının üzerindeki işaretlerden de anlamak mümkündür. Meselâ bir denizcinin mezar taşında; çapa, gemi direği ve yelken bezi; bir kâtibinkinde ise, hokka ve kalem görebilirsiniz.

Bu mezarlıklarda yazısız taşlar da vardır. Bunlar cellâtlara ait mezarlardır. Cellâtlar her ne kadar vazifelerini mahkeme kararına bağlı olarak yapsalar da, birileri tarafından bedduaya uğramamak için, mezar taşlarına isimlerini yazdırmıyorlardı.

Mezar taşları ile ilgili son bir teferruat, taşın yapıldığı dönemde kendisine nakşedilen bir hususiyetle değil; taşa sonradan verilen bir şekille ilgilidir. Osmanlı mezarlıklarında bazı mezar taşlarının başları kırıktır. Bu tarz mezar taşlarının çoğunluğu Yeniçeri mezarlarıdır. Üçüncü Murad döneminden sonra bozulmaya başlayan Yeniçeri Ocağı, İkinci Mahmud döneminde Vakayı Hayriye ile kaldırılmış, Yeniçerileri hatırlatan ne varsa tahrip edilmiştir. Bu tahripten, mezar taşları da nasiplenmiştir. Bugün İstanbul'da, Yeniçerilere ait sağlam mezar taşı görebileceğimiz çok az yer vardır. Bu yerlerden biri Üsküdar'daki Ayazma Camii'nin bahçesidir.

Görüldüğü üzere Osmanlılar, mezar taşlarında da kılı kırk yaran bir sanat örneği göstermiştir. Osmanlı mezar taşları, bir mezar taşı olmasının ötesinde, Osmanlı'nın hayat anlayışını ve mümince duruşunu gösterir. Ki bundan olsa gerek, sadece bu mezar taşlarını görüp İslâm'ı tercih edenler olmuştur. Mezar taşlarındaki incelik ve derinlik, Osmanlı'nın sadece savaşçı bir devlet olduğu iddiasını da çürütüyor.


Talha UĞURLUEL
 

Suskun

V.I.P
V.I.P
[h=3]Hangi çeşit mezar taşı ne anlatıyor?
[/h]
img_0611.jpg

Çok değil, 80 yıl öncesine ait Mezar taşları çok şey anlatıyor. Ama biz hangi mezar taşının ne anlama geldiğini bilmiyoruz. Peki çeşit çeşit olan mezar taşları neyi anlatıyor?
Kültürel miras, milletlerin hafızasıdır. Hafızalarını kaybeden milletler; şahsiyetlerini, geçmişle bağlarını, kısacası kimliklerini kaybederler Mezar taşları ve mezarlıklarımız, geçmişimizle kurduğumuz köprünün en önemli ayaklarından birini meydana getirir ve vazgeçilmez kültür miraslarımızdandır

Ziyaretgah, ziyaret edilen yer anlamlarına gelen mezar, Türkçe'de eşanlamlı olarak makber, kabir, medfen ve merkad olarak ta kullanılır Mezara Türkistan'da "gavr" denilir Bu yüzden "kabir" tabiri buradan gelmektedir. Mezarların bir arada bulunduğu yerlere ise hazıre, mezarlık, mezaristan veya kabristan denmektedir.

Mezar taşları, mezarın baş ve ayak tarafında bulunur ve "şahide" adını alırlar. Baş taraftakine "baş taşı",
ayak tarafındakine "ayak taşı" adı verilir. Bazen baş taşı tek başına olabildiği gibi, ikisi beraber de bulunabilir
islamiyette vefat eden müslümanın mezarına taş kitabe ve ayaktaşı dikme ananesi yoktur insanı ölümünden sonra anıtlaştıran somut taş simgeler ve yapılar meydana getirme düşüncesi şüphesiz bu geleneğin islamiyet öncesi Türkler'in hayat tarzında mevcut olan 'Ata Kültü" nden ve özellikle Şamanizm inancından geldiğini ortaya koymaktadır Bu somut simgeler, Türkler'in tarih boyunca atalarına, ecdadına ve hatta geçmişine gösterdiği saygının değişmez ifadesinin tezahürüdür.
Osmanlı mezar taşları üzerine kabartma veya oyma olarak işlenmiş motif ve şekillerin sembolik anlamları vardır. Sembolik ifadelerin çokluğu hayatı anlama ve yorumlama hususundaki zenginliğin mezar taşına yansımasıdır Bu zenginliği görmek için eski mezar taşlarıyla günümüz mezar taşlarını karşılaştırmak kafidir. Türk kültür coğrafyasında önce Göktürk balbalıarı şeklinde ortaya çıkan, Anadolu'da Selçuklu ve Beylikler döneminde, gerek içerik gerekse form açısından zenginleşen mezar taşları, 15. yy.da Osmanlı etkisiyle klasik çizgilerini kazanmaya başlar.

