Koçi Bey'in Gözüyle Osmanlı'da Çözülme
"Klâsik" Osmanlı devlet ve toplum yapısı, onaltıncı yüzyılın ikinci yarısından itibaren bir "buhran" veya "dönüşüm-değişim" olgusuyla karşılaşmıştır. Eşzamanlı olarak bu değişmeyi yaşayan Osmanlı devlet adamı ve uleması, toplumun ve devletin bir buhran ya da dönüşüm geçirdiğinin, onların ifadesiyle 'nizam-ı âleme ihtilal ve reaya ve berayaya infial' geldiğinin farkındaydılar ve karşılaştıkları bu toplumsal ve siyasal değişmeyi 'daire-i adliye' (adalet merkezli toplum teorisi) ve 'erkân-ı erbaa' (ulema, asker, tüccar ve reayadan oluşan dört ana sınıflı toplum teorisi) ilkeleri çerçevesinde izaha çalıştılar.
Bu çalışma, Osmanlı toplum ve devlet düzeninde meydana gelen değişikliklerin gelenekçi bir bakış açısıyla tahlilini yapan risalelerin (kitapçıkların) en çok tanınanı ve belki de en kapsamlısı olan Koçi Bey risalelerinin ve bu risalelerde işlenen onaltıncı yüzyıl sonu ve onyedinci yüzyıl başı Osmanlı devlet ve toplumunun içinde bulunduğu değişimin analizini kapsamaktadır.
Koçi Bey ve Risaleleri
Hangi tarihte doğduğu bilinmeyen Koçi Bey, onyedinci yüzyılda yaşamış bir yönetim bilimcisi ve uygulamacısıdır. Asıl adı Mustafa olan Koçi Bey, Arnavut asıllı bir devşirmedir. Koçi Bey gençliğinde İstanbul'a getirilmiş ve Saray-ı Hümayun'a alınmıştır. Sultan I. Ahmet devrinden Sultan IV. Murat devrine kadar Enderun'da çeşitli görevlerde bulunmuş, sonra Hasoda'ya alınmıştır. Hasoda'da hem Sultan Murat'a hem de Sultan İbrahim'e sır arkadaşlığı ve danışmanlık yapmıştır. Sultan İbrahim devrinden sonra emekliye ayrılmış, doğum yeri olan Göriçe'ye dönmüştür.
Koçi Bey'in kişiliği hakkında kaynaklarda yeterince bilgi bulunmamaktadır. Ancak yazmış olduğu risalelerden hareketle onun kişiliği hakkında bazı değerlendirmelerde bulunabiliriz. Buna göre Koçi Bey, Osmanlı toplumu ve kurumları hakkında geniş bir bilgiye ve bu bilgiyi tahlil edebilme yeteneğine ve eğitimine sahiptir. Osmanlı devlet teşkilatını ve meydana gelen dönüşümü tanımlarken iyi bir gözlemci, alternatif çözüm yolları önerirken de iyi bir danışman olduğunu göstermektedir. Sultan Murat gibi sert mizaçlı bir hükümdara ve Sultan İbrahim gibi her türlü telkine açık bir hünkâra, sistemdeki aksaklıkları belirtmesi ve onlara ne şekilde hareket etmeleri gerektiğini çekinmeden dile getirmesi, onun oturmuş bir karaktere ve gözüpekliğe sahip olduğunun açık delilidir.
Koçi Bey Risaleleri'nin Özellikleri
Koçi Bey Risaleleri, birisi Sultan IV. Murat'a, diğeri de Sultan İbrahim'e sunulan iki risaleden oluşmaktadır. Risaleler, kullanılan dil ve metot bakımından farklılıklar göstermelerine rağmen, genel hatları itibariyle birbirlerine benzemektedir. Risalelerdeki dil ve metot farklılıkları muhataplarının karakterlerinden ve eğitim seviyelerinden kaynaklanmaktadır.
