Olumlu Düşüncenin Gücü

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
Olumlu Düşüncenin Gücü

The Human Genome – İnsan Gen Projesi kapsamında insan gen haritası çıkartıldığında, %99,9 birbirimizin aynısı olduğumuzu görmüştük. İnsan ırkı %99,9 birbirinin aynısı ise, ortadaki 6,5 milyar farklı insan neyin nesiydi acaba?

Neden dünyanın değişik bölgelerinde, ülkelerinde, şirketlerinde ve ailelerinde birbirinden taban tabana zıt, farklılığı ayyuka çıkmış insan tipleri var? Ve asıl önemlisi bu gördüğümüz insanların neden büyük bir bölümü olumlu düşünce özürlüsü haline gelmiş? Neden?

Her şeyden önce farklılıkların, düşüncedeki farklılıklardan oluştuğunu bilmeniz lazım. Peki düşüncedeki farklılıklar nereden kaynaklanıyor? Neden bazı insan tipleri, meseleleri kafaya takmayan tipler olurken, diğerleri en basit bir olayı bile ömür törpüsü haline çevirebiliyor? Bazılarına göre hayat fıstık gibi akıp giderken, diğerleri takıntılı, kuruntulu insanlar haline geliyor ve hayatı çekilmez hale getiriyorlar?

Bir Çin Bilgesi “You are what you eat” der. Yani ne yersen o’sun. Ben de “you are what you think” diyorum. Yani ne düşünürsen o’sun. Ben düşüncenin gücüne inanan bir insanım. İster negatif, ister pozitif olsun, düşünce stiliniz kaderiniz haline gelir. Düşünce bir enerjidir ve bu enerjini etrafa yaydığı olumlu ya da olumsuzluklar vardır. Pozitif düşünce, ruhsal ve bedensel üretime dönüşür. Size bir şeyleri başartır ve haz verir. Negatif düşünce ise ruh ve bedeninizi tüketime götürür. Bedensel hastalıklarınızı arttırır ve psikolojik dengenizi mahveder.

Tarih boyu, “Ben kendime daha fazla nasıl zarar verebilirim? Psikolojimi nasıl bozabilir ve kendi hayatımı nasıl mahvedebilirim?” gibi bir sorular soran kişilerden uygarlığa yansımış hiçbir katkı yoktur. Halbuki “Ben başarmalıyım, bir şeyler yapmalıyım, mevcut yaptıklarımdan daha fazla neler yapabilirim?” sorularının cevabını bulma peşindeki insanlar, tarihe yön vermiş ve insanlık tarihine katkı sağlamış şahsiyetlerdir.

Bu durumun, açık seçik orta yerde gözler önünde olmasına rağmen, insanlar pozitif düşünce üretmeyle ilgili pek başarılı bir strateji geliştiremiyorlar. Biliyorlar, ama bile bile lades durumundan da kendilerini kurtaramıyorlar.

Türk toplumunda hayatımıza kazınmış yanlış düşüncelerin dayatması içindeyiz hepimiz. Çepeçevre negatif bir kuşatma altındayız. Çepeçevre olumsuz düşünceler sarmalındayız.

“Acaba çocuğum olacak mı, yoksa çocuğum olmadığı için kocam kayınvalidemin baskısı ile beni boşayacak mı?” korkusu ile, mutlu bir evliliği sağlıklı bir şekilde sürdürmek mümkün mü?

Ya da kadıncağız hamile kalsa bile, bu sefer de “Acaba düşük yapar mıyım, ya doğum normal doğum olmazsa, ya bebek ters gelirse, ya sezaryende ameliyat masasından kalkamazsam?” kaygısını yaşıyor 9 koca ay ve 10 koca gün boyunca. Neyse ki, ultrason denilen görüntüleme cihazları var. Bebeğin cinsiyeti ile ilgili, 9 ay 10 gün anksiyete yaşamaya gerek kalmıyor. Kızsa kız; erkekse erkek. Kabus dolu bir doğum süreci yaşamaya gerek yok. Ama bu sefer de “Alçak karı bana bir erkek evlat veremedin, yuh olsun sana!” vandalizmi tırmalıyor beyinleri.

Amerikalı bir erkek, evliliğinin 7 yılında elinde bir demet buketle eve gelirse, evdeki eşinin bunu yorumlaması şöyle oluyor: “Vay adi herif! 7 yıl boyunca bir tek gül bile getirmedin. Şimdi kimbilir ne haltlar işledin ki, kendini affettirmek için elinde bi dolu buket eve geliyorsun.” Ve kadın evi terkediyor, evlilik veya partnerlik sona eriyor.

İşyerleri kariyer savaşlarının yapıldığı modern bir arenaya döndü. Aslında hiç de değil. İşyerleri yapı, ekipman ve üretim olarak mükemmel düzeyde modernleşti, çağdaşlaştı. İnsanın içini ferahlatan ve insana huzur veren bir yapıya kavuştu. Peki ya içindeki insanlar? Sorun insanda. İnsanı, istediğin kadar modern, çağdaş yapılara ve ekipmanlara kavuştur, kafası çağdaşlaşmadan muasır medeniyetler seviyesini yakalamak pek mümkün değil galiba.

Nasıl olsun ki? Yeni işe giren eleman, “Şirket ne zaman küçülecek, küçülemezse şirket ne zaman batacak, patron ne zaman beni işten atacak, müşterilerden bir şikayet telefonu ne zaman gelecek, çalışma arkadaşlarım arasındaki Brütüs kim olacak?” gibi olumsuz sorularla balataları sıyırıyor, kafayı yiyor ve yok yere hayatı zehir ediyor kendine. Olumsuz düşüncelerle sadece kendi kafasını yese, yine gam yemeyeceğim. Ama motivasyonu düşük, düşünce mentalitesi bozuk bir eleman, patronun da kafayı yemesine yol açıyor. Adam onca yatırıma girdiğine mi yansın, tahsis ettiği onca kaynağa mı yansın, bilemez hale geliyor.

Spor dünyası da bundan pek farklı değil.

Biz yapamayız abi, biz başaramayız abi görüşü her yerde hakimiyetini koruyor. Son zamanlarda elde edilen olağanüstü başarı desteğine rağmen henüz bir “başarı kültürü” doğamadı toplumumuzda. Hala boynumuz bükük, gözlerimiz sönük, yüzümüz soluk, omzumuz çökük, umudumuz yitik, kalplerimiz kırık bir hayat yaşıyoruz. Ufff, sıkıldım valla. Yazması bile sıkıcı. Tamam da bunu yaşamak zorunda mıyız? Olumsuz düşünce labirentinde kafayı yemekle mi geçecek bize sunulan, bir armağan olarak verilen ve her saniyesi birbirinden değerli ve aynı anı bir daha yaşamanın imkanı olmayan bu hayat? Bu şizofreni ile yaşamak zorunda mıyız?

Eskiler, “Güzel bakan, güzel görür, güzel gören güzel düşünür.” demişler. Hayata güzel yönlerinde bakmak, hayatın güzelliklerini görmek zamanı gelmedi mi dersiniz?


Münir Arıkan
 
Top