Kürşat Zorlu ile Röportaj

KıRMıZı

TeK BaşıNa CUMHURİYET
V.I.P
Kürşad Zorlu, 9 Nisan 1977 tarihinde Yozgat'ın Yerköy ilçesinde doğdu. İlk, Orta ve Lise tahsilini Yerköy'de tamamladı. 1994 yılında Selçuk Üniversitesi Kamu Yönetimi bölümünü kazandı. 1998 yılında Kamu Yönetimi Ana Bilim Dalında Yüksek Lisans yaptı. 2009 yılında Kırıkkale Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İşletme Anabilim dalında “Demokratik Yönetim Sürecinde Karşılaşılan Sorunlar ve Bir Uygulama” başlıklı tezi ile Doktora derecesi aldı.
Bu süre içerisinde Sağlık Bakanlığında Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliği, Ulaştırma Bakanlığında Bakan Danışmanlığı, PTT Genel Müdürlüğünde Genel Müdür Danışmanlığı, Ahmet Yesevi Uluslar arası Türk-Kazak Üniversitesinde Basın ve Halkla İlişkiler Müşavirliği, Başbakanlık Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığında Başkan Danışmanlığı görevlerini yürüttü.
Kürşad Zorlu, Türk Dünyası ile ilgili çok sayıda proje ve çalışma gerçekleştirdi. Bazı televizyon kanallarında Türk Dünyası konulu “Gönül Mimarlarımız”, “Avrasya Dünyası” ve “Büyük Satranç” adlı televizyon programlarını hazırlayıp sundu. Bu konuda ulusal ve uluslar arası gazete ve dergilerde çok sayıda makale kaleme aldı. Kazakistan başta olmak üzere Türk Cumhuriyetlerine yönelik belgesel ve tanıtım filmleri hazırlayan Kürşad Zorlu, Türk Cumhuriyetlerinde Uluslararası Gözlemci olarak bulundu. Avrasya Ekonomik İlişkiler Derneği ve Avrasya Gazeteciler Derneği Yönetim Kurulu üyesi olan Kürşad Zorlu, Kurultay gazetesinin ardından uzun süredir Yeniçağ Gazetesinde köşe yazarlığı yapmaktadır. Zorlu, ayrıca ulusal yayın organları olan Yankı Dergisi ve Eko-Avrasya dergilerinin yayın kurulu üyeliği ve köşe yazarlığını sürdürmektedir. Kürşad Zorlu katıldığı çok sayıda uluslar arası toplantının yanı sıra “2010 yılı Zeki Velidi Togan Hizmet Ödülü”, “2011 Yılı Dış Türkler Medya Hizmet Ödülü”, “Azerbaycan Fahri Fermanı”, “Türkistan Hizmet Ödül”lerine layık görülmüştür. Yrd. Doç. Dr. Kürşad Zorlu, halen Ahi Evran Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İşletme Bölümünde Bölüm Başkanlığı görevini yürütmektedir.


Halen, Ahi Evran Üniversitesi İktisadi ve İdari İlimler Fakültesi İşletme Bölümü'nde Bölüm Başkanlığı görevini yürütüyorsunuz. Çalışmalarınız nasıl gidiyor, işittiğimiz kadarıyla sık sık konferanslara da katılıyorsunuz?

Evet… Yoğun bir ders programım söz konusu. Bu yıl 500'ün üzerinde öğrencim vardı. Ama işinizi severek yaptığınızda bu iş yük insana fazla dokunmuyor. Halen yönetim, strateji, bilgi yönetimi ve örgütsel davranış konularında bilimsel çalışmalar sürdürüyorum. Konferans ve kongrelerde ise adeta ikiye bölünüyorum. Hem popüler hem de bilimsel yazıları bir arada ve uyumlu götürmek gerçekten titizlik isteyen ve zor bir iş. Belirttiğim alanlarda katıldığın organizasyonların dışında Türk Dış Politikası ve özellikle Türk Dünyası özelinde yoğun davetler alıyorum. Uygun olduğum ölçüde hepsine azami düzeyde katılmaya çalışıyorum. İlk başlarda biraz zorlanıyordum. Ama sonra farklı bir sentez ortaya çıkıverdi. Bilimsel alanımla ki - ben dünyadaki sorunların temelinde yönetim ve ekonominin yattığına inananlardanım - Türk dünyası alanını bütünleştirmenin zevkini yaşıyorum.