Koçi Bey Risalesi denilince, ilk önce 1631 tarihinde Sultan Murat'a sunmuş olduğu risale akla gelmektedir. Sultan Murat; Arapça ve Farsça bildiğinden dolayı risale, edebî bir Osmanlıca ile yazılmıştır. Bu risale, kısa kısa yazılmış yirmiiki bölümden oluşmaktadır. Yazar, ilk bölümde Osmanlı devlet ve toplum düzeninin temel ilkesini belirtir ve bunu problemlerin çözümü olarak sunar: Memleket ve millet düzeninin, din ve devlet kaidelerinin pekiştirilmesinin çaresi, Hz. Muhammed (sas)'in getirdiği esaslara bağlanmaktır. Sonraki beş bölümde önceki padişahların, vezirlerin, divan ehlinin, nedimlerin, din âlimlerinin ahvali ve Osmanlı sistemi içerisindeki rolleri hakkında bilgi verir. Tımar sistemini anlatarak devlet sistemi içerisindeki önemini belirtir. Bundan sonraki üç bölümde tımar ve zeamet sistemindeki, saraydaki devlet görevlileri arasındaki, yeniçeriler ve diğer askerler arasındaki bozulmanın sebeplerini ve nasıl başladığını ele alır. Bu açıklamalardan sonra beş bölüm hâlinde devletin ve toplumun içinde bulunduğu durumu derinlemesine analiz eder, sorumluları belirler. Daha sonraki bölümlerde bu buhranın nasıl önleneceği ve ne gibi çözüm yollarının uygulanması gerektiğini dile getirir.
İkinci risale Sultan İbrahim'e sunulan risaledir. Ciddî bir eğitime sahip olmayan ve iktidar öncesi hayatını kafeste geçirmiş olan Sultan İbrahim, Koçi Bey'den kendisine Osmanlı Devleti'nin sosyal ve ekonomik durumuna ilişkin bir risale yazmasını istemiştir. Bunun üzerine kaleme alınan risale, 1640 tarihinde Sultan İbrahim'e sunulmuştur.
Onsekiz bölümden oluşan Sultan İbrahim'e sunulan risale, sade ve açık bir dille yazılmıştır. Hiç kuşkusuz bu durum Sultan İbrahim'in bilgi ve eğitim seviyesiyle alâkalıdır. Eğer Koçi Bey bu risaleyi edebî bir üslûpla yazmış olsaydı, Sultan İbrahim bunları başkalarına okutup tercüme ettirme ihtiyacı hissedebilirdi. Halbuki Koçi Bey risalesinde Padişaha "… bu kâğıdı pareleyüp, ateşe yaktırasın mahza hemen karihanızdan zuhur eyliye" türünden ifadeler kullanarak bu risaleleri kimseye göstermemesi, okuduktan sonra yakması ve bütün bu bilgilerin kendi karihasından çıkmış olduğuna herkesin inanması gerektiği şeklinde tavsiyelerde bulunmaktadır. Risaledeki metot öğretici bir nitelik taşımaktadır. Koçi Bey, Sultan İbrahim'e ders verir gibi meseleleri dile getirmektedir. Bu risalede Koçi Bey âdeta bir hoca, Sultan İbrahim de bir talebe gibi görünmektedir. Hattâ bazı yerlerde padişahın devlet görevlileriyle görüşürken nasıl hitap edeceği, kim gelirse ayağa kalkacağı, büyük elçilerden hangisine nasıl davranacağı gibi konular üzerinde durmaktadır.
Klâsik Dönem Osmanlı Devlet ve Toplum İlkeleri
Koçi Bey, risalelerinde önce imparatorluğun "altın çağ"ının parlak bir tasvirini verir, daha sonra bu düzenin nasıl değişime uğradığını izah eder ve "ihtilâl-i âlem"in sebeplerini irdeleyerek bunalımdan çıkış yolunu göstermeye çalışır. Özellikle Sultan Murat'a sunulanında, devletin ihtişamlı dönemlerinde uygulanan ilke ve uygulamaları ortaya koyar ve mevcut durumla bir karşılaştırmasını yapar. Böylece yaşanılan dönemde zuhur eden içtimaî ve idarî problemleri daha açık bir şekilde ortaya koyar. Bundan dolayı burada Koçi Bey'in izlemiş olduğu metot izlenerek klâsik dönemle buhran dönemi ayrı ayrı incelenecektir.
