Yakup Krespi, Ebru Altındağ
GİRİŞ
Bir genel nöroloji kitabı içine ayrıca "nörolojide acil yaklaşım" başlığı altında bir konu katmaktaki amaç tüm nörolojik acil hastalıkları tanı ve tedavi özellikleriyle birlikte kapsamlı bir şekilde ele almak değildir. Bu hastalıklarla ilgili değerlendirme ve tedavi yaklaşımları bu kitabın ilgili bölümlerinde kapsamlı bir şekilde ele alınmaktadır. Okuyucu gerektiğinde bu bölümlerdeki bilgilere başvurabilir. Genel olarak bu bölüm hazırlanırken birçok genel metinde yer almayan, ancak nörolojik acil bir olay karşısında hekimin davranışını belirlemesi için gereken esas yaklaşımların vurgulanması amaçlanmıştır. Temel olarak acil nörolojik olayla karşımıza gelen bir hastayı hızlıca ve eksiksizce değerlendirmemizi sağlayacak sistematik yaklaşımlar konu edilmeye çalışılmıştır. Bu bölümde sırasıyla aşağıdaki konular gözden geçirilecektir:
· Acil nörolojik değerlendirmenin esasları
· Acil ve özellikle ağır nörolojik durumlar karşısında "ileri nörolojik yaşam desteği" yaklaşımları
· Acil nörolojik olaylarda tanıya gidiş ve mutlak gözetilmesi gereken tanı öncelikleri.
ACİL NÖROLOJİK DEĞERLENDİRMENİN ESASLARI
Nörolojik acil olay karşısında amaçlarımız basitçe "yaşamın idamesi" ve "nörolojik işlevin idamesi" olarak özetlenebilir. Nöroloji acilinin önemi ve ürkütücülüğü başlıca iki nedenle ortaya çıkmaktadır: Bir yandan yaşamsal fonksiyonların normal çalışmasını sağlayan, diğer yandan da kendi normal fonksiyonunu sürdürebilmesi bu yaşamsal fonksiyonların devamlılığına bağlı olan sinir sistemi, önemli veya ani hasar durumlarında bu etkileşimin birbirini kışkırtması ile kısır döngüye girer. Ortaya çıkan bu kısır döngü ikincil nörolojik veya diğer ikincil organ hasarlarının ortaya çıkmasına neden olur. Nörolojik hasar sonrası gelişen sistemik kısır döngünün önlenmesi tedavisinden daha kolaydır ve bunun için gereken süre de oldukça sınırlıdır.
Nörolojik tutulumu olan hastaya geleneksel bakış kaderci bir bakış açısıdır. Nörolojik aciller de içinde olmak üzere birçok nörolojik hastalıkta tedavi yaklaşımlarının kısıtlı olduğu öğretisi ve sanısı bu hastalara etkin yaklaşımı engelleyen en temel nedendir. En önemli yanılgılardan biri bu tip hastalar karşısında hastayı değerlendirmek açısından yeterli zamana sahip olduğumuzdur.
Klasik nörolojik değerlendirme kapsamlı bir öykü ve nörolojik muayene esasına dayanır. Bu kapsamlı değerlendirmeden sonra, elde edilen bulgulara dayanan geleneksel lezyon lokalizasyonu egzersizi gelmektedir. Bu yaklaşım genel nöroloji polikliniğinde çok faydalı olmasına rağmen birçok acil nörolojik hastalıkta yetersiz ve önemli bir zaman kaybı nedenidir. Klasik detaylı nörolojik değerlendirme özellikle ağır nörolojik hasarlı hastada genellikle önemli bir zaman kaybına neden olur. Yukarıda özetlemeye çalıştığımız ve birbirleriyle çelişen gerçekler nörolojik acil olay karşısında yaklaşımlarımızı tekrardan gözden geçirmemizi gerektirmektedir. Yaklaşımlarımız aşağıda sıralanan ilkeler ışığında tekrar şekillenmelidir. Kapsamlı bir hastalık öyküsü olmadan da acil nörolojik değerlendirme ve destek tedavileri başlatılmalıdır. Hayatı ve nörolojik fonksiyonu tehdit eden durum ilk önce tedavi edilmelidir. Kesin tanıya ulaşılmamış olması uygun destek tedavilerinin başlatılmasının yanı sıra olası ve tedavi edilmezse prognozu kötüleştirecek tanıya yönelik spesifik tedavinin başlatılmasını da geciktirmemelidir.
İLERİ NÖROLOJİK YAŞAM DESTEĞİ YAKLAŞIMLARI
Acilde ağır nörolojik tablolar karşısında sahip olduğumuz kısıtlı bir süre içinde, klinik tablo ne olursa olsun, sinir sistemi hangi düzeyinde hastalanmış olursa olsun, öncelikle ve hızlıca genel acil prensiplerinin uygulanması gerekmektedir. Çoğunlukla değişik derecelerde bilinç bozukluğu ile karşımıza çıkan bu hastalarda ana prensip, hastanın yaşamsal fonksiyonlarından sorumlu olduğumuzun bilincinde olmamızdır. Bu nedenle hastanın solunum yolunun açık tutulması (ağız yolu, intübasyon, trakeostomi), gerekli oksijenizasyonun sağlanması (nazal oksijen, vs.), ve hemodinamik stabilitenin sağlanması en önemli önceliktir. Klasik olarak ABC (A=airway, B=breathing, C=circulation) şeklinde özetlenen bu öncelikli yaklaşımlar uygulanırken hasta eşzamanlı olarak aşağıda belirtilen temel prensipler ışığında hızlıca nörolojik açıdan değerlendirilecek ve gerekli laboratuvar incelemeleri yapılacaktır. Nörolojik değerlendirme ve nörolojik hasarı sınırlandırmaya yönelik girişimleri de içine alan öncelikli yaklaşımı ABCD (D=deficit) şeklinde özetleyebiliriz. İleri kardiyak sorunlu veya travmalı hastada, yaşam desteğinde olduğu gibi acil nöroloji pratiğinde standart hale getirilerek uygulanacak "ileri nörolojik yaşam desteği yaklaşımları", birçok ağır nörolojik hastalık durumunda ortaya çıkan ve sürmekte olan nörolojik hasarın sınırlandırılmasını sağlayacaktır.