Bana göre Türklük, kültür temelinde yükselen bir hissiyat ve değerler sistemidir


Yazılarınızda özellikle Türk dünyası ile ilgilendiğiniz görülüyor. Türk'ün, Türklüğün ve Türk dünyasının sizdeki karşılığını öğrenebilir miyiz?

Özellikle Kurultay gazetesi ile başladığım ve ardından Yeniçağ Gazetesi ile süren köşe yazarlığım döneminde genellikle toplumsal sorunlara odaklanmaya çalıştım. Ancak 2003 yılında tanıştığım Türk dünyası coğrafyası, nitelik ve nicelik bakımından son derece eksik bırakılmış bir alandı. Buna özellikle “alan” demek istiyorum. Çünkü bana göre Türk Dünyası bir disiplin olarak irdelenmesi ve tasarlanması gereken bir muhtevaya sahip. Bu “alana” yalnızca ideolojik algı ve tutumlarla yaklaşmak büyük haksızlık olur. Yinede Türk dünyasındaki ayrışma ve Türkiye içinde de bu “alana” gösterilen yaklaşım farklılıkları ideolojik zeminde hayat buluyor. Daha doğrusu ideolojisi olanlar ve olmayanlar. Zira Türk dünyası bazı kesimlerde “dolarların havada uçuştuğu yer olarak” değerlendirilebiliyor. Bana göre Türklük, kültür temelinde yükselen bir hissiyat ve değerler sistemidir. Alt sistemleri vardır. Aidiyet, gurur, sevgi ve ortaklık bu alt sistemlerin ifadesidir. Türk ise milletin herhangi bir mensubunu ifade etmek için kullanılıyorsa sadece mensubiyetin ve ontolojik bir takım unsurların ötesinde insanı insan yapan beklentileri gündeme getirmek gerekir. Değilse Türk ve Türklük kavramları sembolik ifadelerin altında ezilme tehlikesi yaşamaktadır. Örneğin Türk olduğunu iddia eden ancak yetim hakkı yiyen ya da devletin malına göz diken birisi, Türklüğe ihanet kategorisinde değerlendirilebilir mi? O halde Türklük kavramını ağzına alanların yaşamsal mücadelede hep “en iyi” ile nitelendirilme gayesini taşıması gerekir. Belki bunlar yazında olmayan şeyler. Ama Türklük insanı insan yapan değer ve özelliklerle daha üstün ve rakipsiz olabilir. Türk dünyasına gelince… Aslında farklı anlamları var. Kafamızda canlandırdığımız ve olmasını istediğimiz Türk dünyası ile bugün ve gelecekte olması muhtemel Türk dünyası arasında dinamik çelişkiler söz konusu.

Türk dünyası hâlâ ikincil planda değerlendirilmekte ve belgesellerin haber kaynağı olmaya devam etmektedir

Dün Türk dünyası gerçeği inkâr ediliyordu, hor görülüyordu, örseleniyordu vs. Bugünkü durumu nasıl yorumluyorsunuz, gerçeğin farkına mı varıldı?

Geçmişte Orta Asya'da, Balkanlar ve Kafkasya'da Türkiye'yi bekleyen ve biraz önce bahsettiğimiz Türklüğe umut bağlamış insanlar vardı. Biz o özlemi kırdık ve bizden beklenen atılımı oldukça uzaklaştırdık. Şimdilerde Türk dünyası kendi geleceğini kendisi belirleme iradesine sahip erkin ülkelerden oluşuyor. Tarihteki içeriği ile “Birleşme” ülküsünün yerini “birliktelik” kavramı aldı. Buna karşın Türk dünyası 1990 sonrası ikinci kez travmatik bir süreç geçiriyor. Küreselleşme avantaj ve tehditler herkesi kuşatmış durumda. Sorunuza dönecek olursak Türk dünyasının ne kendisi ne de biz bu gerçeğin farkına varabilmiş değiliz. Türk dünyası hâlâ ikincil planda değerlendirilmekte ve belgesellerin haber kaynağı olmaya devam etmektedir.

