Forumlar
Yeni Mesajlar
CerezExtra
EĞLENCE ↓
Şans Kurabiyesi
Renk Falınız
ÇerezRADYO
Sevgiliye Özel
ÇerezDERGİ
Hızlı Okuma Testleri
Pratik Çözümler
Yeniler
Yeni Mesajlar
Yeni ürünler
Yeni kaynaklar
Son Aktiviteler
İndir
En son incelemeler
Dükkan
Giriş
Kayıt
Yeniler
Yeni Mesajlar
Menu
Giriş
Kayıt
Uygulamayı yükle
Yükle
Forumlar
Güncel
Felsefe / Psikoloji
Mevlana'nın Aşk ve İnsan Felsefesi
JavaScript devre dışı bırakıldı. Daha iyi bir deneyim için, devam etmeden önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
You are using an out of date browser. It may not display this or other websites correctly.
You should upgrade or use an
alternative browser
.
Konuya cevap yaz
Mesaj
<blockquote data-quote="BeReNN" data-source="post: 391486" data-attributes="member: 70294"><p><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'">Anadolu'da tasavvufun en önde gelen temsilcilerinden birisi Mevlana'dır. Anadolu insanı ona büyük sevgi, saygı beslemiş ve düşüncelerini benimsemiştir. Aradan yaklaşık 700 yıldan fazla bir zaman geçmesine rağmen onun düşünceleri hala Türk halkının ilgi ve sevgisini çekmeye devam etmektedir.</span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'">Mevlana'nın sevgi ve aşk felsefesi, yaşadığı günden bugüne, yalnız Türk halkının değil, çeşitli din ve kültürden olan bütün dünya insanlarının ilgi odağı olmaya devam etmektedir. Nitekim, İrene Melikoff: Mevlana'nın eserlerini dünya milletleri kendi dillerine çevirip okusalar, dünyada kötülük, harp, kin, nefret diye bir şey kalmaz demiştir(Yeniterzi, 1997:109).</span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'">İnsan konusunun bağımsız felsefi bir disiplin (felsefi antropoloji) olarak ele alınması 20. yüzyılda olmuşsa da(Mengüçoğlu,1997:1), insan üzerinde durulması felsefenin başlangıcına kadar uzanmaktadır. Şöyle ki; Yunan felsefesi ilk önce, Asya'da eski bir İyon kolonisi olan Milet'de doğdu.</span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'">Buradaki filozoflardan Thales'e göre evrenin arkesi, sudur ve herşey sudan oluşmuştur. Anaximandros'a göre Aperiondur. Bu ise herşeyin başlangıcında bulunan, herşeyi harekete geçiren ve herşeyi kuşatan sonsuzluk, bitmek tükenmek bilmeyen sınırsız şeydir. Anaximenes'e göre havadır. Fisagor'a göre sayıdır. Herakleitos'a göre Ateştir. Bu ateş, logostur. Logos ise alem aklı ile Tanrı'nın bir ve aynı olmasıdır. Empedokles'e göre toprak, hava, su, ateşten ibaret olan dört unsurdur. Demokritos'a göre atomlardır (Birand,1987:13-28).</span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'">Görüldüğü gibi, Sokrates'den önceki filozoflar evrenin arkesi ile ilgilenmişlerdir. Sokrates'e göre biz evrenin arkesini bilemeyiz, hem bilsek bile bunun bize bir faydası yoktur. O halde biz kendimizi bilebiliriz, kendimizi bilmek bir ahlak felsefesidir. Böylece felsefede insan konusu ilk defa Sokrates tarafından ele alınmıştır, bu sebeple Sokrates felsefenin kurucusu sayılmaktadır.