Forumlar
Yeni Mesajlar
CerezExtra
EĞLENCE ↓
Şans Kurabiyesi
Renk Falınız
ÇerezRADYO
Sevgiliye Özel
ÇerezDERGİ
Hızlı Okuma Testleri
Pratik Çözümler
Yeniler
Yeni Mesajlar
Yeni ürünler
Yeni kaynaklar
Son Aktiviteler
İndir
En son incelemeler
Dükkan
Giriş
Kayıt
Yeniler
Yeni Mesajlar
Menu
Giriş
Kayıt
Uygulamayı yükle
Yükle
Forumlar
Eğitim
Belirli Gün Ve Haftalar - Yazılar
İstanbul'un Fethi'nin 554. Yıldönümü- 29Mayıs
JavaScript devre dışı bırakıldı. Daha iyi bir deneyim için, devam etmeden önce lütfen tarayıcınızda JavaScript'i etkinleştirin.
You are using an out of date browser. It may not display this or other websites correctly.
You should upgrade or use an
alternative browser
.
Konuya cevap yaz
Mesaj
<blockquote data-quote="cırcırböcee" data-source="post: 49496" data-attributes="member: 20"><p><span style="color: Red">YER ALTI SAVAŞI</span></p><p></p><p>Sultan Mehmed İstanbul kuşatmasında hemen hemen her gün bir taktik uyguluyor ve Bizanslılar'ı şaşkına çeviriyordu.</p><p></p><p>Sultan, Eğrikapı tarafındaki surların 600 metre kadar uzağından bir tünel (lağım) kazdırmaya başladı. Bu tünel oldukça derin ve geniş olarak kazılıyordu. Çalışmalar hızlı bir şekilde devam etti. Hendeklerin ve surların altından geçerek şehrin içine doğru ilerlemeye başladı. Fakat yer altındaki kayaların kırılması ve kazma sesleri yankı yaptı. Toprağın derinliğinden gelen bu sesleri duyan Bizanslılar tünel kazıldığını anladılar ve derhal başka bir tünel kazmaya başladılar. Sonunda iki tarafın tünelleri karşılaştı ve yer altında zorlu bir vuruşma başladı. Bizanslılar Türkler'in , kullandıkları direkleri ve destekleri ateşe verdiler. Bu da tünelin çökmesine, iki tarafın tüneldeki askerlerinin ölmesine sebep oldu.</p><p></p><p>Tünelden şehre girme teşebbüsü başarısızlıkla sonuçlanmıştı ama, Bizanslılar'ın korkuşu artmıştı. Türkler gemileri karadan yürütüyor, denize köprü kuruyor, yer altından yollar açıyorlardı. Şehrin neresini nasıl savunacaklarını bilemez oldular.</p><p></p><p><span style="color: Red">YÜRÜYEN KULELER</span></p><p><span style="color: Red"></span></p><p>Deniz üstüne kurulan köprü, toprak altına açılan yol şaşkınlıklarını devam ettirirken, Bizanslılar Sultan Mehmed'in yeni bir teknik buluşu ile dehşete düştüler.</p><p></p><p>Türk hakanı bir gece dört saat içinde, tekerlekler üzerinde hareket eden büyük bir kule yaptırmıştı. Yüzlerce mühendis, usta ve işçinin çalışmasıyla meydana getirilen bu kule, İstanbul surlarından daha yüksekti. Altına büyük makaralar konulduğu için kolaylıkla hareket edebiliyordu. Bir şehir halkının bir ayda yapamayacağı bu büyük kulenin dört saatte yapılmış olmasını yabancı tarihçiler takdirle, hayranlıkla yazmaktadırlar.</p><p></p><p>Yürüyen kulenin çatışı iki kat deve, manda ve öküz derisiyle kaplanmıştı. Ateşe karşı dayanıklılığı artsın diye de boşluklar toprakla doldurulmuştu. içten ve dıştan yapılan merdivenlerle üst kata çıkılmaktaydı. Alt katlarındaki büyük pencerelere toplar yerleştirilmişti. Mancınıklar, yanıcı maddeleri atacak aletler ile, inip kalkan köprüleri de vardı. Bu köprüler, surun üzerine uzatılıp geçişi, atlamayı sağlamak içindi. Ayrıca yine bu kuleden kütük, ağaç, toprak atılarak kale Önündeki hendekler dolduruluyordu.</p><p></p><p>Kulenin arka kısmında, 600 metre uzunluğunda Üstü kapalı bir yol yapılmıştı. Askerler kuleye bu yoldan geliyorlardı.</p><p></p><p>Yürüyen kulelerin sayısı arttırıldı. Buralardaki Türk askerleriyle surları savunanlar arasında çok şiddetli bir savaş oldu. Kuleden top atışlarıyla Topkapı surlarının bir bölümü yıkıldı. O gün çatışma akşam karanlığına kadar sürdü. Fakat gece olunca Bizans Rum ateşi ile büyük kuleyi yakmayı başardılar.</p><p></p><p>İlk kule yakılmasına rağmen beklenen işi görmüş, surların gedikleri bu yüzden artmaya başlamıştı. Sonraki günlerde birkaç kule daha yapıldı ve düşmanın direnişi iyice zayıflatıldı. Artık bombardıman aralıksız devam ediyordu.</p><p></p><p><span style="color: Red">SONA YAKLAŞIRKEN</span></p><p></p><p>İstanbul'un Türkler tarafından fethedilmesinin artık gün meselesi, saat meselesi olduğunu herkes anlıyordu. Şehir hem Haliç, hem Marmara tarafından gemilerle çevrilmiş, surlar kuşatılmıştı. Bizanslılar surlarda açılan gedikleri kapama işini zamanında yapamıyor, taş ve tuğla ile örmek yerine duvarları kum torbaları, ağaçlar ve çalılarla kapamaya çalışıyorlardı.</p><p></p><p>Bizans'ın son demlerini yaşadığını gören padişah, 23 Mayıs günü imparatora bir elçi gönderdi. Tekrar teslim olmasını istiyordu. Çünkü şehir umumi bir hücumla zaptedilirse büyük hasara uğrayabilir, daha çok kan dökülebilirdi.