Mutluluk ve Huzur

Huzurlu olmak ile kendi benliğinize kavuşmak aynı şeydir. Aslında huzurluyum derken, bu gün kendimim demek isteriz. Huzursuzum derken de, sizi siz yapan şeylerden uzaklaşmışsınız anlamı taşır.

İnsanlar; mutlu ve huzurlu olmayı her zaman geleceğe öteler. Yaşlanınca huzura kavuşacağım, emekli olunca rahatlayacağım, şu işimi bitirince mutlu olacağım. Hayatımız bu şekilde elimizden akıp gidiyor. Mutluluğu ve huzuru sürekli gelecekte, ileri bir vadeye attığımız için, günlerimiz huzursuz ve mutsuz geçiyor. Geleceğe endekslediğimiz hayallerimiz yüzünden “şu anda” mutlu olamıyoruz.

Bazen; yukarıdaki durum tam tersi çalışır. Geçmişte üzücü bir olay yaşamışızdır ve bu yüzden acı çekmişizdir. Fakat bu acı; orada bitmez, geçmişte kalmaz ve sırtımızda bir yük olarak bu güne kadar taşınır. Geçmişteki bir acı yüzünden; “şu anda” mutlu olamayız. Geçmişte yaşanan her olay bizde bir iz, bir hatıra bırakır. Önemli olan bu acı hatıraların bizimle bu güne kadar gelmemesini sağlamaktır. Ben size, geçmişi unutun demiyorum. İnsanlar geçmişte yaşadıkları iyi ve kötü olaylardan ders alır. Ben size, geçmişteki olayları ve bunların canlılığını sırtınızda bu güne kadar taşımayın diyorum. Onlardan ders alın Arada ince bir çizgi var. Huzur ve mutluk için geçmişin karanlıklarından uzaklaşmamız gerekiyor.

Nedendir bilmem; insanlar bazen farkında olmadan mutsuzluk yaratır. Huzuru yanlarına yaklaştırmazlar. Ama tüm öğretilerde ‘huzur’ kavramı ulaşılmak istenen en büyük amaçlardan biri halini almıştır. Örneğin, uzak doğu öğretilerinde, Yoga’da veya benzeri diğer ayinlerde insanlar, tüm bedenlerini rahatlatmayı ve huzurlu, dingin bir ruh haline kavuşmayı isterler. Geçenlerde okuduğum; “Tibet’in Gençlik Pınarı” isimli kitapta, her gün yapılması gereken birkaç egzersizden ve ‘beş ayin’ adı verilen bir takım ritüellerden bahsediliyor. Bu ritüeli uygulayan insanların manevi olarak huzura kavuşacağı, maddi olarak ta bedenlerinin yenileneceği anlatılıyor. Tasavvufta ise, kişi benliğinin verdiği yükten ve nefsinden arınıp huzura, sükûnete, sonsuz mutluluğa ulaşmaya çalışır. Bir süre gelişimini tamamlamak için, ipek böceği gibi bir kozanın içine girer ve günlerce kimse ile iletişim dahi kurmaz. Bizim kültürümüzde; “kalpler ancak Allah’ı zikir ile tatmin olur” denmektedir. Huzuru manevi yoldan arayan insanlar için bu kelam bir rehberdir. Sonuç olarak gerek Antik Yunan’da, gerekse Uzak Doğu kültürlerinde insanlar her zaman salt bir huzur ve mutlu bir kalp arayışı içindedir.

Aslında ayrıntılara takılmak rahatsız eder bizi. Bazı insanlar; iş hayatında o kadar streslidirler ki, en ufak bir tersliğe bile katlanamazlar. Birde kendilerine ‘mükemmeliyetçi’ ismini takarlar. Tamam, mükemmel bir iş çıkartmayı her kes ister. Herkes yaptığı işlerde en ufak ayrıntılara kadar özenli ve dikkatli davranır. Buradaki sorun şu: Mükemmele ulaşmak için kaç insanın kalbini kırıyoruz. Kaç insana sıkıntılı ve stres dolu dakikalar yaşatıyoruz. Mükemmel bir iş çıkartmak için, kaç insanı mutsuz ediyoruz. Sonuçta ortaya mükemmel bir iş çıkıyor ama arkamıza baktığımızda sadece bir enkaz görüyoruz. Kırık kalpler, üzgün çalışanlar, berbat geçen bir gün. Ama olsun iş bitti, sıkıntı yok. Oldu mu şimdi ???

Huzur çok mu uzakta? Hayır uzakta değil. Kaf Dağı’nın ardında falan da değil. Huzur dediğimiz kavram bizim içimizde. Onu kaybeden de, yok eden de, Kaf Dağı’nın ardına uzaklaştıran da yine biziz.

İnsanoğlunun içindeki açlık ve kontrolsüz duygular da bizi huzurdan ve mutluluktan uzaklaştırır. Bazıları; ne kadar zengin olursa olsun, daha çok istedikleri için mutsuzdur. Hiçbir zaman tatmin olmazlar, yetinmezler ve hep daha fazla isterler. Bazıları da hiçbir şeyleri olmadıkları için mutsuzdur. Bir çok şey ister ama alacak imkanı olmadığı için mutsuz olur. İnsanlık ailesini bu paradokstan çıkartacak tek şey; içimizde bilinçsizce gelişen ‘yetmez’ duygusunu durdurmaktan geçer.
 

Top