</span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'">Sokratesin felsefesi ile tasavvuf felsefesi arasında da büyük benzerlik bulunmaktadır. Şöyle ki; tasavvufta aşk önemli bir yer tutar. Diyebiliriz ki; tasavvufun temeli aşktır. Sokrates de aşk konusunda şunları söylemiştir: Aşk insan ruhunun ilahi güzelliğe duyduğu açlıktır. Aşk, yalnız güzelliği bulmayı değil aynı zamanda onu yaratmaya ve devama iştahlıdır. Fani vücutta ebediyetin tohumlarını yetiştirmeye iştahlıdır. Bunun için iki cins birbirini sevmektedir. Kendilerini tekrar yaratmak ve böylece zamanı ebediyete kadar uzatmak isterler. İşte bunun için ebeveyn çocuklarınıseverler. Sevişen ana babanın ruhları yalnız çocukları vücuda getirmez. Bunlar aynı zamanda ebedi güzellik arzusunun arayıcılarını ve haleflerini de vücuda getirirler(Yarkın, 1969:16).</span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'">Sokrates, felsefesine insanı konu ettiği gibi, tasavvuf felsefesi de insanla ilgilenmektedir. İnsanın Tanrı ile ve insanın insanla ilişkilerini kendisine konu olarak almaktadır.</span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'">Mevla'nın insan anlayışına geçmeden önce onun etkilendiği tasavvuf felsefesine kısaca değinelim. Çünkü Mevlana'ya anlayabilmek için tasavvuf felsefesinin bilinmesi gerekir, aksi halde Mevlana'nın düşünceleri askıda kalır.</span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: red"><span style="font-size: 15px">Tasavvuf</span></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"><span style="color: red"><span style="font-size: 15px"></span></span></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'">Felsefede mistisizm, aklın kavrayamayacağı gerçekleri mistik sezgi ile bilmek anlamına gelir. Hindu, Yahudi, Hıristiyan ve İslam mistisizmleri vardır. Tasavvufun diğer adı İslam mistisizmidir(Güngör,1982:17-18).</span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'">İbn Arabi'nin vahdet-i vücut anlayışına göre, varlık özde birdir, ancak çokluk halinde tezahür etmektedir. Mutlak varlık Allah'tır, var olan her şeyin tek kaynağı O'dur. Her şey yaratılmadan önce Allah'ın ilminde mevcuttu. Şu halde varlıkların suretleri ezelde Allah'ın zatı ile birdir. İnsanın Allah'la bir olmasından kastedilen budur. Yoksa insanın Allah'la birleşerek bir varlık olması değildir(a.g.e:89).</span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'">Tasavvufa göre Yaratan ile yaratılan arasında ayrılık yoktur. Çünkü Allah'tan başka varlık yoktur ve insan Allah'tan gelmiştir, yine Allah'a dönecektir. Ancak bunun için ölümü beklemeye gerek yoktur, nefsi terbiye ederek ezeldeki Birliğe ulaşılabilir(a.g.e:22).</span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'">Tasavvuf, söz(kal) yolu değil hal(iyi ahlak) yolu, velayet(ilm-ü ledün) vasıtalı bir yol olup,Hakikat adı verilen değişmezliğe ulaşmayı amaçlamaktadır (Fırat,1999:131).</span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'">Tasavvuf, kafanda ne varsa atmak, elinde ne varsa dağıtmak, önüne ne çıkarsa çıksın ona yüz çevirmemektir. Yani zihni kötü düşüncelerden arındırmak, cömert olup başkalarına ikramda bulunmak, karşına hangi çeşit insan çıkarsa çıksın(iyi-kötü, güzel-çirkin, kadın-erkek, dinli-dinsiz) hepsine iyi gözle bakabilmektir.