dderya

kOkOşŞ
V.I.P
Prof. Dr. Mustafa Yılman
1. Kadın olmanız toplumda size sorun yaratmakta mıdır ?

2.Evde,okulda,işyerinde karşılaştığınız en önemli sorun nedir ?

3. Demokrasiden, insan haklarından yeterince yararlanıyor musunuz ?

4. Bir birey olarak hedeflerinize ulaşmanızda en büyük engel nedir ?

S.Türk toplumunda, kadının veri konusunda ne düşünüyorsunuz ?

"Kızlarını okutmayan bir millet, çocuklarını manen öksüz bırakmış
demektir,hüsranla ağlasın /" Tevfik Fikret


Türk'ler Müslümanlığı kabul ettikten sonra büyük ölçüde Arap dünyasının etkisine girmişler ve özellikle kadınla ilgili geleneklerinde, anlayışlarında önemli değişmeler olmuştur. Nitekim nikah sırasında gelin hazır bulunmaz ve onun evlenmeye rızası, vekili bir erkek tarafından açıklanır ve imam bunun üzerine nikahı kıyardı. Evlenmenin anlamı ve anlayış şekli, kadınla erkek arasındaki eşitsizliği çok açık olarak göstermekteydi, (veiidedeoğiu, ı%8:5}

Türk Medeni Yasasının kabulünden önce erkek birden fazla kadınla evlenebilirdi ve böyle bir durum doğa yasalarına aykırı düşmekteydi.. Bu doğa yasalarına aykın düşmesi bir yana; insan hakları, ahlak ve ekonomi kurallarıyla da çelişmektedir.

Eski hukukta erkeğin karısını boşama hakkı sınırsızdı. Kadın, kocasının ağzından çıkacak bir tek kelime ile terk edilebilirdi. Ancak istenirse nikah sırasında ileride kadının kocasını boşayabileceği kabul edilebilirdi. Bunun olabilmesi için, bu hakkın daha nikah sırasında erkek tarafından kadına tanınması gerekirdi. Böyle olunca kadın da kocasını tek taraflı olarak boşayabilirdi. Yalnız bundan sadece kadınların değil, genellikle erkeklerin bile haberi yoktu.

Evlenmede yaş sınırı da yoktu. Beşikteki bir kızla aynı durumdaki bir erkek, istenirse - ileride kabul edip etmeme hakkı bulunmakla birlikte- velileri tarafından evlendirilebilirdi. Yine eski hukuka İslam 'a göre ana hiçbir zaman çocuğun velisi olamazdı ve baba Öldüğünde, çocuğa bir vasi (yönetici) atanırdı. Mirasta erkeğe oranla -duruma göre- yarım, dörtte, yedide veya sekizde bir pay alabilirdi. Mahkemede iki kadının tanıklığı bir erkeğe eş tutulurdu. Cumhuriyet öncesinde Türk kadınının kamu meclislerine seçme ve seçilme haklan olmadığı gibi, yönetim görevlerine atanmayı isteme hakları yoktu. "Kadınların düşünme uygulama konusunda yetenekleri eksik bulunduğundan onlar, vali ve başkan olamazlar" (dı) (VeKdedeoğlu, 1968: 6-8)

Oysa İslamiyet öncesi dönemde eski Türk kadınları sözü edilen görevleri ve sorumlulukları rahatlıkla yüklenebiliyorlardı. Ve çok büyük bir saygınlığa sahiptiler.. Kadın, erkeğin sahip bulunduğu bütün haklarla donatılmıştı. Devlet başkanı bile olabilirdi. Yaşadığımız zamanda henüz kadın vali ve kaymakamlarımızın olmaması (göstermelik bir uygulama dışında), sanırız hukuksal bir sorun olmaktan öteye kültürel ve yönetsel bir sorundur. Sözde demokrat geçinen ve kadın haklarının savunucusu çevreler; kadınların gerek milletvekili, gerekse yerel ve diğer kamu görevlerinde yeterli ve gerektiği ölçüde yönetici olabilmeleri konusunda ciddi bir çaba içine girmemektedirler. Bu durum karşımıza tamamen bir eğitim ve kültür sorunu olarak çıkmaktadır.

İslamiyet öncesinde Türk kültüründe kadının sosyal ve siyasi konumu, yeri; her yönden çok elverişliydi. Toplumsal hayatın bütün yönlerinde uygar bir toplumda gözlenen düzeydeydi. Her şeyden önce kadın-erkek eşitsizliği ve kaç-göç yoktu.