</p><p>Elçi olarak gelen isfendiyaroğlu'nu imparator törenle kabul etti. imparator ve İsfendiyaroğlu eskiden tanışıyorlardı.</p><p></p><p>Türk elçisi Bizans imparatoruna padişahın şartlarını bildirdi. Buna göre, şehir daha fazla kan dökülmeden teslim edilirse, imparatora Mora despotluğu verilecekti. İmparator maiyeti ve hazineleriyle çıkıp gidebilecek, halktan isteyenler de yine bütün eşyaları ve paralarıyla onu takip edebilecek veya başka bir yere gidebileceklerdi. şehirde kalanların ise canla rina ve mallarına dokunulmayacaktı.</p><p></p><p>İmparator, Türk hakanının bu son çağrısı üzerine savaş meclisim topladı.</p><p>Galata Cenevizlileri ve Venedikliler şehrin düşeceğine hata inanmıyorlardı. Bu durum imparatoru biraz ümitlendirmişti. Çünkü Haçlılar'ın yardımından da ümidini kesmiş değildi. Onun için imparator Türk elçisine şu cevabı verdi:</p><p>“Padişah barış yaparak atalarının gösterdiği örneğe uymak ve barışı devam ettirmek fikrinde ise, bundan dolayı Tanrı'ya şükrederim. Konstantiniyye'yi kuşatanların hiçbiri uzun süre saltanat sürmedi. Sultan Mehmed şehrin teslimini değil, ancak vergi isteyebilir".</p><p></p><p>imparatorun bu cevabından sonra Sultan Mehmed'in şehri zorla almaktan başka yapacak bir şeyi kalmıyordu.</p><p></p><p><span style="color: Red">MACARLAR TEHDİT EDİYOR</span></p><p><span style="color: Red"></span></p><p>Bizanslılar'ın son teslim çağrışını reddetmelerinden üç gün sonra, Türk karargahına bir Macar elçilik heyeti geldi. Elçiler, yeni tahta çıkan Macar kralı V.Ladislas adına geliyorlardı. Bunlar, kuşatma kaldırılmazsa Macar ordusunun harekete geçmeye kararlı olduğunu söylüyor, ayrıca bir Haçlı donanmasının yola çıkarıldığını bildiriyorlardı.</p><p></p><p>Sultan Mehmed bu tehdide bir cevap bile vermedi. Sadece eliyle Türk toplarını göstermekle yetindi.</p><p></p><p>Türk hakanı ertesi gün savaş meclisini topladı. Bu meclis, kuşatmanın devamı veya kaldırılması için kesin karar alacaktı. Sultan, fethe kadar çarpışmaya taraftardı. Akşemseddin, Molla Güranî, Molla Hüsrev ve Zağnos Paşa onun görüşünde idiler. Veziriazam Candarlı Halil Paşa ile bazı paşalar ise kuşatmanın kaldırılmasından yana olduklarını ifade ettiler. Bunlara göre, Avrupa'dan yardım kuvvetleri gelirse Türk ordusu iki ateş arasında kalacaktı. İstanbul zaptedilse bile Hıristiyan Avrupa böyle bir şehri Türkler'in elinde bırakmayacaktı. Bu ise devletin geleceğini, varlığını tehdit eden bir gelişmeye yol açardı.</p><p></p><p>Fakat Sultan Mehmed kesin kararlıydı. Halil Paşa'nın endişelerini yersiz buldu. Kuşatma şehir alınıncaya kadar devam edecekti. O gün, büyük hücumun yapılacağı gün de kararlaştırıldı. Habercilerle subaylara iki gün sonra, yanı 29 Mayıs'ta genel hücuma geçileceği duyuruldu.</p><p></p><p>Bundan sonra yoğun bir hazırlık başladı. Padişah beyaz atma binerek sur boyunca askeri teftiş ediyor, gerekli emirleri veriyor, gayret arttırıcı sözler söylüyordu.</p><p></p><p></p><p><span style="color: Red">MUM DONANMASI</span></p><p></p><p>28'Mayıs gecesi İstanbul'un çevresi ışıl ışıldı. Türkler son hücumdan önce ateş ve ışık şenliği yapıyorlardı. Bu, Türkler'in Hunlar zamanından beri yapa geldikleri bir geleneği idi. Marmara'dan Haliç'e kadar kuşatma hattı boyunca, fenerler, meşaleler, mumlar, kandiller, öbek öbek ateşler yakılmıştı. Boğaziçi kıyılarında ve Galata tepelerinde bulunan çadırlar ve Türk donanmasının bütün gemileri de ışıl ışıldı.</p><p></p><p>Ordu coşku içindeydi. Her yandan neşeli haykırışlar, zaman zaman da tekbir sesleri duyuluyordu.</p><p></p><p>Bizanslılar bu şenliği, ateş ve ışık çemberini hüzünle Seyrettiler. Şehrin içi kedere boğuldu. Yüreklerine korku doldu.</p><p></p><p>Gece yansı Olumca mum donanması sona erdi. Işıkların hepsi söndü ve bu defa etrafı zifiri bir karanlık kapladı. Büyük ve son hücum için askerler istirahata çekilmişti.</p><p></p><p>O sırada İstanbul'un üzerine iri yağmur damlaları düşmeye başladı.</p><p></p><p></p><p><span style="color: Red">BORULAR ÇALINCA SİLAH ELDE, İLERİ!</span></p><p></p><p>Aynı gece Sultan Mehmed, vezirlerini, büyük ve küçük rütbeli subaylarını topladı ve onlara özlü, heyecanlı bir nutuk söyledi. Genç padişah o güne kadar gösterilen gayretten, fedakarlıktan memnundu. Önce bunu dile getirerek şöyle dedi:</p><p>" Sizi buraya, cesaretinizi bir kat daha arttırmak için toplamış değilim. Siz cesaretinizi gösterdiniz. Şiddet ve faaliyetinizi askerinize gereği kadar aşıladınız. Benim bu konuşmamdaki gaye, zaferle sonuçlanacak hücum vesiyesiyle ebedî şan ve şerefin sizi beklediğini hatırlatmaktır..."