Klâsik dönemde yönetim ve organizasyon ilkeleri: Koçi Bey, Osmanlı'nın klâsik dönemine dair temel ilkelerini, Sultan İbrahim'e sunmuş olduğu risalede ayrıntılarıyla anlatmıştır. Sultan Murat'a sunduğu risalede ise bu yapının işleyişini ve temel politikalarını belirtmiştir. Koçi Bey her iki risalede de olaylar anlatarak uygulama şekillerini belirlemektedir. Koçi Bey'e göre, problemlerin ortaya çıkmaya başladığı zaman olan Kanunî dönemine kadar padişahlar devlet ve toplum işleriyle bizzat ilgilenirlerdi. Divan toplantılarına katılıp meseleleri daha yakından takip ederlerdi. Devlet hiyerarşisindeki görevler, işinin ehli olan insanlara verilirdi ve bu kişiler görevlerini ihmal ve suiistimal etmedikleri müddetçe yerlerinde kalırlardı. Bundan dolayı herbir yönetici, görevinde uzmanlaşır, tecrübe sahibi olurdu. Görev başındaki devlet adamları devletin çıkarlarına öncelik verirlerdi, menfaatlerini ön plâna çıkarmazlardı. Sistemin işlerliğini devam ettirmesi için, devlet görevlerine ait kadrolar ve toprak sahipliği yedi yılda bir gözden geçirilir, boş kadroların ve boş olan toprakların sahibi belirlenirdi. Ayrıca devlet yöneticilerinin ve memurlarının sayısı belli idi ve gelişigüzel artırılamazdı.
Vezir-i azam ve vezirler, görevlerinde tam yetkili idiler. Makama dayalı güçleri oldukça fazla idi. Ancak bu gücü nasıl kullanacakları kurallarla belirlenmişti. Bu kural ve esaslara uyularak verilen kararda hiç kimse onlardan hesap soramazdı. Şeyhülislâmlık, kazaskerlik ve kadılık makamları haksızlığa göz yumma ve padişaha itaat etme yeri değil, hak ve adaleti gerçekleştirme yeri idi.
Devletin devamı için ilmin ve âlimin ehemmiyetini bilen devlet yöneticileri, bilgiye ve bilginlere hürmet ve ikramda kusur etmezlerdi. İlmiye zümresine mensup olanlar kolayca görevlerinden alınmazlardı. Olgunluk ve fazilet kaynağı olan âlimler; padişaha ve halka doğruyu söyler ve yanlışların düzeltilmesine çalışırlardı.
Görüldüğü üzere Koçi Bey'in dile getirmiş olduğu ideal düzen, padişahın devlet ve toplum işleriyle bizzat ilgilenmesi, tımar ve kul sistemlerinin etkin bir şekilde taviz verilmeden uygulanması, devlet görevlilerinin yerinden olma korkusundan uzak olması ve bunlara bağlı olarak Osmanlı toplumundaki "farklı zümrelerin dengeli beraberliğini" temel alan düzenin devam ettirilmesi esaslarına dayanmaktadır.
Değişim ya da buhran döneminde yönetim problemleri: Koçi Bey'e göre Osmanlı Devleti'nde değişim Kanunî Sultan Süleyman döneminde başlamıştır. Kanunî dönemi devletin en olgun dönemiyken, aynı zamanda muhtelif sahalardaki problemlerin de baş göstermeye başladığı dönemdir. Kanunî'nin son zamanlarına kadar vezir-i azamlar tam yetkiye sahiptiler. Oysa bu dönemden itibaren padişaha yakın olan kişiler devlet işlerine karışmaya başladılar. Saray halkının işlere karışmaları, yöneticilerin onlarla iyi geçinmelerine sebep oldu. Bu durum devletin çıkarlarının ikincil konuma itilmesine, yöneticilerin çıkarlarının ve makamda kalma isteklerinin ön plâna çıkmasına sebebiyet verdi. Ayrıca, yönetimde etkinliğini artıran Enderun görevlileri, tımar ve zeametleri kendi adamlarına vermeye başladılar. Bu ise zamanla rüşveti ve iltiması doğurdu.
Devlet yöneticilerinin kolayca görevden alınmaları, onları itaatkâr hâle getirdi ve doğruyu yapma ve âdil davranma yerine dalkavukluk yapmayı tercih eder oldular. Ayrıca, devlet görevleriyle ilgili memurluk kadroları artırıldı. Bu durum, bir yandan rüşvet almayı pekiştirirken diğer yandan devlet memurunun itibarını sarstı. Aynı zamanda kanunlara itaati zayıflattı, dirlik ve düzeni bozdu.
Devlet yönetiminde vezir-i azam ve üst düzey yöneticilerinin bütün işleri kendi ellerinde toplama gayretleri haksızlığı artırdı. Onların alt kademedeki yöneticilerin işlerine müdahale etmeleri sebebiyle, problemin mahallinden uzakta verecekleri yanlış kararları şikâyet edecek merci kalmamıştı. Bundan dolayı haksızlık ve zulüm ortalığı sardı.