Hava Yolu-Solunum Desteği
Nörolojik aciller esnasında en sık karşılaşılan ve solunumu ilgilendiren sorunlar; hava yolu açıklığının korunması, ventilasyonun sağlanması ve aspirasyonun önlenerek uygun oksijenizasyonun sağlanmasıdır. Normal ventilasyon, solunum kasları ile üst solunum yolu kaslarının normal mekaniği ve koordine fonksiyonu sonucunda sağlanır.
Birçok akut nörolojik olay sonrasında üst solunum yolu kaslarındaki anormal aktivite üst solunum yollarının kollabe olmasına ve bu yolların koruyucu reflekslerinin ortadan kalkmasına yol açar. Bu durum, bu yolların açıklığının korunmasına yönelik gerçekleştirilen endotrakeal intübasyonun en önemli nedenidir. Miyastenia gravis (MG), Guillain-Barré sendromu (GBS) veya amiyotrofik lateral sklerozda (ALS) olduğu gibi solunum kasları zaafına bağlı olarak ventilasyon yetersizliği gelişebilir. Akut metabolik bozukluk veya intoksikasyonlar sonucu gelişen akut ensefalopatiler veya beyinsapı tutulmasına bağlı olarak solunum merkezi deprese olabilir veya anormal solunum paternleri gelişebilir ve bunun sonucunda ventilasyon bozulabilir. Akut nörolojik tabloya eşlik edebilecek akut akciğer hastalıkları da solunum yetmezliğine yol açabilir.
Neden ne olursa olsun solunum tedavisinin ilk basamağı olan hava yolunun açıklığının hızlıca sağlanamaması, bu açıklığın sürdürülememesi birçok hastanın daha da kötüleşmesine neden olabilir. Hava yolu açıklığının sağlanması uzmanlık gerektiren ve yalnızca yoğun bakım uzmanlarınca uygulanabilen bir girişim değildir. Acilde görev alan her hekim, nörolojik muayene konusunda sahip olduğu beceriler ne olursa olsun, hava yolunu açabilmeli ve bu açıklığı uzman yardım gelene dek devam ettirebilmelidir. Hiç bir hasta hava yolu güvenliği sağlanmadan kranyal görüntüleme incelemelerine gönderilmemelidir. Tanı işlemleri tamamlanana dek kısa süreli de olsa intübasyon ve ventilasyon kararının alınmasında gecikilmemelidir.
Hava yolu
Uygun oksijenizasyonun sağlanmasında ilk basamak hava yolu açıklığının sağlanmasıdır. Endotrakeal intübasyon dışında birçok yöntemle hava yolu açıklığı sağlanabilir. Bu yöntemler özellikle endotrakeal intübasyonun hızlıca yapılamadığı durumlarda zaman kazanmak açısından her hekimin kolayca uygulayabileceği yöntemlerdir ve hayat kurtarıcıdır. Uygulanan metod ne olursa olsun, özellikle uzun süre hava yolu açıklığını devam ettiremeyecek örneğin komalı hastalarda mutlaka endotrakeal tüp gerekecektir.
Çenenin kaldırılması tekniği
Hastanın boynu hiperekstansiyona getirilerek, bazen de boyun immobilizasyonu uygulanmış hastalarda tek başına uygulanabilir. Hekim her iki elinin parmaklarıyla hastanın çenesini kavrar ve öne doğru kaldırır. Boyun hiperekstansiyona getirilecekse bir elle baş alından itilerek hiperekstansiyona getirilirken diğer elle çene ucundan kavranarak öne ve yukarıya doğru kaldırılır (Şekil 1). Bu sırada başka birinden başın ekstansiyonda kalması için yardım alınarak bir elle çene yukarıda tutulurken diğer elle ağız ve orofarinks bölgesi yabancı cisimlerden temizlenebilir ve aspirasyon uygulanabilir (Şekil 2). Bu sırada takma dişler çıkarılmalıdır. Bu işlemler sırasında özellikle yeni bir epileptik nöbet geçirmiş hastada oro-faringeal hava yolu takılması önem kazanır. Bu yöntem olası yeni bir nöbet esnasında hastanın dilini ısırmasını engelleyecektir. Hava yolu yerleştirilirken öğürme refleksi olan hastalarda çok dikkatli olunmalıdır, çünkü böyle hastalar kusup aspire edebilirler. Hastalara ağız kommisürü ile tragus arasındaki mesafeden daha uzun hava yolu yerleştirilmemelidir.
Çene öne doğru çekilir ve hastanın başı arkaya doğru itilerek hiperekstansiyona getirilir.
Boyun hiperekstansiyona getirildikten sonra ağzın içi temizlenir
Tüm bu girişimlerin yararlılığı, hastanın toraksı gözlenerek yeterli ve normal solunum hareketlerinin varlığı, her iki hemitoraks dinlenerek solunum seslerinin varlığı, normal ve simetrik oluşu ve eğer hastanın parmaktan O2 satürasyonu sürekli olarak izlenebiliyorsa oksijen satürasyonunun en azından %90'ın (PO2=70mmHg) üzerinde tutulması ile anlaşılabilir. Siyanozun gerilemesi, tırnak yatakları, deri ve mukozanın normal pembe rengine dönmesi, taşikardi ve takipnenin gerilemesi iyi oksijenizasyonun en önemli göstergeleridir. Bu işlemlere rağmen stridor ve gözlenebilecek paradoksal solunum daha distal obstrüksiyonu düşündürmelidir. Bu durumda derin trakeal aspirasyon ve şartlar elverişli ise endoskopik aspirasyon yapılmalıdır. Gerekli oksijenizasyon sağlanamıyorsa intübasyon ve ventilasyon sağlanana dek maske ile sürekli 10-15 lt/dakika olacak şekilde %100 oksijen verilip ambu ile hasta ventile edilmelidir. Bu yolla yaklaşık %90-100'lük bir FiO2'ye ulaşılabilir.