</p><p>"Bu güzel belde her türlü servet ve saman ile doludur, imparatorun, zadeganın ve servet sahibi diğer zevatın sarayları île doludur.:'</p><p>"Bugün size, kalabalık ve çok büyük olan bu şehri hediye ediyorum. Bu, eski Roma'nın başkenti olup, güzellik, zenginlik ve şerefin doruğuna ulaşmış ve adeta dünyanın merkezi olmuş bir şehirdir. Bunu size bahşediyorum. Orada sizde servet ve saadet bulacaksınız... Fakat en büyük menfaat, dünyanın en ünlü beldesini zaptetmek, fethetmek olacaktır. O belde ki nice zamandan beri karşımıza hırsla, şiddetle çıkmış, bize zarar vermeye çalışmıştır. Böyle bir zaferden daha ulvî bir şeref ve saadet var mıdır? İstanbul'un alınması bize ebediyyen güven verecek, bütün Yunanistan'ın kapılarını açacaktır... Bu beldenin görünüşteki azametine, kudretine aldanarak zaptedilmesinin güç olduğunu sanmayınız. Sizin hücumunuza mukavemet edemeyecektir. Şu dolmuş hendeklere, şu delik deşik olmuş surlara bakın. Tunç topların açtığı şu üç delikten, yalnız hafif piyadelerimiz değil, en ağır süvarilerimiz bile geçebilecektir. Şimdi önümüze serilen yol, bir koşu meydanı gibi dümdüzdür..."</p><p>"Parlak bir savaş için birbirinizi teşvik ediniz. Hatırlayınız ki parlak bir savaş için üç ana şart vardır iyi niyet, kötü hareketlerden çekinme ve tam itaat, yani sükunetle ve disiplin içinde verilen emirlerin tamamen yerine getirilmesi..."</p><p>"Şimdi, yüce bir azmin verdiği coşkunluk ile savaşa koşunuz ve malik olduğunuz liyakati gösteriniz."</p><p>"Bana gelince, sizin başınızda dövüşeceğime yemin ederim. Herkesin ne suretle hareket edeceğini bizzat takip edeceğim."</p><p>"Şimdi herkes kendi mevkiine dönsün. Yeyip içiniz ve birkaç saat istirahat ediniz. Emrinizdekiler de aynı şekilde hareket etsinler. Her tarafta mutlak bir sessizliğin sağlanmasını emrediniz. Sonra, tan vaktinde, kalkar kalkmaz taburlarınızı tam bir düzen içinde hazırlayınız. Hiç bir şey ile ve hiç kimsenin tesiriyle ağırbaşlılığınızı, temkininizi bozmayınız. Sakin ve rahat olunuz. Fakat savaş borusunun çalındığını işitince ve sancakların rüzgarla dalgalandığını görünce, silah elde, derhal ileriye atılınız!..".</p><p><span style="color: Red"></span></p><p><span style="color: Red">SON HÜCUM</span></p><p></p><p>29 Mayıs Salı günü güneş doğmadan kalkan sultan, ordusuyla beraber sabah namazını kıldı. Bundan sonra, yüreğe işleyen kısa bir konuşma daha yaparak maiyetiyle birlikte ön saflara geldi.</p><p>Şimdi mehter cenk havaları çalıyordu. Gazi dervişlerin başlattığı tekbir sesleri surları aşıp yankılanmaya başlamıştı.</p><p></p><p>Sultan "HÜCUM!" emrini verince toplar gürledi. Allah! Allah! sesleri göğü inletti ve Türk ordusu her taraftan kabaran bir deniz gibi surlara doğru taştı. Kale bedenlerine merdivenler dayanıyor, yalınkılıç bahadırlar surlara tırmanıyorlardı, ilk hamlede surlara 2 bin merdiven dayanmış ve 50 bin yiğit ileri atılmıştı. Bu saldırıyı bekledikleri için olanca güçlerini toplayan Bizanslılar, surlara tırmananlara kaynar yağ, Rum ateşi, taş ok yağdırıyordu. ilk hücum dalgası püskürtüldü. Ama hemen arkasından ikincisi, üçüncüsü geliyordu.</p><p>Hücum, bugün Topkapı denilen bölgede yoğunlaşmıştı. Hem Türkler, hem Bizanslılar bütün güçlerini o noktaya vermiş gibiydiler.</p><p></p><p>Yavaş yavaş Türk askerleri surlar üzerinde belirmeye başlamıştı, fakat bunlar sancağı dikmeye fırsat bulamadan taş, ateş ve ok yağmuru altında can veriyor, şehit oluyorlardı.</p><p></p><p>O sırada Bizans askerlerini kumanda eden Cenevizli Giustiniani yaralandı ve savaş alanını bırakarak çekildi. İmparator onu durdurmaya çalıştı ama başaramadı. Giustiniani'nin hiçbir umudu kalmamıştı. Limanda bekleyen bir gemiye kendisini dar attı ve Sakız adasına doğru uzaklaştı.</p><p>Sultan Mehmed, Giustiniani'nin uzaklaşmasıyla meydana gelen durgunluğu hemen fark etmişti. O noktaya yeni safları sürdü.</p><p></p><p><span style="color: Red">“EĞER SULTAN OLMASAYDIM ULUBATLI HASAN OLMAK İSTERDİM</span></p><p></p><p>Savaş bütün şiddetiyle devam ederken Eğrikapı tarafındaki surlarda, iri yarı, insan güzeli bir yiğit, peşine 30 arkadaşını takmış, yukarı tırmanmaya başlamıştı. Sağ eliyle palasını sallıyor, sol bileğinde ve sol elinde kalkan ve sancak taşıyordu. Bu, ULUBATLI HASAN idi.