• Merhaba Ziyaretçi.
    "Yapay Zeka Objektif " Fotoğraf Yarışması başladı. İlgili konuya  BURADAN  ulaşabilirsiniz. Sizi de bu yarışmada görmek isteriz...

''O fotoğrafın öyküsü..''

Düş

Özel Üye
Özel üye
İlknot: Üşenip okumayan, okurken arka fonda ''Sezen Aksu-Son bakış'' dinlemeyen aciz arkadaşlara saygılar.

*O şarkıyı her dinlediğimde içimin acımasına sebep olan hikayesi..
SON BAKIŞTAKİ O GÖZLER KALDI AKLIMIZDA!*

Öncelikle o fotoğrafın sahibi Erdal Eren kimdir ?

Erdal Eren (25 Eylül 1964, Şebinkarahisar, Giresun - 13 Aralık 1980, Ankara), 12 Eylül Darbesi öncesinde bir askeri inzibat erini öldürdüğü gerekçesiyle hüküm giyen ve asılarak idam edilen Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği üyesi ve Ankara Yapı Meslek Lisesi öğrencisi. Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği üyesi ve Orta Doğu Teknik Üniversitesi öğrencisi Sinan Suner, 30 Ocak 1980 tarihinde Milliyetçi Hareket Parti'li Bakan Cengiz Gökçek'in koruması Süleyman Ezendemir tarafından vurularak öldürüldü.[1] Erdal Eren, Suner'in öldürülmesini protesto etmek için 2 Şubat 1980 günü düzenlenen gösteride gözaltına alınan 24 kişinin arasındaydı. Gösteri sırasında çıkan çatışmada er Zekeriya Önge'yi öldürdüğü iddiasıyla tutuklanan Erdal Eren, yargılanarak 19 Mart 1980 tarihinde idama mahkûm edildi. Milli Güvenlik Konseyi tarafından onaylanan karar, 13 Aralık 1980'de Ankara Merkez Kapalı Ceza ve Tutukevi'nde infaz edildi.

Erdal idam edilmeden 16 saat önce kendisini ziyaret eden gazeteciler Savaş Ay ve Emin Çölaşan'a,"avukatıyla görüştürülmediğini, 18 yaşının altında olmasına rağmen idam edilmek istendiğini, yaşının 18'den küçük olduğunu tespit edecek olan kemik testi yapılması talebinin kabul edilmediğini, vurduğu söylenen jandarma erine çok uzaktan ateş açtığını ama otopside yakın atışla öldüğünün kanıtlandığını, kendisini ibret olsun diye asacaklarını ve ölümden korkmadığını" söyledi.

Ağabeyi Erkan Eren, Erdal'ın Mamak Askeri Cezaevi'nde tutuklu kaldığı dönemde gördüğü ağır işkencenin izlerine tanık olduğunu dile getirdi. Erdal'ın idam edildiği tarihte yaşının 18'den küçük olduğunu belirten Erkan Eren, infazı radyodan öğrendiklerini ve Erdal'ın kimsesizler mezarına gömülmek istendiğini söyledi.
-Vikipedia-

vNAOTxq.jpg

''O fotoğrafın öyküsü..''

12 Eylül darbesinin sembol ismi, 17 yaşında idam edilen Erdal Eren’in son fotoğrafının, "Son bakış”ının birbirine geçen öyküleri... Bundan tam 32 sene önce 13 Aralık 1980'de idama yürüyen Erdal Eren'in en hüzünlü şarkılara konu olan o sembol fotoğrafının hikayesini, fotoğrafı çeken ve ölümünden bir gün önce Eren ile uzun uzun sohbet etme imkanı bulan usta gazeteci anlattı.
HAKAN DİLEK

BİR FOTOĞRAF ETRAFINDA DÖNEN BİRÇOK ÖYKÜ OKUYACAKSINIZ
12 Eylül darbesinin hemen ardından henüz 17 yaşındaki Erdal Eren idam edildi.

6QoRFU6.jpg

Hücresinin önündeki son fotoğrafını Savaş ay çekti.

RDEBANv.jpg

Son röportajını Emin Çölaşan yaptı. “Önce İnsanım Sonra Gazeteci” kitabına ilham kaynağı oldu.

Sezen Aksu, Aysel Gürel ve Onno Tunç fotoğraftaki bakıştan etkilenip “Son Bakış” şarkısını yaptı.