Kültürümüzde çok önemli bir yere sahip olan ve yerli ve yabancı herkesi etkileyen mezarlıklarımız, açık hava müzelerimiz denecek kadar güzel taşlarla süslüdür. Mezar taşları yalın olduğu gibi çok süslü de olabilmektedir Mezarda yatan kişinin sosyal hayattaki konumu, ekonomik durumu mezar taşına yansımaktadır Ölen kişinin ekonomik ve sosyal durumu iyi ise; mezar taşı kitabeleri devri n en namlı şairlerine sipariş edilir, yazısı meşhur hattatlara yazdırılıp usta hakkaklaraişletilir ve ortaya çıkan mezar taşları da birer sanat eseri olurdu. Türk mezar taşı işçiliği bilhassa Edirne, Bursa ve istanbul' da en yüksek seviyesine erişmiştir
Bir şeyin yerine geçen, onu temsil eden ve onu hatırlatan şeye simge denir. Duyularla ifade edilemeyen bir şeyi belirten somut nesne veya işaret remiz, rumuz, timsal, simge'ye de sembol denir Mesela bayrak vatanın, tilki kurnazlığın, köpek sadakatin, pervane ve bülbül aşkın, aslan cesaretin sembolüdür. Sembolün şekliyle muhtevası
arasındaki ilişki her zaman kolay anlaşılmayabilir. Bu yüzden bazı sembollerin anlaşılması için merak ve eğitim gereklidir

Gizli olanı keşfetmek, bilmek ve öğrenmek için perdeyi aralayabilmek ve öğrenmeye çalışmak söz konusudur. Mezarların biçimleri, taşları üzerinde bulunan yazılar ve sembolik işaretler bize mezarda yatan kişi hakkında çeşitli bilgiler vermektedir Mezar taşlarından kabirde yatan kişinin kadın, erkek yahut çocuk mezarı olduğu kolayca anlaşılabilir. Çocuk mezarlarının boyları küçüktür Kadın mezar taşlarının en dikkat çeken yönü çiçeklerle süslü olmalarıdır Ayrıca mezar taşlarında takı olarak kullanılan gerdanlıklar ve kolyeleri sembolize eden şekiller de bulunur. Erkek mezar taşları ise, başlıklarından tanınır Mezar sahibinin mesleği, bağlı olduğu tasavvuf1 neş'esi taşın formunun belirlenmesinde önemli göstergelerdendir. Erkek mezar taşları üzerinde en sık görülen başlıklar sarık, kavuk ve fes formundaki başlıklardır. Osmanlı mezar taşları üzerinde kişinin kimliğini belirten sembolik ifadeler çokça kullanılmıştır.

Osmanlı mezar taşlarının, Anadolu Selçukluları ve Beylikler Devri mezar taşlarına göre en bariz özellikleri daha sade ve yalın oluşlarıdır Son dönem mezar taşlarında natüralist anlatımın daha fazla öne çıktığı görülür.