Hava yolu açılmış olan hastalarda ventilasyonun yeterli olduğuna ve yeterli oksijen satürasyonu sağlanabildiğine dikkat edilmelidir. Hastalarda optimal oksijenizasyonun sürdürülmesi için ek O2 tedavisi gerekli olabilir. Özellikle bilinç bozukluğu olan hastalarda hipoksemi ile mücadele tedavide en önemli basamaktır. Nörolojik acillerde hipoksemi nedeni çok çeşitli olabilir ve neden hakkında hasta görüldüğü sırada karar verilemeyebilir. Olası nedenler arasında aspirasyon, anormal solunum paternleri (Cheyne-Stokes vs) ve pulmoner ödem gibi durumlar sayılabilir.
Spontan olarak soluk alıp verebilen bir hastada solunan havadaki O2 miktarını arttırmak ek O2 tedavisi ile mümkündür. Oksijen konsantrasyonu (FiO2) O2 debisine ve veriliş yoluna bağlıdır. Her 1lt/dakikalık O2 debisi ile solunan havadaki O2 0,04 katsayısı oranında arttırılır (2lt/dakika O2=%28 FiO2, 5lt/dakika 02=%40 FiO2). Yüze tam olarak yapışmayan maske ve 5-8lt/dakika O2 ile %40-60 FiO2 sağlamak mümkündür. Eğer maske rezervuarlı ise 6-10lt/dakika O2 ile %80'e yakın FiO2 sağlanabilir. Maske ve ambu ile 10-15lt/dakika O2 ile %100'lük bir FiO2'ye ulaşılabilir. Nazal kanül yoluyla 3-4 lt/dakika olarak yapılan O2 tedavileri genellikle yeterli değildir, yalnızca %30'luk bir O2 konsantrasyonuna ulaşılabilir. Kanül kolaylıkla yerinden çıkabilir. Kanül yoluyla yapılan O2 tedavisinde kateter ancak orofarinks düzeyinden görülebilecek şekilde yerleştirilebilirse maske ile olana benzer O2 konsantrasyonuna ulaşılabilir. Gerek kanül gerekse de maske ile yapılan O2 tedavilerinde, bunların sık sık uygun şekilde durduklarına dikkat edilmelidir.
Ek oksijen tedavisi uygulanan hastalarda, özellikle obstrüktif akciğer hastalığı anamnezi varsa, solunum depresyonu ile birlikte hiperkapni ve buna bağlı olarak hiperkapnik ensefalopati gelişimi riski açısından dikkatli olunmalıdır. Hastalar klinik olarak izlenmeli; sedasyon, siyanoz, terleme ve apneik bir solunum gelişimi açısından gözlenmeli ve mümkünse kontrol kan gazı incelemeleri yapılarak hiperkapni gelişip gelişmediği görülmelidir.
Endotrakeal intübasyon ve ventilasyon
Endotrakeal intübasyon uygulama indikasyonları geniş tutulmalıdır. Özellikle hava yolunun güvenliği risk altında ve ventilasyon indikasyonu olduğunda uygulanır. Bu yöntemin birçok avantajları vardır:
1. Hava yolu izole edilir, böylece yeni aspirasyon riski azaltılır.
2. Ventilasyon ve oksijenizasyonu kolaylaştırır.
3. Trakea ve bronşlardaki sekresyonlar daha kolay aspire edilebilir.
4. Bazı ilaçların kullanımı bu yolla gerçekleştirilebilir.
İntübasyon bu konuda deneyimli kişilerce uygulanmalıdır. Acilde hekim intübasyon ve ventilasyon konusunda yeterli deneyime sahip değilse bile en azından bu tedavinin indikasyonlarını koyabilecek kadar bilgiye sahip olmalıdır.
Nöroloji acilinde intübasyon ve mekanik ventilasyon indikasyonları Tablo 1’deki gibi özetlenebilir. Nöroloji acilindeki indikasyonların büyük çoğunluğu hava yolunun stabilize edilmesi ve ventilasyonun sağlanması amacına yöneliktir. Akciğer kaynaklı indikasyonlar (masif aspirasyon, akut nörolojik pulmoner ödem gibi) göreceli olarak daha nadirdir.Oksijenizasyon bozukluğu açısından mekanik ventilasyon indikasyonu basitçe uygun bir O2 satürasyonunu (%90) sürdürebilmek amacıyla %50-60'lık bir FiO2 ile oksijen süplementasyonu yapma gereksiniminin doğmasıdır (maske ile 7-8lt/dakika uygulama gerekliliği).
Tablo 1. Nöroloji acilinde intübasyon ve mekanik ventilasyon indikasyonları
· Hipoventilasyon ve apneik solunum: Her türlü ensefalopati seyrinde, beyinsapı tutulması
· Solunum kaslarının tutulduğu primer nöromüsküler zaaf: MG, ALS, GBS vs.
· Hava yolu güvenliğinin sağlanmasının zor olduğu durumlar: Uyanıklığın ileri derecede bozulduğu [Glasgow koma skorunun (GKS) 8 ve altında olduğu] durumlar ör: ağır inmeli hastalar
· Yüksek servikal medulla spinalis tutulumu
· KİBAS'da hiperventilasyon amacıyla
· Status epileptikus (SE)
Nörolojik intübasyon ve ventilasyon indikasyonları arasında en karmaşıklarından biri nöromüsküler zaafı olan hastalar ve özellikle miyastenik hastalardır. Acile gelen MG'li veya GBS'i olan hastalarda hekim ne zaman intübasyon ve ventilasyon indikasyonu ortaya çıktığını çok iyi bilmelidir. Nöromüsküler acillerde intübasyon ve ventilasyon indikasyonu arter kan gazı veya O2 satürometri parametreleri ile değil klinik değerlendirme sonunda konulur. Bu tip hastalar daha O2 satürasyonu düşmeden, hiperkapni gelişmeden, yardımcı solunum kasları solunuma katılmadan, paradoksal solunum gelişmeden de solunum yetersizliği içinde olabilirler ve hızlıca akut solunum yetersizliğine girebilirler (Tablo 2). Taşikardi, takipne, sürekli soluklanmak amacıyla konuşmanın kesik kesik olması, minimal bir eksersiz sonrasında soluk soluğa kalınması, horizontal pozisyonun iyi tolere edilememesi ve hemen takipne gelişmesi, satürometri ile izleniyorlarsa kısa süreli desatürasyon dönemleri gözlenmesi, tek soluk alışta birden 20'ye kadar sayılamaması (genellikle vital kapasitelerinin 15-18ml/kg veya altına düştüğünün bir göstergesidir), sabah yorgunluğu, baş ağrısı ve gündüz uyuklamaları (gece boyunca apne nöbetlerinin ve buna bağlı gelişen hiperkapninin bir göstergesidir) hazırlanmakta olan solunum yetmezliğinin en önemli belirtileridir. Bu bulguları olan hastalar çok yakın gözlenmeli ve her an intübe ve ventile edilebilecek şekilde izlenmelidirler.