Tımar ve zeametin hak sahibi olmayanlara verilmesi ve devşirme olmayanların yeniçeri olmaya başlamaları, askerlik sistemini bozdu. Bu da bu iki ocağın bozulmasına ve devlet hazinesinin zor duruma düşmesine sebep oldu. Bu durumu çözmek için reayadan alınan vergilerin artırılması halkın fakirleşmesine yol açtı. Koçi Bey burada klâsik Türk-İslâm devlet geleneğinin temel ilkelerinden birini belirtir: "Küfr ile dünya durur, zulm ile durmaz." Yani zulmün var olduğu yerde düzen olmaz; düzenin en temel saiki halka âdil davranmaktır.
Problemlerin çözümünde kullanılacak tedbirler: Daha önceden de ifade edildiği gibi Koçi Bey, sadece problemlerin ortaya çıkışını ve gelişimini incelememiş, onların teşhisini ve tanımını yaparak uygun çözümler sunmuştur. Koçi Bey'e göre, problemlerin çözümünde temel ilke İslâm esaslarına sıkı sıkıya bağlanmaktır. Ayrıca devletin klâsik döneminde uyguladığı yönetim ilke ve politikalarına yeniden işlerlik kazandırılması gerekmektedir. Bunun gerçekleştirilebilmesi için şöyle bir yol izlenmelidir:
Mevcut has, zeamet ve tımar sahibi olanların, devlet memurlarının, yeniçeri ve kapıkulu askerlerinin, ilmiye sınıfı mensuplarının sahip oldukları mal, mülk, makam ve mevki gözden geçirilmeli, kuralına uygun olmayan herşey iptal edilmelidir. Bu işi İstanbul'da vezirlerin (üst düzey yöneticiler) değil, beylerbeyinin (yerel yönetici) yapması daha doğrudur. Bu sebeple beylerbeyi ve kazaskerlere yetkiler yeniden devredilmelidir. Böylece işlerin bozulmasıyla artan merkeziyetçilik ortadan kalkacak ve problemler çözümlenecektir. Yerel yönetime ehil olanlar getirilmeli ve İstanbul'dan kimse onların işine karışmamalıdır.
İşlerin düzelmesi, adaletin sağlanması ve hak sahiplerine haklarının verilebilmesi için rüşvet, iltimas mutlaka önlenmelidir. Vezir-i azam, görevlerini ifa ederken tam yetkili olmalı, saray halkı onun işine karışmamalıdır. Üst düzey yöneticiler, görevlerinden kolayca ve sıkça azlolunmamalıdır. Padişah perde arkasında kalmamalı, işleri bizzat kendi yapmalı ve üst düzey yöneticilerini yakından tanımalıdır. Saray halkının bu yöneticilerin işlerine karışmasına ve onların hakkında konuşmalarına fırsat vermemelidir.
Sonuç
Koçi Bey, çözülme ya da buhran vakasını belirli düşünce geleneğini tevarüs etmiş bir fikir erbabı olarak geleneksel Osmanlı devlet ve toplum anlayışı çerçevesinde tahlil etmiştir.
Koçi Bey, Osmanlı'daki değişimin idarenin tepesindeki bozulma, daire-i adliye ve kanun-u kadim'de ihmal (eski sultanlar devrinde uygulanmış ve faydaları sınanmış kanun ve kaideler bütünlüğü), rüşvetin ve iltimasın artması, makamları ehline vermemek, erkân-ı erbaa ve toplum hiyerarşisindeki bozulma, hazinenin dengesindeki bozulma ve ahlâkî çürüme olgularını inceleyerek analiz etmeye çalışmıştır. Daha sonra bu problemlerin çözümü için bazı gerekli ıslahatlar önermiştir. Bu ıslahat teklifleri idarî niteliktedir ve uygulamada baskı unsuru ön plândadır. Kulların itaat altına alınmasından bahsederken "… benî âdem kahr ile zabtolur hilm ile olmaz" (insanoğlu yumuşaklıkla değil, zor-güç kullanılarak düzene sokulabilir) demektedir.
Koçi Bey'in Osmanlı ülkesinin dışındaki gelişmelere ve bunun yansımalarına hiç değinmemesi bir eksiklik olarak görülebilir. Bu gelişmelerin Koçi Bey'in çözülme analizinde değerlendirilmemiş olması onun meseleyi içe dönük bir bakış açısıyla ele almasının bir sonucu olarak görülmelidir.
