Osmanlı Devletinde İlk Yazılı Anayasa

Suskun

V.I.P
V.I.P
Meşrutiyet - Kanun-u Esasi’nin / 1876


Genç Osmanlıların en önemli başarısı aynı zamanda kendi sonlarını da hazırlayan I. Meşrutiyet’in ve ilk Osmanlı anayasası olan Kanun-u Esasi’nin 1876’da ilan edilmesini sağlamak oldu. Genç Osmanlılar, Abdülaziz’e başlattıkları muhalefeti, mücadeleye dönüştürdüler. Nihayet Mithat Paşa’nın öncülüğündeki yenilikçi idareciler Abdülaziz’i tahttan indirerek yeğeni V.Murat’ı başa geçirdiler(30 Mayıs 1876). Ancak hastalığı sebebiyle üç ay sonra o da tahttan indirilerek, Kanun-i Esasi’yi ilan edeceğini beyan eden kardeşi II.Abdülhamit Osmanlı tahtına çıkarıldı. Meşrutiyet’in ilanıyla kurulacak Mebuslar Meclisi’nde bütün topluluklar temsil edilebilecekti. Tam bu dönemde Rusya, Osmanlı Devleti’ne 1876’da toplanan İstanbul konferansında alınan kararları kabul ettirmek için savaş ilan etti.(Nisan 1877). Tarihimizde “93 Harbi” diye bilinen 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı, meşruti rejim kurma girişiminin sona ermesi gibi askeri ve siyasal bakımdan önemli sonuçlar doğurmuştur.
Bu girişim Tanzimat ortamında yetişen ve ülkenin kurtuluşunu meşruti sistemde gören Babıali bürokrasisi içindeki küçük bir grubun ürünüydü. 1876 Anayasası’nı hazırlayanlar, demokrasiyi ve dolayısıyla anayasayı yığınların seçeneklerini, özlemlerini yansıtan bir belge olarak görmekten çok; Meclisi kuran, yasama etkinliklerine halkın da bir ölçüde katılmasını sağlayan ve Padişahın yetkilerini sınırlayan bir belge olarak yorumlamışlardır.
Çünkü 1876 Kanun-u Esâsîsi sözcük olarak ve kuramsal olarak milli iradeden söz etmez . Çünkü gerçek egemen Padişahın kendisidir. Hey’et-i Vükela ve Hey’et-i Ayan üyelerini atama yetkisi Padişah’a aittir. Hükümet esas olarak Padişah’a karşı sorumludur. Parlamentoyu dağıtmak Padişahın yetkisi içindedir ve isterse yasama organının faaliyetlerine karışabilir. Anayasada belirtilen klasik hak ve özgürlüklerin gerçekleştirilmesi için hiç bir güvence yoktur. Ünlü 113. Madde’nin varlığı bunun en iyi kanıtıdır.
Kanun-u Esâsî çift meclis sistemini benimsemişti. Hey’et-i Ayan reisi ve üyeleri Padişah’ça atanıyordu. Hey’et-i Mebusan için ise her elli bin erkek nüfus için bir temsilci olmak üzere oluşturulacaktı.
Türkiye’de ilk parlamento seçimleri anayasada belirtilen esaslara göre değil de “Talimat-ı Muvakkate” adlı bir yönergeye göre yapılmıştır . Bu ilk seçimler, anayasaya ve onun çıkarılmasını emrettiği seçim yasasına göre yapılmamıştır. Seçimler genel değildir. Yalnız erkekler katılmış ve erkeklerin katılması da tam anlamyıla gerçekleşmemiştir. Bu seçimlerde, o sıralarda yasal hiç bir siyasal parti faaliyeti olmadığından siyasal partiler söz konusu değildir.
19 Mart 1877’de açılarak çalışmalarına başlayan Meclis-i Umûmî, çeşitli etkinliklerin yanısıra bir seçim yasası da hazırlamış, fakat 28 Haziran 1877’de Meclis-i Mebusan’ın dağıtılması üzerine yasalaşmamıştır. Aynı yöntemle ikinci bir seçim yapılmıştır. 13 Aralık 1877’de toplanan ikinci meclis de uzun ömürlü olmamıştır .
İlk Meclis-i Mebusan’da 68’i müslim, 48’i gayrimüslim, toplam 116; ikinci dönemde ise 59’u müslim, 47’si gayrimüslim, 106 mebus meclis faaliyetlerine katılmıştır .
İlk Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nda çalıştığı kısa dönemde, hiç beklenmeyecek bir şekilde ülke sorunları dile getirebilmiş ve hükümet uygulamaları eleştirilebilmiştir. Meclis’de demokratik düşünceler savunulmuş ve tartışılmıştır. Örneğin seçme yaşının 25’den 21’e indirilmesi, oy verme hakkının mülk sahiplerine bırakılmaması, mebusluk için vergi verme koşulunun aranmaması ve seçimlerin tek dereceli olması gibi öneriler tartışılmıştır .