Eski Türk toplumunda kadının yeri konusunda tam bilgilerin elde edilememesinin birçok yanlış ve amaçlı değerlendirmelere yol açmasının nedeni, Türk tarihinin ilk kaynaklarda öğrenilme olanağının çok az bulunmasıdır. Bir başka neden ise geçmişimizin yeterince araştırılmamasıdır. Çünkü bunu başarabilmek için çeşitli bilim dallan hakkında bilgi sahibi olmak ve yine çeşitli Asya dillerini bilmek ve gençlerin bu alana yönlendirilmeleri gerekmektedir.

Ancak kendilerine ilerici, aydın denilmesini isteyen bir kesim, bir yandan tam bağımsızlıktan, ulusal bir politikadan söz ederken diğer taraftan bu ilkeye karşı bir tavır almakta ve uluslararasıcılığı (evrenselliği) savunabilmektedir. Kendi tarihinden habersiz olarak tüm bir milletin sanki kadınlarını köle olarak kullanageldiğini anlatmaya çalışmaktadır. Belirli dönemlere ilişkin yapılan çeşitli nedenlere bağlı haksızlıkları ve yanlışlıklan bütün bir Türk tarihine mal etmek gibi tarihi bir yanılgı İçine düşülmektedir.


Türk kadının İslâmiyetten önceki durumu.


Çok elverişli idi. Toplum hayatında kadın-erkek ayrılığı ve kaç göç yoktu. Türk toplumlarında kadının aile İçindeki rolü,han karısının devlet içindeki yerinde de etkisini göstermişti.Eski Türkler hakanın kansına "hatun" derlerdi Kutluğ Han tahta çıktığı zaman karısı Bilge Hatun da vardı.

Hatunun devlet içindeki nüfuzu büyüktü. Türk terde kadınlan kamu haklarından yoksun kılan bir töre bulunmadığından İslamlıktan önce Türk hatunların, kocaları hakan Ölünce onun yerine yönetimin, devletin başına geçtiği çoktur...Orta Asya ve Hindistan Türk teri arasında doğrudan doğruya siyasi ve askeri rot oynayan,devleti yöneten ve askere kumanda eden Türk kadınlarına rastlanır.

Eski Türklerde evlilik kurumuna önem verilirdi. Nikah, törenle yapılan ciddi bir sözleşme idi. Birçok Türk soylarında,örneğin Göktürk'lerde tek eşlilik yöntemi vardı. Oysa eski Türklerin yaşadığı devre kıyasla çok daha yakın zamana kadar Avrupa'nın birçok kavimlerinde çok karılığın hüküm sürdüğü tarihi bir gerçektir.

Eski Türklerde kocası ölen kadın çocuklarının velisi olurdu. Kutluğ Hanın ölümünden sonra oğullarının velisi,analan Bilge Hatun olmuştu.

Eski Türklerde evli kadın kendi malları üzerinde bağımsız olarak tasarruf hakkına sahipti ve kocasından ayrıldığında bu malları alıp götürürdü. Eski Türkierde kadının hukuki durumu, Romalı kadınınkinden çok daha ileriydi.

Aynı zamandiliminde Eski Roma'da kadın evlenince kocasının tam egemenliği altına girer,haklan kullanma yetkisinden yoksun olur ve tek başına mal mülk sahibi olamazdı. Oysa Türkierde böyle bir hukuki durum yoktu.

Eski ve yeni bütün araştırmalar açıkça gösteriyor ki, eski Türk toplumlannda kadının aile içindeki rolü, han karısının devlet içindeki yerinde de etkisini göstermişti... Hatunun devlet içindeki etkisi büyüktü. Türk’lerde kadınları kamu haklarından yoksun bırakan bir töre bulunmadığından, İslam öncesi Türk kadınlarının, kocalan hakan ölünce işbaşına geçtikleri çoktur. Osmanlılarda bu rol, perde arkasına kaymış ve zararlı olmuştur.

Halbuki Orta Asya ve Hindistan Türk'leri arasında doğrudan doğruya siyası ve askeri rol oynayan, devleti yöneten ve askere kumanda eden Türk kadınlarına rastlanır... Eski Türk’lerde evlilik kurumuna önem verilirdi... Nikah, törenle yapılan önemli bir sözleşmeydi...

Göktürklerde tek evlilik vardı... Buna karşılık, çok daha yakın olan zamanlarda Avrupa'nın birçok toplumlarında çokeşliliğin bulunduğu tarihi bir gerçektir. (Velidedoğlu, 1968:11)

Bugün Türkiye'de demokrasi ve onun doğal bir öğesi olarak kadın haklan gündeme getirilirken. bu tarihi gerçeğin unutulması ya da bilinmemesi, sanki batının kadın cenneti olduğu imajının yaratılması, konuya ilişkin bilinçlenmenin hangi düzeyde olduğunun bir göstergesi sayılabilir.