Tablo 2. Nöromüsküler hastalıklarda solunum yetersizliğinin bulguları
· Taşikardi >100/dk
· Takipne > 20/dk
· Sürekli soluklanmak amacıyla konuşmanın kesik kesik olması
· Minimal bir eksersiz sonrasında soluk soluğa kalınması
· Horizontal pozisyonun iyi tolere edilememesi ve hemen takipne gelişmesi
· Hasta satürometri ile izleniyorsa kısa süreli desatürasyon dönemlerinin gözlenmesi
· Tek solukta 1’den 20'ye kadar sayılamaması (genellikle vital kapasitelerinin 15-18ml/kg veya altına düştüğünün bir göstergesidir)
· Sabah yorgunluğu, baş ağrısı ve gün içinde uyuklamalar
· Alında terleme
· Yardımcı solunum kaslarının (sternokleidomastoid ve skalen) kullanılması
· Asenkron (paradoksal) nefes alma
Özellikle alt yapı sorunları olan kurumlarda intübasyonun en tartışmalı indikasyonlardan biri uyanıklık durumu bozuk olan hastalardaki uygulamadır. Teorik olarak "ağrıyı lokalize edemeyecek kadar uyanıklığı bozulmuş olan " yani Glasgow Koma Skoru (GKS) 8 ve altında olan hastalarda intübasyon hava yolu güvenliğini sağlamaya yönelik en önemli girişimdir. Bu tip hastalarda uygulanan ve bir anlamda "profilaktik" amaçlı olan bu tedavi aspirasyon pnömonisi, atelektazi ve pnömoni riskini ileri ölçüde azaltır. Birçok hastada intübe edildikten sonra mekanik ventilasyon desteği uygulanmak zorundadır. Bunun nedeni intübasyon sırasında sedatif ve kürarizan ilaçların kullanılmasıdır. Hava yolunu açık tutamayacak derecede uyanıklığı bozuk hastaların büyük çoğunluğu intübasyon sondası takıldıktan ve sedatiflerle kürarizan ilaçların etkileri geçtikten sonra rahatlıkla spontan olarak yeterli bir şekilde ventile edebilir ve yeterli bir oksijenasyon sağlayabilirler. Diğer hastalarda da sınırlı bir solunum desteği vermek gerekecektir. Yoğun bakım olanakları kısıtlı olan kurumlarda hastalar tanı konulana dek hava yolu güvenliğini sağlamak amacıyla intübe edilmeli, en azından sedatiflerin ve kürarizan ilaçların etkileri geçene dek genelde transport amaçlı kullanılan respiratörlerle ventile edilmelidir. Daha sonra spontan solunumun geri dönmesiyle eğer iyi tolere edebiliyorlarsa intübasyon sondası yerinde bırakılarak tedavilerine bir süre daha devam edilebilir. Bu durumda en önemli sorun intübasyon sondasının distal ucunun tıkanmasını engelleyecek bir bakımın uygulanabilmesidir. Eğer entübasyon sondası tolere edilemezse tekrar sedasyon gerekeceğinden mekanik ventilasyon ihtiyacı doğacaktır. Bu durumda, solunum destek ihtiyacı olan hastaların transport aletinden ayrılıp uygun tipte ventilatörle tedaviye alınacakları bir yoğun bakım merkezine gönderilmeleri gerekir.
İntübe edilen hastalarda mekanik ventilasyon uygulanacaktır. Birçok hastada yoğun bakım koşullarında izlenmeye başlayıncaya dek transport respiratörü ile ventile edilmeye başlanır.
Respiratörde genellikle ventilasyon modu CMV’ye (continue mandatory ventilation), solunum hızı: 8-12/dakika’ya, tidal volüm 10-15ml/kg’a, FiO2 0.4-0.9, PEEP 2-5 cmH2O, inspiryum/ekspiryum 1:3 olarak ayarlanır.
Eğer hastada intrakraniyal basınç artışına yönelik hiperventilasyon tedavisi yapılacaksa 25-30 mmHg PCO2 elde etmek amacıyla solunum hızı arttırılacaktır (14-20/dakika, genellikle 16/dakika). Bu amaçla solunum sayısı ile beraber tidal volüm de barotravma riskinin artması nedeniyle arttırılmamalıdır. Hasta günlük akciğer direk grafisi ile takip edilmelidir. Hiperventilasyon tedavisi çok dikkatli ve yerinde kullanılmalıdır. Yol açtığı respiratuar alkaloz nedeniyle nöbet aktivitesine ve status epileptikusun (SE) refrakter hale gelmesine, vazokonstriksiyon nedeniyle de serebral iskemide artışa yol açabileceği hep akılda tutulmalıdır.
Aspirasyonun önlenmesi
Nörolojik acil durumlarında hekimi en çok uğraştıran ve özenle değerlendirilmesi gereken sorunlardan biri de hastanın aspirasyon riski olup olmamasıdır (Tablo 3). Özellikle uyanıklığı bozuk olan hastalarda sürekli bir aspirasyon riski söz konusudur (Tablo 4). Yüksek aspirasyon riski taşıyan hastalarda alınması gereken en önemli önlem hastanın yatış pozisyonuna dikkat edilmesidir (Tablo 5). Özellikle bilinç bozukluğu olan hastalarda dekübitus laterale veya yarı oturur yatış şekli en güvenli yatak pozisyonlarıdır. Hastalara orofaringeal yol veya nazogastrik sonda uygulanırken farinks duvarının iritasyonuna ve bu nedenle kusmaya yol açmamalıdır. Mutlaka ağızda biriken sekresyonlar sürekli aspire edilmelidir. Yutkunma bozukluğu olan veya aspire etmiş olduğu bilinen hastalarda ateş saptanırsa aspirasyon pnömonisi açısından hızlıca değerlendirilmeli ve uygun antibiyotik tedavi başlatılmalıdır (Tablo 6).