Yıllar sonra Teoman “17” şarkısını bu fotoğrafa yazdı.

vNAOTxq.jpg

Siyah-beyaz bir fotoğraf… Yakası kürklü paltosuyla bir “çocuk” koğuşun kapısında dimdik ayakta duruyor. Belli ki hava her anlamda “soğuk”, çok “soğuk”… Bakışlarında öyle yüksek perdeden bir “kahramanlık” da yok, pişmanlık da, korku da… Ama ağır dozda hüzün var, okuyabilene…

6QoRFU6.jpg

Fotoğraf, çekildiği tarihten bir gün sonra asılacak; “12 Eylül karanlık tablosu”nun sembol isimlerinden Erdal Eren’e ait. O anı ölümsüzleştirense dönemin genç foto-muhabiri Savaş Ay…

5zcp2ZA.jpg

Eren’e biçilen suç “bir eri öldürmek” . Oysa tutanaklar “kurşununun yakından sıkıldığını” gösteriyor. Eren “Evet, ben de o tarafa doğru sıktım ama uzaktan, üstelik er öne doğru düştü. Belli ki arkadan ateş edilmişti” diyor. Tutanaklar da aynı şeyi söylüyor. Ama çare yok… Dönem karanlık, tablo karanlık, Eren’in talihi de…
17 yaşında ama daha önce aileyi ilgilendiren bir arazi davası için yaşı mahkeme kararıyla bir sene büyütülmüş. “Kemik raporu” 17’yi gösterse de kâr etmiyor…
Şartlar uygun, “uydurulmuş”… Kalem kırılmış…


İç içe geçen öyküler
Savaş Ay’ın Emin Çölaşan’la, sol ve sağ görüşlü mahkûmları “kaynaştırmak” için uygulanan “karıştır-barıştır” koğuş sistemini haberleştirmek için gittiği Mamak Cezaevi’nde çektiği o kare sadece bir dönemi anlatmakla kalmadı, şarkılara ilham kaynağı oldu, kitaplaştı… Emin Çölaşan’ın “Önce İnsanım Sonra Gazeteci” kitabı, Sezen Aksu- Aysel Gürel-Onno Tunç üçlüsünün “Son Bakış” şarkısı hep o fotoğrafın ilhamıyla yazıldı… Teoman’ın “17”si de…

ScV09TJ.jpg


Ve o roportaj;

Savaş Ay’la çektiği bu tarihi fotoğrafın hikâyesini ve “o dönemde” gazeteci olmayı konuştuk…

Savaş Abi, biraz geriye gidelim. Erdal Eren’in hücresine yolculuk nasıl başladı?

25-26 yaşlarındaydım. Milliyet’te çalışıyorum o zamanlar… Folklor yarışmaları var. Oteldeyiz. Gösterimiz bitmiş otururken garson elinde bir kâğıtla geldi.“Telefon var, sizi arıyorlar” dedi. Gazeteden santralci Hasan arıyor; “Abi hemen gazeteye gazeteye gelmeniz lazım”... Geceyi bıraktım, fırladım gittim. Eren Güvener şöyle dedi bana: “Yarın sabah en yeni elbiselerini giyip, en yeni makinelerinle havaalanına gidiyorsun. Saat 7 uçağıyla Ankara’ya gideceksin.” Ankara’ya vardıktan az sonra Emin Çölaşan geldi. Çok teknik konularda çok iyi kalem oynatıyordu. Yeni bir yazardı ve beğeniliyordu. Bürokraside sıkı tanıdıkları vardı.

İşin rengi biraz belli oldu yani…

Araçla Ankara dışına çıkıyoruz. “Emin Abi nereye gidiyoruz?” diye soruyorum, aldığım yanıt şu: “Gidiyoruz, gidiyoruz!” Bir zaman sonra Mamak Muhabere Okulu önüne geldik. Nizamiye Kapısı’nda subaylar karşıladılar bizi. Üstümüz, başımız, çantalarımız... Her şey arandı. Ve dediler ki; “İçeri soktuğunuz ne varsa dışarı çıkarken ne bir eksik ne bir fazla olacak”… Emin Çölaşan o zaman söyledi: “Karıştır- Barıştır öyküsünü yazacağız”.

6QoRFU6.jpg


Ne düşündünüz o zaman?

