• Merhaba Ziyaretçi.
    "Yapay Zeka Objektif " Fotoğraf Yarışması başladı. İlgili konuya  BURADAN  ulaşabilirsiniz. Sizi de bu yarışmada görmek isteriz...

Ortaçağ Filozofları

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
ORTAÇAĞ FİLOZOFLARI

Albertus Magnus

8md2d.jpg
Dominiken tarikatına girmiş ve Aristoteles’i ve Fârâbî, İbn-i Sina, İbn-i Rüşd ve İbn-i Tufeyl gibi Müslüman filozofların Aristoteles felsefesine ilişkin yorumlarını öğrenmiştir; daha sonra bu yorumlara dayanarak Hristiyan inançlarıyla bağdaşabilecek yeni yorumlar getirmiştir. Felsefe sorunlarını akılla çözmeye çalışırken Kutsal Kitap’la çatışmamaya ve dolayısıyla inançla çelişmemeye büyük bir özen göstermiş ve bu yaklaşımıyla öğrencisi Thomas Aquinas’ı fazlasıyla etkilemiştir. Albertus’un Platon’dan çok Aristoteles felsefesini seçmiş olması tesadüf değildir ve bu seçimi, özellikle İbn-i Rüşd gibi müslüman filozofların etkisi ile açıklanmıştır.

Albertus Magnus’a göre, biri akıl ve öbürü ise inanç için doğru olan ve birbirleriyle çelişen iki doğru yoktur; gerçekten doğru olan her şey, büyük bir uyum içinde birleşmiştir.

Albertus Magnus birçok bilimle ilgilendiği için Evrensel Bilgin lakabıyla tanınır, kimya alanında da çalışmıştır, nitrik asidin madenler üzerindeki etkisi ve altının arıtılması gibi kimyevi konuları incelemiştir. Astronomi ve biyolojiyle de ilgilenmiştir.

Biyoloji alanındaki çalışmalarında kelime kelime Aristoteles’in Arapça çevirilerini izlemiş ve bunlar üzerinde yorumlar yapmıştır. Kendisine özgü gözlemler ve saptamalarda bulunmuştur. Hayvanlar Hakkında adlı eserinde kuş ve balıkların kan damarlarının dağılımı konusunda Aristoteles’in verdiği bilgilerden ayrılmıştır. Yumurtadan itibaren embriyonun gelişmesini anlatırken, organların sırasıyla nasıl şekillendiğini, göbek kordonu denen yapının yerini gelişim süreci içinde hangi damarın aldığını açık şekilde anlatmıştır.

Bitkiler Hakkında adlı eserinde bitkilerle de ilgilenmiş ve ana çizgileriyle bitkiler üzerinde betimlemeler yapmıştır. Bir ara İtalya’a giden Albertus, orada portakal ağacını görmüş, bundan çok etkilenmiş ve özellikle portakal yapraklarını ayrıntılı bir biçimde tanıtmıştır.
 
Düzenleyen yönetici:

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
Anselmus

nFSvz.jpg
1033 – 1109 yılları arasında yaşayan Anselmus İtalyalı'dır; fakat 1093′den sonra İngiltere'de Canterbury başpiskoposluğu yapmış ve orada ölmüştür.

Anselmus, Tanrı'nın varlığına ilişkin ontolojik kanıtıyla tanınmaktadır. İnanmak için, anlamaya çalışıyorum değil de anlamak için inanıyorum tavrının başlatıcısı olan ve inanç-akıl ilişkisi söz konusu olduğunda, akıl karşısında inanç ya da imana, bilgi karşısında da otoriteye öncelik veren Hristiyan düşünürdür.

Augustinus'un ‘Anlamak için inanıyorum.' sözünü kendine öncül olarak almış, inancı akıl ile temellendirmeye çalışmıştır.

Anselmus'un bu çabası, skolaztizmin, akıl inancı ile birleştirmeye çalışmasının bir göstergesidir. Anselmus, yargıların mutlağı olmalıdır der. Örneğin; iyi varsa mutlak iyi de olmalıdır. Varlık varsa mutlak varlık da olmalıdır. Bu düşünce yolula Tanrı'nın varlığı da ispatlanmış olur.