Eski Türk'lerde kadın kocası öldüğünde çocuklarının velisi olurdu. Kendi malları üzerinde bağımsız olarak kullanma hakkına sahipti ve kocasından ayrıldığında bunları da alıp götürürdü.

Bugünkü anlamda tam bir eşitlik -gerçekte var olup olmadığı tartışmalıdır- söz konusu olmamakla beraber eski Türk'lerde kadının durumu, İslamiyet sonrası ve zamanın başka toplamlarına kıyasla, çok ileri ve elverişliydi.

Nitekim eski Roma örnek alınırsa, burada kadın evlenince kocasının tam egemenliği altına girer, hakları kullanma yeteneğinden yoksun olur ve tek başına mal mülk sahibi olamazdı. Eski Türk'lerin bu alanda ne kadar ileri ve bugünkü çağdaş anlayışa ne kadar yakın olduktan açık bir şekilde görülür. (Velidedeoğlu, 1968:12)

Atatürk; Türk kadınına bir İnsan olarak hak ettiği değeri vermekte gecikmemiş, Türk halkı demokratikleşme süresi boyunca giderek daha etkin bir biçimde kadın İnsan gücünden yararlanma yollarını arayıp bulmaya, açmaya çalışmıştır. Çünkü Türk'ün tarihi ve kültürü buna çok uygun bir ortam yaratmaktadır.

Atatürk'ün dediği gibi; "İnsan toplumu kadın ve erkek denilen iki cins İnsandan oluşur. Mümkün müdür ki, bu kütlenin bir parçasını ilerletelim, ötekini savsakla yalım da kütlenin bütünü ilerleyebilsin. " (Başbakanlık, 1973:65)

Gerçekten toplum bir bütün olduğuna göre; onun ilerlemesi de bu doğrultuda olması gerekir. Her toplum kadın ve erkek nüfustan oluştuğundan, kadın ve erkeğin ayrı gelişmesi; bilinçlenmesi toplumun sağlıklı gelişiminin ön şartıdır.

Bir toplumun; kadın algılaması ile demokratikleşmesi, demokratik bir sosyo-kültürel dokusal yapıya sahip olması arasında yakın bir bağ bulunmaktadır. Kadın, gerçek kimliğini özgür bir ortamda bulur.

Nitekim kültürel dokunun demokratik, insancıl değerlere örüldüğü bir toplumda, kadın sadece erkeğin cinsel gereksinimlerini karşılayan bir varlık olarak değil, toplum denilen sosyal varlığın üyesi olup her şeyden önce bir ''İNSAN''dır. Toplumun bir tamamlayıcı, üretici bir değerdir.

Kadına gösterilen tepkinin niteliği, toplumun genel erkeğin ise özel eğitim ve kültürlenme düzeyine indekslidir. Erkek, kadına temelde bir İman olarak bakabilecek düzey de kültürlendiği ölçüde saygı duyar

Burada öğretimin teni eğitim, asıl belirleyici rolü oynar ve tepkinin kalitesini yükseltir.

Erkek, kadına gösterdiği davranışın kalitesi oranında uygarlaşır. Demokratlaşır.

Demokrasimiz için ciddi tehlike, davranışlarımızda ve kurumlanmadaki... otoriteye, disipline, biteviyeliğe, üste boyun eğdirten koşulların varlığıdır. Bu nedenle, savaş alanı... kendimizde ve kurumlanmadadır. (Dewey: Günyol, 1964: 52)

 

dderya

kOkOşŞ
V.I.P
Dünyada Kadın

Toplum adı verilen yerleşik en üst insani yapı, organizasyon kadın ve erkek olarak iki temel öğeden oluşmuştur. Ancak tarihsel süreç içinde, zaman faktörüne ve topiumlarm kendine özgü özelliklerine bağlı biçimde bu iki öğenin, kadın ve erkeğin birbirine karşı durumu; var olan doğal, sosyal ve kültürel olanaklardan yararlanma şansları önemli farklılıklar göstermiştir.

Bunun sonucu özellikle kırsal alanlardaki yoksul kadınlar, içinde bulunduktan mahrumiyet açısından, dünyanın en güç durumdaki kesimlerini oluştururlar. Bunlar sağlık, beslenme ve eğitim açısından erkeklerin oldukça gerisindedirler. Üstelik erkekler kendi durumlarım düzeltmek için bazı olanaklara sahipken kadınlar bundan da yoksundurlar.

Yoksulluk yükünün en ağır faturasını kadınlarla kız çocukları ödemek zorunda kalmaktadır.. Yaşadığımız son 20-30 yıl içinde yoksul kadınların gelir düzeylerinde, yararlanabildikleri kaynaklarda; kredi, eğitim, teknoloji alanına yönelik olanaklarında, dolayısıyla yaşam koşullarında gözle görülebilir ciddi bir düzelme olmamıştır.

