Forumlar
Yeni Mesajlar
CerezExtra
EĞLENCE ↓
Şans Kurabiyesi
Renk Falınız
ÇerezRADYO
Sevgiliye Özel
ÇerezDERGİ
Hızlı Okuma Testleri
Pratik Çözümler
Yeniler
Yeni Mesajlar
Yeni ürünler
Yeni kaynaklar
Son Aktiviteler
İndir
En son incelemeler
Dükkan
Giriş
Kayıt
Yeniler
Yeni Mesajlar
Menu
Giriş
Kayıt
Uygulamayı yükle
Yükle
Forumlar
Tarih
Dünya Tarihi
Orta Çağda Avrupa mutfağı
JavaScript devre dışı bırakıldı. Daha iyi bir deneyim için, devam etmeden önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
You are using an out of date browser. It may not display this or other websites correctly.
You should upgrade or use an
alternative browser
.
Konuya cevap yaz
Mesaj
<blockquote data-quote="Suskun" data-source="post: 320872" data-attributes="member: 21093"><p><strong>Tahıllar</strong></p><p style="text-align: center"></p> <p style="text-align: center"><img src="http://i.imgur.com/47lMT1w.jpg" alt="" class="fr-fic fr-dii fr-draggable " style="" /></p> <p style="text-align: center"><em><span style="font-size: 15px">Bir müşterisini kandırmaya çalışırken yakalanan fırıncı, satmaya çalıştığı ekmek boynuna asılmış bir biçimde atlı kızak ile yollarda sürüklenirken.</span></em></p><p></p><p>Toplumun tüm kesimlerinde yiyeceklerin temelini tahıllar ve bunlardan yapılan yemekler oluşturuyordu. Bu genellikle ekmek ya da daha az yaygın olarak yulaf lapası, makarna, un çorbası da olabiliyordu. Bu dönemde Avrupa genelinde tahmin edilen ekmek tüketimi bir günde kişi başına 1 - 1.5 kilogram kadardır. Tüketilen en yaygın tahıllar çavdar, arpa, kara buğday, darı ve yulaftır. Pirinç ise Orta Çağ boyunca çok pahalı bir tüketim maddesi olarak kalmış, yalnızca Orta Çağ'ın sonlarına doğru İtalya'nın kuzey bölgelerinde kısıtlı bir biçimde yetiştirilebilmiştir. Buğday tüm Avrupa'da oldukça yaygın olarak kullanılmış, diğer tüm tahıllar arasında en besleyicisi olarak kabul edilmiştir. Ancak diğer tahıllara göre daha saygın bir yeri olduğu için fiyatı da daima yüksek olmuştur. Bugün Avrupa'da en çok kullanılan un türü olan elenmiş beyaz un, o dönemde yalnızca soylu kişilerin sofrasında bulunmuş, toplumun daha alçak kesimlerindekiler kepek oranı daha yüksek, esmer ekmekler yemişlerdir. Hasat mevsimi sonunda tahıllar az ise ve kıtlık başlarsa tahıllar; kestane, kurutulmuş tohumlar, meşe palamudu ve eğreltiotu gibi besin değeri olan ya da olmayan pek çok sebze türü ile tamamlanabilirdi.</p><p></p><p>Orta Çağ yemeklerinin en yaygın ögelerinden biri de yemeklerin sularıdır. Gerek büyük ziyafetlerde, gerekse küçük atıştırmalarda, lokmalar hâlindeki ekmekler; şarap, et suyu, çorba ya da sos gibi besinlere bandırılıp ıstlatılarak yenirdi. </p><p></p><p style="text-align: center"><img src="http://i.imgur.com/mG0KbYT.jpg" alt="" class="fr-fic fr-dii fr-draggable " style="" /></p> <p style="text-align: center"><em><span style="font-size: 15px">Yardımcısı ile birlikte çalışan bir fırıncı. Dönemin en yaygın besinlerinden; yuvarlak biçimli hamurlar ile yapılan ekmekler.</span></em></p><p></p><p>Ekmeğin Orta Çağ sofralarında sahip olduğu önem, fırıncıların tüm Avrupa toplumlarında çok büyük bir rol oynaması sonucunu doğurmuştur. Şehirlerde ilk örgütlenenler fırıncılar olmuş, yasalarla ekmek fiyatları sabit duruma getirilmiştir. 1266 Ekmek ve Bira Kanunnamesi ile İngiltere'de bir ekmeğin yapıldığı ana maddenin tane büyüklüğüne göre fiyatı, ağırlığı ve boyutları ayrıntılı bir biçimde belirtilmiştir. Fırıncıların kâr payları kazanç tablolarında taahhüt edilmiş; ancak daha sonra Hayırsever Fırıncılar Derneği'nin lobi çalışmalarıyla yakacak parasından, ekmeğe eklenen tuza kadar pek çok gerecin fiyatı buna eklenerek bu pay arttırılmıştır. </p><p></p><p>Ekmek yalnızca yemek için kullanılmaz bunun yanında pek çok yan işe hizmet ederdi. Alınan bir yemekten diğerine geçişte bıçak ya da çatal ekmekle temizlenirdi. Sofrada bulunan ortak tuzluktan tuz almak için de bıçakların uçları kullanılırdı ve tuzu alırken de bıçaklar ekmekle temizlenirdi. Hatta elle tutulamayacak sıcaklıkta tabakların bile, üst sınıf davetler dışında, hizmetçilerin avuç içlerine bir dilim ekmek almalarıyla üstesinden gelinebilirdi.</p><p></p><p></p><p><strong>Meyve ve sebzeler</strong></p><p></p><p style="text-align: center"><img src="http://i.imgur.com/dp3Pkgf.jpg" alt="" class="fr-fic fr-dii fr-draggable " style="" /></p> <p style="text-align: center"><em><span style="font-size: 15px">Lahana hasadı, Takvim es-sıhha, 15. yüzyıl</span></em></p><p></p><p>Yemeklerde başlıca tüketilen besinler genelde tahıl türleri olsa da; lahana, pancar, soğan, sarımsak ve havuç gibi sebzeler de tahıllar kadar olmasa da yaygın bir biçimde tüketilmiştir. Sebzeler çalışanlar ve köylü sınıfındakiler tarafından sıklıkla tüketilmiş ama her zaman ete göre daha az prestijli besinler olmuştur. Orta Çağ'ın sonlarına doğru ortaya çıkmaya başlayan, genelde varlıklı ailelere yönelik yazılmış yemek tarifi kitapları da meze ve çorba türlerinin dışında sebzeleri çok az kullanmıştır. </p><p></p><p>Meyveler sıkça tüketilen besinlerdi ve taze, kurutulmuş olarak ya da reçel yapılmış biçimde tüketilirdi. Pek çok et yemeğinde ete eşlik ederdi. Yine dönemin beslenme uzmanları meyvelerin çiğ yenilmesini uygun görmezlerdi. Şeker ve balın fiyatlarının çok yüksek olmasından dolayı çoğu zaman yemekler içinde bir nevi tatlandırıcı olarak kullanılırdı. Güneyde bilinen ve tüketilen başlıca meyveler; limon, ağaç kavunu, acı portakal (Tatlı portakallar Avrupa'ya yüzyıllar sonra gelmiştir.), nar, ayva ve en yaygın meyve olan üzümdü. Daha kuzeyde elma, erik, armut ve çilek de yetiştirilir ve yaygın olarak tüketilirdi. İncir ve hurma tüm Avrupa'da bilinip yenilmesine karşın Kuzey ülkelerinde her zaman daha pahalı olmuştur.