GİRİŞ
Bir genel nöroloji kitabı içine ayrıca "nörolojide acil yaklaşım" başlığı altında bir konu katmaktaki amaç tüm nörolojik acil hastalıkları tanı ve tedavi özellikleriyle birlikte kapsamlı bir şekilde ele almak değildir. Bu hastalıklarla ilgili değerlendirme ve tedavi yaklaşımları bu kitabın ilgili bölümlerinde kapsamlı bir şekilde ele alınmaktadır. Okuyucu gerektiğinde bu bölümlerdeki bilgilere başvurabilir. Genel olarak bu bölüm hazırlanırken birçok genel metinde yer almayan, ancak nörolojik acil bir olay karşısında hekimin davranışını belirlemesi için gereken esas yaklaşımların vurgulanması amaçlanmıştır. Temel olarak acil nörolojik olayla karşımıza gelen bir hastayı hızlıca ve eksiksizce değerlendirmemizi sağlayacak sistematik yaklaşımlar konu edilmeye çalışılmıştır. Bu bölümde sırasıyla aşağıdaki konular gözden geçirilecektir:
· Acil nörolojik değerlendirmenin esasları
· Acil ve özellikle ağır nörolojik durumlar karşısında "ileri nörolojik yaşam desteği" yaklaşımları
· Acil nörolojik olaylarda tanıya gidiş ve mutlak gözetilmesi gereken tanı öncelikleri.
ACİL NÖROLOJİK DEĞERLENDİRMENİN ESASLARI
Nörolojik acil olay karşısında amaçlarımız basitçe "yaşamın idamesi" ve "nörolojik işlevin idamesi" olarak özetlenebilir. Nöroloji acilinin önemi ve ürkütücülüğü başlıca iki nedenle ortaya çıkmaktadır: Bir yandan yaşamsal fonksiyonların normal çalışmasını sağlayan, diğer yandan da kendi normal fonksiyonunu sürdürebilmesi bu yaşamsal fonksiyonların devamlılığına bağlı olan sinir sistemi, önemli veya ani hasar durumlarında bu etkileşimin birbirini kışkırtması ile kısır döngüye girer. Ortaya çıkan bu kısır döngü ikincil nörolojik veya diğer ikincil organ hasarlarının ortaya çıkmasına neden olur. Nörolojik hasar sonrası gelişen sistemik kısır döngünün önlenmesi tedavisinden daha kolaydır ve bunun için gereken süre de oldukça sınırlıdır.
Nörolojik tutulumu olan hastaya geleneksel bakış kaderci bir bakış açısıdır. Nörolojik aciller de içinde olmak üzere birçok nörolojik hastalıkta tedavi yaklaşımlarının kısıtlı olduğu öğretisi ve sanısı bu hastalara etkin yaklaşımı engelleyen en temel nedendir. En önemli yanılgılardan biri bu tip hastalar karşısında hastayı değerlendirmek açısından yeterli zamana sahip olduğumuzdur.
Klasik nörolojik değerlendirme kapsamlı bir öykü ve nörolojik muayene esasına dayanır. Bu kapsamlı değerlendirmeden sonra, elde edilen bulgulara dayanan geleneksel lezyon lokalizasyonu egzersizi gelmektedir. Bu yaklaşım genel nöroloji polikliniğinde çok faydalı olmasına rağmen birçok acil nörolojik hastalıkta yetersiz ve önemli bir zaman kaybı nedenidir. Klasik detaylı nörolojik değerlendirme özellikle ağır nörolojik hasarlı hastada genellikle önemli bir zaman kaybına neden olur. Yukarıda özetlemeye çalıştığımız ve birbirleriyle çelişen gerçekler nörolojik acil olay karşısında yaklaşımlarımızı tekrardan gözden geçirmemizi gerektirmektedir. Yaklaşımlarımız aşağıda sıralanan ilkeler ışığında tekrar şekillenmelidir. Kapsamlı bir hastalık öyküsü olmadan da acil nörolojik değerlendirme ve destek tedavileri başlatılmalıdır. Hayatı ve nörolojik fonksiyonu tehdit eden durum ilk önce tedavi edilmelidir. Kesin tanıya ulaşılmamış olması uygun destek tedavilerinin başlatılmasının yanı sıra olası ve tedavi edilmezse prognozu kötüleştirecek tanıya yönelik spesifik tedavinin başlatılmasını da geciktirmemelidir.
İLERİ NÖROLOJİK YAŞAM DESTEĞİ YAKLAŞIMLARI
Acilde ağır nörolojik tablolar karşısında sahip olduğumuz kısıtlı bir süre içinde, klinik tablo ne olursa olsun, sinir sistemi hangi düzeyinde hastalanmış olursa olsun, öncelikle ve hızlıca genel acil prensiplerinin uygulanması gerekmektedir. Çoğunlukla değişik derecelerde bilinç bozukluğu ile karşımıza çıkan bu hastalarda ana prensip, hastanın yaşamsal fonksiyonlarından sorumlu olduğumuzun bilincinde olmamızdır. Bu nedenle hastanın solunum yolunun açık tutulması (ağız yolu, intübasyon, trakeostomi), gerekli oksijenizasyonun sağlanması (nazal oksijen, vs.), ve hemodinamik stabilitenin sağlanması en önemli önceliktir. Klasik olarak ABC (A=airway, B=breathing, C=circulation) şeklinde özetlenen bu öncelikli yaklaşımlar uygulanırken hasta eşzamanlı olarak aşağıda belirtilen temel prensipler ışığında hızlıca nörolojik açıdan değerlendirilecek ve gerekli laboratuvar incelemeleri yapılacaktır. Nörolojik değerlendirme ve nörolojik hasarı sınırlandırmaya yönelik girişimleri de içine alan öncelikli yaklaşımı ABCD (D=deficit) şeklinde özetleyebiliriz. İleri kardiyak sorunlu veya travmalı hastada, yaşam desteğinde olduğu gibi acil nöroloji pratiğinde standart hale getirilerek uygulanacak "ileri nörolojik yaşam desteği yaklaşımları", birçok ağır nörolojik hastalık durumunda ortaya çıkan ve sürmekte olan nörolojik hasarın sınırlandırılmasını sağlayacaktır.