E sevindim tabii ki. Çoğu arkadaşım orada. Mamak’ta yatıyor. Onları göreceğim. O insanların yaşamlarını belgeleyeceğim. Oranın komutanı ise Raci Tetik; İlhami Soysal’ı falan tokatladığı anlatılır. Var-yok dinlemez bir asker o dönemlerde.
Karıştır-Barıştır koğuşları

Nasıl bir yerdi Mamak?Bir yere getirdiler bizi. Ytong taşından özel yapılmış bir bina. Girdik kapıdan içeri. Herkes tek sıra dizilmiş, tek tip elbiseli. Yan yana duruyorlar ve fakat yaş ortalaması yüksek bir koğuş. Birini çok iyi tanıyorum ama çıkaramıyorum. Dimdik duruyor hazırolda ve karşıya bakıyor. Herkes birbirine benziyor ama onu çok iyi tanıyorum; dikkatlice baktım; Yaşar Okuyan.

1980 öncesinin MHP MYK Üyesi…
Evet... Koğuş çavuşu yapmışlar onu. Hemen yanında Doğu Perinçek. Onun yanında Taha Akyol, Süleyman Arif Emre… Komutan oradakilere dönüp konuştu: “İki grubun lideri olarak şöyle bir sarılın el sıkışın da görsünler. Arkadaşlar fotoğraf çekecekler!” Yaşar Okuyan’ın böyle daha çelebi bir havası vardır. Biraz daha munis davranıp o tarafa doğru yöneldi ama Doğu Perinçek sert çıktı: “Ben burada olmamdan sorumlu tuttuğum adamı ne sarılıp öpeceğim!” Bunu söylerken de mahkeme duvarı gibiydi yüzü. Çok kızmıştı. Bunu duyan Raci Tetik resmen gürledi orada. Sinirlendi ve bir şeyler söylemeye başladı. Hemen Emin Çölaşan müdahale etti: “Çok rica ederim komutan. Biz olağan şeyleri görüntülemeye geldik! Suni bir şey yapıp da tansiyonu yükseltmeyelim.”

Nasıl gelişti sonra olaylar?

Apar topar çıkardılar bizi oradan. Sonradan ne olmuştur bilmiyorum. Doğu Perinçek de Yaşar Okuyan da sonradan çok hayırlı şeyler olmadığını söylediler gerçi…

Mahkûmların durumu nasıldı?
Karıştır-Barıştır” koğuşlarına soktular bizi. Devrimci Yol davasından insanların yattığı koğuşlara geldik. Tepeleme insan dolu içerisi. HDÖ, Acilciler, MLSBP, Halkın Yolu… Bakın bu gruplardan insanlar geçmişte çok sert konuşurlardı; çok sert. Basın açıklamalarından röportajlardan biliyorum. Ben öylesi bir alışkanlıkla öyle bir jargon bekliyorum karşımda. Bölge sorumlusu olduğu söylenen adam ağlayarak Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’ni okuyor.

Nasıldı tavırları?
Ben her türlü hüznü ağlamayı çile çeken insan hâlini gördüm. Madenci karısı nasıl ağlar, trafik kazasında anasını kaybetmiş biri nasıl ağlar… Bu ağlama başkaydı. Adamın çile çektiği, ciğerinin söküldüğü belliydi. Adam düştüğü duruma ağlıyordu. Açıkçası onu çözebilmek için iyi bir gözlemci hatta psikolog olmak lazım. Biriyle konuşuyoruz
şöyle dedi bize: “Tarlaya biri orakla girdi. Vurdu; küçükleri küçük düşürdü, büyükleri büyük düşürdü ama herkesi aynı boya indirdi!”

Sonra…

Başka bir koğuşa geçtik. O arada tutukevinde hoparlörden ne kadar marş varsa hepsi çalınıyor. İstiklal Marşı da var Mehter Marşı da… Hasan Mutlucan’ın bütün repertuarı da… Sonra avluya çıkardılar; voltaları gösterecekler bize. Tam karşımızdakini tanıdım. Doğan Öz’ün katili olmaktan yargılanan İbrahim Çifçi. Düşünün şimdi siz bir adamı
öldürmekten yargılanıyorsunuz, gözü kara biri olarak biliniyorsunuz. Sigara içip volta atıyor. Orada elinde jopla bekleyen bir ere doğru koştu; “Sigaram bitti, atabilir miyim komutanım!” dedi. Emir alınca gitti sigaraların atıldığı yere attı sigarasını, sonra aynı ere tekrar döndü ve sordu; “Sigaramı attım, komutanım voltama dönebilir miyim?”