</p><p>Hasan'ın arkadaşlarından 18'i şehit düştü. Ama o, sağ kalan arkadaşlarını gayrete getirip, kan-ter içinde yukarı tırmanmayı başarmıştı. Bizans askerlerinin üzerine arslanlar gibi saldırıyor, palasını her çevirişte birini yere seriyordu. Nihayet elindeki sancağı burcun tepesine dikti, adeta mıhladı.</p><p>Burcun Üzerinde Türk sancağının dalgalandığını gören düşman biraz toparlandı. Mancınıktan fırlatılan bir taşla Hasan'ı yere yıktılar. Hasan dizleri üzerinde doğrulmaya çalışırken, yağmur gibi yağan taşlar onu tekrar yıktı. Bu arada vücuduna 30-40 kadar ok saplanmıştı. Fakat sancak dalgalanıyordu.</p><p>Ulubatlı Hasan’ın diktiği sancak Türk askerini coşturmuştu. Arkadaşları onun açtığı yoldan surları aştılar ve dalga dalga şehre doğru ilerlediler. Bizans direnişi hızla kırıldı ve Türk birlikleri birçok noktadan İstanbul’a aktı: Cebe Ali Bey Haliç surlarını, Karaca Paşa Tekfur Sarayı burçlarını, donanma kumandanı Hamza Bey Marmara surlarını yararak içeri girdiler...</p><p>Surlar aşıldıktan sonra Sultan Mehmed, Ulubatlı Hasan’ın oklarla delik deşik olmuş cesedini buldurdu. Başında saygı ile eğilip dua okudu. Teşekkür etti. Ve sonra yüksek sesle yanındakilere:</p><p>- Eger sultan olmasaydım, Ulubatlı Hasan olmak isterdim, dedi.</p><p>Türkler şehre girince üzerindeki imparatorluk nişanlarını söküp atan imparator Konstantin Dragagez, Haliç’teki gemilerden birine sığınmayı ve kaçmayı tasarlamıştı. Yolda yaralı bir Türk askerini öldürmeye kalkışması kendi hayatına maloldu. Birden fırlayan Türk askeri kılıcıyla imparatoru öldürdü. Daha sonra onun cesedini ayağındaki çizmeden tanıdılar.</p><p>Artık, Sultan II.Mehmed, FATİH idi. Daha önce 28 defa kuşatılmış olan İstanbul’u o fethetmiş, Hz. Peygamber’in övgüsüne layık olmuştu.</p><p></p><p><span style="color: Red">AYASOFYA’YA KAPANAN 50 BİN BİZANSLI</span></p><p></p><p>Türk birlikleri surları aştıktan, bütün direnişleri kırdıktan sonra, Aksaray’da düzenli saflar halinde toplandılar. Daha sonra yine düzenli saflar halinde Ayasofya’ya doğru ilerlediler.</p><p>Ayasofya’ya 50 bin kişi sığınmış ve tunç kapılarını kapatmışlardı. Bunların arasında kaçak askerler, soylular ve papazlarda vardı.</p><p>Türk askerleri kapıları baltalarla sökerek açtılar. Mabedin bir direniş yuvası halinde kalmasını istemiyorlardı. O çağın savaş kurallarına göre, zorla zaptedilen bir yerde direnenlerin canları, galiplerin insafına kalmış olurdu. Fakat kapılar kırılıp açıldıktan sonra, halka sakin olmaları söylendi ve hiçbiri öldürülmedi. Başlarında Patrik Grigorios olmak üzere hepsi esir sayıldı. Ayrıca sanat ve kültür eserlerine de dokunulmadı. Oysa, 1204 yılında İstanbul’u işgal eden haçlılar hazineyi yağmalamış, sanat eserlerini yakıp yıkmışlardı.</p><p></p><p></p><p><span style="color: Red">FATİH’İN İSTANBUL’A GİRİŞİ</span></p><p></p><p>İstanbul sabahleyin saat 08.00 sıralarında fethedilmişti. Ama Fatih İstanbul’a Topkapı’dan öğle saatlerinde girdi. Bu giriş muhteşem bir alayla oldu. Yanında ileri gelen kumandanları ve vezirlerinden başka hocaları Molla Gürani, Molla Hüsrev, Akşemseddin ve Akbıyık Sultan da vardı.</p><p></p><p>Bizanslılar, özellikle genç kızlar, padişaha çiçek vermek için yollara dizilmişlerdi. Fakat onun çok genç olduğunu bilmiyor, bu yüzden ak sakallı mollalara, en çok da Akşemseddin’e uzatıyorlardı. Akşemseddin ise ‘Padişah ben değilim’ diye yanındaki genç hakanı gösteriyordu. Buna karşılık Fatih:</p><p>- Verin, ona verin, padişah benim ama, o benim hocamdır, diye gülümsüyordu.</p><p>Alkışlar içinde ilerleyen Fatih ve maiyeti nihayet Ayasofya’nın önüne geldi. Onu beyaz atının üzerinde bütün haşmetiyle gören Ayasofya’daki halk yerlere kapandı. Halktan bir kısmı hıçkırıklar çıkarıyor, inleyip dövünüyorlardı. Fatih usulca atından indi ve korku içinde bekleşen halka ve onların önünde bulunan papazların en kıdemlisine şöyle hitap etti:</p><p>“Kalkınız! Ben Sultan Mehmed, sana ve hepinize söylüyorum ki, bu andan itibaren, hayatınız ve hürriyetiniz hususunda gazabımdan korkmayınız”</p><p>Bundan sonra Fatih Sultan Mehmed ağır ağır ilerleyerek Ayasofya’nın kapısına geldi. Burada secdeye kapanarak, kendisine böyle bir zafer bahşettiği için Allah’a şükretti. Daha sonra içeri girip iki rekat şükür namazı kıldı. Ayasofya’da ilk ezan da işte bu sırada okundu. Böylece Ayasofya camiye çevrilmiş oluyordu. Ayasofya’dan otağına gitmek üzere ayrılırken, kilise düzeninin kaldırılıp cami düzeninin kurulması için gerekli buyrukları verdi.</p><p></p><p>Fetihten birkaç saat sonra, ancak direnenlerin ve ellerinde silah bulunanların öldürülebileceği duyurulmuştu. Onların dışında kalanlara ve mala yapılacak her türlü saldırı yine ölümle cezalandırılacaktı.