</p><p></p><p>Bugünkü Avrupa kültürlerinin mutfaklarından bazılarının ana ögeleri olan patates, barbunya, kakao, vanilya, acı biber, domates, mısır vb. gibi besinler ise 15. yüzyıla dek Avrupa'da mevcut değildi. 15. yüzyılda Amerika Kıtası'nın bulunması ile başlayan kültürel etkileşim sonucunda Avrupa'ya girmeye başlayan bu yiyeceklerin yerleşmesi ve toplumlar tarafından kabul görmesi de uzun bir süre almıştır.</p><p></p><p></p><p><strong>Etler</strong></p><p></p><p style="text-align: center"><img src="http://i.imgur.com/TUStqry.jpg" alt="" class="fr-fic fr-dii fr-draggable " style="" /></p> <p style="text-align: center"><em><span style="font-size: 15px">Kesilmek üzere bayıltılan bir domuz.</span></em></p> <p style="text-align: center"></p><p>Tüm yabani hayvanların etleri oldukça popüler olsa da en çok tüketilen et evcil hayvanlardan gelirdi. Sığır eti tüketimi günümüzdekinden çok daha azdı, çünkü büyükbaş hayvan yetiştirmek yoğun emek gerektiren, geniş otlaklar ve yem isteyen bir işti. Ayrıca öküz ve inekler tarım işlerinde kullanılan başlıca güçler olduğundan ve süt verdiklerinden oldukça değerli canlılardı. Ancak buna rağmen, artık çalışamayacak duruma gelmiş yaşlı ve sayrı hayvanlar ise pek değerli olmazdı. Daha az ilgi ve bakım gerektirmesi ve besleme kolaylığından dolayı en yaygın tüketimi olan et türü domuz etiydi. Domuzlar beslendikleri yerden sık sık kent merkezine kaçar burada buldukları her türlü mutfak atıklarını yiyerek beslenirlerdi. Henüz annelerini emen yavru domuzlar ise çok revaçta olan besinlerdi. </p><p></p><p>Kuğu, tavuskuşu, bıldırcın, turna ve keklik gibi kuşlar da dâhil avlanabilen yabani kuş türlerinin pek çoğu yenirdi. Kuğu ve tavuskuşları evlerde beslenirdi; ancak yalnızca seçkin kişilerce yenirdi. Kaz ve ördekler de bu dönemde evcilleştirilmiş olmalarına karşın tavuk ya da domuz eti kadar tüketilmemişlerdir. Bu dönemde uygulanan tuhaf bir olgu da yaban kazlarının bir kuş türü değil de, balık türü olduğuna inanılmasıydı. Bu nedenle Büyük Perhiz dönemlerinde diğer kuşların etleri yenmezken bu hayvanın eti yenirdi.</p><p></p><p>Et, sebzelere göre daha pahalı bir yiyecek türüydü. Protein bakımından oldukça zengin olmasına karşın, aynı miktar et ile sebzenin verdiği kalori karşılaştırıldığında, sebzeler daha baskın çıkardı. Et ve et ürünleri ekmekten 4 kat daha pahalı olabilirdi. Buna karşın balık kıyı kasabalarında bile ekmek ile karşılaştırıldığında 16 kat daha pahalı olabilirdi. Avrupa nüfusunun neredeyse yarısını yok ederek geçen büyük veba salgınının ardından et yoksul kişiler için bile çok daha yaygın bir besin hâline geldi. Pek çok kalabalık bölgede nüfusun keskin düşüşü işgücü kıtlığını doğurmuş, buna bağlı olarak işçi ücretleri artmıştır. Ayrıca sahipsiz kalan geniş otlaklarda özgürce otlayan hayvanların varlığı nedeniyle marketlerdeki etlerin miktarı da oldukça artmıştır.</p><p></p><p></p><p><strong>Balık ve deniz ürünleri</strong></p><p></p><p style="text-align: center"><img src="http://i.imgur.com/TUStqry.jpg" alt="" class="fr-fic fr-dii fr-draggable " style="" /></p> <p style="text-align: center"><em><span style="font-size: 15px">Bir akarsuda taşemen balığı tutulması; Takvim es-sıhha, 15. yüzyıl.</span></em></p> <p style="text-align: center"></p><p>Diğer hayvan etlerine göre daha az değer verilmesine ve yalnızca oruç günlerinde sığır eti yerine alternatif olarak tüketilmesine rağmen deniz ürünleri kıyı illerinin geçiminde dayanak noktasıydı. Orta Çağ toplumlarına göre balina ve domuz balıkları da dâhil olmak üzere tam olarak karada yaşamayan her canlı bir "balık" idi. Pullu kuyruğu ve suda çok vakit geçirmesiyle tanınan kunduzlar ve nereye göç ettiklerinin bilinmemesinden dolayı kazlar da birer balık olarak kabul edilirdi. Bu hayvanların da, Hristiyan inancında diğer etlerin yenmediği oruç günlerinde tüketilmesi kabul edilirdi. Balıkçılık ve Atlas Okyanusu ile Baltık Denizi'nden çıkan ringa ve morina balıklarının ticareti oldukça önemliydi. Özellikle ringa balığının satımı Kuzey Avrupa ülkeleri için çok büyük bir ekonomik gelir kaynağı; ve Baltık Denizi çevresindeki ülkelerin ticaret loncalarının kurduğu Hansa Birliği içinde pazarlanan mallardan en yaygınıydı. Baltık Denizi'nden çıkan tütsülenmiş ringa balıkları İstanbul pazarlarında bile bulunabilirdi. Balıkların büyük bir bölümü genelde taze olarak tüketilmesine karşın, bir kısmı tuzlanarak, kurutularak ya da daha az yaygın bir yöntem olsa da tütsülenerek tüketilirdi. Morinalar ortadan ikiye yarılır, bir çubuğa bağlanır ve kurutulurdu, bu da belirli bir süre içinde tüketilmesi gerekmesine karşın yaygın olarak kullanılan bir yöntemdi.