Çin bu sorunu kaşımamız durumunda PKK meselesine müdahil olabilme kartını ileri sürüyor

Bu röportaj vesilesiyle, halen daha kanayan yaramız olan Doğu Türkistan'ı hatırlatmak niyetindeyim ayrıca… Türk dünyası ile ilgili biri olarak, hâl ve gidişat hakkındaki düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz?

Doğu Türkistan maalesef her dönemin kanayan yarası. Konu Çin ile karşı karşıya gelme tehlikesi olunca herkes yelkenleri suya indiriveriyor. Çin bu sorunu kaşımamız durumunda PKK meselesine müdahil olabilme kartını ileri sürüyor. Ekonomimizdeki etkilerini ve yapabileceklerini de unutmamak lazım. Bilimsel olsun ya da olmasın pek çok uluslar arası toplantıda bu konudan özellikle uzak durulmaya çalışılıyor. Hiç unutmam böyle bir organizasyonda Çin büyükelçisinin gözlerine bakarak bizim dışişleri bakanlık müsteşarımıza Doğu Türkistan'ı sormuştum. O anda toplantı sona erdi!!! Orada epeydir açık bir biçimde asimilasyon gerçekleştiriliyor. İnsanlar suçlu suçsuz denilmeden idam edilebiliyor. Ne garip ki geleceğinden umutsuz bu insanların her zaman Türklüğün birer parçası olması yaramızı daha da kanatıyor. Oysa Doğu Türkistan temsilcileri ile görüştüğümüzde kimse kavga, kaos ve savaş istemiyor. Diplomatik yollarla bu meselenin çözüme kavuşmasından yanalar. Burada Türkiye ve hatta Türk dünyasının ortak bir tutum sergilemesi gerekir. Bana kalırsa eğer Türkiye bu kararlılığı gösterirse önce Azerbaycan ve ardından Kazakistan konuyu dünya gündemine taşıyabilir. Ama bu ülkelerin kendi sorunları var. Öncelikle Türkiye'nin öncülüğü gerekir.

Bir müddet evvel, Mevlüt Uluğtekin Yılmaz Bey ile bir söyleşi gerçekleştirdik. Demişti ki: “Dünyamızdaki haksızlıkların, yoksullukların, açlığın, savaşların; ancak Türklerin dünyada çok etkin olmasıyla son bulacağına inanıyorum.”

Sayın büyüğüm doğru söylemiş. Ama hangi Türklüğün etkin olmasından bahsediyoruz. Bizim kafamızdaki mi yoksa hali hazırda görülen mi? Türkiye ve Anadolu Türklüğümü yoksa Türk dünyası dediğimiz alan mı kastediliyor? Dünyada etkin olmak, öncelikle bizi biz yapan hedef ve değerleri etkili olarak kullanmakla başlayabilir diye düşünüyorum. Belki olumsuz baktığımı düşünebilirsiniz. Ama mükemmeli ya da en iyi olanı aramadan herkesçe “en iyi” kabul edileni meydana getiremezsiniz.

Bugün Türk dünyasında yıllarca süren asimilasyondan hâlâ kurtulamamış veya kurtulsa bile nesil değişmesi sürecinde yenilerine yakalanan insanların Türklük kavramından uzak olması mümkündür

Size de sorulmuş olmalı: Türk olduklarını kabul etmeyen Türk toplulukları mı var?

Bu oldukça hassas bir konu. Türkiye içinde ve Türkiye dışında olmak üzere iki kategoride irdelenmeli. Çünkü bize göre topluluk denilen şey başkalarına göre “millet” şeklinde kabul görmektedir. Kaldı ki kimseye “neden kendini Türk olarak görmüyorsun” şeklinde bir soru yöneltmenin anlamı yoktur. Bu, baskı ve dayatmayla olacak iş değildir. Türklük bir sevgi yansımasıdır ve paylaşıldıkça büyüme özelliği taşır. Aynı şekilde Türklük tavizle de sağlanacak bir durum değildir. Bugün Türk dünyasında yıllarca süren asimilasyondan hâlâ kurtulamamış veya kurtulsa bile nesil değişmesi sürecinde yenilerine yakalanan insanların Türklük kavramından uzak olması mümkündür. Asıl önemlisi Türkiye içinde kendisini Türk hissetmeyenlerin durumudur. Yapılması planlanan Anayasa değişikliğini en çok isteyen onlardır. Bu hayalin peşinden koşan ya da açıktan olmasa da yürekten destekleyen çok sayıda insan bulunmaktadır. Bu insanların sayısı ve dağılımı değişmekle birlikte her partide bulunmaktadır. Anadolu'da bu tecrübeleri yaşamış pek çok kardeşimin bunu iyi anladığını biliyorum.