</p><p></p><p>Ayasofya’da toplanan 50 bin kişi hemen o gün serbest bırakıldı. Ertesi gün de Fatih’in fermanları okundu. Bu fermanlarla Fatih, saklanan halkın hiçbir şeyden korkmadan meydana çıkmasını, canlarının, namuslarının ve mallarının güven altında bulunduğunu bildiriyor, din ve mezhep hürriyetine sahip olduklarını, milli gelenek ve göreneklerine karışmayacağını duyuruyordu.</p><p></p><p>İstanbul2u gezip gören Fatih, harap ve bakımsız mahallelerin durumuna çok üzüldü. İstanbul2u başkent yapmaya, onarmaya, imar etmeye karar verdi. Daha sonra Maltepe’deki otağına döndü ve başbakan Lukas Notaras’ı orada kabul etti. Kendisine iyi davrandı ve ona imparator Konstantin’in cesedinin bulunmasını, Ortodoks rahiplerin düzenleyeceği dini merasimle gömülmesini emretti.</p><p></p><p>İstanbul’un fethiyle Doğu Roma yıkılmış, onunla birlikte Orta Çağ kapanmıştı. Fakat Yeni Çağ açılmış ve İstanbul kurtulmuştu.</p></blockquote><p></p>
[QUOTE="cırcırböcee, post: 49496, member: 20"] [COLOR="Red"]YER ALTI SAVAŞI[/COLOR] Sultan Mehmed İstanbul kuşatmasında hemen hemen her gün bir taktik uyguluyor ve Bizanslılar'ı şaşkına çeviriyordu. Sultan, Eğrikapı tarafındaki surların 600 metre kadar uzağından bir tünel (lağım) kazdırmaya başladı. Bu tünel oldukça derin ve geniş olarak kazılıyordu. Çalışmalar hızlı bir şekilde devam etti. Hendeklerin ve surların altından geçerek şehrin içine doğru ilerlemeye başladı. Fakat yer altındaki kayaların kırılması ve kazma sesleri yankı yaptı. Toprağın derinliğinden gelen bu sesleri duyan Bizanslılar tünel kazıldığını anladılar ve derhal başka bir tünel kazmaya başladılar. Sonunda iki tarafın tünelleri karşılaştı ve yer altında zorlu bir vuruşma başladı. Bizanslılar Türkler'in , kullandıkları direkleri ve destekleri ateşe verdiler. Bu da tünelin çökmesine, iki tarafın tüneldeki askerlerinin ölmesine sebep oldu. Tünelden şehre girme teşebbüsü başarısızlıkla sonuçlanmıştı ama, Bizanslılar'ın korkuşu artmıştı. Türkler gemileri karadan yürütüyor, denize köprü kuruyor, yer altından yollar açıyorlardı. Şehrin neresini nasıl savunacaklarını bilemez oldular. [COLOR="Red"]YÜRÜYEN KULELER [/COLOR] Deniz üstüne kurulan köprü, toprak altına açılan yol şaşkınlıklarını devam ettirirken, Bizanslılar Sultan Mehmed'in yeni bir teknik buluşu ile dehşete düştüler. Türk hakanı bir gece dört saat içinde, tekerlekler üzerinde hareket eden büyük bir kule yaptırmıştı. Yüzlerce mühendis, usta ve işçinin çalışmasıyla meydana getirilen bu kule, İstanbul surlarından daha yüksekti. Altına büyük makaralar konulduğu için kolaylıkla hareket edebiliyordu. Bir şehir halkının bir ayda yapamayacağı bu büyük kulenin dört saatte yapılmış olmasını yabancı tarihçiler takdirle, hayranlıkla yazmaktadırlar. Yürüyen kulenin çatışı iki kat deve, manda ve öküz derisiyle kaplanmıştı. Ateşe karşı dayanıklılığı artsın diye de boşluklar toprakla doldurulmuştu. içten ve dıştan yapılan merdivenlerle üst kata çıkılmaktaydı. Alt katlarındaki büyük pencerelere toplar yerleştirilmişti. Mancınıklar, yanıcı maddeleri atacak aletler ile, inip kalkan köprüleri de vardı. Bu köprüler, surun üzerine uzatılıp geçişi, atlamayı sağlamak içindi. Ayrıca yine bu kuleden kütük, ağaç, toprak atılarak kale Önündeki hendekler dolduruluyordu. Kulenin arka kısmında, 600 metre uzunluğunda Üstü kapalı bir yol yapılmıştı. Askerler kuleye bu yoldan geliyorlardı. Yürüyen kulelerin sayısı arttırıldı. Buralardaki Türk askerleriyle surları savunanlar arasında çok şiddetli bir savaş oldu. Kuleden top atışlarıyla Topkapı surlarının bir bölümü yıkıldı. O gün çatışma akşam karanlığına kadar sürdü. Fakat gece olunca Bizans Rum ateşi ile büyük kuleyi yakmayı başardılar. İlk kule yakılmasına rağmen beklenen işi görmüş, surların gedikleri bu yüzden artmaya başlamıştı. Sonraki günlerde birkaç kule daha yapıldı ve düşmanın direnişi iyice zayıflatıldı. Artık bombardıman aralıksız devam ediyordu. [COLOR="Red"]SONA YAKLAŞIRKEN[/COLOR] İstanbul'un Türkler tarafından fethedilmesinin artık gün meselesi, saat meselesi olduğunu herkes anlıyordu. Şehir hem Haliç, hem Marmara tarafından gemilerle çevrilmiş, surlar kuşatılmıştı. Bizanslılar surlarda açılan gedikleri kapama işini zamanında yapamıyor, taş ve tuğla ile örmek yerine duvarları kum torbaları, ağaçlar ve çalılarla kapamaya çalışıyorlardı. Bizans'ın son demlerini yaşadığını gören padişah, 23 Mayıs günü imparatora bir elçi gönderdi. Tekrar teslim