Dünyamıza kadın açısından bakıldığında gelişmiş ülkelerle gelişmekte olan ülkeler arasındaki önemli farklılaşma hemen göze çarpmaktadır. Nitekim gelişmekte olan ülkelerde:

a. Kız çocukları, erkek çocuklara göre sağlık, beslenme ve eğitimde daha az olanaklara sahiptir.

b. Kadınlardaki okur-yazarlık oranı erkeklerdekinin üçte ikisi kadardır.

c. Çocuk bekleyen anne adayının ölüm olasılığı gelişmiş ülkelere göre 50 katı fazladır.

d Kadınların yaptığı işlerden pek çoğu “görünmez“nitelik taşımakta ve sayımlarda dikkate alınmamaktadır

♦ Kadınlar daha az eğitim, daha aı mesleki kurs aörmckte.fakat fazla mesai vapmaiırfili > karşın daha az ücret almaktadır,

f Kadınlar sosyal yaşamda genelde erkeklerin karşılaşmadıkları kültürel, toplumsal,hukuksal ve ekonomik engellerle karşılaşmaktadır.

g.Kadınlar her düzeydeki karar alma süreçlerinde daha az temsil edilmekte, katılımları sınırlanmakta ve ciddi eşitsizliklere maruz kalmaktadırlar.

Dünyaya hem yoksul, hem kadın olarak gelmek gibi "çifte şanssızlık"; kadın yönünden, anne sağlığı ve eğitimle ilgili gerçek dramatik sonuçlar doğurduğu doğurmakta olup Türk kadının durumu da bundan çok farklı değildir. Ve AB’ye aday ülke konumundaki Türkiye ve onu yönetenler için de bir yetersizlik, başarısızlık göstergesidir. Nitekim bazı görüşlere göre; herhangi bir toplumda kadınların durumu.o toplumdaki uygarlaşmanın ya da insanilesmenin ölçüsü olarak alınabilir.

Türkiye'de ise kadının durumu dört noktada ele alınabilir:

l.Cumhuriyetten, özellikle Türk Medeni Kanunun yürürlüğe girdiği 4 Ekim 1926 tarihinden öncesi durum.

a. Nikâh sırasında kadın hazır bulunmaz, onun evlenmeğe rızasını vekili sıfatıyla bir erkek açıklardı ve bunun üzerine imam tarafından nikâh kıyılırdı.

b. Evlenmenin anlamı ve anlaşılış tarzı,kadınla erkek arasındaki eşitsizliği çok açık olarak gösteriyordu..İslâm hukukçularına göre evlenme,cinsiyetleri ayrı fakat kişilikleri ve

hakları aynı, eşit olan iki insan arasında bir aile birliği kurmak, karşılıklı ve şerefli bir temele dayanmak olmayıp,kadının kadınlığından erkeğin meşru,yasal olarak yararlanması şeklinde tanımlanıyordu Bu tek yanlı görüşün kadınlık onuru,kadın kişiliği ve kadın hakları açısından gösterdiği acı manzarayı tartışmaya gerek yoktur.

c. Medeni kanundan önce Türkiye'de bir erkek birden fazla kadınla evlenebilirdi. Bu yöntem

kadınlara ve erkeklere "Tanrının emri"diye telkin edilirdi.Oysa doğa yasalarında şaşmaz bir düzen hakimdir.Eğer erkeklerin dört kadınla evlenmesi Tanrının emri olsaydı,yüce Tanrı, kadın nüfusunu erkek nüfusuna oranla dört kat fazla yaratırdı.Mevcut durum bunu tam tersi,bütün dünya ülkelerinde savaşlara,hastalıklara ve başka nedenlere karşın istatistikler kadın-erkek nüfusun eşit oluştuğunu göstermektedir. .—-—

ilgi çekici bir nokta, savaşlarda kaybedilen çok sayıda erkek nüfusun,savaş sonrası erkek çocuk doğumlarındaki artışla
kapanabilmesidlr. Bu da göstermektedir ki, Tanrının amacı bir erkeğin ancak bir kadınla veya bir kadının da yalnız bir erkekle evlenmesidir.