Bir ara, “Turancılık Macar icadıymış” başlıklı haberler servis edildi kamuoyuna?

Ben tarihçi değilim. Bu yüzden derinlemesine bilgiler sunmam doğru olmaz. Ancak görüş beyan eden uzmanların böyle bir şeyin mümkün olamayacağını ifade ettiklerini söyleyebilirim. Konunun tarihi boyutu bir tarafa, Turancılık idealinin her dönem ortaya çıkabilmesi mümkündür. Zira Türklük binlerce yıl geriye giden bir gerçekliktir. Esas mesele Turancılıkla kastedilen ve uğrunda yapılan şeylerin ne olduğudur. Örneğin dün coğrafyaya odaklanmış ve siyasi sınırları olmayan bir Turancılık varken, günümüz koşullarında bunun gerçekleşmesini her açıdan tartışabilir durumdayız. Yarınlara, dünün penceresinden, geçmişe de bugünün at gözlüğünden bakmak aynı çözümsüzlüğün temelidir.

Türkiye'nin devlet olarak ana politikası Türk dünyası değildir

Günümüzde Türk dünyasının ilerlemesi, kaynaşması ve bütünleşmesi adına gerçekleştirilen çalışmaları yeterli buluyor musunuz?

Türk Cumhuriyetlerinin bağımsızlıklarını ilan ettikleri 1991 yılından bu yana bazı şeyler yapılmıştır. Hiçbir şey yapılmadı demek doğru olmaz. Ancak bu çalışmalarda göze çarpan en önemli husus sistemli, planlı ve stratejik zeminin olmamasıdır. 10 bin öğrenci projesini hatırlayalım. Çok sayıda insan yanlış Türkiye izlenimi ile ülkesine döndü. Daha başkaları da var. Günümüze gelirsek… Türk dışişlerinin bir Türk Dünyası algısına sahip olduğunu düşünmüyorum. Dünde yoktu. Bir bakıma Türkiye'nin devlet olarak ana politikası Türk dünyası değildir. Böyle olmadığı için konu bazında gövde üzerinde yapılması gereken çalışmalar zayıf dallar üzerinde sürdürülüyor. Bakınız geçtiğimiz yıl Türk konseyi kuruldu. Bunu önemsiyorum. Fakat bilmemiz gereken bu kuruluşun Kazakistan Başkanı Nazarbayev'in eseri olmasıdır. Türk akademisi de öyle. Başbakanlığa bağlı Yurtdışı Türkler Başkanlığı var. Ne iş yapar, yöneticisi kimdir? Bilmiyoruz. Mesela Afganistan'dan öğrenim görmek için öğrenci getiriyorlar. Kaç tanesi kuzeydeki Özbek ve Türkmenlerden oluşuyor. Açıklasınlar. Yeniçağ'daki köşemden de sordum. Cevap yok. Rahmetli Türkeş'in başlattığı Türk Kurultayı toplanamıyor. Bunu toplamak lazımdır. Gerçi yakında bu konuda bir müjdeyi okuyucularımla paylaşabilirim. Çalışmaların zarar görmemesi için şimdilik bir şey söylemek istemiyorum. Neticede yapılacak çok iş vardır. Ve vakit eskisi gibi çok uzun değildir.

Türk dünyasının özellikle edebiyat alanında cazibe merkezi olduğu görülüyor?

Evet öyle… Yüzyıllar boyu dünyayı yönetmiş toplumların kültürel bakımdan da güçlü olması gerekir. Ancak böyle ayakta kalabilirsiniz. Sevgi, kahramanlık, tabiat ve benzeri kavramlar bu alanda Türklüğün ana temaları olmuş. Bugün Semerkand, Hive, Buhara, Türkistan, Oş ve diğerlerinde böylesine derin birikimi rahatlıkla hissetmek mümkündür.