tyJYxHZ.jpg

“Yarın Erdal’ı asacaklar”

Askerler ne yapıyor peki? Erler, daha alt rütbeliler?
Sonra bizi yemekhaneye götürdüler. Orayı fotoğraflayacağız. Subaylarla erlerin aynı yerde yemek yediklerini gösterecekler bize. Önce komutan tadıyor yemekleri. Bir şey olsa komutan gidecek önce. Subayların oturduğu masaya doğru baktım. İçlerinden birini görünce çok şaşırdım. Tabii o da. Bana, beni tanıma gibisinden işaret yaptı. Sonra bir biçimde yan yana geldik. Bana eğildi ve fısıldadı; “Yarın Erdal Eren’i asacaklar!”

hdJauqy.jpg

Erdal Eren nerede kalıyordu?
İdam mahkûmlarının kaldığı bloklara getirdiler en sonunda… Yan yana üç hücre var. Birinin diğerlerinden bir farkı var; ampulü dışarıda yanıyor. Kabloyu hücrenin içine sokmamışlar. Kabloyu söküp kendine elektrik vermesin diye yapmışlar bunu. O hücre Erdal Eren’in hücresiydi işte. İsa Armağan, Mustafa Pehlivanoğlu’nun yanındaki hücre. İki ülkücü, bir devrimci…

Erdal Eren’le neler konuştunuz? Ne yaptı sizi görünce?
Erdal’ın hücresinin kapısını açtılar. Karaltıyı gördüm ben. Erdal arkasını bize dönmüş, yüzü duvara bakıyordu. Talimat böyleymiş. Komutan gelirse arkan dönük tutuluyorsun. Komutan içeri girip seslendi: “Erdal yüzümüze bakabilirsin!” Bunu üç kere söyledi. Bu da talimatlar gereğiymiş. Erdal bize döndü. Bir komutan ve biz... Dört kişiydik hücresinde. Emin Çölaşan kilitlendi kaldı Erdal’ı görünce, çok etkilendi. Benim de muhabirlik sürecim olduğu gibi bu tür olaylar üzerine ama yarın asılacağını bildiğin bir “çocukla” karşı karşıyasın. Çorum, Kahramanmaraş, Sivas, Malatya, 1 Mayıs olayları, infazlar, kahve taramaları… Bütün bu olayların içinde gazetecilik yapıyorum. Afrika’da kabile savaşlarını da gördüm. On binlerce insanın bir kerede nasıl doğrandığını kareledim.

Nasıl bir diyalog yaşandı aranızda?
Erdal’a sordum; “Bizimle duygularını paylaşır mısın Erdal?” Bana bir baktı Emin Abi ve koluma vurdu. Hani “burada soruları ben sorarım” havasında. Doğru da aslında. Muhtemelen kimin ne yapacağı, hangi görevi üstleneceği yazılmıştı. Ama ben iyi ki de sormuşum. Yanıtladı Erdal: “Beni ibreti âlem için asacaklar. Çünkü hiçbir savunmamı ve söylediklerimi dikkate almadılar. Karar verilmiş. Tamam, erin bulunduğu tarafa doğru bir el sıktım ama vurulan er yüzüstü düştü. Mermiyi benden yese arkaya doğru düşmesi gerekirdi. Arkadan vurulmuştu. Hem de iki mermiyle. Arazi davamız vardı; benim yaşımı büyüttüler; ben 17 yaşındayım 18’ime tamamlamadım! Kemik raporum ortada, bunu dikkate almadılar! Beni burada bitki hâline getirtmek istiyorlar. Ailemle görüştürmüyorlar, gazete bile okuyamıyorum. Çözmek istiyorlar. Halkımı korumak için yaptım. Kitlemi korumak görevini üstlenmiştim, bunun için canımı bile verirdim.” Başbakan hani söylüyor ya; “Diklenmeden dik durmak!” Erdal aynen öyleydi. Son derece ağırbaşlı, bu kadar tertemiz bir yüz. Düşün 17 yaşında çocuk karşında duruyor. Yakası kürklü bir palto var üstünde. Ekim ayı. Nasıl soğuksa o hücre. Konuştuk yatağının üzerinde. Sonra çıktık. Bitmişiz hepimiz duygusal olarak.