</span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'">Tasavvuf, herkese dost olmak, kimseye yük olmamak, gül bahçesinin gülü olmak, diken</span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'">olmamaktır(Tercüman,1987:199).</span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'">Tasavvuf, ilahi ahlakla ahlaklanmak, bencillikten kurtulup, kendisinden çok başkasını düşünmektir(Tercüman,1987:199).</span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'">Bir diğer anlamda tasavvuf sevgi ve aşk felsefesidir. Nitekim Hz. Muhammed bir hadisinde Allah güzeldir, güzelliği sever, Kibir ise Hakkı kabul etmemek ve insanları hor görmektir(R. Salihin II:44), buyurmuştur. Allah, mutlak cemal ve kemal sahibi olarak her türlü güzelliğin kaynağıdır. İnsan, Allah'ı ne kadar tanırsa(marifeti artarsa) O'na karşı olan sevgi ve aşkı da o oranda artar (Tercüman,1987:26).</span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'">Zamanın başlangıcından önce Allah Mutlak Güzellik idi. Mutlak Varlık, Mutlak Güzellik veya mutlak Gerçek olan Tanrı, var olmayan bir dünya, yani yokluk dünyası ile bilinebilirdi(Fığlalı,1996:217-218).</span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'">Yine tasavvuf ehli arasında meşhur olan bir kutsi hadis vardır: Ben gizli bir hazine idim, bilinmeyi sevdim, beni bilsinler, tanısınlar diye mahlukatı yarattım. Buna göre başlangıçta sevgi, Allah'tan çıkmış ve evrenin yaratılmasına sebep olmuştur. Bunun için tasavvufta esas olan ulvi ve ilahi aşktır. Gerçek aşk, insan ruhunun Allah'a karşı özlemidir.</span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'">Adem yaratılmadan önce Tanrı, Adem oğullarının bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? Onlar Evet şahit olduk dediler(Araf:172). Elestü Bezmi ile Yaradan'ın aşkı başlamış ve insan bu Mutlak Güzellik karşısında kendinden geçmiştir(Fığlalı,1996:223).</span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'">Tasavvufun aslı, insanın yaratılışına dayanmaktadır. İslam inancına göre Adem ve eşi Havva yaratıldıktan sonra cennete konuldular. Onlara denildi ki: Buradaki her türlü meyveden yiyiniz, yalnız şu ağacın meyvesine dokunmayınız. Adem eşi birlikte yasaklanmış meyveden yediler, bunun üzerine ikisi birlikte dünyaya gönderildiler. Adem yaptıklarından pişman oldu ve affını diledi. Bunun üzerine affedildi(Bakara:35-37). Daha önce günahkar iken pişman olup tövbe etmesinden dolayı tekrar peygamberlik mertebesine kadar yükseldi.</span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'">Sen olmasaydın evreni yaratmazdım, hadis-i kutsisi gereğince Allah, Hz.Muhammed'in hatırı için diğer insanları ve evreni yarattı. Adem yasaklanan meyveyi yiyip günahkar olduktan sonra cennette Allah'tan başka ilah yoktur, Muhammed O'nun Resulüdür yazısını okudu ve Muhammed'in aşkına kendisinin Allah tarafından affedilmesini diledi(Kısakürek,1982:106).</span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'">İşte asıl tasavvuf burada başlamaktadır. Çünkü Tasavvufun temeli, yaptığı kötülükten pişman olmaya dayanır. İnsan noksan bir varlık olduğu için sürekli hata yapabilir. Önemli olan hatayı kabul etmek ve bundan pişman olarak doğru yola yönelmektir.