Sadece din ve doğa yasatan değil, bugünkü dünyada ahlâk ve ekonomi yasalan da tak eşliliği emretmektedir,

d. Medeni kanun öncesi hukukta erkeğin karısını boşama hakkı sınırsızdı. Karı, kocasının ağzından çıkacak bir tek kelime İle terk olunabilirdi. Kadının boşanma hakkı sayılı durumlarda ve hakim kararına bağlı iken, erkek bu yola başvurmadan ve hiçbir sebep göstermeden karısını doğrudan doğruya kendisi boşayabilirdl. Karının kocasını bosavabilme hakkı halka öğretilmez ve yalnızca padişah ve vezir kızlarına uygulanırdı,

e. Ülkemizde medeni kanun öncesi evlenmede yaş sınırı yoktu. Beşikteki bir kızla beşikteki bir erkek velileri tarafından yasal şekilde evlendirilebilirdi ve böylece bebeğin bakımı için gereken maddi külfet kocanın mallarına yüklenirdi. Yalnız ergenlik çağına gelindiğinde gençlerin bu nikahı reddetme hakları vardı.

f. Cumhuriyetten önce ana hiçbir zaman, babanın ölümü halinde bile çocuğunun velisi olamazdı. Veli baba idi. Baba öldüğünde çocuğa başka bir vasi tayin olunurdu.

g. Eskiden kadınların mirastaki durumu çok elverişsizdi. Kadın erkeğe oranla yarı, dörtte bir,yedide veya sekiz bir miras alabilirdi.

h. Cumhuriyet öncesinde mahkeme karşısında şahitlik için ancak iki kadın bir erkeğe eşit tutulurdu. Bununla beraber dört kadın bir erkeğin yerini tutamazdı. Şahitlerden birinin mutlaka erkek olması şarttı vardı.

i. Cumuhuriyet öncesinde dönemde Türk kadını, kadın haklarından yoksundu. Kamu meclislerine seçme ve seçilme hakları olmadığı gibi idari görevlere atanmayı isteme hakkı da bulunmuvordu."Kadınların aklî yetenekleri ve yeterliklerinin noksan bulunması nedeniyle onlar vaii ve emir olamazlar" kanaati yaygın ve egemendi. Bu bilgiler göstermektedir ki,Türk kadının Cumhuriyetten,Medeni kanunun kabulünden önceki durumu gerek insan haklarına, gerekse sosyal adalete tamamen aykırıydı.

1. Türk Medeni Kanununun kabulünden sonraki durum. Türkiye'de 4.10.926 tarihinde kabul edilerek yürürlüğe giren ve kadın hukuku bakımından bir "devrim" niteliği taşıyan Medeni Kanunda ve diğer kanunlarda zaman içinde gözlenen ve günümüzde belirginleşen eksiklikleri, eşitsizlikleri şöyle sıralamak mümkündür:

a. Medeni kanunun 152 maddesine göre evlilik birliğinin ba»kanı kocadır. Bu kural aile İçinde erkeğin egemenliğini sağlamaktadır

b. MK’nm 159 md..kadının meslek ve sanatla uğraşmasını kocasının İznine bağiamıştır.Bu durum Anayasımtıın 49 maddesinde yer alan "Çalışma herkesin hakkı ve ödevidir."hükmüne aykırıdır.

c. MK'nın 21.md.si karının kanuni İkametgâhını kocasının İkametgahı olarak kabul etmiştir.Bu kural kadtn-erkek arasındaki eşitliği zedeleyici niteliktedir.Ancak bunun,işin, sanatın ve mesleğin icrası dışında, kayıtsız şartsız olması ailede huzursuzluk yaratacağı görüşü ağır basmakta ve evlilik birliğinin niteliği ve özü, müşterek hayatı ve ikametgahı gererli kılar denilmektedir.

d. MK.2S8.md.si 18 yaşından küçük çocuğun velisi ana-baba,velâyeti kullanma konusunda anlaşma olmazsa babanın oyunu üstün tutmuş ve böylece eşitlik ilkesini zedelemiştir. Velayetin kime verileceği yetkisinin hakimde olması yerinde olur.

e. MK.nun 169.mdsi de kadınla erkek arasında bir fark doğurmuştur. Kadının hakim karan olmadıkça kocasının borçlarına kefil ve bunun geçerli olması söz konusu değildir.

f. Çalışan kadının gelirinin kocası tarafından"aile reisi" sıfatiyle kendi adına düzenlenen beyanname ile mâliyeye bildirmesi,kocanın hiçbir geliri olmadığı halde kadının kendi gelirini doğrudan bildirme hakkının bulunmaması eşitlik ilkesiyle uyuşmamaktadır.