olmasını istiyordu. Çünkü şehir umumi bir hücumla zaptedilirse büyük hasara uğrayabilir, daha çok kan dökülebilirdi. Elçi olarak gelen isfendiyaroğlu'nu imparator törenle kabul etti. imparator ve İsfendiyaroğlu eskiden tanışıyorlardı. Türk elçisi Bizans imparatoruna padişahın şartlarını bildirdi. Buna göre, şehir daha fazla kan dökülmeden teslim edilirse, imparatora Mora despotluğu verilecekti. İmparator maiyeti ve hazineleriyle çıkıp gidebilecek, halktan isteyenler de yine bütün eşyaları ve paralarıyla onu takip edebilecek veya başka bir yere gidebileceklerdi. şehirde kalanların ise canla rina ve mallarına dokunulmayacaktı. İmparator, Türk hakanının bu son çağrısı üzerine savaş meclisim topladı. Galata Cenevizlileri ve Venedikliler şehrin düşeceğine hata inanmıyorlardı. Bu durum imparatoru biraz ümitlendirmişti. Çünkü Haçlılar'ın yardımından da ümidini kesmiş değildi. Onun için imparator Türk elçisine şu cevabı verdi: “Padişah barış yaparak atalarının gösterdiği örneğe uymak ve barışı devam ettirmek fikrinde ise, bundan dolayı Tanrı'ya şükrederim. Konstantiniyye'yi kuşatanların hiçbiri uzun süre saltanat sürmedi. Sultan Mehmed şehrin teslimini değil, ancak vergi isteyebilir". imparatorun bu cevabından sonra Sultan Mehmed'in şehri zorla almaktan başka yapacak bir şeyi kalmıyordu. [COLOR="Red"]MACARLAR TEHDİT EDİYOR [/COLOR] Bizanslılar'ın son teslim çağrışını reddetmelerinden üç gün sonra, Türk karargahına bir Macar elçilik heyeti geldi. Elçiler, yeni tahta çıkan Macar kralı V.Ladislas adına geliyorlardı. Bunlar, kuşatma kaldırılmazsa Macar ordusunun harekete geçmeye kararlı olduğunu söylüyor, ayrıca bir Haçlı donanmasının yola çıkarıldığını bildiriyorlardı. Sultan Mehmed bu tehdide bir cevap bile vermedi. Sadece eliyle Türk toplarını göstermekle yetindi. Türk hakanı ertesi gün savaş meclisini topladı. Bu meclis, kuşatmanın devamı veya kaldırılması için kesin karar alacaktı. Sultan, fethe kadar çarpışmaya taraftardı. Akşemseddin, Molla Güranî, Molla Hüsrev ve Zağnos Paşa onun görüşünde idiler. Veziriazam Candarlı Halil Paşa ile bazı paşalar ise kuşatmanın kaldırılmasından yana olduklarını ifade ettiler. Bunlara göre, Avrupa'dan yardım kuvvetleri gelirse Türk ordusu iki ateş arasında kalacaktı. İstanbul zaptedilse bile Hıristiyan Avrupa böyle bir şehri Türkler'in elinde bırakmayacaktı. Bu ise devletin geleceğini, varlığını tehdit eden bir gelişmeye yol açardı. Fakat Sultan Mehmed kesin kararlıydı. Halil Paşa'nın endişelerini yersiz buldu. Kuşatma şehir alınıncaya kadar devam edecekti. O gün, büyük hücumun yapılacağı gün de kararlaştırıldı. Habercilerle subaylara iki gün sonra, yanı 29 Mayıs'ta genel hücuma geçileceği duyuruldu. Bundan sonra yoğun bir hazırlık başladı. Padişah beyaz atma binerek sur boyunca askeri teftiş ediyor, gerekli emirleri veriyor, gayret arttırıcı sözler söylüyordu. [COLOR="Red"]MUM DONANMASI[/COLOR] 28'Mayıs gecesi İstanbul'un çevresi ışıl ışıldı. Türkler son hücumdan önce ateş ve ışık şenliği yapıyorlardı. Bu, Türkler'in Hunlar zamanından beri yapa geldikleri bir geleneği idi. Marmara'dan Haliç'e kadar kuşatma hattı boyunca, fenerler, meşaleler, mumlar, kandiller, öbek öbek ateşler yakılmıştı. Boğaziçi kıyılarında ve Galata tepelerinde bulunan çadırlar ve Türk donanmasının bütün gemileri de ışıl ışıldı. Ordu coşku içindeydi. Her yandan neşeli haykırışlar, zaman zaman da tekbir sesleri duyuluyordu. Bizanslılar bu şenliği, ateş ve ışık çemberini hüzünle Seyrettiler. Şehrin içi kedere boğuldu. Yüreklerine korku doldu. Gece yansı Olumca mum donanması sona erdi. Işıkların hepsi söndü ve bu defa etrafı zifiri bir karanlık kapladı. Büyük ve son hücum için askerler istirahata çekilmişti. O sırada İstanbul'un üzerine iri yağmur damlaları düşmeye başladı. [COLOR="Red"]BORULAR ÇALINCA SİLAH ELDE, İLERİ![/COLOR] Aynı gece Sultan Mehmed, vezirlerini, büyük ve küçük rütbeli subaylarını topladı ve onlara özlü, heyecanlı bir nutuk söyledi. Genç padişah o güne kadar gösterilen gayretten, fedakarlıktan memnundu. Önce bunu dile getirerek şöyle dedi: " Sizi buraya, cesaretinizi bir kat daha arttırmak için toplamış değilim. Siz cesaretinizi gösterdiniz. Şiddet ve faaliyetinizi askerinize gereği kadar aşıladınız. Benim bu konuşmamdaki gaye, zaferle sonuçlanacak hücum vesiyesiyle ebedî şan ve şerefin sizi beklediğini hatırlatmaktır..." "Bu güzel belde her türlü servet ve saman ile doludur, imparatorun, zadeganın ve servet sahibi diğer zevatın sarayları île doludur.:' "Bugün