A. Yaşar AYDIN
"Klâsik" Osmanlı devlet ve toplum yapısı, onaltıncı yüzyılın ikinci yarısından itibaren bir "buhran" veya "dönüşüm-değişim" olgusuyla karşılaşmıştır. Eşzamanlı olarak bu değişmeyi yaşayan Osmanlı devlet adamı ve uleması, toplumun ve devletin bir buhran ya da dönüşüm geçirdiğinin, onların ifadesiyle 'nizam-ı âleme ihtilal ve reaya ve berayaya infial' geldiğinin farkındaydılar ve karşılaştıkları bu toplumsal ve siyasal değişmeyi 'daire-i adliye' (adalet merkezli toplum teorisi) ve 'erkân-ı erbaa' (ulema, asker, tüccar ve reayadan oluşan dört ana sınıflı toplum teorisi) ilkeleri çerçevesinde izaha çalıştılar.
Bu çalışma, Osmanlı toplum ve devlet düzeninde meydana gelen değişikliklerin gelenekçi bir bakış açısıyla tahlilini yapan risalelerin (kitapçıkların) en çok tanınanı ve belki de en kapsamlısı olan Koçi Bey risalelerinin ve bu risalelerde işlenen onaltıncı yüzyıl sonu ve onyedinci yüzyıl başı Osmanlı devlet ve toplumunun içinde bulunduğu değişimin analizini kapsamaktadır.
Koçi Bey ve Risaleleri
Hangi tarihte doğduğu bilinmeyen Koçi Bey, onyedinci yüzyılda yaşamış bir yönetim bilimcisi ve uygulamacısıdır. Asıl adı Mustafa olan Koçi Bey, Arnavut asıllı bir devşirmedir. Koçi Bey gençliğinde İstanbul'a getirilmiş ve Saray-ı Hümayun'a alınmıştır. Sultan I. Ahmet devrinden Sultan IV. Murat devrine kadar Enderun'da çeşitli görevlerde bulunmuş, sonra Hasoda'ya alınmıştır. Hasoda'da hem Sultan Murat'a hem de Sultan İbrahim'e sır arkadaşlığı ve danışmanlık yapmıştır. Sultan İbrahim devrinden sonra emekliye ayrılmış, doğum yeri olan Göriçe'ye dönmüştür.
Koçi Bey'in kişiliği hakkında kaynaklarda yeterince bilgi bulunmamaktadır. Ancak yazmış olduğu risalelerden hareketle onun kişiliği hakkında bazı değerlendirmelerde bulunabiliriz. Buna göre Koçi Bey, Osmanlı toplumu ve kurumları hakkında geniş bir bilgiye ve bu bilgiyi tahlil edebilme yeteneğine ve eğitimine sahiptir. Osmanlı devlet teşkilatını ve meydana gelen dönüşümü tanımlarken iyi bir gözlemci, alternatif çözüm yolları önerirken de iyi bir danışman olduğunu göstermektedir. Sultan Murat gibi sert mizaçlı bir hükümdara ve Sultan İbrahim gibi her türlü telkine açık bir hünkâra, sistemdeki aksaklıkları belirtmesi ve onlara ne şekilde hareket etmeleri gerektiğini çekinmeden dile getirmesi, onun oturmuş bir karaktere ve gözüpekliğe sahip olduğunun açık delilidir.
Koçi Bey Risaleleri'nin Özellikleri
Koçi Bey Risaleleri, birisi Sultan IV. Murat'a, diğeri de Sultan İbrahim'e sunulan iki risaleden oluşmaktadır. Risaleler, kullanılan dil ve metot bakımından farklılıklar göstermelerine rağmen, genel hatları itibariyle birbirlerine benzemektedir. Risalelerdeki dil ve metot farklılıkları muhataplarının karakterlerinden ve eğitim seviyelerinden kaynaklanmaktadır.
