Ne ördük, neler ördük! Büyük büyük paspaslar renkli renkli yatak örtüleri hatta perde Buzdolabı örtülerini, el bezlerini ördük

yesim434

Hırçın Karadeniz Kızı Biricik Yeşim
AdminE
Bu Ayın Lideri
Bir zamanlar kadınlar sormazmış, sorgulayamazmış. “Bu neden böyle, bu niye böyle?” diyemez, her denileni yapmak zorunda hissederlermiş.

Beklenen işleri yapmazlarsa toplumda değersizleştirir, adını çıkarırlarmış!

Sorgularsa, “itaatsiz” derlermiş. Sorarsa, “Senin aklın yetmez, sen anlamazsın!” derlermiş.

Bir zamanlar, kadınlar soramadığı, sorgulamadığı için herkes mutlu görünürmüş. En çok babalar, abiler, kocalar mutlu görünürmüş. İlginç bir şekilde kayınvalideler, büyük anneler ve anneler de mutlu olurmuş bu durumdan ama kadınlar yine mutsuzmuş, yine içten içe sorgularlarmış ama soramazlarmış.

“Neden, niçin, niye, nasıl” kelimelerini hayatlarından çıkarmışlar.

Onlara ne denirse yaparlarmış.

Örneğin, “Evden çıkmayın! Okumak sizin neyinize! Araştırıp ne yapacaksınız? Sizin için en iyisi evde oturmak!” emir ve yargıları…

“Evde işler çok, temizlik yapın, yemek yapın, büyüklerinize hizmet edin, dikiş-nakış öğrenin; hatta dikiş-nakışı o kadar ilerletin ki ileride klozet çıkacak, klozetin üzerine de bir örtü işlemelisiniz!” derlermiş.

Şimdilerde pek kullanmıyoruz işlenen kanaviçeleri, ara dantellerini, uç dantelleri, oda takımlarını. Her odanın ayrı dantelleri örülürdü. Misafir, oturma, yatak odası, mutfak ve banyo takımları…

Ne ördük, ne ördük! Büyük büyük paspasları, renkli renkli yatak örtülerini; hatta perde örenler bile vardı!

Buzdolabı örtülerini, el bezlerini ördük ördük, sandığa koyduk!

İşledik işledik sandığa dizdik!

Ama 2000’li yıllarda sandıktakiler artık kullanılmaz oldular. Şimdilerde kızlar bu işleri hiç bilmezler, biz yaştakiler de bıraktık yapmayı.

Çünkü artık birçok şey ihtiyaç anında dışarıdan alınıyor.

Şunu diyenler çıkacaktır: “Ya o zaman bize terapi gibi geliyordu, kanaviçe işlemek, nakış yapmak, birbirimize örnekler vermek…”

Evet, o zaman terapi olabilirdi ama şimdi olamıyor! Ayrıca sizi ilerletmiyorsa, size bilgi-kültür olarak dönmüyorsa, bir kademe atlatmıyorsa, kendinize ve topluma bir değer katmıyorsa her iş sorgulanmalı değil mi?

Bu mesleki kariyer de olabilir, evde yaptığınız iş de.

Ama kadınlara gerekli olan şey öğretildi tabi!

Mesela, “Şununla görüşeceksin, şununla görüşmeyeceksin; şuraya gideceksin, buraya gitmeyeceksin; şunu yapacaksın, bunu yapmayacaksın!” gibi.

Eşinden zar-zor izin almış dindar bir kadın ya da genel olarak kadın diyelim, bir yere giderken eşi yol güzergâhını bile belirliyordu.

“Yolun sağından git, kaldırım bitiyorsa o zaman sol kaldırma geçebilirsin ama sağda kaldırım varsa yine sağa geçmen gerekiyor yoksa sana kocalık hakkımı helal etmem!” diyebiliyordu.

Ya da “Bugün çıkma dışarıya, pazar var; bugün çıkma, yağmur var; bugün çıkma, güneş var!”

“Mümkünse sen hiç çıkma iyi olur, evde otur ne yapacaksın ki dışarıda, dışarıda bir şey yok ki zaten!” deyip kadının bütün özgürlüğünü kısıtlayabiliyordu bir baba, bir koca, bir abi.

Bir arkadaşım yıllarca kocasız hiçbir yere gitmemiş. Sonra çocuklar büyümüş, okullara gitmeye başlamış, kocanın da işleri fazlalaşmış. Arkadaşımın hastaneye gitmesi gerekiyormuş. Kocası sabah bırakmış, “İşin bitince otobüsle dönersin.” demiş. Ama kadın, evlendiğinden beri otobüse hiç binmemiş, küçük yaşta da evlendiği için hiçbir yere babasız gitmemiş. Çapa’da otobüse binecek ama hangi otobüse binecek, bilemiyor.