Anselmus'un, bir başka Tanrı kanıtlaması da şöyledir, Tanrı en yetkin varlıktır. Tanrı'nın varolmadığını düşünürsek, bir yanıyla Tanrı eksik kalmış olur. Oysa Tanrı'nın tanımı en yetkin varlık olduğudur. Demek ki Tanrı vardır. Bu bir ontolojik kanıtıdır.

Anselmus, Augustinus'un ilk günahın bütün nesiller boyu sürdüğü düşüncesini kabul eder. O'na göre Tanrı insanları bu ilk günahtan kurtarmak için insan biçimine girmiş (İsa) ve bütün insanları ilk günahtan kurtarmak için çarmıha gerilmiştir.

Skolastizmin bu ilk döneminde din ve felsefe uzlaştırılmaya çalışılmıştır. Dinsel kavramlar, akılla açıklanmaya çalışılmış ve bunun için Platon'un kavram realizmi kullanılmıştır.

“Felsefe inanılanı anlamaya çalışmaktır.”
 
Düzenleyen yönetici:

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
Aquinolu Thomas

T2bT9.jpg
Ünlü hristiyan filozof Thomas, 1125 – 1274 yılları arasında yaşamıştır. Birçok bakımdan özgün bir düşünür olan Aquinalı'nın felsefesi önemli ölçüde Aristoteles'in metafiziğine dayanmaktadır. Ortaçağ Hristiyan felsefesinin doruk noktasını gösteren Aquina'lı Thomas, öncelikle metafizikle teoloji, akılla inanç ya da arasında bir ayrım yapmıştır.

Yalnızca doğal aklın ışığına dayanan, inancın doğaüstü ışığı olmadan, salt insan aklı yoluyla bilinen ilkeleri kullanan metafizikte, filozof duyusal varlıklardan, deneyin dünyasından hareket edip, akıl yoluyla Tanrı'ya yükselir. Buna karşın, aklı kullanmakla birlikte, ilkelerini inanç ya da otorite temeli üzerinde kabul eden teolojide, Thomas'a göre, kendisini vahiy yoluyla gösteren Tanrı'dan yola çıkılır ve yaratıklarına geçilir.

Thomas Aquinas'ın teorilerin, Espanya'daki Müslümanlar ile olan savaşlarında bunun haklı savaş olarak algılanması sebebi ile kuzeyden güneye doğru inmelerinde ve sonunda 1495′te İspanya'da kovulmalarında oynadığı rolü Hristiyan alem için çok önemlidir.


Katolik Kilisesi'nin resmi öğretisini kuran Aquinas, kutsal olan ve kutsal olmayan bilgilere akılcı bir temel aramış ve Summa Contra Gentiles (Kafirlere Karşı) adlı eserinde, Müslüman düşünürlerden İbn-i Rüşd gibi, bilginin iki kaynağı bulunduğundan söz etmiştir; bunlardan birisi inanç, diğeri akıldır.

İnanç, Kutsal Kitap'tan, akıl ise düzenlenmiş ve yorumlanmış duyu verilerden beslenir ve her ikisinden üretilen bilginin dayanağı Tanrı'dır. Tanrı kendi kendisi ile çelişmeyeceğine göre, bu iki bilginin birbirleriyle bağdaşır olması gerekir. Yani Platon ve Aristoteles felsefelerini Hristiyan dini ile uzlaştırmak olanaklıdır; böylece Skolastik Düşünce'nin temelleri atılmış ve inanç ile aklın bağdaşabileceği düşüncesi bu dönemde kesin bir biçimde oluşturulmuş olmaktadır.
 
Düzenleyen yönetici:

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
Augustinus

mNSWU.jpg
Diğer adıyla Aurelius Augustinius, Aziz Augustinius olarak bilinen filozof ve tanrıbilimcidir. 354-430 yılları arasında yaşayan ünlü hristiyan düşünürdür. Temel eserleri; Tanrı Devleti ya da Tanrı Şehri (Civitas Dei), İtiraflar (Confessiones), Mektuplar (Epistolae)'dir. Tanrıbilimci olmasının yanı sıra, Batı düşüncesi içinde ünlü ve etkili filozoflardandır. Onun yapıtları tanrıbilimsel olmakla birlikte, felsefi sorunları da içeren nitelikler göstermesi bakımından ayrıca önem taşımaktadır. Sonradan modern felsefe de tartışılacak olan pek çok tartışmayı Augustinus'un yürüttüğü görülür.