</p><p></p><p></p><p><strong>İçecekler</strong></p><p></p><p style="text-align: center"><img src="http://i.imgur.com/WPKZOiM.jpg" alt="" class="fr-fic fr-dii fr-draggable " style="" /></p> <p style="text-align: center"><em><span style="font-size: 15px">Şarap içen bir Katolik rahibi.</span></em></p><p></p><p>Modern çağlarda suyun yemeklerde içilmesi yaygın bir davranış olarak kabul görse de Orta Çağ'da suyun temizliğine yönelik kaygılar, tıbbi öneriler ve toplum gözündeki alçak değeri nedeniyle yemekler sırasında daha az tüketilmiş, alkollü içecekler her zaman suya tercih edilmiştir. Alkollü içeceklerin daha besleyici ve sindirime daha çok yardımcı olduğuna inanılırdı ve diğer içeceklere göre çürüme-kokma gibi bozulmalara maruz kalma riskini daha az taşıması da çok büyük bir avantaj olarak görülürdü. Şarap, Fransa'nın büyük bir bölümünde ve batı Akdeniz başta olmak üzere üzümün yetiştirilebildiği hemen her yerde günlük olarak tüketilirdi. Daha kuzeye çıkıldıkça şarap, burjuva sınıfının ve onu almaya gücü yeten soylu kesimin tercih ettiği bir içecekti. Köylüler ve çalışan kesim arasında çok daha az yaygındı. Kuzey bölgelerde çalışan kesimin en çok başvurduğu başlıca alkollü içecekler bira ve aleydi. Birayı uzun süre muhafaza etmenin oldukça güç olması nedeniyle özellikle şerbetçiotunun toplanma zamanında bira genelde taze olarak tüketilirdi. </p><p></p><p>Şarap gibi, hemen hemen Antik Roma'dan bu yana bilinen meyvelerin suları, Orta Çağ'da da yaygın bir biçimde tüketilirdi. Ayva ya da muşmuladan yapılma içecekler, nar şarabı, dut ya da böğürtlen şarapları, elma şırası, elma ve armut türlerinin oldukça geniş alanlarda yetiştirildiği Kuzey Avrupa ülkelerinde oldukça yaygındı. Bal ve suyla yapılan bal likörünün hem alkollü hem de alkolsüz türlerinin adı döneme ilişkin pek çok yemek tarifinde geçer. Ancak, ballı içecekler Orta Çağ'ın sonlarına doğru daha az tüketilmeye başlanmıştır. Mayalanmış at ya da deve sütünden yapılan hafif alkollü bir içki olan kımız Avrupa'da bilinirdi ancak yalnızca hekimlerce bazı hastalara ilaç olarak verilirdi. Bal likörü, bazı önemli gün ve kutlamalarda baş içecek durumuna gelmiş olduğu Slav toplumları arasında ortak bir içecek olarak kabul edilirdi. Anlaşmalar yapıldığında, önemli bölgesel kararların alındığı toplantılarda bal likörü yine törensel bir içecek olarak sunulurdu. </p><p></p><p></p><p><strong>Şarap</strong></p><p></p><p style="text-align: center"><img src="http://i.imgur.com/nipURTV.jpg" alt="" class="fr-fic fr-dii fr-draggable " style="" /></p> <p style="text-align: center"><em><span style="font-size: 15px">Şarabın nasıl saklanacağını gösteren bir kadın.</span></em></p> <p style="text-align: center"></p><p>Şarap yaygın olarak tüketilir ve en seçkin, en sağlıklı içecek olarak kabul edilirdi. Antik Yunanistanlı tıp bilgini Galen yazmış olduğu kitaplarda şaraba sek ve acımsı bir içecek olarak değinmiştir. Şarabın bu değerleri içine su katılarak düşürülmüştür. Pek sevilerek tüketilmeyen içecekler olan su ve biranın aksine şarabın (hepsinin içinde özellikle de kırmızı şarabın) tüketilmesinin sindirimi kolaylaştırdığına, kan dolaşımını güçlendirdiğine ve iyi bir ruh hâli sağladığına inanılırdı. Şarabın kalitesi mahsülün türüne ve daha önemlisi suyunu çıkartma kalitesine bağlı olarak değişkenlik gösterirdi. İlk ezme işlemi sonucunda en iyi ve en pahalı şarap elde edilirdi ve toplumun üst sınıflarında yaşayanlara satılırdı. İkinci ve üçüncü ezme işlemlerinde ortaya çıkan şarap daha düşük nitelikte olur ve daha az alkol oranına sahip olurdu. </p><p></p><p>Yüksek kalitede bir kırmızı şarabın tam olarak ermesi özel bir bilgi birikiminin yanı sıra pahalı saklama yöntemleri ve donanım da gerektirmiş ve bu da ürünün fiyatının yüksek olmasına neden olmuştur. Kötüye giden şarapların nasıl kurtarılabileceğine yönelik tavsiye niteliğindeki eser ve yazıların çokluğu şarapları korumanın yaygın bir problem olduğunu göstermektedir. 14. yüzyılda yazılmış bir yemek kitabı olan Le Viandier'de bozulmaya yüz tutmuş şarapların nasıl kurtarılabileceğine ilişkin pek çok bilgi verilmiştir. Kitaba göre kullanılan yöntemler içinde fıçıların ağzına kadar doldurulması, içine kurutulmuş ya da kaynatılmış üzüm çekirdelerinin atılması ve içine bir miktar kül atılması da yer alır. İçine baharat serpilmiş ya da baharatlarla birlikte kaynatılmış şarap yalnızca varlıklı kişilerin tükettiği bir içecek olarak kalmamış, dönemin hekimleri tarafından da oldukça sağlıklı olduğu düşünülmüştür.