size, kalabalık ve çok büyük olan bu şehri hediye ediyorum. Bu, eski Roma'nın başkenti olup, güzellik, zenginlik ve şerefin doruğuna ulaşmış ve adeta dünyanın merkezi olmuş bir şehirdir. Bunu size bahşediyorum. Orada sizde servet ve saadet bulacaksınız... Fakat en büyük menfaat, dünyanın en ünlü beldesini zaptetmek, fethetmek olacaktır. O belde ki nice zamandan beri karşımıza hırsla, şiddetle çıkmış, bize zarar vermeye çalışmıştır. Böyle bir zaferden daha ulvî bir şeref ve saadet var mıdır? İstanbul'un alınması bize ebediyyen güven verecek, bütün Yunanistan'ın kapılarını açacaktır... Bu beldenin görünüşteki azametine, kudretine aldanarak zaptedilmesinin güç olduğunu sanmayınız. Sizin hücumunuza mukavemet edemeyecektir. Şu dolmuş hendeklere, şu delik deşik olmuş surlara bakın. Tunç topların açtığı şu üç delikten, yalnız hafif piyadelerimiz değil, en ağır süvarilerimiz bile geçebilecektir. Şimdi önümüze serilen yol, bir koşu meydanı gibi dümdüzdür..." "Parlak bir savaş için birbirinizi teşvik ediniz. Hatırlayınız ki parlak bir savaş için üç ana şart vardır iyi niyet, kötü hareketlerden çekinme ve tam itaat, yani sükunetle ve disiplin içinde verilen emirlerin tamamen yerine getirilmesi..." "Şimdi, yüce bir azmin verdiği coşkunluk ile savaşa koşunuz ve malik olduğunuz liyakati gösteriniz." "Bana gelince, sizin başınızda dövüşeceğime yemin ederim. Herkesin ne suretle hareket edeceğini bizzat takip edeceğim." "Şimdi herkes kendi mevkiine dönsün. Yeyip içiniz ve birkaç saat istirahat ediniz. Emrinizdekiler de aynı şekilde hareket etsinler. Her tarafta mutlak bir sessizliğin sağlanmasını emrediniz. Sonra, tan vaktinde, kalkar kalkmaz taburlarınızı tam bir düzen içinde hazırlayınız. Hiç bir şey ile ve hiç kimsenin tesiriyle ağırbaşlılığınızı, temkininizi bozmayınız. Sakin ve rahat olunuz. Fakat savaş borusunun çalındığını işitince ve sancakların rüzgarla dalgalandığını görünce, silah elde, derhal ileriye atılınız!..". [COLOR="Red"] SON HÜCUM[/COLOR] 29 Mayıs Salı günü güneş doğmadan kalkan sultan, ordusuyla beraber sabah namazını kıldı. Bundan sonra, yüreğe işleyen kısa bir konuşma daha yaparak maiyetiyle birlikte ön saflara geldi. Şimdi mehter cenk havaları çalıyordu. Gazi dervişlerin başlattığı tekbir sesleri surları aşıp yankılanmaya başlamıştı. Sultan "HÜCUM!" emrini verince toplar gürledi. Allah! Allah! sesleri göğü inletti ve Türk ordusu her taraftan kabaran bir deniz gibi surlara doğru taştı. Kale bedenlerine merdivenler dayanıyor, yalınkılıç bahadırlar surlara tırmanıyorlardı, ilk hamlede surlara 2 bin merdiven dayanmış ve 50 bin yiğit ileri atılmıştı. Bu saldırıyı bekledikleri için olanca güçlerini toplayan Bizanslılar, surlara tırmananlara kaynar yağ, Rum ateşi, taş ok yağdırıyordu. ilk hücum dalgası püskürtüldü. Ama hemen arkasından ikincisi, üçüncüsü geliyordu. Hücum, bugün Topkapı denilen bölgede yoğunlaşmıştı. Hem Türkler, hem Bizanslılar bütün güçlerini o noktaya vermiş gibiydiler. Yavaş yavaş Türk askerleri surlar üzerinde belirmeye başlamıştı, fakat bunlar sancağı dikmeye fırsat bulamadan taş, ateş ve ok yağmuru altında can veriyor, şehit oluyorlardı. O sırada Bizans askerlerini kumanda eden Cenevizli Giustiniani yaralandı ve savaş alanını bırakarak çekildi. İmparator onu durdurmaya çalıştı ama başaramadı. Giustiniani'nin hiçbir umudu kalmamıştı. Limanda bekleyen bir gemiye kendisini dar attı ve Sakız adasına doğru uzaklaştı. Sultan Mehmed, Giustiniani'nin uzaklaşmasıyla meydana gelen durgunluğu hemen fark etmişti. O noktaya yeni safları sürdü. [COLOR="Red"]“EĞER SULTAN OLMASAYDIM ULUBATLI HASAN OLMAK İSTERDİM[/COLOR] Savaş bütün şiddetiyle devam ederken Eğrikapı tarafındaki surlarda, iri yarı, insan güzeli bir yiğit, peşine 30 arkadaşını takmış, yukarı tırmanmaya başlamıştı. Sağ eliyle palasını sallıyor, sol bileğinde ve sol elinde kalkan ve sancak taşıyordu. Bu, ULUBATLI HASAN idi. Hasan'ın arkadaşlarından 18'i şehit düştü. Ama o, sağ kalan arkadaşlarını gayrete getirip, kan-ter içinde yukarı tırmanmayı başarmıştı. Bizans askerlerinin üzerine arslanlar gibi saldırıyor, palasını her çevirişte birini yere seriyordu. Nihayet elindeki sancağı burcun tepesine dikti, adeta mıhladı. Burcun Üzerinde Türk sancağının dalgalandığını gören düşman biraz toparlandı. Mancınıktan fırlatılan bir taşla Hasan'ı yere yıktılar. Hasan dizleri üzerinde doğrulmaya çalışırken, yağmur gibi yağan taşlar onu tekrar yıktı. Bu arada vücuduna 30-40 kadar ok saplanmıştı. Fakat sancak dalgalanıyordu. Ulubatlı