Londra Konferansı’ndan önce çalışmaya başlayan bu meclis, hükümet tarafından sunulan teklif ve kanun tasarılarını karara bağlayarak ilk dönem çalışmalarını tamamlamıştı. Ancak 93 Harbi’nin sürdüğü sıkıntılı zamanlarda meclisteki temsilcilerin yürekli eleştirileri sarayı kızdırmıştır. Savaşın kötü gidişi parlamentonun sonunu getirmiştir.
Nitekim Gazi Osman Paşa’nın büyük bir kahramanlık göstererek beş ay savunduğu Plevne’yi aşan Ruslar, Yeşilköy’e kadar ilerlemişlerdi. Doğu’da ise ancak Erzurum önlerinde durdurulmuşlardı. Meclis savaşın bozguna dönüşen akışından hükümeti ve padişahı sorumlu tutarak, siyasal gerginliği yükseltmekteydi. II. Abdülhamit, devletin ileri gelenleri ve bazı mebuslarla yaptığı toplantıdan bir sonuç alamayınca, Kanun-i Esasi’nin kendisine verdiği yetkiyi kullanarak ve devam etmekte olan savaşı gerekçe göstererek meclisi kapattı (14 Şubat 1878). Bu Birinci Meşrutiyet’in sonu demekti.
Milliyetçilik etkilerinin özellikle İmparatorluğun orta doğu coğrafyasında yaşayan Müslüman nüfusun ayrılıkçı hareketlere başlamasına yol açması nedeniyle Osmanlı aydının Osmanlıcılık önerisi dışındaki ikinci aşamadaki tepkisi İttihad-ı İslam (Müslümanların Birliği) düşüncesiyle İslamcılık akımını ortaya çıkardı.
II. Abdülhamit’in de parlamentoyu ortadan kaldırdıktan sonra dört elle sarıldığı İslamcılık ideali hedeflenen Orta doğu coğrafyasında değil yine Anadolu coğrafyasında daha etkili oldu. Çünkü Orta doğuda misyonerlik etkinlikleri Arap milliyetçiliğinin filizlenmesini ve bölgede etnik ve dinsel çatışmaların körüklenmesini sağlamıştı. Bu nedenle İslamcılık bu coğrafyada ve İmparatorluğun genelinde birleştirici bir tutkal olarak tutunamadı. 13 Aralık 1877’de toplanan ikinci meclis, İstanbul mebuslarından Astarcılar kethüdası Ahmet Efendi’nin savaş felaketinden sarayın da sorumlu olduğunu ima eden sözleri üzerine, II. Abdülhamid tarafından, Anayasanın kendisine verdiği yetkiye dayanarak 14 Şubat 1878’de kapatılmıştır .
1876 Anayasası ve onun getirdiği parlamenter sistem geniş bir halk hareketinin sonucu gerçekleşmediğinden, savunabilecek bir örgütün bulunmaması nedeniyle kolaylıkla yürürlükten kaldırılabilmiştir. 1876 Anayasası yürürlükte olduğu dönemden çok II. Abdülhamid’in parlamentoyu kapatarak meşrutiyet uygulamalarına yaklaşık otuz yıllık bir süre ile ara verdiği dönemde bir özgürlük simgesi olmuş ve bu anayasayı tekrar yürürlüğe koymak uğrundaki çabalar halkın gittikçe artan bir oranda siyasallaşmasını sağlamıştır .
Ortak amaçları olan devletin kurtarılmasının, II. Abdülhamid’in istibdad yönetimden kurtulmak ve 1876 Anayasası’nı tekrar yürürlüğe konulması ile mümkün olabileceğini savunan ve genel olarak Jön Türkler veya Genç Türkler olarak adlandırılan grubun çalışmaları sonucu 24 Temmuz 1908’de meşrutiyet tekrar uygulamaya konmuştur. Birincisinden farklı olarak, siyasal hayatımızda meşrutiyetin ikinci kere ilanı tek sesli uygulamalardan çok sesliliğe geçişe benzeyen yapısal bir değişmenin başlangıcı olmuş, çağdaş anlamda siyasal hayat, hiç değilse kuramsal olarak kurulmuştur. Meşrutiyetin ilanındaki temel özellik, siyasallaşma ve ona kaçınılmaz bir şekilde bağlı olarak dernekleşme ve partileşme sürecini başlatmış olmasıdır.
 
Top