Türkiye'de kadınlar durumlarına göre dört ayrı tip sergilemektedir:
 

dderya

kOkOşŞ
V.I.P
Türkiye'de kadınlar durumlarına göre dört ayrı tip sergilemektedir:
Birinci tip: Büyük kentlerde oturan bir kısım hanımlarımız kadınlarla ilgili sorunlarla kafa yormaya hevesli değillerdir. Oysa bunlardan birçoğu kolejlerde, liselerde hatta üniversitelerde okumuş insanlardır. Bunların bir kısmı evlenip kocalarından bekledikleri servet ve rahata kavuşunca kendini bütün ülkülerine kavuş gibi hissetmekte sosyal konularla kafa yormak yerine kuaförde, çaylarda, kokteyl partilerde veya kumar masalarında zaman yitirmektedirler.
Çocuklar küçükken hizmetçinin veya kreşte, anaokulunda büyüyünce de yatılı okulda olup Anadolu köylü kadının ne durumda bulunduğu kendisini ilgilendirmemektedir. Halbuki bu gibi servet ve olanak sahibi kadınlarımızın bugün Türkiye'de yapabilecekleri çok şeyler vardır."Aile Süs Kadınları" diye nitelendirilebilecek bu kadınlar sosyal sorunlarla ilgilenmek zahmetine katlansalar,hem kendi beden-ruh sağlıkları bakımından,hem de sosyal alanda çok şey kazanabilir,başarabilirler ve çok mutlu olurlar.

İkinci tip: Çalışan, hayatlarını, kazanan evli veya bekâr kadınlardır Bunların çoğu hayat mücadelesinden o kadar yorgun düşer kİ,ciddi sosyal konularla uğraşmaya zamanları ve sinirleri elverişli olmaz. Bunlar hayat mücadelesinden arta kalan zamanlarını tv işlerine,varsa,kocalanna ve çocuklarına ayırırlar,biraz eğlenmek ve dinlenmek İçin televizyon seyredebilir yahut bir sinemaya,tiyatroya, konsere gidebilirse kendilerini mutlu
hissederler.Anadolu kadınını uyandırmak İçin bunlardan mücadele beklemek insafsızlık olur.
Ancak bunlardan öğretmenlerin,n6ğretmeMgörevleri dışında bir de "uyarma" ve "aydınlatma"görevleri vardır ki, onların bunu hakklyle başardıklarını,daha doğrusu başarabilmek İçin yeterince çalıştıklarını söylemek mümkün değildlr.Eğer başarabilselerdi, Cumhuriyetin ilanından bu yana 87 yıla yakın bir zaman geçmiş olmasına karşın Türk toplumunun ve Türk kadınının kültürel ve sosyal seviyesi göründüğü gibi olabilir miydi ?
Hemen belirtelim ki,gelenek ve göreneklere bağlı,kendi yararlarını gözetme yeteneğinden yoksun,fakir Türk köylüsünden tutunuz da,köy ağasının; çıkarcı din yobazlarının ,çok cahil ve dünya görüşünden yoksun kamu personelinin,memur ve poi'ıtikacılann,devletin üst basamaklarına kadar sızabilen Atatürk ve Devrim düşmanlarının her türlü direnç ve baskılarına karşın Anadolu'nun en ücra kasaba ve köylerinde Atatürk Devrimlerinin ve bilimin ışığını yakmaya çalışan,hayatını bu uğurda veren her biri birer isimsiz kahraman olan kadın ve erkek öğretmenlerimizin hizmetleri her türlü takdirin üstündedir.
Türkiye'nin bugünkü siyasi havası ve köy şartları içerisinde kültür çalışmaları yapmak çok güç bir iştir. Çünkü bu ülkede cahil halkı uyandırmaya, ona kanunlarda yazılı haklarını öğretmeye,onun dünya hayatını yobaz baskısından kurtarmaya,onu ümmetçilikten çıkarıp millet seviyesine yükseltmeye çalışanlara gavur,bozguncu,komünist damgasının vurularak etkisiz hale getirilmek istendiğini,çoğu kez tehlikeye girecek vatan ve millet sevgisinden yoksun birtakım kimselerin bütün yolları ve araçları kullanarak bu uyanmayı engellemeleridir.
Üçüncü tip: Anadolu " kasaba sosyetesidir. Bunlar az çok öğrenim görmüş kadın grubunu oluşturur. Buralarda erkek ve kadın hayatı tamamen birbirinden ayrı olduğu için, kadınlar kendi aralarında günler düzenler,her gün birinin evinde toplanırlar,çaylar içip pastalar,börekler yenilir,hikâyeler anlatılır,bazen günlük politikadan bahsedilir ve kumar oynanır.
Bunlar büyük ölçüde ekonomik bakımdan kocalarına bağımlı olduklarından ve başka geçim kaynakları bulunmadığından, kocalarının düşüncesine aykırı herhangi bir fikrin öncüsü olmak bir yana,savaşçı neferi bile olamazlar. Toplantılarla günleri gün edip yaşar giderler.