Mezar Taşlarında Sembolik ifadeler:

Mesleki Semboller:


Devlet ve din adamlarının, askerı kurum mensuplarının, esnafın, sanatkarın, ilim adamlarının başlıkları birbirinden farklıdır. "Mevlevı, Selimi, Yusufi, Celalı, Mücevveze (sarayda yüksek makam sahibi kişilerin tören kavuğudur ve istanbul'da 17. yüzyılın ortasından itibaren görülmektedir), Edhemi, Ahmedi, Cüneydi, Kallavi, Örfi, Serdengeçti, Düzkaş, Kalafat, Dardağan, Mollayı, Paşayı, Zaimi, Katibi (19 yüzyılda istanbul'da en çok kullanılan katibı kavuk biçimini toplumun bütün katmanlarında görmek mümkündür), Kafesı, Perişani, Çatal, Horasanı (hacegan), ve Silahşor gibi isimler alan serpuşlar devleti oluşturan sosyal sınıflar tarafından giyilirdi. Hayattayken giyilen serpuşlar, mezar taşlarının başlık kısımlarında kültürel sembol olarak kullanılmıştı.

"Kallavı kavuk"lar, Osmanlı yönetiminde Sadrazam, Kubbealtı vezirleri ve Kaptan-ı deryalar tarafından kullanılırdı. Bu kavuklar yalnızca orduyla birlikte sefere çıkıldığında ve arefe günlerinde giyilmekteydi En görkemli kavuk türü olan bu kavuk, büyük boyutluydu ve aşağıdan yukarıya doğru daralmaktaydı.
"Katibı kavuk"lar, istanbul mezarlıklarında en sık rastlanan başlıklardandır Baş kapı kethüdaları kapıkulu görevlileri ve üst düzey yeniçeriler tarafından kullanılmıştır.

Mezar taşlarında 1828 yılından itibaren giyilmeye başlanan Fes'ler de çok görülen başlık biçimlerindendir. Fesler hangi padişaha ait ise mezarda yatan kişi de zamanın padişahının döneminde yaşamış kişidir. II.Mahmud döneminde "Fes" lerin en güzel örneklerini görmek mümkündür. Bu dönemde giyilen feslere "Mahmud[ fes" denir Sultan Abdülaziz döneminde kullanılan feslere "Azizı", Sultan i. Abdülhamid devrinde giyilen feslere de "Hamidı fes" adı verilmiştir.

Mezarlıklarda en çok görülen fes "Azizı fesi"dir. Yeniçeri mezar taşları, üzerlerindeki simge ve başlıklarla, Osmanlı mezar taşları içerisinde ayrı bir yere sahiptir. 101 Yeniçeri ortasıyla 61 Yeniçeri bölüğünün damgaları birer simge olarak taşlar üzerine işlenmiştir. "Nalıncı keseri, ters kılıç, çizme, çark-ı felek, çifte makas, nalın, fener, süpürge, merdiven, dama, üç balık, üç bayrak, zurna" gibi isimler alan bu simgeleri yeniçeriler kol ve bacaklarına da işletiyordu. Yeniçeriler'in Sultan Mahmud devrinde ortadan kaldırılmasıyla izleri mezarlıklardan da silinmiştir.

Mezar taşları üzerinde kişinin mesleğine ve uğraştığı işlere ait sembollere de rastlamak mümkündür. Ressamın paleti işlenirdi mezar taşına askerin madalyası. Mesleği ile birlikte meşrebi de taş üzerinde yerini alırdı.

"Cellat" mezarları ayrı bir yerde bulunur ve ahalinin defnedildiği mezarlıklara gömülmezdi Cellat mezar taşları üzerinde beddua edilmesini engellemek için herhangi bir bilgiye de rastlanmazdı. 170 - 190 cm boylarında bulunan taşlardan günümüzde Eyüp'ten Piyerloti'ye çıkarken yeni defin yapılan mezarların arasında kalan 4 adet mezar taşından başka örnek kalmamıştır. Bunlar da kaybolmak üzeredir.

Dini Semboller:
Tarikat mensuplarına ait taşların başlıklarında mistik sembolizm oldukça barizdir. Hayattayken giyilen başlık, mezar taşının üst kısmında yer alır. Mesela, Mevlevi mezar taşlarının başlık kısmı, tarikatın sembolü sayılan "sikke" formu şeklindedir. Mevlevi taşlarında kişinin tarikat içindeki statüsü çok belirgin şekilde ifade edilir. Tarikata intisap edip derviş olanların taşlarında "destarsız dal sikke" vardır. şeyhlerin taşları "destarlı sikke" şeklinde olup birkaç çeşide ayrılırlar Tarikata intisap edip yalnız "muhıb" derecesinde kalanların mezar taşlarında ise, başlık olarak sikke yoktur. Bunun yerine sikke bir sembol şeklinde taşın gövdesine işlenmiştir. Bu uygulama diğer tarikatlarda da mevcuttur.