Roma İmparatorluğunun Numidia eyaletinde 354 yılında doğmuştur. Putperest babası Patricius ve hristiyan annesi Monica'nın çocuğudur. Roma'nın çöküşüne ve hristiyanlığın kabülünün hemen ertesine denk gelir. Ataları muhtemelen Kartacalı Berberiler olan Augustinus, Roma kültürü içinde eğitilir ve Latince dışında hiçbir dil öğrenmez.

17 yaşında Kartaca'ya giderek bir yandan Roma Afirkası'nın başkentinde yaşayan öğrencilerin çalkantılı yaşamına katılırken, bir yandan da Latin tarihçileri ve şairleri inceleyerek retorik konusunda kendini yetiştirir. Akıl dışı masallardan ibaret gördüğü Kitab-ı Mukaddes'in karşısına koyduğu felsefeyi, Hortensius'nda keşfeder. Aynı dönem kendisine 15 yıl bağlı kalacağı bir eş seçer. 372′de Mani felsefesini keşfeden Augustinus, dokuz yıl Mani felsefesine bağlı kalır. Bu felsefeye göre dünya iyi ile kötü arasında paylaşılmıştır ve maddenin koyu karanlığı ruhun ışığını karartmaktadır. Böylece bu felsefeye bağlılık onda ruhunu tenin esaretinden kurtarma umudunu doğurur. Manici Piskopos Faustus'la tanışmasının yarattığı düşkırıklığı, irade yetisini kabul etmeyen ve insanın sorumluluğunu ve özgürlüğünü inkar edici düşünceden kopuşunu hızlandırır.


Augustinus 384′te Milano'da retorik hocalığına atanır. Bu arada arayışı sürmektedir. Yeni Platoncuların eserleri onda yeni bir değişikliğe sebep olur. Bu dönemde okuduğu başka bir kaynak da Pavlos'un mektuplarıdır. Bu eserle birlikte Augustinus hristiyanlara yaklaşır. Belli bir süre bu kendi içinde çalkantılara sebep olduktan sonra 386 yılında hristiyan olmaya karar verir. 386′da Akademisyenlere karşı, Mutlu yaşam, Düzen adlı üç eserini kaleme alır. 387 yılında Afrika'ya döner.

395′te Piskopos olan Augustinus, 396′da Hippo Regius'ta Valerius'un yerine geçer. Bu dönemde Afrika kilisesinde bölünmeler yaşanmaktadır. Berberi çiftçilerin romalılara karşı yürüttükleri mücadeleye katılan psikopos Donatus'un mirasçıları bir arınmışlar kilisesini savunmaktadırlar. Augustinus, Donatusçuluğa ve şiddet yoluyla Katoliklerin denetimine karşı direnenlere karşı yürütülen mücadelede ve öğreti tartışmalarında çok önemli bir rol oynar. Donatusçuların, dini sapkınları cezalandıran bir yasaya tabi tutulmalarını öngören bir imparatorluk fermanının yayınlandığı 405′te, Afrika'daki Donatusçu kilisenin dağıtılmasına etkin olarak katkıda bulunur. 410′da Roma'nın Gotlar tarafından işgal edilmesi üzerine Tanrı Devleti eserini kaleme alır. Augustinus, donatusçu kilise karşısında zaferden sonra Pelagius'la mücadeleye girişir. Pelagius, verdiği vaazlarla Afrika'dan Britanyaya kadar etkisi olan bir Psikopostur. İnsan iradesine büyük önem atfeden Pelagius, ilk günahını reddetmektedir. Augustinus Pelagius karşısında kendi Tanrısal bağışlayıcılık anlayışını geliştirir. Roma piskoposluk makamı ve Ravenna mahkemesi nezdindeki birçok girişimden sonra, hasımlarını aforoz etmeyi başarır. 429-430′da Vandallar Kuzey Afrika'yı istila eder ve Hippo Regius'u kuşatırlar. Telaşa kapılan Augustinus, son günlerini ibadet ederek geçirir ve 28 Ağustos 430′da vefat eder. 1303 yılında Katolik kilisesi tarafından aziz ilan edilmiştir.


ayrac.gif


Augustinus Felsefesi

Augustinus, İtiraflar adlı kitabında, Tanrı'yla konuşma ve günah çıkarma formlarında anlatmıştır. En çok önem verdiği konu, insanın kendini araştırmasıdır. Hakikatin insanın içinde olduğunu savunur. Hakikat ise, bizzat tanrının kendisidir. Tanrı, insandadır. Öte yandan insanın kendisi de tanrıdadır. Bunu anlamaya çalışmayı felsefe olarak görmüş ve felsefenin insanın kendisiyle uğraşması olduğunu savunmuştur.