</p><p></p><p></p><p><strong>Bira</strong></p><p></p><p>Avrupa'nın büyük bir bölümünde sofraların en yaygın içeceği şarap olmasına rağmen üzüm yetiştiriciliğinin yapılamadığı Kuzey Avrupa ülkelerinde durum böyle değildi. Dışarıdan alınmış şaraplar içen soylular olsa da özellikle Orta Çağ'ın sonlarına doğru en varlıklı kişilerin bile en çok tükettiği içecek bira ve ale olmuştur. Hollanda'da, İngiltere'de, Almanya'da, Polonya'da ve İskandinav ülkelerinde bira günlük bir içecek hâlini almış ve toplumun tüm sınıflarındaki kişilerce tüketilmiştir. Ancak, Akdeniz ve Arap kültürlerinin o dönemde tıp bilimi üzerindeki belirgin etkisi nedeniyle (Özellikle Reconquista hareketleri döneminde) bira çoğu zaman kötü bir içecek olarak gösterilmiştir. Buna karşın bira, Avrupalıların çoğuna göre, kuzeydekilerin içtikleri içki ve yemeklerinde kullandıkları şeyler ile karşılaştırıldığında mütevazı bir içecekti. Bira, kabul edilen bir içecekti ancak pek çok da olumsuz yönü saptanıp, belirtilmişti. 1256 yılında İtalya'nın Siena kentinde yetişen bir hekim olan Aldobrandio bira hakkında şöyle yazmıştır;</p><p>“ ...ancak neden yapılmış olursa olsun, ister arpa, ister buğday, ister yulaf; bira beyne ve mideye zarar verir. Soluğun kötü kokmasına, diş çürümelerine neden olur. Karnı pis gazlar ile doldurur. Sonuçta bunu beyaz şarap ile birlikte içen kişi hemen sarhoş olur; ama bira boşaltım sistemini kesinlikle pek iyi çalıştırır, temizler, kişinin etlerinin de beyaz ve yumuşacık olmasını sağlar. ”</p><p></p><p style="text-align: center"><img src="http://i.imgur.com/DPB4Tyz.png" alt="" class="fr-fic fr-dii fr-draggable " style="" /></p> <p style="text-align: center"><em><span style="font-size: 15px">17. yüzyılın başlarında bira fıçılarının saklandığı bir mahzen.</span></em></p><p></p><p>Biranın kişiye verdiği sarhoşluğun şarabın verdiğinden daha az sürdüğüne inanılıyordu ve şarabın verdiği sahte susuzluk duygusuna neden olmadığı söyleniyordu. Kuzey Avrupa toplumlarındaki kadar aşırı olmasa da Fransa'nın kuzeyinde ve İtalya'da da bira tüketiliyordu. Normandiyalıların İngiltere'yi fethi nedeniyle ya da Fransa - İngiltere arasında sık sık yolculuk yapan tüccarlar sayesinde Fransızların tanıdıkları bir içki olan ve arpayla yapılan ancak içinde şerbetçiotu kullanılmayan godaleden (İngilizce: Good ale, bu dönemde pek çok sözcük gibi bu da doğrudan Fransızcaya girmiştir) Fransa'da 14. yüzyılda yazılan bir yemek kitabı olan Le Menagier de Paris`de bahsedilmiştir. Bunun yanında İngiltere'de sıcak süt ve soğuk alenin karıştırılmasıyla elde edilen ve baharatlarla tatlandırılan posset adlı içki de oldukça yaygın olarak tüketilirdi.</p><p></p><p>Biraya tat vermek için şerbetçiotunun kullanılması çok eski zamanlardan beri bilinmesine karşın üretim ve kullanım şartlarındaki zorluklar nedeniyle yavaş yavaş yerleşiyordu. Şerbetçiotunun keşfedilerek kullanılmaya başlanmasının öncesinde biraları tatlandırmada çeşitli baharatların karıştırılması ile elde edilen çeşniler kullanılıyordu. Bu tür baharatlar, şerbetçiotu gibi biranın uzun süre saklanması gibi kolaylıklar vermediğinden, biranın kaçınılmaz bozulması gerçekleşmeden bir an önce tüketilmesi gerekiyordu. Bir başka tatlandırma yöntemi biranın içindeki alkol miktarını arttırmaktı ancak bu hem pahalı bir yöntemdi hem de hızlı bir sarhoşluğa neden olduğundan daha az tercih ediliyordu.</p><p></p><p>Orta Çağ'ın başlarında bira fıçılarının tutulduğu başlıca yerler manastırlardı. Ailelerin evlerinde bira tutması çok daha az rastlanan bir olaydı. Ancak Orta Çağ'ın ortalarına doğru Almanya'daki kentler bira üretimini yeni yeni devralmaya başladılar. Ancak tüm bu üretim yerleri küçük aile şirketleriydi ve genelde çalışan işçilerin sayısı 8 - 10'u geçmezdi. Yeni mayalandırma tekniklerinin de kullanıldığı bu üretim yerleri daha sonra, 14. yüzyılda Hollanda'da da yayıldı. Daha sonra Belçika'ya ve sonunda 15. yüzyılda İngiltere'ye ulaştı. Şerbetçiotu kullanılarak yapılan biralar Orta Çağ'ın sonlarına doğru çok tutuldu. Bu dönemlerde İngiltere ve Hollanda'da bir kişi başına yıllık bira tüketimi 275 ile 300 litre arasındaydı. Alkol oranı düşük olan biralar kahvaltıda, yüksek olanlar akşam yemeklerinde olmak üzere, günün her öğününde bira içilirdi. Biraya katıldığı takdirde, şerbetçiotu bir birayı altı aydan daha fazla bir süre taze tutabilirdi. Bu da üretilen ürünlerin dışarı satılmasını kolaylaştırdı.</p><p></p><p></p><p><strong>Damıtılmış içecekler</strong></p><p></p><p>Damıtma işlemleri ilk kez porselen imbiklerde damıtarak bir pirinç viskisi türünü hazırlamış olan Çinlilerce M.Ö. yaklaşık 9. yüzyıldan beri kullanılırdı. Antik Yunan ve Roma uygarlıkları da bu tekniği bilir ve uygularlardı, ancak bu, 12. yüzyılda Arapların kimya alanındaki yeni buluşlarıyla su soğutmalı imbiklerin yaygınlaşmasına dek çok küçük bir oranda kaldı. Dönemin bilim adamlarınca damıtmanın, sıvıyı arılaştırarak, sıvının özünü ortaya çıkardığına inanılırdı. Bu dönemden önce alkollü ya da alkolsüz pek çok damıtılmış sıvının kullanım alanı içmekten çok tıpta ya da yemek pişirmedeydi. Şeker ve çeşitli baharatlarla karıştırılmış üzüm şurubuna pek çok rahatsızlığın iyileştirilmesinde başvurulurdu. Gül suyu; parfüm olarak, el yıkamada ya da yemekleri tatlandırmada kullanılabilirdi. Damıtılan içkiler ara sıra yemekler arasında sofrayı zenginleştiren eğlence tabaklarında kullanılırdı. İspirtolu pamuk, içi doldurularak pişirilmiş hayvanın ağzına konulur ve daha sofraya servis edilmeden bu pamuk yakılırdı.