Dördüncü tip: kadın nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturan köylü kadınlardır. Kendileri tarımda ve üretimde erkek kadar, belki ondan daha çok çalışırlar. Küçük yaştan itibaren yüzleri güneşten yanmış ve kırışmış, elleri nasırlaşmıştır.
Onlar büyük şehirlerin hayatından, süs kadınlarının yaşayışından, kasaba kadınlarının günlük toplantıianndan habersizdirler. Ancak seçim olduğunda kocaları ya da kardeşleriyle birlikte sandık başına gider söylenene göre oy kullanırlar.
İnsan bu noktada, bazen"keşke bizde de kadınlarımızın kültür düzeyi,Batıda olduğu gibi yüksek olsa da, siyasi hakları şimdilik olmasaydı" demek noktasına gelebilmektedir j

Atatürk; 3 Şubat 1923'te "Türk köylü kadını erkeklerle beraber çalışır, merkebine binerek öteberi satmak için pazara gider, oralarda bizzat yumurta ve tavuğunu.buğdavım satar ve ondan sonra kendine lazım olanları bizzat satın alarak köyüne döner ve çalışmalarında kocasına, kardeslerine yardım eder."demistir.
Şimdi 87 yıl sonra onun,köylü kadının hayatında değişen nedir ? Onun hayatını ve sorunlarını konu alan sözde kadın dernekleri bunca yıl kendisine ne kazandırmıştır ?
Kırsal alanda yaşayan ve yaşam mücadelesi veren Türk köylü kadınlarının aydınlatılması, uyandırılması ve bilgilendirilip bilinçlendirilmesinde öğretmenlere,özellikle kadın öğretmenlere çok büyük,çok güç,çok çetin,aynı ölçüde şerefli,onurlu görevler düşmektedir.Onların bunu başarabileceklerine inanıyoruz.(iı.03.200i)



Kaynakça:
Mustafa YILMAN.Noktalar.Balıkesir, 1976
Başbakanlık.Atatürk.Türk Gencinin El Kitabı.Başbakanlık.Ankara,1981 Mustafa YILMAN.Çağdaş Eğitim Sosyolojisi.DEÜ 054.İzmir,l99l Ayla Oktay.Kültür Koleji.Eğitimde Nitelik Geliştirme Sempozyumu.
Türkiye'de Kızların Eğitimi lstanbul/1991
Unicef Türkiye Temsilciliği. Kız Çocuk.Gefeceğe Yönelik Bir Yatırım. Ankara,1992 Urıicef Türkiye Temsilciliği.Herkes İçin Eğitim Dünya Beyannamesi. Ankara,1992 Tusiad.Türkiye'de Eğitim.Istanbul,l992 MEB.Milli Eğitim istatistikleri.Ankara,1996
Ahmet Çoban.Milü Eğitim.Atatürkçü Düşünce Sisteminde Kadın ve Eğitiml.Ankara/2000 Mustafa YILMAN.Demokrasimizin Kültürel Temelleri.Nobel Yayını. Ankara,2007
 

dderya

kOkOşŞ
V.I.P
Mustafa Kemal Atatürk'ün Türk kadını hakkındaki birkaç sözü

Türk kadını dünyanın en münevver, en faziletli ve en ağır kadını olmalıdır. Ağır siklette değil; ahlâkta, fazilette ağır, ağırbaşlı bir kadın olmalıdır. Türk kadınının vazifesi, Türk'ü zihniyetiyle, bazusiyle, azmiyle koruma ve müdafaaya gücü yeter nesiller yetiştirmektir. Milletin kaynağı, sosyal hayatın esası olan kadın, ancak faziletli olursa vazifesini yapabilir. Herhalde kadın çok yüksek olmalıdır.
1925

---------------------------------------------------------------------
Türkiye Cumhuriyetinin esas düşüncesi, kadınları değil, erkekleri dahi, savaş meydanına götürmemektir. Fakat Türk Milleti'nin yüksek varlığına, herhangi taraftan olursa olsun, ilişildiği zaman, işte o vakit Türk kadınları Türk erkeklerinin bulunduğu yerde hazır ve gözleyici ve faal olacaklardır. Bu, insanlığın yüksek huzuru, sükûnu ve dünya insanlığı için lâzım bir ödev olduğundandır ki, Türk kadını bunu yapacaktır ve yapa gelmektedir ve yapar.
---------------------------------------------------------------------
Bizim toplumumuzun başarı gösterememesinin sebebi kadınlarımıza karşı gösterdiğimiz ilgisizlik kusurdan doğmaktadır. İnsanlar dünyaya alnında yazılı olduğu kadar yaşamak için gelmişlerdir. Yaşamak demek faaliyet demektir. Bu sebeple bir toplumun bir organı faaliyette bulunurken diğer organı işlemezse o toplum felcolmuştur. Bir toplumun hayat çalışması ve muvaffak olması için çalışmanın ve muvaffak olabilmenin bağlı olduğu bütün sebep ve şartları benimsemesi gerekir. Bundan ötürü bizim toplumumuz için ilim ve teknik gerekli ise bunları aynı derecede hem erkek, hem de kadınlarımızın edinmeleri lâzımdır. Malûmdur ki, her safhada olduğu gibi sosyal hayatta dahi iş bölümü vardır. Bu umumî iş bölümü arasında kadınlar kendilerine ait olan vazifeleri yapacakları gibi aynı zamanda sosyal topluluğun refahı, saadeti için gerekli gündelik çalışmaya dahil olacaklardır.
1923
 