</span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'">Tasavvufun temeli üç esasa dayanır: Zikir, sabır, şükür. Yani Yaratanı sık sık anmak ve Ondan gaflette bulunmamak, başına gelen belalara, kazalara ve diğer insanların çiğliğine sabretmek, Tanrı'nın verdiği nimetlere şükretmek, nankörlük etmemektir.</span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'">Tasavvuf, insanın eğitimini esas alan ve onu olgunlaştırmaya(kamil insan) çalışan bir yoldur. Tasavvuf eğitiminde kulun, derece derece kötü huylarını terketmesi, onların yerine iyi huyları koyması, cehaleti yok etmesi, bilgi ile bezenmesi, gafletten kurtulması ve her an Allah'ı hatırına getirmesi gerekir(Tercüman,1987:67).</span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'">Tasavvufta ikilik yoktur, birlik vardır, yani hiçbir şey yoktur, yalnız Tanrı vardır. Fena Fillah, kulun Tanrı'da yok olmasıdır. İkilik ortadan kalkıp birliğe ulaşılınca Allah yüzünü gösterir: Gökteki her yıldızdan parlar, tabiattaki her çiçekten bakar, her güzel yüzde gülümser, her tatlı seste hitap eder, herşeyde Tanrı vardır ve O'ndan başka bir şey yoktur (Eröz,1990:204). İşte Hallac-ı Mansur'un Enel Hak demesinin anlamı budur.</span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'">Mutasavvuflar, bir dünya menfaati veya cennete gitmek için değil, sadece Allah'ı sevdikleri için ibadet ederler. Tanrı bizi ister cennetine koyar, ister cehennemine, bu tamamen Tanrı'nın bileceği bir iştir, derler. Nitekim kadın erenlerden olan Rabia(714-804) şöyle dua etmiştir: Allah'ım, sana cehennemden korkarak ibadet ediyorsam, beni cehennem ateşinde yak, yahut cennet özleyerek Sana ibadet ediyorsam, cenneti bana haram kıl. Yalnız Seni sevdiğimden dolayı Sana ibadet ediyorsam, beni ezeli cemalinden mahrum etme ya Rabbi(Tercüman,1987:165).</span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'">Burada dikkati çeken husus, Rabia'nın sadece güzeller güzeli olan ve güzelliği hiçbir yaratığın güzelliğine benzemeyen ve bütün insanlığın ilk ikrarını verdiği Kalu Bela'da O'nun güzelliği karşısında mest olup kendisinden geçtiği o olağanüstü güzelliği istemesidir.</span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"></span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'">Özet olarak tasavvuf, başta Allah aşkına, sonra işlenilen günah ve yapılan kötülüklerden pişman olup, tövbe etmeye ve onları tekrar yapmamaya, Tanrı'nın yaratığı olmalarından dolayı bütün insanları hoş görüp sevmeye ve bütün canlıları korumaya, almak yerine bol bol vermeye ve açları doyurmaya, buna karşılık kendi nefsini terbiye etmek için fazla yememeye, kötü söz söyleme ihtimaline karşı az konuşmaya, vaktinin çoğunu uykuda geçirmeyerek çalışmaya, topluma ve insanlığa faydalı olmaya dayanır.</span></strong></p><p><strong><span style="font-family: 'Comic Sans MS'"></span></strong></p></blockquote><p></p>