O zaman telefon kulübeleri var, 1980’li yıllardan bahsediyorum. Gitmiş kulübeye, telefon açacak ama jeton yok, jeton nerede satılır bilmiyor. Sora sora jeton bulup alıyor, sonra da kocasını arıyor. Kocasının tarif etmesiyle otobüse biniyor ve evine gidiyor.

Bu ve benzeri yaşanmış çok hikâye var ama sadece kadınlar bilir.

Ancak şimdi anlıyoruz: Kadınlar niye soru sormasın, sorgulamasın!

Sorduğunuz, sorguladığınız zaman sorunlar çıkıyor çünkü.

Bir cümledeki “ne, neden, niçin, niye, nasıl, kim” soruları birçok şeyi değiştiriyor.

İşte kadınlar, ne zaman sormaya ve sorgulamaya başladı, önce ailede sonra da toplumda “sorunlar” (!) çıkmaya başladı.

Şimdi biz bu sorunların nedenlerini, niçinlerini araştırıyoruz ama henüz uygun cevabını bulamadık. Çünkü önerilen çözümler neredeyse yüz yıl öncesine, hatta yüzlerce yıl öncesine ait. Öneriler de çözüm olmuyor maalesef.

Çözüm bulunamayan bu sorunlar devam ettiği için yeni sorunlar çıkıyor, yeni sorunlar çıktığı için aile ve toplumda farklı sosyolojik değişimler oluşuyor. Değişime direnen muhafazakâr zihniyet çözümün önünde ciddi bir bariyer…

Son derece girift hâllerdeyiz son yıllarda kısaca.

Evet, seküler camiada da benzer sorunlar var fakat ben dindar olduğum için dindar camiayı daha iyi tanıdığımı düşünerek bunları yazıyorum. Dindar kadının önüne kendi düşüncelerini onaylatmak için ayet ve hadis getiriyorlar: “Babasına, abisine, kocasına sormadan evden çıkamaz, şuraya gidemez, buraya gidemez, şununla görüşemez, bununla görüşemez!” diye. Zaten bunlara delil olacak o kadar çok asılsız rivayet var ki…

Bu tarz rivayetleri okumakla bitiremezsiniz, yüzlerce binlerce hadis var bu konuda. Hidayet Şefkatli Tuksal’ın, kadın aleyhine uydurulan hadisler hakkında kitaplaştırılmış bir doktora tezi var.

Hadi, ayetin başka bir ayetle, manasının öyle olmadığını ispat ettiniz, bu sefer de karşınıza başka bir hadisle çıkıyorlar!

“Uydurma hadis!” deyip de boyun eğmediyseniz, hadis ve ayette bulamadıkları deliller yerine bu defa gelenekler, görenekler, kültürel söylemlerle temellendirmeye çalışıyorlar iddialarını.

Buna bir örnek vermek istiyorum. Apartmanımızın merdivenini silen Dursune ablamız vardı. Batı Karadenizliydi. Bir şekilde İstanbul’a gelmişler ve yine orada evlenmiş. Kocası alkol alıyor ve kumar oynuyor.

Bu kadın çok fakirlik çekmiş. Sonra konu-komşu “Merdiven silmeye veya ev temizliğine git, ona buna muhtaç olmaktan kurtulursun! demişler.

Temizliğe gittikçe epeyce farklı yardımlar da almış. Bu da Dursune ablanın birikimini kolaylaştırmış. O birikimiyle mahallesinde, bir gecekondudan daha iyi bir ev satın alıyor.

O evi de epeyce tamir ettiriyor yine kendi parası ile. Evin tapusunu kendi üzerine almak istiyor. Çünkü etraftaki kadınlar öyle söylüyor “Sakın kocanın üzerine alma, kocan alkolik, kumarbaz, satar matar, evsiz kalırsınız!” diyorlar. Dursune abla da evi kendi üzerine alacağını söylüyor. Ama ilk önce kendi ailesi; babası, abisi, annesi “Sen utanmıyor musun, kocası varken tapuyu kadın alır mı üzerine!” diye.

Sonra kocası büyük bir gerginlik ve tartışma çıkarıp, “Seni gebertirim, ben varken sen nasıl olur da tapuyu üzerine alırsın!” diyor. Evin tapusu kocasının üzerine alınıyor; hem de kocasının beş kuruş katkısı olmadığı halde! Sonra ne oluyor, biliyor musunuz? On yıl falan geçmişti ben tanıştığımda. Kocası evi satmış! Kumarda kaybetmiş, senet vermiş ve ev gitmiş elinden.

Yani yıllar böyle hayatlara dokunarak geçip geçti.
 

KaderKatibi

Dürüstlük insanın kartvizitidir, Matbaada basılmaz
Özel üye
Ama ilk önce kendi ailesi; babası, abisi, annesi “Sen utanmıyor musun, kocası varken tapuyu kadın alır mı üzerine!” diye.

Tabi canım gitsin evi kumara versin yada satıp parayı zıkkımlasın. Koca adam olsa tamam neyse diyeceğimde bunun her tarafı faül.
 
Top