</p><p></p><p>Bu dönemde sert içkiler hekimlerce bir hayli övülürdü. 1309'da Arnaldus de Villa Nova bu tür içkilerin ömrü uzattığını, kötü ruh hâlini azalttığını, kalbi yenilediğini ve gençlik sağladığını yazmıştır. Orta Çağ'ın sonlarına doğru özellikle Alman toplumları başta olmak üzere evlerde de kaçak içki üretimi hız kazanmaya başladı. 13. yüzyılda kanyakın menşei olan Hausbrand yapılarak yaygınlaştı. Orta Çağ'ın sonlarına doğru bu tür içkilerin tüketimi öylesine yayıldı ki 15. yüzyılın sonlarına doğru bunların üretimine ve tüketimine bir kısıtlama getirildi. 1496 yılında Nürnberg şehrinde sert içkilerin pazar günleri ve diğer resmî tatillerde satılmasıma yönelik bir yasak ilan edildi.</p></blockquote><p></p>
[QUOTE="Suskun, post: 320872, member: 21093"] [B]Tahıllar[/B] [CENTER] [img]http://i.imgur.com/47lMT1w.jpg[/img] [I][SIZE=4]Bir müşterisini kandırmaya çalışırken yakalanan fırıncı, satmaya çalıştığı ekmek boynuna asılmış bir biçimde atlı kızak ile yollarda sürüklenirken.[/SIZE][/I][/CENTER] Toplumun tüm kesimlerinde yiyeceklerin temelini tahıllar ve bunlardan yapılan yemekler oluşturuyordu. Bu genellikle ekmek ya da daha az yaygın olarak yulaf lapası, makarna, un çorbası da olabiliyordu. Bu dönemde Avrupa genelinde tahmin edilen ekmek tüketimi bir günde kişi başına 1 - 1.5 kilogram kadardır. Tüketilen en yaygın tahıllar çavdar, arpa, kara buğday, darı ve yulaftır. Pirinç ise Orta Çağ boyunca çok pahalı bir tüketim maddesi olarak kalmış, yalnızca Orta Çağ'ın sonlarına doğru İtalya'nın kuzey bölgelerinde kısıtlı bir biçimde yetiştirilebilmiştir. Buğday tüm Avrupa'da oldukça yaygın olarak kullanılmış, diğer tüm tahıllar arasında en besleyicisi olarak kabul edilmiştir. Ancak diğer tahıllara göre daha saygın bir yeri olduğu için fiyatı da daima yüksek olmuştur. Bugün Avrupa'da en çok kullanılan un türü olan elenmiş beyaz un, o dönemde yalnızca soylu kişilerin sofrasında bulunmuş, toplumun daha alçak kesimlerindekiler kepek oranı daha yüksek, esmer ekmekler yemişlerdir. Hasat mevsimi sonunda tahıllar az ise ve kıtlık başlarsa tahıllar; kestane, kurutulmuş tohumlar, meşe palamudu ve eğreltiotu gibi besin değeri olan ya da olmayan pek çok sebze türü ile tamamlanabilirdi. Orta Çağ yemeklerinin en yaygın ögelerinden biri de yemeklerin sularıdır. Gerek büyük ziyafetlerde, gerekse küçük atıştırmalarda, lokmalar hâlindeki ekmekler; şarap, et suyu, çorba ya da sos gibi besinlere bandırılıp ıstlatılarak yenirdi. [CENTER][img]http://i.imgur.com/mG0KbYT.jpg[/img] [I][SIZE=4]Yardımcısı ile birlikte çalışan bir fırıncı. Dönemin en yaygın besinlerinden; yuvarlak biçimli hamurlar ile yapılan ekmekler.[/SIZE][/I][/CENTER] Ekmeğin Orta Çağ sofralarında sahip olduğu önem, fırıncıların tüm Avrupa toplumlarında çok büyük bir rol oynaması sonucunu doğurmuştur. Şehirlerde ilk örgütlenenler fırıncılar olmuş, yasalarla ekmek fiyatları sabit duruma getirilmiştir. 1266 Ekmek ve Bira Kanunnamesi ile İngiltere'de bir ekmeğin yapıldığı ana maddenin tane büyüklüğüne göre fiyatı, ağırlığı ve boyutları ayrıntılı bir biçimde belirtilmiştir. Fırıncıların kâr payları kazanç tablolarında taahhüt edilmiş; ancak daha sonra Hayırsever Fırıncılar Derneği'nin lobi çalışmalarıyla yakacak parasından, ekmeğe eklenen tuza kadar pek çok gerecin fiyatı buna eklenerek bu pay arttırılmıştır. Ekmek yalnızca yemek için kullanılmaz bunun yanında pek çok yan işe hizmet ederdi. Alınan bir yemekten diğerine geçişte bıçak ya da çatal ekmekle temizlenirdi. Sofrada bulunan ortak tuzluktan tuz almak için de bıçakların uçları kullanılırdı ve tuzu alırken de bıçaklar ekmekle temizlenirdi. Hatta elle tutulamayacak sıcaklıkta tabakların bile, üst sınıf davetler dışında, hizmetçilerin avuç içlerine bir dilim ekmek almalarıyla üstesinden gelinebilirdi. [B]Meyve ve sebzeler[/B] [CENTER][img]http://i.imgur.com/dp3Pkgf.jpg[/img] [I][SIZE=4]Lahana hasadı, Takvim es-sıhha, 15. yüzyıl[/SIZE][/I][/CENTER] Yemeklerde başlıca tüketilen besinler genelde tahıl türleri olsa da; lahana, pancar, soğan, sarımsak ve havuç gibi sebzeler de tahıllar kadar olmasa da yaygın bir biçimde tüketilmiştir. Sebzeler çalışanlar ve köylü sınıfındakiler tarafından sıklıkla tüketilmiş ama her zaman ete göre daha az prestijli besinler olmuştur. Orta Çağ'ın sonlarına doğru ortaya çıkmaya başlayan, genelde varlıklı ailelere yönelik yazılmış yemek tarifi kitapları da meze ve çorba türlerinin dışında sebzeleri çok az kullanmıştır. Meyveler sıkça tüketilen besinlerdi ve taze, kurutulmuş olarak ya da reçel yapılmış biçimde tüketilirdi. Pek çok et yemeğinde