[QUOTE="BeReNN, post: 391486, member: 70294"] [B][FONT=Comic Sans MS]Anadolu'da tasavvufun en önde gelen temsilcilerinden birisi Mevlana'dır. Anadolu insanı ona büyük sevgi, saygı beslemiş ve düşüncelerini benimsemiştir. Aradan yaklaşık 700 yıldan fazla bir zaman geçmesine rağmen onun düşünceleri hala Türk halkının ilgi ve sevgisini çekmeye devam etmektedir. Mevlana'nın sevgi ve aşk felsefesi, yaşadığı günden bugüne, yalnız Türk halkının değil, çeşitli din ve kültürden olan bütün dünya insanlarının ilgi odağı olmaya devam etmektedir. Nitekim, İrene Melikoff: Mevlana'nın eserlerini dünya milletleri kendi dillerine çevirip okusalar, dünyada kötülük, harp, kin, nefret diye bir şey kalmaz demiştir(Yeniterzi, 1997:109). İnsan konusunun bağımsız felsefi bir disiplin (felsefi antropoloji) olarak ele alınması 20. yüzyılda olmuşsa da(Mengüçoğlu,1997:1), insan üzerinde durulması felsefenin başlangıcına kadar uzanmaktadır. Şöyle ki; Yunan felsefesi ilk önce, Asya'da eski bir İyon kolonisi olan Milet'de doğdu. Buradaki filozoflardan Thales'e göre evrenin arkesi, sudur ve herşey sudan oluşmuştur. Anaximandros'a göre Aperiondur. Bu ise herşeyin başlangıcında bulunan, herşeyi harekete geçiren ve herşeyi kuşatan sonsuzluk, bitmek tükenmek bilmeyen sınırsız şeydir. Anaximenes'e göre havadır. Fisagor'a göre sayıdır. Herakleitos'a göre Ateştir. Bu ateş, logostur. Logos ise alem aklı ile Tanrı'nın bir ve aynı olmasıdır. Empedokles'e göre toprak, hava, su, ateşten ibaret olan dört unsurdur. Demokritos'a göre atomlardır (Birand,1987:13-28). Görüldüğü gibi, Sokrates'den önceki filozoflar evrenin arkesi ile ilgilenmişlerdir. Sokrates'e göre biz evrenin arkesini bilemeyiz, hem bilsek bile bunun bize bir faydası yoktur. O halde biz kendimizi bilebiliriz, kendimizi bilmek bir ahlak felsefesidir. Böylece felsefede insan konusu ilk defa Sokrates tarafından ele alınmıştır, bu sebeple Sokrates felsefenin kurucusu sayılmaktadır. Sokratesin felsefesi ile tasavvuf felsefesi arasında da büyük benzerlik bulunmaktadır. Şöyle ki; tasavvufta aşk önemli bir yer tutar. Diyebiliriz ki; tasavvufun temeli aşktır. Sokrates de aşk konusunda şunları söylemiştir: Aşk insan ruhunun ilahi güzelliğe duyduğu açlıktır. Aşk, yalnız güzelliği bulmayı değil aynı zamanda onu yaratmaya ve devama iştahlıdır. Fani vücutta ebediyetin tohumlarını yetiştirmeye iştahlıdır. Bunun için iki cins birbirini sevmektedir. Kendilerini tekrar yaratmak ve böylece zamanı ebediyete kadar uzatmak isterler. İşte bunun için ebeveyn çocuklarınıseverler. Sevişen ana babanın ruhları yalnız çocukları vücuda getirmez. Bunlar aynı zamanda ebedi güzellik arzusunun arayıcılarını ve haleflerini de vücuda getirirler(Yarkın, 1969:16). Sokrates, felsefesine insanı konu ettiği gibi, tasavvuf felsefesi de insanla ilgilenmektedir. İnsanın Tanrı ile ve insanın insanla ilişkilerini kendisine konu olarak almaktadır. Mevla'nın insan anlayışına geçmeden önce onun etkilendiği tasavvuf felsefesine kısaca değinelim. Çünkü Mevlana'ya anlayabilmek için tasavvuf felsefesinin bilinmesi gerekir, aksi halde Mevlana'nın düşünceleri askıda kalır. [COLOR=red][SIZE=4]Tasavvuf [/SIZE][/COLOR] Felsefede mistisizm, aklın kavrayamayacağı gerçekleri mistik sezgi ile bilmek anlamına gelir. Hindu, Yahudi, Hıristiyan ve İslam mistisizmleri vardır. Tasavvufun diğer adı İslam mistisizmidir(Güngör,1982:17-18). İbn Arabi'nin vahdet-i vücut anlayışına