Anlayabilmek için inanıyorum anlayışıyla felsefeyi dine tabi kılmış olan Augustinus, hristiyan dininin temel öğretilerini temellendirebilmek için, Yeni Platoncu felsefeden ve Platoncu kavramlardan yararlanmıştır. İnancı temel alan Augustinus'a göre aklın görevi, Tanrısal vahiy temeli üzerinde, inanç yoluyla bilinen şeylerin açıklanması ve aydınlığa kavuşturulmasıdır.

Siyaset Felsefesi
Aşkın, yalnız bireyin değil; bireylerden meydana gelen bir toplumun da itici gücü olduğunu öne süren filozof, yine aşk öğretisinden hareketle ünlü yeryüzü ya da dünya devleti ve gökyüzü ya da Tanrı devleti ayırımına ulaşmıştır. Buna göre, nasıl ki biri iyi ve uygun aşk, diğeri de kötü ve düzensiz aşk olmak üzere, iki devlet anlayışı vardır. Augustinus, işte bu çerçeve içinde, Tanrı'ya yönelmek yerine maddeye yönelen, Tanrı'dan çok yeryüzünü ve kendisini sevenlerin, ruhları tensel yönlerinin, duyusal isteklerinin hizmetine girmiş olanların bir araya gelerek yeryüzü devletini, buna karşın iyi ve gerçek aşk içinde olup, ruhsal yönlerini temele alarak yaşayan ve Tanrı'yı sevenlerin de gökyüzü devletinde birleştiklerini söylemiştir.

Augustinus, bu görüşünü siyaset felsefesinden başka, insanlık tarihine de uygulamıştır. İnsanlık tarihini gökyüzü devletiyle yeryüzü devletinin, başka bir deyişle, insanın bedensel ya da duyusal yanıyla ruhsal ya da tinsel yanının çatışmasının bir tarihi olarak gören Augustinus'a göre, yeryüzü devleti, iblisin ayaklanmasıyla başlayıp, Asur ve Roma imparatorluklarıyla gelişen şeytanın krallığıdır. Buna karşın, gökyüzü devleti, Yahudi halkında ortaya çıkan, kendisini hristiyanlık inancı ve kilisenin dogmalarıyla sürdüren İsa'nın krallığıdır. Yeryüzü devletlerinin örneklerini oluşturan Asur ve Roma imparatorluklarının yıkılıp gittiğini, zira bu devletlerin geçici olduğunu, gökyüzü devletinin son çözümlemede zafer kazanacağını söyler. Onun gözünde, hristiyanlık ve kilise, gökyüzü devletinin etkisini duyurmaya başladığını gösteren yapı taşlarıdır.

Augustinus'ta Zaman Tartışması
Augustinus, Zaman üzerine yapılan tartışmalarda sıklıkla anılan bir isimdir. İtiraflar adlı kitabının en çarpıcı bölümlerinden birisidir. Ona göre, kavradığımız ve bildiğimiz Zamanla gerçek Zaman birbirinden ayrı şeylerdir.

İnsan kavrayışı Zamanın gerçekliğine ulaşamaz bir niteliktedir. İnsan yalnızca zamanın geçişini algılayabilir. Geçmiş zaman, gelecek zaman ve şimdiki zaman bölümlemeleri, gerçekliği olmayan, zihnimizin tasarımları olan zaman birimleridir.

Augustinus'un etkileyici bir akıl yürütmeyle Geçmiş zamanın artık varolmadığını, Gelcek zamanın ise henüz varolmadığını, elimizde kalan tek zaman olarak Şimdiki zamanında boyutlarını belirleyemediğimiz için bilemeyeceğimizi belirtir. Ölçüp birimlere ayırdığımız Zaman, geçişini algıladığımız Zaman'dır. Oysa zamnın geçip geçmediğini ya da kendisinde zamanın ne olduğunu bilmiyoruz. Zaman bizim için öncesiz ve sonrasız bir akıştır ve bu nedenle biz bu akışın niteliğini, yönelimini, yayılımını, boyutlarını bilmeyiz; gerçek zaman her zaman dışımızda kalır.