Bektaşı şeyhlerinin mezar taşlarında çoğunlukla 12 terkli yani dilimli "Hüseyn!" ve 4 terkli "Edhem!" başlık kullanılmıştır. Bektaşılere ait mezar taşlarında ayrıca 12 köşeli "teslim taşı" ile "teber" ve "keşkül" gibi tarikat eşyalarına da rastlamak mümkündür Kadirı ve Nakşı tarikatlarına ait mezar taşı başlıkları ise "müjganlı"dır. Ayrıca Kadiri mezar taşlarında "18 köşeli yıldız" ile "8 yapraklı gül" motifli kabartmalar vardır. Diğer tarikatlara ait mezar taşları ise, başlarındaki "terk" sayısına göre ayırt edilirler. Bayrami' lerde 6, halvetı'lerde 13 terkli başlık bulunur.


Tarikat taşları arasında en ilginç mezar taşları "Melami Hamzavi"lere ait olanlardır. Bu tarikat, özel derviş kıyafet ve taçlarını reddettiği için mezar taşlarında başlık bulunmaz. Melamıler bütünüyle gizlilik esasına uydukları için ancak ölümlerinden sonra başsız-ayaksız anlamına gelen "bı ser ü bı pa" denilen değişik taş formuyla rahatlıkla ayırt edilebilirler. Taşların üzerinde kişinin tarikatla ilişkisine ait bir bilgi yoktur. Yalnız isim ve mesleğinden bahsedilir.

Sembolik Şekiller ve Motifler:

Mezar taşlarında en yaygın kullanılan ağaç sembollerinden biri "Hayat ağacı" motifidir. Bu motif, orta Asya kökenli bir motif olup, kullanımı M.Ö. 8. yıllara kadar iner. Hayat ağacı ve dalındaki kuş figürleri ölünün kendisini temsil etmekte ve onun Allah katına yükselmesini sembolize etmektedir. Hayat ağacı bolluk ve bereketin simgesidir. "Meyveli ağaç" ise, insan-ı kamili temsil etmektedir.
Ölüm ve faniliğin sembolü olarak kullanılan "servi ağacı" da mezar taşlarında en çok rastlanan motiflerdendir. Kendine has bir kokusu olan ve yaz-kış yeşil kalan servi, vahdeti, yani birliği sembolize eder. Allah lafzının ilk harfi olan Elif'e de benzetilen servinin rüzgarda sallanırken çıkardığı "HO" sesiyle Allah'ı zikrettiğine inanılır Servinin dalları başka cins ağaçlardaki gibi, rüzgarda kolay kolay sallanmaz .

Bu hali ile servi, sabrın ve temkinin de sembolüdür Dik ve doğru duruşu ile doğruluğu ve dürüstlüğü simgelerken şairlere ilham verir 17. yy. şairlerinden Tebrizli Saıb'in bir vecizesinde olduğu gibi: "Sen bir fakirin bir yerine batmış olan dikeni çıkartırsan, o diken bir gün senin medfeninin servisi olur .. " derken, Mevlana da Mesnevi'sinde "Cömertlik cennet servisi'nden bir daldır" diyerek servinin kutsallığından bahseder.