Hava Yolu-Solunum Desteği
Nörolojik aciller esnasında en sık karşılaşılan ve solunumu ilgilendiren sorunlar; hava yolu açıklığının korunması, ventilasyonun sağlanması ve aspirasyonun önlenerek uygun oksijenizasyonun sağlanmasıdır. Normal ventilasyon, solunum kasları ile üst solunum yolu kaslarının normal mekaniği ve koordine fonksiyonu sonucunda sağlanır.
Birçok akut nörolojik olay sonrasında üst solunum yolu kaslarındaki anormal aktivite üst solunum yollarının kollabe olmasına ve bu yolların koruyucu reflekslerinin ortadan kalkmasına yol açar. Bu durum, bu yolların açıklığının korunmasına yönelik gerçekleştirilen endotrakeal intübasyonun en önemli nedenidir. Miyastenia gravis (MG), Guillain-Barré sendromu (GBS) veya amiyotrofik lateral sklerozda (ALS) olduğu gibi solunum kasları zaafına bağlı olarak ventilasyon yetersizliği gelişebilir. Akut metabolik bozukluk veya intoksikasyonlar sonucu gelişen akut ensefalopatiler veya beyinsapı tutulmasına bağlı olarak solunum merkezi deprese olabilir veya anormal solunum paternleri gelişebilir ve bunun sonucunda ventilasyon bozulabilir. Akut nörolojik tabloya eşlik edebilecek akut akciğer hastalıkları da solunum yetmezliğine yol açabilir.
Neden ne olursa olsun solunum tedavisinin ilk basamağı olan hava yolunun açıklığının hızlıca sağlanamaması, bu açıklığın sürdürülememesi birçok hastanın daha da kötüleşmesine neden olabilir. Hava yolu açıklığının sağlanması uzmanlık gerektiren ve yalnızca yoğun bakım uzmanlarınca uygulanabilen bir girişim değildir. Acilde görev alan her hekim, nörolojik muayene konusunda sahip olduğu beceriler ne olursa olsun, hava yolunu açabilmeli ve bu açıklığı uzman yardım gelene dek devam ettirebilmelidir. Hiç bir hasta hava yolu güvenliği sağlanmadan kranyal görüntüleme incelemelerine gönderilmemelidir. Tanı işlemleri tamamlanana dek kısa süreli de olsa intübasyon ve ventilasyon kararının alınmasında gecikilmemelidir.
Hava yolu
Uygun oksijenizasyonun sağlanmasında ilk basamak hava yolu açıklığının sağlanmasıdır. Endotrakeal intübasyon dışında birçok yöntemle hava yolu açıklığı sağlanabilir. Bu yöntemler özellikle endotrakeal intübasyonun hızlıca yapılamadığı durumlarda zaman kazanmak açısından her hekimin kolayca uygulayabileceği yöntemlerdir ve hayat kurtarıcıdır. Uygulanan metod ne olursa olsun, özellikle uzun süre hava yolu açıklığını devam ettiremeyecek örneğin komalı hastalarda mutlaka endotrakeal tüp gerekecektir.
Çenenin kaldırılması tekniği
Hastanın boynu hiperekstansiyona getirilerek, bazen de boyun immobilizasyonu uygulanmış hastalarda tek başına uygulanabilir. Hekim her iki elinin parmaklarıyla hastanın çenesini kavrar ve öne doğru kaldırır. Boyun hiperekstansiyona getirilecekse bir elle baş alından itilerek hiperekstansiyona getirilirken diğer elle çene ucundan kavranarak öne ve yukarıya doğru kaldırılır (Şekil 1). Bu sırada başka birinden başın ekstansiyonda kalması için yardım alınarak bir elle çene yukarıda tutulurken diğer elle ağız ve orofarinks bölgesi yabancı cisimlerden temizlenebilir ve aspirasyon uygulanabilir (Şekil 2). Bu sırada takma dişler çıkarılmalıdır. Bu işlemler sırasında özellikle yeni bir epileptik nöbet geçirmiş hastada oro-faringeal hava yolu takılması önem kazanır. Bu yöntem olası yeni bir nöbet esnasında hastanın dilini ısırmasını engelleyecektir. Hava yolu yerleştirilirken öğürme refleksi olan hastalarda çok dikkatli olunmalıdır, çünkü böyle hastalar kusup aspire edebilirler. Hastalara ağız kommisürü ile tragus arasındaki mesafeden daha uzun hava yolu yerleştirilmemelidir.
Çene öne doğru çekilir ve hastanın başı arkaya doğru itilerek hiperekstansiyona getirilir.
Boyun hiperekstansiyona getirildikten sonra ağzın içi temizlenir
Tüm bu girişimlerin yararlılığı, hastanın toraksı gözlenerek yeterli ve normal solunum hareketlerinin varlığı, her iki hemitoraks dinlenerek solunum seslerinin varlığı, normal ve simetrik oluşu ve eğer hastanın parmaktan O2 satürasyonu sürekli olarak izlenebiliyorsa oksijen satürasyonunun en azından %90'ın (PO2=70mmHg) üzerinde tutulması ile anlaşılabilir. Siyanozun gerilemesi, tırnak yatakları, deri ve mukozanın normal pembe rengine dönmesi, taşikardi ve takipnenin gerilemesi iyi oksijenizasyonun en önemli göstergeleridir. Bu işlemlere rağmen stridor ve gözlenebilecek paradoksal solunum daha distal obstrüksiyonu düşündürmelidir. Bu durumda derin trakeal aspirasyon ve şartlar elverişli ise endoskopik aspirasyon yapılmalıdır. Gerekli oksijenizasyon sağlanamıyorsa intübasyon ve ventilasyon sağlanana dek maske ile sürekli 10-15 lt/dakika olacak şekilde %100 oksijen verilip ambu ile hasta ventile edilmelidir. Bu yolla yaklaşık %90-100'lük bir FiO2'ye ulaşılabilir.
Hava yolu açılmış olan hastalarda ventilasyonun yeterli olduğuna ve yeterli oksijen satürasyonu sağlanabildiğine dikkat edilmelidir. Hastalarda optimal oksijenizasyonun sürdürülmesi için ek O2 tedavisi gerekli olabilir. Özellikle bilinç bozukluğu olan hastalarda hipoksemi ile mücadele tedavide en önemli basamaktır. Nörolojik acillerde hipoksemi nedeni çok çeşitli olabilir ve neden hakkında hasta görüldüğü sırada karar verilemeyebilir. Olası nedenler arasında aspirasyon, anormal solunum paternleri (Cheyne-Stokes vs) ve pulmoner ödem gibi durumlar sayılabilir.