Böylece Zaman kavramı üzerinden gerçeklik ile bilgi temel olarak ayrılmış olmaktadır ki, modern felsefeye gelindiğinde bu ayrım Kant örneğinde olduğu gibi, temel bir felsefi eğilim olacaktır.
 
Düzenleyen yönetici:

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
Duns Scotus

ljrnL.jpg
Ortaçağın bir döneminde düşünce yaşamına çok itina göstermiş olan Dominiken ve Fransisken tarikatlarından söz etmiştik. Thomas, Dominiken rahibidir. Fransisken tarikatı Thomas'a karşıdır. Bu tarikat, özellikle Skolastiğin son dönemini temsil etmiştir.

Şimdi Fransisken tarikatının en önemli iki kişiliğinden söz edeceğiz. Bunlardan biri İskoçyalı Duns Scotus. Duns Scotus Thomas'tan esasta ayrılır. Thomas için temaşa yaşamının esas olduğunu bilmekteyiz. Oysa duns tam tersine, yaşamın anlamını fiil ve davranışını bulur. İşte bu fiil ve davranışa verdiği önemle, bu aksiyona verdiği değer ile Duns Scotus bir bakıma Rönesans'ı hazırlamış olur.

Duns Scotus'a göre Allah isteyen ve irade sahibi bir varlıktır. Allah, evreni kendi özgür iradesinden, iradi bir davranış ile yaratmıştır. Bundan başka, ahlaki değerler de Allah tarafından yaratılmıştır. Bundan dolayı evreni ve ahlakı yalnızca akıl ile, yalnızca rasyonalist bir metod ile temellendiremeyiz. İyi, Allah'ın beğenmiş olduğu bir şeydir; fakat başka şeyler de Allah'ın hoşuna gidebilir. Allah'ın bilgisine akıl erdiremediğimiz iradesi, iyiyi ve kötüyü şimdiki şekilleriyle belirlemiştir. Allah'ın bunu neden böyle yaptığını soramayız. Bunu yalnızca bir olay olarak benimseyip Allah'ın huzurunda eğilmemiz gerekir.


Duns Scotus bu fiil ve davranış bir de bireyciliği bağlamaktadır. Ona göre her birey bir kişiliktir. İnsan ancak dünyaya bir kez gelmiş olan kişiliği ile bir özelliğe sahip olur. O halde reel olan tümel değil, bireydir. Bu fiil ve davranışı ve bireyciliği ile Duns Scotus, Skolastiğin son dönemini hazırlamıştır. Kendisi skolastiğin parlak dönemi ile son döneminin sınırları üzerinde bulunur.
 
Düzenleyen yönetici:

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
Gnostikler

QA3uP.gif
Gnostisizm, eski Mısır ezoterizmini, eski Yunan ezoterizmini (Platon, Pisagor), İbrani tradisyonlarını, Zerdüştçülüğü ve Hristiyanlığı eklektik bir tutumla sentezleyen, birçok tarikatın benimsediği mistik felsefeye verilen genel addır. Terim, eski Yunanca'daki sezgi veya tefekkür yoluyla edinilebilen bilgi anlamındaki gnosis sözcüğünden türetilmiştir. Gnosis, bu üç bilgi türünden biridir. Diğerleri, öğrenimle öğrenilebilir bilgi ‘mathesis' ve ancak ızdırap çekerek öğrenilebilen bilgidir. (pathesis) Eski Yunan ezoterizmine göre nasıl ızdırap yoluyla ulaşılabilecek bilgiye öğrenim ve sezgi yoluyla ulaşılamazsa, sezgi yoluyla öğrenilebilecek bilgiye (gnosis) de ne ızdırap yoluyla ne de öğrenim yoluyla ulaşılabilir. Bu yüzden kimileri gnostisizmi “sezgi” yoluyla alınan bilgiyle kurtuluş öğretisi olarak tanımlar.