Servinin en üst dalının eğri durması yaratanın karşısında boynu bükük kalmayı, aczi yeti ifade eder. Mezar taşlarında görülen boynu bükük servi yitirilenin ardından boynu bükük kalmayı ve sabretmek gerektiğini de hatırlatır. "Servi kurak denebilecek, hatta başka ağaçların tutunamayacakları kireçli yerlerde dahi çok az su ile idare edebilen kanaatkar bir ağaçtır Bunun yanında servinin yeşil kısımlarının zamanla görünüş farklılıklarına uğraması bu ağacın dikkati çeken başka bir özelliğidir. Genç servinin yeşilliği yere yakın ve gövdesinin görülen kısmı ise daha kısadır. Yaşlı servide yeşil kısmın zamanla yerden yukarıya doğru uzaklaştığı, yeşilliksiz gövde kısmının da daha uzun bir manzara gösterdiği göze çarpar adeta gözle fark edilmeksizin, çok uzun yıllar süresince havalanan yeşil bir balon gibi. Bu keyfiyeti ağacın alt dallarında ki (tabii budanma) denilen ve servide uzun seneler sonra etkisi fark edilen olay ile ilgilidir Yeni sürgünler daima dalların uç tarafındadırlar. Geçmiş yıllardan kalan ve sürelerini dolduran pul yapraklar, dökülmeye başlayınca yerleri boş kalmaktadır. Tabii budanma neticesi bir yandan alt dallar eksilirken bir yandan da pul yaprakların azalması servinin yere bağlılıktan sıyrılıp göklere doğru yönelen bir manayı ilham eder. Tebrizli Saıb yine bir beytinde:
Kes izi kayd-ı hazô.n u bahar şud azô.d Ki hem çu serv ez ın bag çıd dô.men ra
(Hazan ve bahar kaydından azad olan kimse, servi gibi, bu fani dünyadan eteğini çeker) der.
Bazı mezar taşlarında sembolizm çok fazla ileri gitmiştir.
Mesela mezar taşı üzerindeki "servi içinde servi motif!" doğumda ölen kadını ve doğurduğu kız çocuğunu sembolize etmektedir'

"Haşhaş bitkisi ve çam kozalakları" ebedı uykuyu ve cenneti temsil eder.
"Meyve" motifi ölümsüzlük sembolüdür. Müslüman için hayatın meyvesi cennettir Bu sebeple meyve, sembol olarak Allah'a dönüşü ifade eder. Zira meyve geleceğin tohumunu içinde taşır, çünkü o özdür. Eski toplumlarda da çiçek ve meyveleri verimlilik, üreme ve berekete ulaşmak için adak olarak kullanılmıştır Mezar taşlarındaki meyve tabağı içinde yer alan "nar, armut, üzüm, erik, kayısı, kavun, karpuz, ceviz, limon, hurma, incir" gibi meyve örnekleri, hayat, bereket ve bolluk sembolü sayılmaktadır. Zira nar, incir, ve hurma Kur'an'da cennet meyvesi olarak anılmaktadır. Ayrıca, Hz Muhammed'in (sav) hutbe verirken hurma ağacına dayanması ile ilgili olay da Müslümanlarca bu ağaca gösterilen sevginin tezahürünün sebeplerindendir.

Taşlar üzerinde sıkça görmeye alıştığımız "geometrik biçimlerin kökü Orta Asya'ya ve inanç olarak Taoizm'e bağlanır Eşkenar dörtgen, altıgen, kare ve dairevi sonsuzun, kainatın sembolleridir iç içe geçmiş çok kenarlı geometrik biçimler her dönemde sevilerek kullanılmış olmasına rağmen Anadolu' da daha çok Selçuklular Devri' nde kullanılmıştır islam sanatında geometrik biçimler, sonsuzluk ve süreklilik göstererek Allah fikrini hatırlatırlar. Bir düzen içerisinde süre giden geometrik çizgiler (tek, ve sonsuz olan) gücün, adaletin, genişliğin, sonsuzluğun sembolüdürler.
Anadolu mezar taşlarında yaygın kullanılan motiflerin başında "kandil" motifi gelir. Bu motif, ö[ünün yolunu aydınlatıcı bir ma na ile yüklü ve bazı örneklerde kandilin gövde kısmında 'Allah" yazdığı için "Yaratıcı" yı sembolize eder.

Nur suresi 35. ayette: "Allah, göklerin ve yerin nuru'dur O' nun nurunun misali tıpkı içinde lamba bulunan bir kandillik gibidir O lamba kristal bir fanus içindedir o fanus da sanki inciye benzer bir yıldız gibidir ki, doğuya da batıya da nispet edilemeyen mübarek bir ağaçtan, yani zeytinden (çıkan yağdan) tutuşturulur Onun yağı neredeyse, kendisine ateş değmese dahi ışık verir.