göre, varlık özde birdir, ancak çokluk halinde tezahür etmektedir. Mutlak varlık Allah'tır, var olan her şeyin tek kaynağı O'dur. Her şey yaratılmadan önce Allah'ın ilminde mevcuttu. Şu halde varlıkların suretleri ezelde Allah'ın zatı ile birdir. İnsanın Allah'la bir olmasından kastedilen budur. Yoksa insanın Allah'la birleşerek bir varlık olması değildir(a.g.e:89). Tasavvufa göre Yaratan ile yaratılan arasında ayrılık yoktur. Çünkü Allah'tan başka varlık yoktur ve insan Allah'tan gelmiştir, yine Allah'a dönecektir. Ancak bunun için ölümü beklemeye gerek yoktur, nefsi terbiye ederek ezeldeki Birliğe ulaşılabilir(a.g.e:22). Tasavvuf, söz(kal) yolu değil hal(iyi ahlak) yolu, velayet(ilm-ü ledün) vasıtalı bir yol olup,Hakikat adı verilen değişmezliğe ulaşmayı amaçlamaktadır (Fırat,1999:131). Tasavvuf, kafanda ne varsa atmak, elinde ne varsa dağıtmak, önüne ne çıkarsa çıksın ona yüz çevirmemektir. Yani zihni kötü düşüncelerden arındırmak, cömert olup başkalarına ikramda bulunmak, karşına hangi çeşit insan çıkarsa çıksın(iyi-kötü, güzel-çirkin, kadın-erkek, dinli-dinsiz) hepsine iyi gözle bakabilmektir. Tasavvuf, herkese dost olmak, kimseye yük olmamak, gül bahçesinin gülü olmak, diken olmamaktır(Tercüman,1987:199). Tasavvuf, ilahi ahlakla ahlaklanmak, bencillikten kurtulup, kendisinden çok başkasını düşünmektir(Tercüman,1987:199). Bir diğer anlamda tasavvuf sevgi ve aşk felsefesidir. Nitekim Hz. Muhammed bir hadisinde Allah güzeldir, güzelliği sever, Kibir ise Hakkı kabul etmemek ve insanları hor görmektir(R. Salihin II:44), buyurmuştur. Allah, mutlak cemal ve kemal sahibi olarak her türlü güzelliğin kaynağıdır. İnsan, Allah'ı ne kadar tanırsa(marifeti artarsa) O'na karşı olan sevgi ve aşkı da o oranda artar (Tercüman,1987:26). Zamanın başlangıcından önce Allah Mutlak Güzellik idi. Mutlak Varlık, Mutlak Güzellik veya mutlak Gerçek olan Tanrı, var olmayan bir dünya, yani yokluk dünyası ile bilinebilirdi(Fığlalı,1996:217-218). Yine tasavvuf ehli arasında meşhur olan bir kutsi hadis vardır: Ben gizli bir hazine idim, bilinmeyi sevdim, beni bilsinler, tanısınlar diye mahlukatı yarattım. Buna göre başlangıçta sevgi, Allah'tan çıkmış ve evrenin yaratılmasına sebep olmuştur. Bunun için tasavvufta esas olan ulvi ve ilahi aşktır. Gerçek aşk, insan ruhunun Allah'a karşı özlemidir. Adem yaratılmadan önce Tanrı, Adem oğullarının bellerinden zürriyetlerini çıkardı, onları kendilerine şahit tuttu ve dedi ki: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? Onlar Evet şahit olduk dediler(Araf:172). Elestü Bezmi ile Yaradan'ın aşkı başlamış ve insan bu Mutlak Güzellik karşısında kendinden geçmiştir(Fığlalı,1996:223). Tasavvufun aslı, insanın yaratılışına dayanmaktadır. İslam inancına göre Adem ve eşi Havva yaratıldıktan sonra cennete konuldular. Onlara denildi ki: Buradaki her türlü meyveden yiyiniz, yalnız şu ağacın meyvesine dokunmayınız. Adem eşi birlikte yasaklanmış meyveden yediler, bunun üzerine ikisi birlikte dünyaya gönderildiler. Adem yaptıklarından pişman oldu ve affını diledi. Bunun üzerine affedildi(Bakara:35-37). Daha önce günahkar iken pişman olup tövbe etmesinden dolayı tekrar