ete eşlik ederdi. Yine dönemin beslenme uzmanları meyvelerin çiğ yenilmesini uygun görmezlerdi. Şeker ve balın fiyatlarının çok yüksek olmasından dolayı çoğu zaman yemekler içinde bir nevi tatlandırıcı olarak kullanılırdı. Güneyde bilinen ve tüketilen başlıca meyveler; limon, ağaç kavunu, acı portakal (Tatlı portakallar Avrupa'ya yüzyıllar sonra gelmiştir.), nar, ayva ve en yaygın meyve olan üzümdü. Daha kuzeyde elma, erik, armut ve çilek de yetiştirilir ve yaygın olarak tüketilirdi. İncir ve hurma tüm Avrupa'da bilinip yenilmesine karşın Kuzey ülkelerinde her zaman daha pahalı olmuştur. Bugünkü Avrupa kültürlerinin mutfaklarından bazılarının ana ögeleri olan patates, barbunya, kakao, vanilya, acı biber, domates, mısır vb. gibi besinler ise 15. yüzyıla dek Avrupa'da mevcut değildi. 15. yüzyılda Amerika Kıtası'nın bulunması ile başlayan kültürel etkileşim sonucunda Avrupa'ya girmeye başlayan bu yiyeceklerin yerleşmesi ve toplumlar tarafından kabul görmesi de uzun bir süre almıştır. [B]Etler[/B] [CENTER][img]http://i.imgur.com/TUStqry.jpg[/img] [I][SIZE=4]Kesilmek üzere bayıltılan bir domuz.[/SIZE][/I] [/CENTER] Tüm yabani hayvanların etleri oldukça popüler olsa da en çok tüketilen et evcil hayvanlardan gelirdi. Sığır eti tüketimi günümüzdekinden çok daha azdı, çünkü büyükbaş hayvan yetiştirmek yoğun emek gerektiren, geniş otlaklar ve yem isteyen bir işti. Ayrıca öküz ve inekler tarım işlerinde kullanılan başlıca güçler olduğundan ve süt verdiklerinden oldukça değerli canlılardı. Ancak buna rağmen, artık çalışamayacak duruma gelmiş yaşlı ve sayrı hayvanlar ise pek değerli olmazdı. Daha az ilgi ve bakım gerektirmesi ve besleme kolaylığından dolayı en yaygın tüketimi olan et türü domuz etiydi. Domuzlar beslendikleri yerden sık sık kent merkezine kaçar burada buldukları her türlü mutfak atıklarını yiyerek beslenirlerdi. Henüz annelerini emen yavru domuzlar ise çok revaçta olan besinlerdi. Kuğu, tavuskuşu, bıldırcın, turna ve keklik gibi kuşlar da dâhil avlanabilen yabani kuş türlerinin pek çoğu yenirdi. Kuğu ve tavuskuşları evlerde beslenirdi; ancak yalnızca seçkin kişilerce yenirdi. Kaz ve ördekler de bu dönemde evcilleştirilmiş olmalarına karşın tavuk ya da domuz eti kadar tüketilmemişlerdir. Bu dönemde uygulanan tuhaf bir olgu da yaban kazlarının bir kuş türü değil de, balık türü olduğuna inanılmasıydı. Bu nedenle Büyük Perhiz dönemlerinde diğer kuşların etleri yenmezken bu hayvanın eti yenirdi. Et, sebzelere göre daha pahalı bir yiyecek türüydü. Protein bakımından oldukça zengin olmasına karşın, aynı miktar et ile sebzenin verdiği kalori karşılaştırıldığında, sebzeler daha baskın çıkardı. Et ve et ürünleri ekmekten 4 kat daha pahalı olabilirdi. Buna karşın balık kıyı kasabalarında bile ekmek ile karşılaştırıldığında 16 kat daha pahalı olabilirdi. Avrupa nüfusunun neredeyse yarısını yok ederek geçen büyük veba salgınının ardından et yoksul kişiler için bile çok daha yaygın bir besin hâline geldi. Pek çok kalabalık bölgede nüfusun keskin düşüşü işgücü kıtlığını doğurmuş, buna bağlı olarak işçi ücretleri artmıştır. Ayrıca sahipsiz kalan geniş otlaklarda özgürce otlayan hayvanların varlığı nedeniyle marketlerdeki etlerin miktarı da oldukça artmıştır. [B]Balık ve deniz ürünleri[/B] [CENTER][img]http://i.imgur.com/TUStqry.jpg[/img] [I][SIZE=4]Bir akarsuda taşemen balığı tutulması; Takvim es-sıhha, 15. yüzyıl.[/SIZE][/I] [/CENTER] Diğer hayvan etlerine göre daha az değer verilmesine ve yalnızca oruç günlerinde sığır eti yerine alternatif olarak tüketilmesine rağmen deniz ürünleri kıyı illerinin geçiminde dayanak noktasıydı. Orta Çağ toplumlarına göre balina ve domuz balıkları da dâhil olmak üzere tam olarak karada yaşamayan her canlı bir "balık" idi. Pullu kuyruğu ve suda çok vakit geçirmesiyle tanınan kunduzlar ve nereye göç ettiklerinin bilinmemesinden dolayı kazlar da birer balık olarak kabul edilirdi. Bu hayvanların da, Hristiyan inancında diğer etlerin yenmediği oruç günlerinde tüketilmesi kabul edilirdi. Balıkçılık ve Atlas Okyanusu ile Baltık Denizi'nden çıkan ringa ve morina balıklarının ticareti oldukça önemliydi. Özellikle ringa balığının satımı Kuzey Avrupa ülkeleri için çok büyük bir ekonomik gelir kaynağı; ve Baltık Denizi çevresindeki ülkelerin ticaret loncalarının kurduğu Hansa Birliği içinde pazarlanan mallardan en yaygınıydı. Baltık Denizi'nden çıkan tütsülenmiş ringa balıkları İstanbul pazarlarında bile bulunabilirdi. Balıkların büyük bir bölümü genelde taze olarak tüketilmesine karşın, bir kısmı tuzlanarak, kurutularak ya da daha az yaygın bir yöntem olsa da tütsülenerek tüketilirdi. Morinalar ortadan ikiye yarılır, bir çubuğa bağlanır ve kurutulurdu, bu da belirli bir süre içinde tüketilmesi gerekmesine karşın yaygın olarak kullanılan bir yöntemdi. [B]İçecekler[/B] [CENTER][img]http://i.imgur.com/WPKZOiM.jpg[/img] [I][SIZE=4]Şarap içen bir Katolik rahibi.