Yunanca gnostikos (bilgiye sahip olan insan) sözcüğünden türetilmiştir. Tanrısal, mutlak bilgiye bir anlık aydınlanmayla, sezgiyle ulaşılabileceğini ileri süren dinsel bir akımdır. İlk çağ Yunan felsefesi ile Hristiyan dininin görüşlerini kaynaştırmaya çalışan, felsefeciler tarafından milattan sonra I. ve II. yüzyıllarda oluşturulmuştur. Bu akımın savunucuları, dinlerin mutlak bilgiyi sağlamada yetersiz oldukları görüşündedirler. Bu nedenle de hristiyanlar tarafından sapık bir tarikat olarak görülürler. Çünkü onlar için saltık bilgi, dinsel bilgilerin çok üstünde bulunan kurgusal bilgilerdir.

İsa'nın Tanrı'nın oğlu olduğu, doğduğu ve büyüdüğü, çarmıha gerildiği ve bunun gibi hristiyan dogmalarını yadsırlar. Onlar için İsa düpedüz insandır. Gnostisizmi savunan felsefeciler gerçekte de dar bir tarikat yaşamı sürdürürler ve çileciliği savunurlar. Temel inanç esasları ve ibadet şekillerinde gnostisizmin hakim olduğu dinlerde bulunmaktadır. Bunlar; Sabiilik, Maniheizm ve Hermetisizm'dir. Gnostismin başlangıcı konusunda bir çok görüş ileri sürülür. Başta çeşitli kilise babaları olmak üzere, birçok Hristiyan yazar gnostisizmi hristiyanlık içerisinden kaynaklanan bir heretic olarak değerlendirilmiş ve Smon Magus'u bütün sapkınların babası olarak görmüşlerdir. Ancak gnostisizm hristiyanlık öncesi dönemlerden itibaren var olan bir gelenek olması gerçeği görülerek, bu görüş bir çok bilim adamı tarafından eleştirilmiştir. Gnostisizmin İran, Eski Yunan, Mısır, Babil ya da Yahudilik kaynaklı olabileceği çeşitli teoriler blunmaktadır.


Gnostisizmin temel öğretileri arasında ışık ve karanlık ya da iyilik ve kötülük arasındaki düalizm (ikicilik), maddi evrenin ve bedenin kötülüğü demiurg düşüncesi, ruhun ilahi evrene ait olup süfli (bayağı,aşağılık) yeryüzünde beden içerisinde hapishane hayatı sürdüğü kurtuluş için dünyevi olan her şeyden uzaklaşmak ve bunun neticesinde gnosis'e ulaşmaktır.

Gnostiklere ait el yazmaların kilise tarafından yönlendirilen yıkımlarla (İskenderiye kütüphanesinin yıkımı vs.) yok edilmesinden dolayı gnostikler hakkında 20. yüzyıla dek pek fazla bilgi edinilmemişse de, 1902 ile 1948 yılları arasında gnostiklere ait çok sayıda el yazması keşfedilmiş ve bunlar sayesinde gnostisizmin ilkeleri daha iyi anlaşılmış bulunmaktadır. Gnostisizm'in ilkeleri şunlardır;

-Hakikatlere ulaşabilmede dinler yetersizdir.
-Hakiki bilgiler, yani hakikate ait ya da hakikate yakın bilgiler ancak ruhsal ve psişik gelişim yoluyla edinilebilir.
-Ruh ölümsüzdür. Ruh dünya yaşamında bir tür hapishane yaşamı geçirmektedir.
-Gerçek olan, fiziksel dünya yaşamı değil, ruhsal yaşamdır.
-Dünya düalite ilkesinin geçerli olduğu bir gelişim ortamıdır.
-Ruhsal gelişim yolunda en önemli bilgi kaynaklarından biri ruhsal alemden ruhsal irtibatlarla alınabilecek yüksek bilgiler içeren tebliğlerdir ki, bunlar ruhsal bakımdan seçkin insanlara verilir.

Gnostisizmin öncü öğretmenleri arasında 1. ve 2. yüzyıllarda yaşamış Valentin, Simon, Basilide, Carpocrade, Saturnin ve Marcion sayılabilir.
 