Koçi Bey Risalesi denilince, ilk önce 1631 tarihinde Sultan Murat'a sunmuş olduğu risale akla gelmektedir. Sultan Murat; Arapça ve Farsça bildiğinden dolayı risale, edebî bir Osmanlıca ile yazılmıştır. Bu risale, kısa kısa yazılmış yirmiiki bölümden oluşmaktadır. Yazar, ilk bölümde Osmanlı devlet ve toplum düzeninin temel ilkesini belirtir ve bunu problemlerin çözümü olarak sunar: Memleket ve millet düzeninin, din ve devlet kaidelerinin pekiştirilmesinin çaresi, Hz. Muhammed (sas)'in getirdiği esaslara bağlanmaktır. Sonraki beş bölümde önceki padişahların, vezirlerin, divan ehlinin, nedimlerin, din âlimlerinin ahvali ve Osmanlı sistemi içerisindeki rolleri hakkında bilgi verir. Tımar sistemini anlatarak devlet sistemi içerisindeki önemini belirtir. Bundan sonraki üç bölümde tımar ve zeamet sistemindeki, saraydaki devlet görevlileri arasındaki, yeniçeriler ve diğer askerler arasındaki bozulmanın sebeplerini ve nasıl başladığını ele alır. Bu açıklamalardan sonra beş bölüm hâlinde devletin ve toplumun içinde bulunduğu durumu derinlemesine analiz eder, sorumluları belirler. Daha sonraki bölümlerde bu buhranın nasıl önleneceği ve ne gibi çözüm yollarının uygulanması gerektiğini dile getirir.
İkinci risale Sultan İbrahim'e sunulan risaledir. Ciddî bir eğitime sahip olmayan ve iktidar öncesi hayatını kafeste geçirmiş olan Sultan İbrahim, Koçi Bey'den kendisine Osmanlı Devleti'nin sosyal ve ekonomik durumuna ilişkin bir risale yazmasını istemiştir. Bunun üzerine kaleme alınan risale, 1640 tarihinde Sultan İbrahim'e sunulmuştur.
Onsekiz bölümden oluşan Sultan İbrahim'e sunulan risale, sade ve açık bir dille yazılmıştır. Hiç kuşkusuz bu durum Sultan İbrahim'in bilgi ve eğitim seviyesiyle alâkalıdır. Eğer Koçi Bey bu risaleyi edebî bir üslûpla yazmış olsaydı, Sultan İbrahim bunları başkalarına okutup tercüme ettirme ihtiyacı hissedebilirdi. Halbuki Koçi Bey risalesinde Padişaha "… bu kâğıdı pareleyüp, ateşe yaktırasın mahza hemen karihanızdan zuhur eyliye" türünden ifadeler kullanarak bu risaleleri kimseye göstermemesi, okuduktan sonra yakması ve bütün bu bilgilerin kendi karihasından çıkmış olduğuna herkesin inanması gerektiği şeklinde tavsiyelerde bulunmaktadır. Risaledeki metot öğretici bir nitelik taşımaktadır. Koçi Bey, Sultan İbrahim'e ders verir gibi meseleleri dile getirmektedir. Bu risalede Koçi Bey âdeta bir hoca, Sultan İbrahim de bir talebe gibi görünmektedir. Hattâ bazı yerlerde padişahın devlet görevlileriyle görüşürken nasıl hitap edeceği, kim gelirse ayağa kalkacağı, büyük elçilerden hangisine nasıl davranacağı gibi konular üzerinde durmaktadır.
Klâsik Dönem Osmanlı Devlet ve Toplum İlkeleri
Koçi Bey, risalelerinde önce imparatorluğun "altın çağ"ının parlak bir tasvirini verir, daha sonra bu düzenin nasıl değişime uğradığını izah eder ve "ihtilâl-i âlem"in sebeplerini irdeleyerek bunalımdan çıkış yolunu göstermeye çalışır. Özellikle Sultan Murat'a sunulanında, devletin ihtişamlı dönemlerinde uygulanan ilke ve uygulamaları ortaya koyar ve mevcut durumla bir karşılaştırmasını yapar. Böylece yaşanılan dönemde zuhur eden içtimaî ve idarî problemleri daha açık bir şekilde ortaya koyar. Bundan dolayı burada Koçi Bey'in izlemiş olduğu metot izlenerek klâsik dönemle buhran dönemi ayrı ayrı incelenecektir.