Emin Çölaşan ne yapıyordu bu arada?
Emin Çölaşan bana dedi ki; “Yahu kardeşim karşında idam edilecek bir adam var, ona sorulur mu böyle bir durumda duyguların ne diye?” Dedim ki; “Gazeteci duygularını erteleyen adamdır! Şimdi ağlayacağız! Şimdi kafamızı duvarlara vuracağız. Bizim duygulanma hakkımız yoktur! Gazete bizi buraya duygulanmaya göndermedi! Onu son görenler bizleriz. Bak neler çıktı; vasiyetini yazdırdı bize!” Neyse, İstanbul’a geri döndük… Gazeteye geldim. Açtım sayfaları… Flaş, flaş, flaş… Erdal Eren bu sabaha karşı idam
edildi!
Odaya kapanıp çöktüm. İki saat ağladım.

zDvJnFX.jpg


Erdal Eren’in idamının yankıları nasıl oldu?
Sonradan Emin Çölaşan bunları anlattı seminerlerde, toplantılarda. Ve bizim öykümüzü de. “Önce İnsanım Sonra Gazeteci” kitabının adı buradan çıkmadır. Ben o soruyu ona iyi ki sordum. Benim meslekteki hocalarımdan biri Hasan Pulur’dur. Onun dediği gibi; “Gazeteci insandır evet. Ama duygularını erteleyebilen insandır!” İnsanlık bizim sayemizde, bizim yarattığımız olanaklarla bir şeye tanıklık eder, haberdar olur. Sen tanık olacaksın önce. Benim bireysel olarak duygusal davranma hakkım olabilir ama bu herhangi biri olduğumda olabilirdi.

Hikâye burada da bitmiyor tabii…
Bütün filmleri gazeteye teslim ettim sonra. Bir kasada sakladılar. Sonra beni Sezen Aksu aradı bir gün. “Biz o fotoğrafı şarkı yaptık” diye. Ne müthiş bir şey. Duyarlılık gösteriliyor, sözler yazılıyor. Onno Tunç yapıyor düzenlemeyi…

ŞARKI NASIL YAZILDI
Sezen Aksu, gazetede yayınlanan Erdal Eren fotoğrafından çok etkilenir. Öylesine masum, öylesine ölümden uzak, öylesine gençtir ki... Sonra bir de hikâyesini okur. O “son bakış” fotoğrafı aksu’yu çok derinden etkiler. Sözleri Aysel Gürel’le yazılır. Ve Onno Tunç’la birlikte bestelenip hayata karışır, bir ağıt gibi söylenir.
SON BAKIŞ
Bir an duruşu gibi,
Ömrün gidişi gibi,
Veda ederken
Aşk ateşi gibi,
Söner iç çekişler.
Aman aman,
Yandım aman…
Acı yüzler
Kurşun gibi izler,
Son bakıştaki o gözler,
Kaldı aklımızda.

TEOMAN’DAN ERDAL EREN ŞARKISI
Ünlü rock’çı Teoman da 17 adlı şarkısını Erdal Eren için yazmıştı…

17
Boşver beni
Mühim değilim.
Bu O’nun hikâyesi.
Çok beyazdı, kir tutardı,
Ömrü kelebek kadardı.
Mektupları şişedeyken
Bir de bakmış deniz
yokmuş.
Tek başına dans ederken
Mutsuzluktan sarhoşmuş.
Daha 17, 17, 17
17’ymiş.

