Mazeret Hastalığı

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
Mazeret Hastalığı

Çevrenizde başaralı olmamış insanlar var mı? Neden başarısız olduklarını nasıl da uzun uzadıya açıklıyorlar, değil mi? Peki, neden başarılı olanlar nasıl başarılı oldukları üzerine onlar kadar uzun konuşmuyorlar?

Başarısız insanlar, başarısızlığın nedenlerini kendileri dışında bir yerde bulurlar.

Kendinizin dışındaki nesneleri rahatlık görür, duyar ve hissedersiniz. Duyu organlarınız bu alımlarını zihin süzgeçinden geçirip, başkalarına da aktarmanızı sağlar. Bu işlem çok kolaydır.

Ama kendinizi her an göremezsiniz. Gerçek sesinizi algılayamazsınız. Bu yüzden; bir teypten, hoparlörden sesinizi duyduğunuzda şaşırırsınız. Sizin sesiniz olduğuna inanamazsınız. Bir başkası dokunmadığı sürece bedeninizin ne kadar hassas ve duyarlı olduğundan haberdar değilsinizdir.

Dışarıdaki olayları çok rahat tarif eder ve detaylarıyla anlatırsınız. İşte başarısızlığını dış nedenlere bağlayan, sürekli mazeret üretenler de bu yüzden çokça konuşup neden başarısız olduklarını anlatırlar. Tabi bahanelerine kendileri de dahil kimse inanmaz ama onlar yinede gördüklerini kendilerince anlatırlar.

Başarılı insanlar mazeretlerin arkasına sığınmazlar. Çünkü mazeretler yoktur onların dünyalarında. Olmayan bir şeyin arkasına sığınamazlar. Dr David j. Schwartzin söylediği gibi “Mazeret bulmak bir hastalıktır.”

Ludwig Von Beethoven’ın 1802'de başlayan ve 1820'de tamamen sağır olmasına neden olan hastalığı beste yapmasını engellemedi. En güzel eserlerini bu dönemde yaptı. Ününe ün katan Dokuzuncu Senfoni de bu dönemin ürünüydü. Çünkü o duymayan kulağının arkasına saklanmadı. Hastalığının bir mazerete dönüştürüp, kendi başarısına engel olmadı. Ne istediğini biliyordu, hedefe kilitlenmişti ve hayatındaki gölgenin onu kaplamasına izin vermedi.

Her hastalık gibi, mazeret hastalığı da vücudu ve zihni etkisi altında almak ve hükmetmek ister. Bazı insanlar bu hastalığın esareti altına girmişlerdir. Bir olay karşısında hemen mazeretler ortaya çıkarırlar ve kontrolü ona devrederler:

“Verdiğim kararı desteklemedikleri için olmadı.”

“Ailem sırtını dönmeseydi başarabilirdim.”

“Bu iş benim yapıma uygun olmadığı için vazgeçtim.”

“Banka kredi vermiş olsaydı, iflas etmeyecektim.”

“Ben çok çalıştım ama sınav sistemi doğru olmadığı için kazanamadım.”

“Dersler çok zor, iyi not almak neredeyse imkânsız.”

“Eşim engel olmasaydı, çalışmaya devam edebilirdim.”

“Bu devirde kendi işini kurmak çok zor.”

“Ortağımın attığı kazık yüzünden bu haldeyim.”

“Bu yaştan sonra, benden geçti artık. Mazeret üreten insanlar; başlangıçta yapmak istemedikleri, korktukları ya da hoşlarına gitmeyen durumdan kurtulmak için mazeret üretirler. Zamanla kendi mazeretlerine kendileri de inanır ve zihnen, bedenen ve ruhen yeni kalıbı benimserler.

Bu mazeretler eşliğinde rehavet dönemi başlar. Ta ki siz başka bir eyleme geçmek isteyip de onun da olmayacağına dair yeni mazeretler üretene kadar.

Örneğin; bir gün birinin mutlu kahkahalarını duyar ve şöyle diyebilirsiniz: “Yeter artık bende mutlu olmak istiyorum.” Ya da birinin özgürlüğünü görüp; “Bende özgür olmak istiyorum” diye haykırabilirsiniz. Ama bu konu üzerinde biraz kafa yorunca, korkularınız, endişeleriniz, olumsuz inançlarınız depreşir ve sizin bunu neden başaramayacağınıza dair sizinle ilişkisi olmayan mazeretler üretmeye başlar.

Bir çocuk gibi mutlu özgür ve rahat olmak istediğiniz anlar olmuştur. Ama zihninizi kaplayan mazeret hastalığı hemen depreşir ve rehavet döneminden çıkıp dizginleri ele almaya çalışır. İşte o anda mutluluğu sergileyen kişinin veya varlığın davranışına karşı mazeretler üretip, mutluluğu bastırmaya başlarsınız. Bunun en güzel örneği bir taraftan bir çocuk gibi mutlu olmak isterken, bir taraftan çocukların davranışlarına karşı gösterdiğimiz tepkilerdir. Onlar gibi koşulsuz kahkahalar atmak isteriz ve gürültü yaptıklarını ileri sürerek onların kahkahalarını bastırırız.

Geçenlerde otobüste bir grup genç güle eğlene yolculuk yapıyorlardı. Gerçektende yaşamın derdinden, tasasından o kadar uzaklar ki onları kıskanmadan izlemek mümkün değildi. Bu arada bir grup orta yaşın üstünde insanda bu neşeden ve eğlenceden inanılmaz rahatsızlık duyuyordu. Kendi gençliklerindeki neşeyi, heyecanı unuttukları gibi, o dönemden eser kalmamıştı. Sonraki dönemde gerçekleşen öğrenmeleri doğrultusunda davranış değişikliği gerçekleştirmişlerdi. “Otobüste yüksek sesle konuşmak yanlıştır.”

Gençlerin gerçekliği ile onların gerçekliği hiç ama hiç örtüşmüyordu. Gençlere bu durumu fark ettirecek yükseklikte bir ses tonuyla sızlanmaya başladılar; “Gençlik çok değişti çok. Artık ne büyüğe saygı var ne küçüğe. Ne kural kaldı ne de saygı.”

O ana kadar çevreden haberi olmayan gençlerin yüzündeki tebessüm silindi, kahkahaların yerini sessizlik aldı. Otobüstekiler tıpkı kendilerine öğretildiği gibi gençlere katıksız mutlu olamayacaklarını öğretmişler ve gençlerin davranışını değiştirmişlerdi. Tam istedikleri gibi olmuştu. Her tarafı derin bir ölüm sessizliği bürümüştü.


Bülent Şenyürek
 
Top