Klâsik dönemde yönetim ve organizasyon ilkeleri: Koçi Bey, Osmanlı'nın klâsik dönemine dair temel ilkelerini, Sultan İbrahim'e sunmuş olduğu risalede ayrıntılarıyla anlatmıştır. Sultan Murat'a sunduğu risalede ise bu yapının işleyişini ve temel politikalarını belirtmiştir. Koçi Bey her iki risalede de olaylar anlatarak uygulama şekillerini belirlemektedir. Koçi Bey'e göre, problemlerin ortaya çıkmaya başladığı zaman olan Kanunî dönemine kadar padişahlar devlet ve toplum işleriyle bizzat ilgilenirlerdi. Divan toplantılarına katılıp meseleleri daha yakından takip ederlerdi. Devlet hiyerarşisindeki görevler, işinin ehli olan insanlara verilirdi ve bu kişiler görevlerini ihmal ve suiistimal etmedikleri müddetçe yerlerinde kalırlardı. Bundan dolayı herbir yönetici, görevinde uzmanlaşır, tecrübe sahibi olurdu. Görev başındaki devlet adamları devletin çıkarlarına öncelik verirlerdi, menfaatlerini ön plâna çıkarmazlardı. Sistemin işlerliğini devam ettirmesi için, devlet görevlerine ait kadrolar ve toprak sahipliği yedi yılda bir gözden geçirilir, boş kadroların ve boş olan toprakların sahibi belirlenirdi. Ayrıca devlet yöneticilerinin ve memurlarının sayısı belli idi ve gelişigüzel artırılamazdı.
Vezir-i azam ve vezirler, görevlerinde tam yetkili idiler. Makama dayalı güçleri oldukça fazla idi. Ancak bu gücü nasıl kullanacakları kurallarla belirlenmişti. Bu kural ve esaslara uyularak verilen kararda hiç kimse onlardan hesap soramazdı. Şeyhülislâmlık, kazaskerlik ve kadılık makamları haksızlığa göz yumma ve padişaha itaat etme yeri değil, hak ve adaleti gerçekleştirme yeri idi.
Devletin devamı için ilmin ve âlimin ehemmiyetini bilen devlet yöneticileri, bilgiye ve bilginlere hürmet ve ikramda kusur etmezlerdi. İlmiye zümresine mensup olanlar kolayca görevlerinden alınmazlardı. Olgunluk ve fazilet kaynağı olan âlimler; padişaha ve halka doğruyu söyler ve yanlışların düzeltilmesine çalışırlardı.
Görüldüğü üzere Koçi Bey'in dile getirmiş olduğu ideal düzen, padişahın devlet ve toplum işleriyle bizzat ilgilenmesi, tımar ve kul sistemlerinin etkin bir şekilde taviz verilmeden uygulanması, devlet görevlilerinin yerinden olma korkusundan uzak olması ve bunlara bağlı olarak Osmanlı toplumundaki "farklı zümrelerin dengeli beraberliğini" temel alan düzenin devam ettirilmesi esaslarına dayanmaktadır.
Değişim ya da buhran döneminde yönetim problemleri: Koçi Bey'e göre Osmanlı Devleti'nde değişim Kanunî Sultan Süleyman döneminde başlamıştır. Kanunî dönemi devletin en olgun dönemiyken, aynı zamanda muhtelif sahalardaki problemlerin de baş göstermeye başladığı dönemdir. Kanunî'nin son zamanlarına kadar vezir-i azamlar tam yetkiye sahiptiler. Oysa bu dönemden itibaren padişaha yakın olan kişiler devlet işlerine karışmaya başladılar. Saray halkının işlere karışmaları, yöneticilerin onlarla iyi geçinmelerine sebep oldu. Bu durum devletin çıkarlarının ikincil konuma itilmesine, yöneticilerin çıkarlarının ve makamda kalma isteklerinin ön plâna çıkmasına sebebiyet verdi. Ayrıca, yönetimde etkinliğini artıran Enderun görevlileri, tımar ve zeametleri kendi adamlarına vermeye başladılar. Bu ise zamanla rüşveti ve iltiması doğurdu.
Devlet yöneticilerinin kolayca görevden alınmaları, onları itaatkâr hâle getirdi ve doğruyu yapma ve âdil davranma yerine dalkavukluk yapmayı tercih eder oldular. Ayrıca, devlet görevleriyle ilgili memurluk kadroları artırıldı. Bu durum, bir yandan rüşvet almayı pekiştirirken diğer yandan devlet memurunun itibarını sarstı. Aynı zamanda kanunlara itaati zayıflattı, dirlik ve düzeni bozdu.
Devlet yönetiminde vezir-i azam ve üst düzey yöneticilerinin bütün işleri kendi ellerinde toplama gayretleri haksızlığı artırdı. Onların alt kademedeki yöneticilerin işlerine müdahale etmeleri sebebiyle, problemin mahallinden uzakta verecekleri yanlış kararları şikâyet edecek merci kalmamıştı. Bundan dolayı haksızlık ve zulüm ortalığı sardı.