Düzenleyen yönetici:

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
Ockhamlı William

ioWTV.jpg
Ockhamlı William; Occam, Hockham gibi birkaç değişik şekilde bilinmektedir. Yaklaşık 1300 ve 1349 yılları arasında yaşamış filozoftur. East Horsley yakınlarındaki Surrey'de Ockham isimli küçük bir köyden İngiliz Fransiskan papazı ve skolastik filozof. Politik anlaşmazlıkların ve entellektüelliğin merkezi olan on dördüncü yüzyılda; Thomas Aquinas, Duns Scotus ve islam filozoflarından İbn-i Rüşd ile birlikte, önemli figürlerden biri olduğu düşünülüyor. Genel olarak ismini verdiği Occam'ın Usturası isimli metodolojik prensiple anılmasına rağmen, mantık, fizik ve teoloji alanında önemli çalışmalar üretmiştir. İngiltere Kilisesinde 10 Nisan Ockham'ı anma günüdür.

Ockham'lı William küçük yaşta Fransiskan mezhebine katıldı. Oxford Üniversitesinde 1309′dan 1321′e kadar teoloji eğitimi aldığına fakat master derecesine ulaşılamadığına inanılıyor. Bu nedenle soonradan “Saygıdeğer İnisiyatör” veya “Saygıdeğer Acemi” lakapları takıldı.


Bu zaman diliminde dine aykırı düşünceler üzerine çalışmalarına başladı. Birçok filozof Ockham'ın 1324 yılında Avignon'da Papa'nın makamına sapkınlık düşünceisyle çağrıldığına inanmaktaydı. Bu düşünceye karşı olarak son zamanlarda George Knysh tarafından başlangıçta Fransiskan Kilisesine felsefe profesörü olarak atandığı; fakat disiplin sorunları nedeniyle 1327′ye kadar görevine başlayamadığı iddia edilmektedir. Bir teolojik komisyonun tekrar incelenmesini istediğinde Ockham kendisini başka bir tartışmanın içinde buldu.
 
Düzenleyen yönetici:

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
Roscelinus

PHG8C.jpg
1050-1125 yılları arasında Fransa'da yaşamış bir filozoftur. Başlatmış olduğu tümeller tartışması, ortaçağın geri kalan bölümünün ana tartışma konusu olmuş ve ortaçağın çözülmesinin belki de en önemli nedeni olmuştur.

Roscelinus tümeller tartışmasında, adcı (nominalist) bir tutum sergilemiştir. Adcılığa göre; tümel kavramların gerçeklikleri, başlı başına varoluşları yoktur. Tümel kavramlar, insanların benzer nesneler için düşünmüş olduğu kavramlardır. Eş deyişle nesnelerin ortak, benzer yönlerine insanların takmış olduğu adlardır.

Gerçek olan ancak tek tek nesnelerdir, tümel kavramlar değildir. Eğer yalnız nesneler gerçek ise kilise kavramdan başka bir şey değildir ve yalnız onun içinde bulunan bireyler gerçektir veya ilk günah bir addan ibarettir ve gerçek olan yalnız bireysel günahlardır. Tanrı'da gerçek olan Baba, Oğul, Kutsal Ruh'tur ve kilisenin söylediği bunların üçünün birleşmesiyle oluşan Tanrı düşüncesi gerçek değildir, sadece bir addır.


Roscelinus'un bunları söylediği sıralar, kilisenin en güçlü olduğu dönemdi. Soissons Meclisi O'nu çağırdı, sözünü geri almasını istedi. 1092′de Roscelinus sözünü geri aldı. Adcılık lanetledi. Fakat insanın düşüncelerine zincir vurulabilir miydi?
 
Düzenleyen yönetici:

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
Tümeller Tartışması

Tümeller tartışması bir ortaçağ filozoflarının tartışmasıdır. Tümeller nerede bulunur? tümeller nedir? Dışarıdaki nesnelerden bağımsız olarak mevcut mudurlar, yoksa değil midirler? gibi sorular çerçevesinde tartışılan tümeller çatışması sonucunda, kavram gerçekçileri (realistler) ile adcıların (nominalistler) taraf oldukları üç yanıt ortaya çıkmıştır.

1. Bir grup, tümellerin, nesnelerden bağımsız olarak varolduğunu ve onların dışında veya üstünde bulunduğunu savunur. Bu görüşe sahip olanlar Platon'un yolunda giden Augustinus ve anselmus gibi düşünürlerdir.