Türk dünyası bir proje, bir ideal ya da bir politika aracı olarak Türk milliyetçileri tarafından yapılandırılarak, güncelleştirilerek ve toplumların hassasiyetleri dikkate alınarak yeni bir dış politika aracı haline getirilmelidir

Merhum Vahapzade kendisiyle yapılan bir röportajda, “Bütün kardeş ülkelerin istifade edeceği ve merkezi Türkiye'de olan bir ‘Türk Dünyası Akademisi' kurulmalı” diyordu?

Nur içinde yatsın. Vahapzade sadece bir şair ve sanat adamı değildi. Aynı zamanda derinliği olan bir düşünce insanıydı. Biz bu değerli kişileri Türk dünyası sistemi içerisine yeterince kazandıramadık. Onlar Türk dünyasının Entelektüel Sermayesidir. Bulmayı, değerlendirmeyi ve korumayı bilmezseniz kaybeden siz olursunuz. Afşin bey, aslında buna benzer bir kurum Kazakistan'ın başkenti Astana'da Türk akademisi olarak kuruldu. Türkiye'de de bu ölçekte olmasa da bir takım kuruluşlar, dernek ve vakıflar var. Ancak bu kuruluşların gündeminde olan olay ve olgular halkların bilincinden uzak seyrediyor. En azından istediğimiz ölçüde değil. Galiba halka Türk dünyasının ne olduğunu ve önemini anlatmakta yetersiz kalınıyor. Türk dünyası bir proje, bir ideal ya da bir politika aracı olarak Türk milliyetçileri tarafından yapılandırılarak, güncelleştirilerek ve toplumların hassasiyetleri dikkate alınarak yeni bir dış politika aracı haline getirilmelidir. Bu eksiklik günümüz Türk Milliyetçiliğinin en büyük eksikliğidir. Bunu yapmadığınız takdirde ne kendi ideolojinize ne de milletinize fayda sağlamanız zorlaşacaktır.

Pekiyi, ülkemizde Türklüğün etnik bir kimlik olarak algılanması hakkında ne düşünüyorsunuz?

İşte bana kalırsa en önemli konu budur. Türkiye Türklüğü, Anadolu Türklüğü Türk dünyasının gövdesidir. Bu gövdede yükselen değerler yıllar boyu Türk dünyasını sıcak ve konuşulabilir durumda tutmuştur. Türkiye Türklüğü kısa tarihte tüm Türk cumhuriyetlerinin gözünü çevirdiği, kulak kesildiği ve yolundan yürümek istediği bir parçadır. Gerçi bugün bu bakış açısı büyük ölçüde değişmiştir. Şimdi Türkiye'de Türklüğün etnik bir kimlik olduğu yönünde tartışmalar ve konuşmalar görüyoruz. Kamuoyuna yansıdığı kadarıyla Anayasa'da böyle bir değişim isteniyor. Bu durumda bir Özbek, bir Kazak, bir Kırgız'la bizi birbirimize bağlayan şey nedir? Eğer Türk kavramı etnisite ise Türk Konseyi neden kuruldu? Eğer böyle değil ise bahsedilen tartışmalar nereden çıkmaktadır?

Sitemiz aracılığıyla son sözlerinizi alabilir miyiz?

Afşin bey, çok şey var ama uzatmak istemiyorum. Sizin aracılığınızla çağrıda bulunuyorum. Başbuğ Türkeş'in Türk Kurultayını toplayalım. Türkiye'de milyonlarca Türk milliyetçisi var. Bir araya gelip bu kurultaya sponsor olalım. Bu iş bizim işimizdir. Bize Başbuğun ve tarihin mirasıdır. Kırgınlıklar, küskünlükler böylesi idealler için kolaylıkla aşılabilir şeylerdir. Ben ilk katkıyı hemen vermeye hazırım. Ama bizler bunu başlatmaz ve ön ayak olmazsak ne olacak. Artık sivil toplum olmayı, ayrı ayrı ve adeta birbirinin sırtına basarak değil; bir ve beraber olarak başarı sağlanacağını görmemiz gerekiyor. Dünyadaki değişim ve koşullar düşünüldüğünde bu bir arzu değil tamamiyle zorunluluktur.

Yoğun çalışmalarınızdan fırsat bulup, söyleşi için vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz.


Ben de bu önemli konuda görüşlerimi açıklama fırsatı sunduğunuz için size ve haber sitenize teşekkür ediyorum.
 
Top