Tımar ve zeametin hak sahibi olmayanlara verilmesi ve devşirme olmayanların yeniçeri olmaya başlamaları, askerlik sistemini bozdu. Bu da bu iki ocağın bozulmasına ve devlet hazinesinin zor duruma düşmesine sebep oldu. Bu durumu çözmek için reayadan alınan vergilerin artırılması halkın fakirleşmesine yol açtı. Koçi Bey burada klâsik Türk-İslâm devlet geleneğinin temel ilkelerinden birini belirtir: "Küfr ile dünya durur, zulm ile durmaz." Yani zulmün var olduğu yerde düzen olmaz; düzenin en temel saiki halka âdil davranmaktır.
Problemlerin çözümünde kullanılacak tedbirler: Daha önceden de ifade edildiği gibi Koçi Bey, sadece problemlerin ortaya çıkışını ve gelişimini incelememiş, onların teşhisini ve tanımını yaparak uygun çözümler sunmuştur. Koçi Bey'e göre, problemlerin çözümünde temel ilke İslâm esaslarına sıkı sıkıya bağlanmaktır. Ayrıca devletin klâsik döneminde uyguladığı yönetim ilke ve politikalarına yeniden işlerlik kazandırılması gerekmektedir. Bunun gerçekleştirilebilmesi için şöyle bir yol izlenmelidir:
Mevcut has, zeamet ve tımar sahibi olanların, devlet memurlarının, yeniçeri ve kapıkulu askerlerinin, ilmiye sınıfı mensuplarının sahip oldukları mal, mülk, makam ve mevki gözden geçirilmeli, kuralına uygun olmayan herşey iptal edilmelidir. Bu işi İstanbul'da vezirlerin (üst düzey yöneticiler) değil, beylerbeyinin (yerel yönetici) yapması daha doğrudur. Bu sebeple beylerbeyi ve kazaskerlere yetkiler yeniden devredilmelidir. Böylece işlerin bozulmasıyla artan merkeziyetçilik ortadan kalkacak ve problemler çözümlenecektir. Yerel yönetime ehil olanlar getirilmeli ve İstanbul'dan kimse onların işine karışmamalıdır.
İşlerin düzelmesi, adaletin sağlanması ve hak sahiplerine haklarının verilebilmesi için rüşvet, iltimas mutlaka önlenmelidir. Vezir-i azam, görevlerini ifa ederken tam yetkili olmalı, saray halkı onun işine karışmamalıdır. Üst düzey yöneticiler, görevlerinden kolayca ve sıkça azlolunmamalıdır. Padişah perde arkasında kalmamalı, işleri bizzat kendi yapmalı ve üst düzey yöneticilerini yakından tanımalıdır. Saray halkının bu yöneticilerin işlerine karışmasına ve onların hakkında konuşmalarına fırsat vermemelidir.
Sonuç
Koçi Bey, çözülme ya da buhran vakasını belirli düşünce geleneğini tevarüs etmiş bir fikir erbabı olarak geleneksel Osmanlı devlet ve toplum anlayışı çerçevesinde tahlil etmiştir.
Koçi Bey, Osmanlı'daki değişimin idarenin tepesindeki bozulma, daire-i adliye ve kanun-u kadim'de ihmal (eski sultanlar devrinde uygulanmış ve faydaları sınanmış kanun ve kaideler bütünlüğü), rüşvetin ve iltimasın artması, makamları ehline vermemek, erkân-ı erbaa ve toplum hiyerarşisindeki bozulma, hazinenin dengesindeki bozulma ve ahlâkî çürüme olgularını inceleyerek analiz etmeye çalışmıştır. Daha sonra bu problemlerin çözümü için bazı gerekli ıslahatlar önermiştir. Bu ıslahat teklifleri idarî niteliktedir ve uygulamada baskı unsuru ön plândadır. Kulların itaat altına alınmasından bahsederken "… benî âdem kahr ile zabtolur hilm ile olmaz" (insanoğlu yumuşaklıkla değil, zor-güç kullanılarak düzene sokulabilir) demektedir.
Koçi Bey'in Osmanlı ülkesinin dışındaki gelişmelere ve bunun yansımalarına hiç değinmemesi bir eksiklik olarak görülebilir. Bu gelişmelerin Koçi Bey'in çözülme analizinde değerlendirilmemiş olması onun meseleyi içe dönük bir bakış açısıyla ele almasının bir sonucu olarak görülmelidir.
A. Yaşar AYDIN