2. Diğer grup, tümellerin varolduğunu ama nesnelerin dışında veya üstünde değil, içinde bulunduğunu ve onlara bağımlı olduğunu savunur. Yani nesnelerle ilişkileri bakımından, tümeller aşkın olmayıp, içkindirler. Bu görüşe sahip olan kişiler Aristoteles'in yolundan giden Abelardus, albertus Magnus ve thomas Aquinas gibi düşünürlerdir.

Görüldüğü üzere, bu ilk iki grup, kavram gerçekçisidir. Yani tümellerin şu veya bu biçimde gerçekten var olduklarına inanırlar. Ancak birinci grup aşırı gerçekçi, ikinci grup ise ılımlı gerçekçi olarak nitelendirilir.

3. Son grup ise sadece nesnelerin varolduğunu, tümellerin ise benzer nesnelere vermiş olduğumuz adlardan ibaret bulunduğunu savunur. Bu görüşe sahip olan düşünürler Roscelinus ve Ockhamlı William'dır.

ayrac.gif

Tümeller çatışması bütün ortaçağ boyunca sürmüş ve bu çağın sonlarına doğru önde gelen İngiliz adcılarından Ockhamlı William'ın etkisiyle adcıların lehine sonuçlanmıştır. Bu ne anlama gelir? Gerçekten varolanlar, adcıların dedikleri gibi, tümeller değil de tikeller olduğuna ve tümeller, birbirlerine benzeyen tikelleri gösteren işaretlerden başka bir şey olmadıklarına göre, bilgi arayışı tikellere, yani şu tek tek bireylere yönelmeli ve onlardan yola çıkarak geliştirilmelidir. Tikellerin bilgisine ulaşmanın tek yolu ise gözlem ve deney yapmaktır. Böylece gözlem ve deney yöntemi adcılar sayesinde güvenilir bilginin bir aracı haline getirilmiş veya başka bir deyişle sağlam bir felsefi zemine oturtulmuştur.

Bilgi arayışında yöntem olarak gözlem ve deneyin güçlü bir biçimde gündeme gelişi ve yaygınlaşması, doğa bilimlerinin doğuşunu hızlandırdı. Bir felsefi yaklaşım, yani adcılık, doğa bilimlerinin önündeki en büyük engellerden birini ortadan kaldırmış ve böylece güvenilir bilgi edinme sürecinin yolunu açmıştır. Bu gelişme, bilim tarihinde ve genel olarak bakıldığında düşünce tarihinde gerçekten de çok önemli bir dönüm noktasına gelindiğini gösterir.

Adcılığın din alanındaki etkisi de olağanüstü olmuştur. Çünkü bu etki, din-bilim ayrışmasının gerçekleşmesinde önemli bir role sahip olmuştur. Ockhamlı William'a göre, sadece şu tek tek bireyler varolduğu için, her türlü bilginin kaynağı deney, yani iç ve dış deney olmalıdır. bu sebeple önermeleri deneyle denetlemeyen bir rasyonel teolojinin veya ruhun ölümsüzlüğünü kanıtlamak isteyen bir psikolojinin olamayacağı ortadadır. Dolayısıyla Tanrı'nın birliği, sonsuzluğu ve hatta varlığı bile akıl yoluyla kesin olarak kanıtlanamaz. Tanrı ile gerçeği aşan şeylerle ilgili bilgimiz, inanca dayanır ve inanç önermelerinden oluşur. Kutsal Kitap'ın otoritesi ile Kilise Geleneği, bu önermeleri belirlemiştir. Ancak bunlar kanıtlanamaz ve kanıtlamalarda kullanılamaz. Bunlara yalnızca inanılır. Yani kanıtlanarak değil, inanılarak benimsenilir.

O halde, adcılık akıl-inanç çatışmasının veya başka bir biçimde ifade edersek bilim-din ve felsefe-din çatışmalarının giderilmesi için en uygun çözümün, bunların yollarının birbirlerinden ayrılması olduğu sonucuna varmış ve böylece düşünce tarihinin en büyük açmazlarından birini gidermek suretiyle özgür inancın ve özgür aklın yollarını açarak, bütün ortaçağ boyunca nafile yere gerçekleştirilmeye çalışılan akıl-inanç uzlaşmasının epistemolojik açıdan olanaksız olduğunu göstermiştir.
 
Top