(Bu) nur üstüne nurdur. Allah, dilediği kimseyi nuruna eriştirir." buyurulmaktadır. Anadolu' da ilk örneklerinin Selçuklular döneminde görüldüğü kandil motifi, günümüze kadar değişik kompozisyon ve biçimlerde sevilerek kullanılmış bir motiftir. Mezarda yatan kişinin kabrini aydınlattığına, onu karanlıklardan yani bilinmeyen tehlike ve felaketlerden koruyacağına inanılır.

12. yüzyıldan itibaren çokça kullanılan "Lale" motifi ise, vahdet-i vücudu yani Allah'ı sembolize etmektedir. Zira Allah ismindeki harfler ile lale kelimesinin yazılışındaki harflerin ebcet hesabına göre sayı değerleri aynıdır. Hilal kelimesi de bu cümledendir. Lale ile gülün bir arada kullanıldığı örnekler de mevcuttur.
"Gül"ün süsleme sanatlarında ve özellikle mezar taşları üzerinde görülmesinin sebebi ilahi güzelliği sembolize etmesi ve Hz. Muhammed'in remzi olmasından kaynaklanmaktadır. Bu yüzden "verd-i Muhammed!" veya "gül-i Muhammed!" isimleri de verilen gülün kokusunu n, Hz. Muhammed'in kokusu olduğuna inanılır.

Sarıklarda, kavuklarda ve diğer başlıklarda bu motife sıkça rastlanır. Goncai gülün açılmamışı, yani "halvet" halidir. "Yakası dar, teng-dil, yüzünü dürmüş, uykuya varmış" gibi sözlerle de ifade edilen gonca "mahzen-i esrar" diri dudaklarda "hem-raz" dır. Gonca sırrını sakladığı halde gül açılıp saçılarak sırrını aleme faş eylemektedir. Başların tacı olan gül, aynı zamanda cennet çiçeğidir. ibrahim Peygamber'in, ateşe atılınca gül bahçesine düştüğüne inanılır.
"Sümbül" motifi, Halvetıliğin ve Sümbüllüye tarikatının sembolü olarak kullanılmıştır.
"Yasemin çiçeği", Hz. Fatıma'nın sembolüdür.
Mezar taşları üzerinde çok çeşitli çiçeklerin stilize edilerek kullanıldığı görülür. Bunun yanı sıra çiçeklerin natüralist yani tabiattan olduğu gibi alınarak ta kullanıldığına şahit oluruz. "Lale, gül, sümbül, karanfil, yıldız çiçeği, buhur-ı Meryem, şakayık, küpe çiçeği, haseki küpesi, nergis, süsen" ve birçok çiçek taşların üzerinde açmaya devam etmektedir.

16 ve 17. yüzyılda bulaşıcı hastalıktan ölen çocuk sandukalarının üzerleri kumaş desenleriyle kaplıdır ve bel kısımlarına işlenen kemer üzerindeki 'lama" ya da "hançer" hayatlarının kısa kesildiğini anlatır. Hançer motifi, ruh ve bedenin alakasının kesilmesini de ifade etmektedir. Bu motif Orta ve iç Asya' da tasvir edilmiş olup kurban, yemin, itaat, sadakat gibi önemli konuların sembolü olması ve ölünün ruhunu şeytan ve kötü ruhlardan koruduğu na inanılması bu motifin mezar taşları üzerinde tasvirine sebeptir. Taun yani vebadan ölenlerin mezar taşlarına dairevi işaretler hakkedilirdi.

Kadın mezar taşlarında kadının takıları ve özellikle kadını simgeleyen süs motiflerine yani "gerdanlık, küpe, broş, çiçek" gibi motiflere oldukça sık rastlanır. Kadın mezar taşlarında ıs. yüzyıldan sonra Batı tesiri süsleme çok fazla hissedilir ve çok süslü mezar taşları görülür. Gelinlik çağına gelmeden ölen kızların mezar taşlarında kitabenin
üzerinde gelinin boynunu ve hotozunu andıran kabartma ve işlemeler görülür. Taşın boyun kısmına çeyiz sembolü olan "gerdanlık ve küpeler" işlenir. Yüzün olduğu boşluğu da çiçekler doldurur. Uzaktan bakıldığında çiçeklere sarılmış bir kadın heykelini andıran taş, sembolizm açısından bir zirvedir. Yine gelinlik çağında ölen genç kızların mezar taşlarına işlenen "Ters Lale" yahut 'Ağlayan gelin" çiçeği Doğu ve Güney