[/SIZE][/I][/CENTER] Modern çağlarda suyun yemeklerde içilmesi yaygın bir davranış olarak kabul görse de Orta Çağ'da suyun temizliğine yönelik kaygılar, tıbbi öneriler ve toplum gözündeki alçak değeri nedeniyle yemekler sırasında daha az tüketilmiş, alkollü içecekler her zaman suya tercih edilmiştir. Alkollü içeceklerin daha besleyici ve sindirime daha çok yardımcı olduğuna inanılırdı ve diğer içeceklere göre çürüme-kokma gibi bozulmalara maruz kalma riskini daha az taşıması da çok büyük bir avantaj olarak görülürdü. Şarap, Fransa'nın büyük bir bölümünde ve batı Akdeniz başta olmak üzere üzümün yetiştirilebildiği hemen her yerde günlük olarak tüketilirdi. Daha kuzeye çıkıldıkça şarap, burjuva sınıfının ve onu almaya gücü yeten soylu kesimin tercih ettiği bir içecekti. Köylüler ve çalışan kesim arasında çok daha az yaygındı. Kuzey bölgelerde çalışan kesimin en çok başvurduğu başlıca alkollü içecekler bira ve aleydi. Birayı uzun süre muhafaza etmenin oldukça güç olması nedeniyle özellikle şerbetçiotunun toplanma zamanında bira genelde taze olarak tüketilirdi. Şarap gibi, hemen hemen Antik Roma'dan bu yana bilinen meyvelerin suları, Orta Çağ'da da yaygın bir biçimde tüketilirdi. Ayva ya da muşmuladan yapılma içecekler, nar şarabı, dut ya da böğürtlen şarapları, elma şırası, elma ve armut türlerinin oldukça geniş alanlarda yetiştirildiği Kuzey Avrupa ülkelerinde oldukça yaygındı. Bal ve suyla yapılan bal likörünün hem alkollü hem de alkolsüz türlerinin adı döneme ilişkin pek çok yemek tarifinde geçer. Ancak, ballı içecekler Orta Çağ'ın sonlarına doğru daha az tüketilmeye başlanmıştır. Mayalanmış at ya da deve sütünden yapılan hafif alkollü bir içki olan kımız Avrupa'da bilinirdi ancak yalnızca hekimlerce bazı hastalara ilaç olarak verilirdi. Bal likörü, bazı önemli gün ve kutlamalarda baş içecek durumuna gelmiş olduğu Slav toplumları arasında ortak bir içecek olarak kabul edilirdi. Anlaşmalar yapıldığında, önemli bölgesel kararların alındığı toplantılarda bal likörü yine törensel bir içecek olarak sunulurdu. [B]Şarap[/B] [CENTER][img]http://i.imgur.com/nipURTV.jpg[/img] [I][SIZE=4]Şarabın nasıl saklanacağını gösteren bir kadın.[/SIZE][/I] [/CENTER] Şarap yaygın olarak tüketilir ve en seçkin, en sağlıklı içecek olarak kabul edilirdi. Antik Yunanistanlı tıp bilgini Galen yazmış olduğu kitaplarda şaraba sek ve acımsı bir içecek olarak değinmiştir. Şarabın bu değerleri içine su katılarak düşürülmüştür. Pek sevilerek tüketilmeyen içecekler olan su ve biranın aksine şarabın (hepsinin içinde özellikle de kırmızı şarabın) tüketilmesinin sindirimi kolaylaştırdığına, kan dolaşımını güçlendirdiğine ve iyi bir ruh hâli sağladığına inanılırdı. Şarabın kalitesi mahsülün türüne ve daha önemlisi suyunu çıkartma kalitesine bağlı olarak değişkenlik gösterirdi. İlk ezme işlemi sonucunda en iyi ve en pahalı şarap elde edilirdi ve toplumun üst sınıflarında yaşayanlara satılırdı. İkinci ve üçüncü ezme işlemlerinde ortaya çıkan şarap daha düşük nitelikte olur ve daha az alkol oranına sahip olurdu. Yüksek kalitede bir kırmızı şarabın tam olarak ermesi özel bir bilgi birikiminin yanı sıra pahalı saklama yöntemleri ve donanım da gerektirmiş ve bu da ürünün fiyatının yüksek olmasına neden olmuştur. Kötüye giden şarapların nasıl kurtarılabileceğine yönelik tavsiye niteliğindeki eser ve yazıların çokluğu şarapları korumanın yaygın bir problem olduğunu göstermektedir. 14. yüzyılda yazılmış bir yemek kitabı olan Le Viandier'de bozulmaya yüz tutmuş şarapların nasıl kurtarılabileceğine ilişkin pek çok bilgi verilmiştir. Kitaba göre kullanılan yöntemler içinde fıçıların ağzına kadar doldurulması, içine kurutulmuş ya da kaynatılmış üzüm çekirdelerinin atılması ve içine bir miktar kül atılması da yer alır. İçine baharat serpilmiş ya da baharatlarla birlikte kaynatılmış şarap yalnızca varlıklı kişilerin tükettiği bir içecek olarak kalmamış, dönemin hekimleri tarafından da oldukça sağlıklı olduğu düşünülmüştür. [B]Bira[/B] Avrupa'nın büyük bir bölümünde sofraların en yaygın içeceği şarap olmasına rağmen üzüm yetiştiriciliğinin yapılamadığı Kuzey Avrupa ülkelerinde durum böyle değildi. Dışarıdan alınmış şaraplar içen soylular olsa da özellikle Orta Çağ'ın sonlarına doğru en varlıklı kişilerin bile en çok tükettiği içecek bira ve ale olmuştur. Hollanda'da, İngiltere'de, Almanya'da, Polonya'da ve İskandinav ülkelerinde bira günlük bir içecek hâlini almış ve toplumun tüm sınıflarındaki kişilerce tüketilmiştir. Ancak, Akdeniz ve Arap kültürlerinin o dönemde tıp bilimi üzerindeki belirgin etkisi nedeniyle (Özellikle Reconquista hareketleri döneminde) bira çoğu zaman kötü bir içecek olarak gösterilmiştir. Buna karşın bira, Avrupalıların çoğuna göre, kuzeydekilerin içtikleri içki ve yemeklerinde kullandıkları şeyler ile karşılaştırıldığında mütevazı bir içecekti. Bira, kabul edilen bir içecekti ancak pek çok da olumsuz yönü saptanıp, belirtilmişti. 