Harika bir konu ele alınmış ve geçmişten günümüze kadar geçen süreç içinde kadınların toplum içindeki rolü irdelenmiş. Türkler İslam'ı seçtikten sonra Arap milliyetçiliğinin pençesine düşmüştür. Bu durum bana göre normal görülmelidir. Çünkü Türkler henüz Müslüman olmuştu ve Arap emperyalizmine teslim olacağını düşünememişti. İslam'ı seçen Araplar, Resulullah'ın vefatından ve dört halife döneminden sonra İslam'ı Arap örf ve adetleriyle harmanlamış ve kendilerine özgü bir din anlayışı ortaya koymuşlardır. Esasında İslam, kadına çok büyük değer vermiş, kadının toplum içinde yerini ve mevkisini belirlemiş, kadının toplumda söz sahibi olmasını sağlamıştır. Kadını dört duvar arasına hapseden zihniyet İslamiyet değil, Arapların gelenekleridir. Türkler, kadınlara büyük değer vermiştir. Kadını erkekten hiçbir zaman ayırmamıştır. Bir erkek gibi eğitim almış, savaşlara katılmış ve hatta Tomris Han gibi ordusuna komutanlık etmiştir. Kemal Atatürk, kadını Türklerin ilk dönemlerindeki bir konuma yükseltmiş; seçme ve seçilme hakkını vermiş, topluma fayda sağlayacak imkanlar sunmuştur. İslam dinini en iyi yaşayan millet Türk milletidir, gerisi hikaye..

kaleminize sağlık
 

dderya

kOkOşŞ
V.I.P
Harika bir konu ele alınmış ve geçmişten günümüze kadar geçen süreç içinde kadınların toplum içindeki rolü irdelenmiş. Türkler İslam'ı seçtikten sonra Arap milliyetçiliğinin pençesine düşmüştür. Bu durum bana göre normal görülmelidir. Çünkü Türkler henüz Müslüman olmuştu ve Arap emperyalizmine teslim olacağını düşünememişti. İslam'ı seçen Araplar, Resulullah'ın vefatından ve dört halife döneminden sonra İslam'ı Arap örf ve adetleriyle harmanlamış ve kendilerine özgü bir din anlayışı ortaya koymuşlardır. Esasında İslam, kadına çok büyük değer vermiş, kadının toplum içinde yerini ve mevkisini belirlemiş, kadının toplumda söz sahibi olmasını sağlamıştır. Kadını dört duvar arasına hapseden zihniyet İslamiyet değil, Arapların gelenekleridir. Türkler, kadınlara büyük değer vermiştir. Kadını erkekten hiçbir zaman ayırmamıştır. Bir erkek gibi eğitim almış, savaşlara katılmış ve hatta Tomris Han gibi ordusuna komutanlık etmiştir. Kemal Atatürk, kadını Türklerin ilk dönemlerindeki bir konuma yükseltmiş; seçme ve seçilme hakkını vermiş, topluma fayda sağlayacak imkanlar sunmuştur. İslam dinini en iyi yaşayan millet Türk milletidir, gerisi hikaye..

kaleminize sağlık

zaten Atamız her zaman dinin ve inanmanın ne güzel şeyler olduğunu belirtmıştir sözlerinde.
fakat gerici kısım, kadın kavramından nefret eden şeriat inancını benimsetmek için islamı kullanmıştır.

Bunu şöyle de anlayabiliriz. Türkiye dışında hiçbir müslüman toplum dinini vicdanında yaşamıyor. Peçelerle, şalvarlarla takkelerle süslüyorlar müslümanlıklarını.

Bana göre ve aynı zamanda Türk milletine göre, dinin dış görünüşle falan alakası yoktur. Bu da dini güzelleştiren bir anlayıştır.
Peçeyi savunup kadını yok saymak isteyen toplum müslüman değil, gerici şeriat yanlısı olabılir ancak.
 
Top