Doğu Anadolu'da baharda açan, çiçekleri aşağıya bakan bir bitkidir. Ters lale, Hristiyanlar'ca da kutsal bir çiçektir. Hz. isa çarmıha gerildiğinde Hz. Meryem'in döktüğü gözyaşlarıyla yetiştiğine inanılan bu çiçek, Asurlularda her sabah göbeğinden su akıttığı için "Ağlayan lale" adıyla anılmaktaydı.

"Mühr-i Süleyman"motifi; bolluk, bereket ve güç sembolü olarak kullanılır. iç içe geçmiş iki üçgenden oluşan altıgen yıldız şeklindeki motifin, Süleyman Peygamber'in yüzüğünden mülhem olduğu ve üzerinde ism-i azam'ın yazılı olduğu rivayet edilir. ism-i azam ise, Allah'ın en büyük adıdır. Yahudiler bu motifi meydana getiren üçgenlerdeki her açıya: ibrahim, ishak, Yakub, Musa, Harun ve Davud peygamberi isnat ederler. Yüzüğün üzerindeki üçgenler tılsımı i kabul edilir. Bir inanışa göre, üçgen stilize edilmiş bir gözdür. Bu açıdan ele alınca üçgenleri her yöne bakan gözler olarak ta kabul etmek mümkündür. Halk arasında kullanılan "vakitsiz ölüm" tabiri de anne ve babasından önce vefat eden kişiler için kullanılırdı.

Mezar taşları üzerindeki simge ve semboller muhakkak bu kadarla sınırlı değildir. Bugün bazı insanlarımızın yanlarından geçerken sadece "bakıp geçtikleri" mezar taşlarımız kültür ve medeniyetimizin tapu kayıtlarıdır. Kısaca, mezar taşları herkesin bir gün fani olacağının simge ve sembolleridir.,



Mezartaşı Çeşitleri
Ziyaretgah ziyaret edilen yer anlamına gelen mezar, Türkçe de eş anlamlı olarak Makber, Kabir, Medfen ve Merkad olarakta kullanılır. Mezara Türkistan da “Gavr” denilir Kabir tabiri buradan gelmektedir. Mezarların bir arada bulunduğu yerlere Kabristan denmektedir.

Mezar taşları mezarın baş ve ayak tarafında bulunur ve “Şahide” adını alırlar. Baş tarafındakine “baş taşı” ayak tarafındakine “Ayak taşı” adı verilir bazen baş taşı tek başına olduğu gibi ikisi beraberde buluna bilir.

Mezar taşları yalın, sade olduğu gibi çok süslüde olabilmektedir mezarda yatan kişinin sosyal hayattaki konumu ekonomik durumu mezar taşlarına yansımaktadır. Ölen kişinin ekonomik ve sosyal durumu iyi ise; Mezar taşı kitabeleri devrin en namlı şairlerine sipariş edilir, yazısı meşhur hattatlara yazdırılıp usta hakkaklara işletilir ve ortaya çıkan mezar taşları da birer sanat eseri olurdu. Türk mezar taşı işçiliği bilhassa Edirne, Bursa ve İstanbul’da en yüksek seviyesine erişmiştir.

Mezarların biçimleri, taşların üzerinde bulunan yazılar ve sembolik işaretler bize mezarda yatan kişi hakkında çeşitli bilgiler vermektedir. Mezar taşlarında kabirde yatan kişinin kadın, erkek yahut çocuk olduğu kolayca anlaşılabilir. Çocuk mezarlarının boyları küçüktür. Kadın mezarlarının en dikkat çeken yönü çiçeklerle süslü olmalarıdır. Erkek mezar taşları ise başlıklarından tanınır. Mezar sahibinin mesleği, bağlı bulunduğu tasavvufi neş’esi taşın formunun belirlenmesinde önemli göstergelerdendir. Erkek mezar taşları üzerinde en sık görülen başlıklar sarık, kavuk ve fes formundaki başlıklardır. Osmanlı mezar taşları üzerinde kişinin kimliğini belirten ifadeler çokça kullanılmıştır.