1256 yılında İtalya'nın Siena kentinde yetişen bir hekim olan Aldobrandio bira hakkında şöyle yazmıştır; “ ...ancak neden yapılmış olursa olsun, ister arpa, ister buğday, ister yulaf; bira beyne ve mideye zarar verir. Soluğun kötü kokmasına, diş çürümelerine neden olur. Karnı pis gazlar ile doldurur. Sonuçta bunu beyaz şarap ile birlikte içen kişi hemen sarhoş olur; ama bira boşaltım sistemini kesinlikle pek iyi çalıştırır, temizler, kişinin etlerinin de beyaz ve yumuşacık olmasını sağlar. ” [CENTER][img]http://i.imgur.com/DPB4Tyz.png[/img] [I][SIZE=4]17. yüzyılın başlarında bira fıçılarının saklandığı bir mahzen.[/SIZE][/I][/CENTER] Biranın kişiye verdiği sarhoşluğun şarabın verdiğinden daha az sürdüğüne inanılıyordu ve şarabın verdiği sahte susuzluk duygusuna neden olmadığı söyleniyordu. Kuzey Avrupa toplumlarındaki kadar aşırı olmasa da Fransa'nın kuzeyinde ve İtalya'da da bira tüketiliyordu. Normandiyalıların İngiltere'yi fethi nedeniyle ya da Fransa - İngiltere arasında sık sık yolculuk yapan tüccarlar sayesinde Fransızların tanıdıkları bir içki olan ve arpayla yapılan ancak içinde şerbetçiotu kullanılmayan godaleden (İngilizce: Good ale, bu dönemde pek çok sözcük gibi bu da doğrudan Fransızcaya girmiştir) Fransa'da 14. yüzyılda yazılan bir yemek kitabı olan Le Menagier de Paris`de bahsedilmiştir. Bunun yanında İngiltere'de sıcak süt ve soğuk alenin karıştırılmasıyla elde edilen ve baharatlarla tatlandırılan posset adlı içki de oldukça yaygın olarak tüketilirdi. Biraya tat vermek için şerbetçiotunun kullanılması çok eski zamanlardan beri bilinmesine karşın üretim ve kullanım şartlarındaki zorluklar nedeniyle yavaş yavaş yerleşiyordu. Şerbetçiotunun keşfedilerek kullanılmaya başlanmasının öncesinde biraları tatlandırmada çeşitli baharatların karıştırılması ile elde edilen çeşniler kullanılıyordu. Bu tür baharatlar, şerbetçiotu gibi biranın uzun süre saklanması gibi kolaylıklar vermediğinden, biranın kaçınılmaz bozulması gerçekleşmeden bir an önce tüketilmesi gerekiyordu. Bir başka tatlandırma yöntemi biranın içindeki alkol miktarını arttırmaktı ancak bu hem pahalı bir yöntemdi hem de hızlı bir sarhoşluğa neden olduğundan daha az tercih ediliyordu. Orta Çağ'ın başlarında bira fıçılarının tutulduğu başlıca yerler manastırlardı. Ailelerin evlerinde bira tutması çok daha az rastlanan bir olaydı. Ancak Orta Çağ'ın ortalarına doğru Almanya'daki kentler bira üretimini yeni yeni devralmaya başladılar. Ancak tüm bu üretim yerleri küçük aile şirketleriydi ve genelde çalışan işçilerin sayısı 8 - 10'u geçmezdi. Yeni mayalandırma tekniklerinin de kullanıldığı bu üretim yerleri daha sonra, 14. yüzyılda Hollanda'da da yayıldı. Daha sonra Belçika'ya ve sonunda 15. yüzyılda İngiltere'ye ulaştı. Şerbetçiotu kullanılarak yapılan biralar Orta Çağ'ın sonlarına doğru çok tutuldu. Bu dönemlerde İngiltere ve Hollanda'da bir kişi başına yıllık bira tüketimi 275 ile 300 litre arasındaydı. Alkol oranı düşük olan biralar kahvaltıda, yüksek olanlar akşam yemeklerinde olmak üzere, günün her öğününde bira içilirdi. Biraya katıldığı takdirde, şerbetçiotu bir birayı altı aydan daha fazla bir süre taze tutabilirdi. Bu da üretilen ürünlerin dışarı satılmasını kolaylaştırdı. [B]Damıtılmış içecekler[/B] Damıtma işlemleri ilk kez porselen imbiklerde damıtarak bir pirinç viskisi türünü hazırlamış olan Çinlilerce M.Ö. yaklaşık 9. yüzyıldan beri kullanılırdı. Antik Yunan ve Roma uygarlıkları da bu tekniği bilir ve uygularlardı, ancak bu, 12. yüzyılda Arapların kimya alanındaki yeni buluşlarıyla su soğutmalı imbiklerin yaygınlaşmasına dek çok küçük bir oranda kaldı. Dönemin bilim adamlarınca damıtmanın, sıvıyı arılaştırarak, sıvının özünü ortaya çıkardığına inanılırdı. Bu dönemden önce alkollü ya da alkolsüz pek çok damıtılmış sıvının kullanım alanı içmekten çok tıpta ya da yemek pişirmedeydi. Şeker ve çeşitli baharatlarla karıştırılmış üzüm şurubuna pek çok rahatsızlığın iyileştirilmesinde başvurulurdu. Gül suyu; parfüm olarak, el yıkamada ya da yemekleri tatlandırmada kullanılabilirdi. Damıtılan içkiler ara sıra yemekler arasında sofrayı zenginleştiren eğlence tabaklarında kullanılırdı. İspirtolu pamuk, içi doldurularak pişirilmiş hayvanın ağzına konulur ve daha sofraya servis edilmeden bu pamuk yakılırdı. Bu dönemde sert içkiler hekimlerce bir hayli övülürdü. 1309'da Arnaldus de Villa Nova bu tür içkilerin ömrü uzattığını, kötü ruh hâlini azalttığını, kalbi yenilediğini ve gençlik sağladığını yazmıştır. Orta Çağ'ın sonlarına doğru özellikle Alman toplumları başta olmak üzere evlerde de kaçak içki üretimi hız kazanmaya başladı. 13. yüzyılda kanyakın menşei olan Hausbrand yapılarak yaygınlaştı. Orta Çağ'ın sonlarına doğru bu tür içkilerin tüketimi öylesine yayıldı ki 15. yüzyılın sonlarına doğru bunların üretimine ve tüketimine bir kısıtlama getirildi. 1496 yılında Nürnberg şehrinde sert içkilerin pazar günleri ve diğer resmî tatillerde satılmasıma yönelik bir yasak ilan edildi. [/QUOTE]
Alıntıları ekle...
İsim
Spam kontrolü
Ülkemizin kuzeyindeki deniz hangisidir? (bitişik yazınız)
Cevapla
Forumlar
Tarih
Dünya Tarihi
Orta Çağda Avrupa mutfağı
Top