Spontan olarak soluk alıp verebilen bir hastada solunan havadaki O2 miktarını arttırmak ek O2 tedavisi ile mümkündür. Oksijen konsantrasyonu (FiO2) O2 debisine ve veriliş yoluna bağlıdır. Her 1lt/dakikalık O2 debisi ile solunan havadaki O2 0,04 katsayısı oranında arttırılır (2lt/dakika O2=%28 FiO2, 5lt/dakika 02=%40 FiO2). Yüze tam olarak yapışmayan maske ve 5-8lt/dakika O2 ile %40-60 FiO2 sağlamak mümkündür. Eğer maske rezervuarlı ise 6-10lt/dakika O2 ile %80'e yakın FiO2 sağlanabilir. Maske ve ambu ile 10-15lt/dakika O2 ile %100'lük bir FiO2'ye ulaşılabilir. Nazal kanül yoluyla 3-4 lt/dakika olarak yapılan O2 tedavileri genellikle yeterli değildir, yalnızca %30'luk bir O2 konsantrasyonuna ulaşılabilir. Kanül kolaylıkla yerinden çıkabilir. Kanül yoluyla yapılan O2 tedavisinde kateter ancak orofarinks düzeyinden görülebilecek şekilde yerleştirilebilirse maske ile olana benzer O2 konsantrasyonuna ulaşılabilir. Gerek kanül gerekse de maske ile yapılan O2 tedavilerinde, bunların sık sık uygun şekilde durduklarına dikkat edilmelidir.
Ek oksijen tedavisi uygulanan hastalarda, özellikle obstrüktif akciğer hastalığı anamnezi varsa, solunum depresyonu ile birlikte hiperkapni ve buna bağlı olarak hiperkapnik ensefalopati gelişimi riski açısından dikkatli olunmalıdır. Hastalar klinik olarak izlenmeli; sedasyon, siyanoz, terleme ve apneik bir solunum gelişimi açısından gözlenmeli ve mümkünse kontrol kan gazı incelemeleri yapılarak hiperkapni gelişip gelişmediği görülmelidir.
Endotrakeal intübasyon ve ventilasyon
Endotrakeal intübasyon uygulama indikasyonları geniş tutulmalıdır. Özellikle hava yolunun güvenliği risk altında ve ventilasyon indikasyonu olduğunda uygulanır. Bu yöntemin birçok avantajları vardır:
1. Hava yolu izole edilir, böylece yeni aspirasyon riski azaltılır.
2. Ventilasyon ve oksijenizasyonu kolaylaştırır.
3. Trakea ve bronşlardaki sekresyonlar daha kolay aspire edilebilir.
4. Bazı ilaçların kullanımı bu yolla gerçekleştirilebilir.
İntübasyon bu konuda deneyimli kişilerce uygulanmalıdır. Acilde hekim intübasyon ve ventilasyon konusunda yeterli deneyime sahip değilse bile en azından bu tedavinin indikasyonlarını koyabilecek kadar bilgiye sahip olmalıdır.
Nöroloji acilinde intübasyon ve mekanik ventilasyon indikasyonları Tablo 1’deki gibi özetlenebilir. Nöroloji acilindeki indikasyonların büyük çoğunluğu hava yolunun stabilize edilmesi ve ventilasyonun sağlanması amacına yöneliktir. Akciğer kaynaklı indikasyonlar (masif aspirasyon, akut nörolojik pulmoner ödem gibi) göreceli olarak daha nadirdir.Oksijenizasyon bozukluğu açısından mekanik ventilasyon indikasyonu basitçe uygun bir O2 satürasyonunu (%90) sürdürebilmek amacıyla %50-60'lık bir FiO2 ile oksijen süplementasyonu yapma gereksiniminin doğmasıdır (maske ile 7-8lt/dakika uygulama gerekliliği).
Tablo 1. Nöroloji acilinde intübasyon ve mekanik ventilasyon indikasyonları
· Hipoventilasyon ve apneik solunum: Her türlü ensefalopati seyrinde, beyinsapı tutulması
· Solunum kaslarının tutulduğu primer nöromüsküler zaaf: MG, ALS, GBS vs.
· Hava yolu güvenliğinin sağlanmasının zor olduğu durumlar: Uyanıklığın ileri derecede bozulduğu [Glasgow koma skorunun (GKS) 8 ve altında olduğu] durumlar ör: ağır inmeli hastalar
· Yüksek servikal medulla spinalis tutulumu
· KİBAS'da hiperventilasyon amacıyla
· Status epileptikus (SE)
Nörolojik intübasyon ve ventilasyon indikasyonları arasında en karmaşıklarından biri nöromüsküler zaafı olan hastalar ve özellikle miyastenik hastalardır. Acile gelen MG'li veya GBS'i olan hastalarda hekim ne zaman intübasyon ve ventilasyon indikasyonu ortaya çıktığını çok iyi bilmelidir. Nöromüsküler acillerde intübasyon ve ventilasyon indikasyonu arter kan gazı veya O2 satürometri parametreleri ile değil klinik değerlendirme sonunda konulur. Bu tip hastalar daha O2 satürasyonu düşmeden, hiperkapni gelişmeden, yardımcı solunum kasları solunuma katılmadan, paradoksal solunum gelişmeden de solunum yetersizliği içinde olabilirler ve hızlıca akut solunum yetersizliğine girebilirler (Tablo 2). Taşikardi, takipne, sürekli soluklanmak amacıyla konuşmanın kesik kesik olması, minimal bir eksersiz sonrasında soluk soluğa kalınması, horizontal pozisyonun iyi tolere edilememesi ve hemen takipne gelişmesi, satürometri ile izleniyorlarsa kısa süreli desatürasyon dönemleri gözlenmesi, tek soluk alışta birden 20'ye kadar sayılamaması (genellikle vital kapasitelerinin 15-18ml/kg veya altına düştüğünün bir göstergesidir), sabah yorgunluğu, baş ağrısı ve gündüz uyuklamaları (gece boyunca apne nöbetlerinin ve buna bağlı gelişen hiperkapninin bir göstergesidir) hazırlanmakta olan solunum yetmezliğinin en önemli belirtileridir. Bu bulguları olan hastalar çok yakın gözlenmeli ve her an intübe ve ventile edilebilecek şekilde izlenmelidirler.