MESLEKİ SEMBOLLER

Devlet ve din adamlarının, askeri kurum ve mensuplarının, esnafın, sanatkarın, ilim adamlarının başlıkları birbirinden farklıdır. Mevlevi, Selimi, Yusufi, Celali, Mücevveze sarayda yüksek makam sahibi kişilerin tören kavuğudur. Edhemi, Ahmedi, Cüneydi, Kallavi, Örfi, Serden geçti, Düzkayı, Kalafat Dardağan Mollayi, Paşayi, Zaimi, Katibi, Kafesi, Perişani, Çatal, Horasani (Hacegan), ve Silahşor gibi isimler alan serpuşlar devleti oluşturan sosyal sınıflar tarafından giyilirdi. Hayattayken giyilen serpuşlar mezar taşlarının baş kısmında kültürel sembol olarak kullanılmıştı.Kallavi kavuklar; Sadrazamlar, Vezirler, Kaptan-ı deryalar tarafından yalnızca sefere çıkılacağı zaman giyilirdi. Katibi kavuklar; İstanbul’da en çok görülen kavuklardandır. Baş kapı Kethüdaları, Kapı kulu görevlileri ve üst düzey Yeniçeriler tarafından kullanılırdı.

DİNİ SEMBOLLER

Tarikat mensuplarına ait taşların başlıklarında mistik sembolizm oldukça barizdir. Bunlardan bazıları Mevlevi, Nakşibendi, Kadiri, Rufai, Halveti, Bektaşi, “Melavi/Hamzavi” dir.

DÖNEMLERE GÖRE BAŞLIKLAR

1828 yılından itibaren dönemin padişahlarına ait fesler hangisi ise ölen kişinin mezar taşı başlığı buna göre olurdu. II Mahmud dönemindeki fesler “Mahmudi fes” Sultan Abdülaziz dönemindekilere “Azizi fes” Sultan II Abdül Hamit dönemindekilere ise “Hamidi Fes” denir. Osmanlı dönemine ait mezarlıklardaki başlıkların çoğu Azizi feslerdendir.

SEMBOLLER İŞARETLER

Mezar taşlarında en yaygın kullanılan ağaç sembollerinden biri “Hayat Ağacı” motifidir. Bolluğu bereketi simgeler. Meyveli ağaç ise insanı kamil-i temsil etmektedir. Ölüm ve faniliğin sembolü olarak kullanılan “Servi Ağacı” Mezar taşlarında en çok kullanılan motiflerdendir. Servi vahdeti yani Allah’ı (cc) birlemeği, sembolize eder. Allah lafzının ilk harfi olan elif’e de benzetilen servinin sallanırken yapraklarından çıkan “Hu” sesiyle Allah’ı (cc) zikrettiğine inanılır. Dalları kolay sarsılmaz bu haliyle sabrın ve temkinin sembolüdür, dik ve doğru duruşu ile doğruluğu ve dürüstlüğü temsil eder, servinin üst dallarının eğri durması yaradanın karşısında boynu bükük kalmayı acziyeti ifade eder.
Mür-ü Süleyman; Bolluk ve bereketi, Gül; İlahi güzelliği, Lale; Vahdet-i Vücud yani Allah’ı (cc) sembolize eder. Kandil; Aydınlık Meyve; Ölümsüzlük yani cennette ebedi ikramları Haşhaş-Çam kozalağı; Uykuyu, cenneti temsil eder.
Sarık: Müderris ve defter eminleri
Kavuk: Orta dereceli memurlar
ihtişamlı kavuklar: Osmanlı yönetiminde sadrazam, Kubbealtı vezirleri ve kaptan-ı deryalar
Uzun külah: Mevlevî tarikatı mensubu
Çapa, gemi direği, yelken: Denizci
Hokka ve kalem: Kâtip
Lahana, bamya: Cirit takımı oyuncularını
Yazısız mezarlar: Cellat
Kırık başlı mezar taşları: Yeniçeri
Müzik enstrümanı: Müzisyen


Kaynak:
Kaybolan Medeniyetimiz
Uygulamalı Türk İslam Sanatları Kütübhanesi



 
Top