peygamberlik mertebesine kadar yükseldi. Sen olmasaydın evreni yaratmazdım, hadis-i kutsisi gereğince Allah, Hz.Muhammed'in hatırı için diğer insanları ve evreni yarattı. Adem yasaklanan meyveyi yiyip günahkar olduktan sonra cennette Allah'tan başka ilah yoktur, Muhammed O'nun Resulüdür yazısını okudu ve Muhammed'in aşkına kendisinin Allah tarafından affedilmesini diledi(Kısakürek,1982:106). İşte asıl tasavvuf burada başlamaktadır. Çünkü Tasavvufun temeli, yaptığı kötülükten pişman olmaya dayanır. İnsan noksan bir varlık olduğu için sürekli hata yapabilir. Önemli olan hatayı kabul etmek ve bundan pişman olarak doğru yola yönelmektir. Tasavvufun temeli üç esasa dayanır: Zikir, sabır, şükür. Yani Yaratanı sık sık anmak ve Ondan gaflette bulunmamak, başına gelen belalara, kazalara ve diğer insanların çiğliğine sabretmek, Tanrı'nın verdiği nimetlere şükretmek, nankörlük etmemektir. Tasavvuf, insanın eğitimini esas alan ve onu olgunlaştırmaya(kamil insan) çalışan bir yoldur. Tasavvuf eğitiminde kulun, derece derece kötü huylarını terketmesi, onların yerine iyi huyları koyması, cehaleti yok etmesi, bilgi ile bezenmesi, gafletten kurtulması ve her an Allah'ı hatırına getirmesi gerekir(Tercüman,1987:67). Tasavvufta ikilik yoktur, birlik vardır, yani hiçbir şey yoktur, yalnız Tanrı vardır. Fena Fillah, kulun Tanrı'da yok olmasıdır. İkilik ortadan kalkıp birliğe ulaşılınca Allah yüzünü gösterir: Gökteki her yıldızdan parlar, tabiattaki her çiçekten bakar, her güzel yüzde gülümser, her tatlı seste hitap eder, herşeyde Tanrı vardır ve O'ndan başka bir şey yoktur (Eröz,1990:204). İşte Hallac-ı Mansur'un Enel Hak demesinin anlamı budur. Mutasavvuflar, bir dünya menfaati veya cennete gitmek için değil, sadece Allah'ı sevdikleri için ibadet ederler. Tanrı bizi ister cennetine koyar, ister cehennemine, bu tamamen Tanrı'nın bileceği bir iştir, derler. Nitekim kadın erenlerden olan Rabia(714-804) şöyle dua etmiştir: Allah'ım, sana cehennemden korkarak ibadet ediyorsam, beni cehennem ateşinde yak, yahut cennet özleyerek Sana ibadet ediyorsam, cenneti bana haram kıl. Yalnız Seni sevdiğimden dolayı Sana ibadet ediyorsam, beni ezeli cemalinden mahrum etme ya Rabbi(Tercüman,1987:165). Burada dikkati çeken husus, Rabia'nın sadece güzeller güzeli olan ve güzelliği hiçbir yaratığın güzelliğine benzemeyen ve bütün insanlığın ilk ikrarını verdiği Kalu Bela'da O'nun güzelliği karşısında mest olup kendisinden geçtiği o olağanüstü güzelliği istemesidir. Özet olarak tasavvuf, başta Allah aşkına, sonra işlenilen günah ve yapılan kötülüklerden pişman olup, tövbe etmeye ve onları tekrar yapmamaya, Tanrı'nın yaratığı olmalarından dolayı bütün insanları hoş görüp sevmeye ve bütün canlıları korumaya, almak yerine bol bol vermeye ve açları doyurmaya, buna karşılık kendi nefsini terbiye etmek için fazla yememeye, kötü söz söyleme ihtimaline karşı az konuşmaya, vaktinin çoğunu uykuda geçirmeyerek çalışmaya, topluma ve insanlığa faydalı olmaya dayanır. [/FONT][/B] [/QUOTE]
Alıntıları ekle...
İsim
Spam kontrolü
En iyi yönetim şekli?
Cevapla
Forumlar
Güncel
Felsefe / Psikoloji
Mevlana'nın Aşk ve İnsan Felsefesi
Top