Tablo 2. Nöromüsküler hastalıklarda solunum yetersizliğinin bulguları
· Taşikardi >100/dk
· Takipne > 20/dk
· Sürekli soluklanmak amacıyla konuşmanın kesik kesik olması
· Minimal bir eksersiz sonrasında soluk soluğa kalınması
· Horizontal pozisyonun iyi tolere edilememesi ve hemen takipne gelişmesi
· Hasta satürometri ile izleniyorsa kısa süreli desatürasyon dönemlerinin gözlenmesi
· Tek solukta 1’den 20'ye kadar sayılamaması (genellikle vital kapasitelerinin 15-18ml/kg veya altına düştüğünün bir göstergesidir)
· Sabah yorgunluğu, baş ağrısı ve gün içinde uyuklamalar
· Alında terleme
· Yardımcı solunum kaslarının (sternokleidomastoid ve skalen) kullanılması
· Asenkron (paradoksal) nefes alma
Özellikle alt yapı sorunları olan kurumlarda intübasyonun en tartışmalı indikasyonlardan biri uyanıklık durumu bozuk olan hastalardaki uygulamadır. Teorik olarak "ağrıyı lokalize edemeyecek kadar uyanıklığı bozulmuş olan " yani Glasgow Koma Skoru (GKS) 8 ve altında olan hastalarda intübasyon hava yolu güvenliğini sağlamaya yönelik en önemli girişimdir. Bu tip hastalarda uygulanan ve bir anlamda "profilaktik" amaçlı olan bu tedavi aspirasyon pnömonisi, atelektazi ve pnömoni riskini ileri ölçüde azaltır. Birçok hastada intübe edildikten sonra mekanik ventilasyon desteği uygulanmak zorundadır. Bunun nedeni intübasyon sırasında sedatif ve kürarizan ilaçların kullanılmasıdır. Hava yolunu açık tutamayacak derecede uyanıklığı bozuk hastaların büyük çoğunluğu intübasyon sondası takıldıktan ve sedatiflerle kürarizan ilaçların etkileri geçtikten sonra rahatlıkla spontan olarak yeterli bir şekilde ventile edebilir ve yeterli bir oksijenasyon sağlayabilirler. Diğer hastalarda da sınırlı bir solunum desteği vermek gerekecektir. Yoğun bakım olanakları kısıtlı olan kurumlarda hastalar tanı konulana dek hava yolu güvenliğini sağlamak amacıyla intübe edilmeli, en azından sedatiflerin ve kürarizan ilaçların etkileri geçene dek genelde transport amaçlı kullanılan respiratörlerle ventile edilmelidir. Daha sonra spontan solunumun geri dönmesiyle eğer iyi tolere edebiliyorlarsa intübasyon sondası yerinde bırakılarak tedavilerine bir süre daha devam edilebilir. Bu durumda en önemli sorun intübasyon sondasının distal ucunun tıkanmasını engelleyecek bir bakımın uygulanabilmesidir. Eğer entübasyon sondası tolere edilemezse tekrar sedasyon gerekeceğinden mekanik ventilasyon ihtiyacı doğacaktır. Bu durumda, solunum destek ihtiyacı olan hastaların transport aletinden ayrılıp uygun tipte ventilatörle tedaviye alınacakları bir yoğun bakım merkezine gönderilmeleri gerekir.
İntübe edilen hastalarda mekanik ventilasyon uygulanacaktır. Birçok hastada yoğun bakım koşullarında izlenmeye başlayıncaya dek transport respiratörü ile ventile edilmeye başlanır.
Respiratörde genellikle ventilasyon modu CMV’ye (continue mandatory ventilation), solunum hızı: 8-12/dakika’ya, tidal volüm 10-15ml/kg’a, FiO2 0.4-0.9, PEEP 2-5 cmH2O, inspiryum/ekspiryum 1:3 olarak ayarlanır.
Eğer hastada intrakraniyal basınç artışına yönelik hiperventilasyon tedavisi yapılacaksa 25-30 mmHg PCO2 elde etmek amacıyla solunum hızı arttırılacaktır (14-20/dakika, genellikle 16/dakika). Bu amaçla solunum sayısı ile beraber tidal volüm de barotravma riskinin artması nedeniyle arttırılmamalıdır. Hasta günlük akciğer direk grafisi ile takip edilmelidir. Hiperventilasyon tedavisi çok dikkatli ve yerinde kullanılmalıdır. Yol açtığı respiratuar alkaloz nedeniyle nöbet aktivitesine ve status epileptikusun (SE) refrakter hale gelmesine, vazokonstriksiyon nedeniyle de serebral iskemide artışa yol açabileceği hep akılda tutulmalıdır.
Aspirasyonun önlenmesi
Nörolojik acil durumlarında hekimi en çok uğraştıran ve özenle değerlendirilmesi gereken sorunlardan biri de hastanın aspirasyon riski olup olmamasıdır (Tablo 3). Özellikle uyanıklığı bozuk olan hastalarda sürekli bir aspirasyon riski söz konusudur (Tablo 4). Yüksek aspirasyon riski taşıyan hastalarda alınması gereken en önemli önlem hastanın yatış pozisyonuna dikkat edilmesidir (Tablo 5). Özellikle bilinç bozukluğu olan hastalarda dekübitus laterale veya yarı oturur yatış şekli en güvenli yatak pozisyonlarıdır. Hastalara orofaringeal yol veya nazogastrik sonda uygulanırken farinks duvarının iritasyonuna ve bu nedenle kusmaya yol açmamalıdır. Mutlaka ağızda biriken sekresyonlar sürekli aspire edilmelidir. Yutkunma bozukluğu olan veya aspire etmiş olduğu bilinen hastalarda ateş saptanırsa aspirasyon pnömonisi açısından hızlıca değerlendirilmeli ve uygun antibiyotik tedavi başlatılmalıdır (Tablo 6).