ERDAL EREN'DEN SON MEKTUP
Sevgili annem, babam ve kardeşlerim;
Sizlere bugüne kadar pek sağlıklı mektup yazamadım. Ayrıca konuşma olanağımız ve görüşmemizde olmadı. Zaten dışarıdayken de birbirimizi anlayacak şekilde konuşamadık. (Bu konuda sizlere karşı büyük oranda hatalı davrandım. Ancak bunu size karşı saygı duymadığım, bu nedenle böyle davrandığım şeklinde yorumlamamanızı dilerim) Bu nedenle sizlere anlatacağım, konuşacağım çok şey var.
Ancak olanak yok. Düşüncelerimi bu mektupla anlatmaya çalışacağım. Şu anda ne durumda olacağınızı tahmin ediyorum. Ama çok açıklıkla söylüyorum ki benim moralim çok iyi ve ölümden de korkum yok. Çok büyük bir ihtimalle bu işin ölümle sonuçlanacağını çok iyi biliyorum. Buna rağmen korkuya, yılgınlığa, karamsarlığa kapılmıyorum ve devrimci olduğum, mücadeleye katıldığım için onur duyuyorum. Böyle düşünmem, böyle davranmam,halka ve devrime olan inancımdan gelmektedir. Ölümden korkmadığımı söylemem, yaşamak istemediğim, yaşamaktan bıktığım şeklinde anlaşılmamalı. Elbette ki hayatta olmayı ve mücadele etmeyi arzularım. Ancak karşıma ölüm çıkmışsa, bundan korkmamam, cesaretle karşılamam gerekir. Biliyorsunuz ki bu ceza işlediğim iddia edilen suçtan verilmedi. Asıl amaçlanan böyle bir olayla gözdağı vermek ve mücadeleyi engellemek hedefine dayalıdır. Bu nedenle sizinde bildiğiniz gibi, kendi hukuk kurallarını çiğneyerek bu cezayı verdiler.
Cezaevinde yapılan (Neler olduğunu ayrıntılı bir biçimde öğrenirsiniz sanırım) insanlık dışı zulüm altında inletildik. O kadar aşağılık, o kadar canice şeyler gördüm ki, bugünlerde yaşamak bir işkence haline geldi. İşte bu durumda Ölüm korkulacak bir şey değil, şiddetle arzulanan bir olay, bir kurtuluş haline geldi. Böyle bir durumda insanın intihar ederek yaşamına son vermesi içten bile değildir. Ancak ben bu durumda irademi kullanarak, ne pahasına olursa olsun yaşamımı sürdürdüm. Hem de ileride bir gün öldürüleceğimi bile bile. Sizlere bunları anlatmamın nedeni yaşamaktan bıktığım yada meselenin önemini, ciddiyetini kavramadığım gibi yanlış bir düşünceye kapılmamanız içindir. Bütün bu yapılanlar,başımdan geçenler, kinimi binlerce kez daha arttırdı ve mücadele azmimi körükledi. Halka ve devrime olan inancımı yok edemedi. Mücadeleyi sonuna kadar, en iyi bir şekilde yürütmek ve yükseltmekten başka amacım yoktur.
Mesele benim açımdan kısaca böyle. Ancak sizin açınızdan daha farklı, daha zor olduğunu biliyorum.
Anne, baba ve evlat arasındaki sevgi çok güçlüdür, kolay kolay kaybolmaz. Ve evlat acısının da sizin için ne derece etkili olacağını biliyorum. Ama ne kadar zor da olsa bu tür duygusal yönleri bir kenara bırakmanızı istiyorum. Şunu bilmenizi ve kabul etmenizi isterim ki, sizin binlerce evladınız var. Bunlardan daha niceleri katledilecek, yaşamlarını yitirecek, ama yok olmayacaklar. Mücadele devam edecek ve onlar mücadele alanlarında yaşayacaklar.
Sizlerden istediğim bunu böyle bilmeniz, daha iyi kavramaya çaba göstermenizdir. Zavallı ve çaresiz biriymiş gibi ardımdan ağlamanız beni yaralar. Bu konuda ne kadar güçlü, ne kadar cesur olursanız, beni o kadar mutlu edersiniz.
Hepinize özgür ve mutlu yaşam dilerim.
Devrimci selamlar
Oğlunuz Erdal

 

arz-ı hal

şşşşştttttttt
Özel üye
elinde tüfek olmadığı halde,tüfek mermisiyle ölen askerin günahını erdal'a yüklediler,yaşını büyüttüler...kim bilir kendi günahlarında boğulurken erdal'ın son bakışlarıyla son nefeslerini verdiler...onlar hep kıydılar,denizlere,mahirlere,erdallara....hala kıymaktalar,kahrolsun emperyalizm.erdal eren ölmez! erdal eren ölmez!

bir söz bitişi gibi son buldu sevişler
bir yaz güneşi gibi eritir bu terkedişler
bir an duruşu gibi ömrün bitişi gibi
veda ederken aşk ateşi gibi söner iç çekişler.
 
Top