Hasan’ın diktiği sancak Türk askerini coşturmuştu. Arkadaşları onun açtığı yoldan surları aştılar ve dalga dalga şehre doğru ilerlediler. Bizans direnişi hızla kırıldı ve Türk birlikleri birçok noktadan İstanbul’a aktı: Cebe Ali Bey Haliç surlarını, Karaca Paşa Tekfur Sarayı burçlarını, donanma kumandanı Hamza Bey Marmara surlarını yararak içeri girdiler... Surlar aşıldıktan sonra Sultan Mehmed, Ulubatlı Hasan’ın oklarla delik deşik olmuş cesedini buldurdu. Başında saygı ile eğilip dua okudu. Teşekkür etti. Ve sonra yüksek sesle yanındakilere: - Eger sultan olmasaydım, Ulubatlı Hasan olmak isterdim, dedi. Türkler şehre girince üzerindeki imparatorluk nişanlarını söküp atan imparator Konstantin Dragagez, Haliç’teki gemilerden birine sığınmayı ve kaçmayı tasarlamıştı. Yolda yaralı bir Türk askerini öldürmeye kalkışması kendi hayatına maloldu. Birden fırlayan Türk askeri kılıcıyla imparatoru öldürdü. Daha sonra onun cesedini ayağındaki çizmeden tanıdılar. Artık, Sultan II.Mehmed, FATİH idi. Daha önce 28 defa kuşatılmış olan İstanbul’u o fethetmiş, Hz. Peygamber’in övgüsüne layık olmuştu. [COLOR="Red"]AYASOFYA’YA KAPANAN 50 BİN BİZANSLI[/COLOR] Türk birlikleri surları aştıktan, bütün direnişleri kırdıktan sonra, Aksaray’da düzenli saflar halinde toplandılar. Daha sonra yine düzenli saflar halinde Ayasofya’ya doğru ilerlediler. Ayasofya’ya 50 bin kişi sığınmış ve tunç kapılarını kapatmışlardı. Bunların arasında kaçak askerler, soylular ve papazlarda vardı. Türk askerleri kapıları baltalarla sökerek açtılar. Mabedin bir direniş yuvası halinde kalmasını istemiyorlardı. O çağın savaş kurallarına göre, zorla zaptedilen bir yerde direnenlerin canları, galiplerin insafına kalmış olurdu. Fakat kapılar kırılıp açıldıktan sonra, halka sakin olmaları söylendi ve hiçbiri öldürülmedi. Başlarında Patrik Grigorios olmak üzere hepsi esir sayıldı. Ayrıca sanat ve kültür eserlerine de dokunulmadı. Oysa, 1204 yılında İstanbul’u işgal eden haçlılar hazineyi yağmalamış, sanat eserlerini yakıp yıkmışlardı. [COLOR="Red"]FATİH’İN İSTANBUL’A GİRİŞİ[/COLOR] İstanbul sabahleyin saat 08.00 sıralarında fethedilmişti. Ama Fatih İstanbul’a Topkapı’dan öğle saatlerinde girdi. Bu giriş muhteşem bir alayla oldu. Yanında ileri gelen kumandanları ve vezirlerinden başka hocaları Molla Gürani, Molla Hüsrev, Akşemseddin ve Akbıyık Sultan da vardı. Bizanslılar, özellikle genç kızlar, padişaha çiçek vermek için yollara dizilmişlerdi. Fakat onun çok genç olduğunu bilmiyor, bu yüzden ak sakallı mollalara, en çok da Akşemseddin’e uzatıyorlardı. Akşemseddin ise ‘Padişah ben değilim’ diye yanındaki genç hakanı gösteriyordu. Buna karşılık Fatih: - Verin, ona verin, padişah benim ama, o benim hocamdır, diye gülümsüyordu. Alkışlar içinde ilerleyen Fatih ve maiyeti nihayet Ayasofya’nın önüne geldi. Onu beyaz atının üzerinde bütün haşmetiyle gören Ayasofya’daki halk yerlere kapandı. Halktan bir kısmı hıçkırıklar çıkarıyor, inleyip dövünüyorlardı. Fatih usulca atından indi ve korku içinde bekleşen halka ve onların önünde bulunan papazların en kıdemlisine şöyle hitap etti: “Kalkınız! Ben Sultan Mehmed, sana ve hepinize söylüyorum ki, bu andan itibaren, hayatınız ve hürriyetiniz hususunda gazabımdan korkmayınız” Bundan sonra Fatih Sultan Mehmed ağır ağır ilerleyerek Ayasofya’nın kapısına geldi. Burada secdeye kapanarak, kendisine böyle bir zafer bahşettiği için Allah’a şükretti. Daha sonra içeri girip iki rekat şükür namazı kıldı. Ayasofya’da ilk ezan da işte bu sırada okundu. Böylece Ayasofya camiye çevrilmiş oluyordu. Ayasofya’dan otağına gitmek üzere ayrılırken, kilise düzeninin kaldırılıp cami düzeninin kurulması için gerekli buyrukları verdi. Fetihten birkaç saat sonra, ancak direnenlerin ve ellerinde silah bulunanların öldürülebileceği duyurulmuştu. Onların dışında kalanlara ve mala yapılacak her türlü saldırı yine ölümle cezalandırılacaktı. Ayasofya’da toplanan 50 bin kişi hemen o gün serbest bırakıldı. Ertesi gün de Fatih’in fermanları okundu. Bu fermanlarla Fatih, saklanan halkın hiçbir şeyden korkmadan meydana çıkmasını, canlarının, namuslarının ve mallarının güven altında bulunduğunu bildiriyor, din ve mezhep hürriyetine sahip olduklarını, milli gelenek ve göreneklerine karışmayacağını duyuruyordu. İstanbul2u gezip gören Fatih, harap ve bakımsız mahallelerin durumuna çok üzüldü. İstanbul2u başkent yapmaya, onarmaya, imar etmeye karar verdi. Daha sonra Maltepe’deki otağına döndü ve başbakan Lukas Notaras’ı orada kabul etti. Kendisine iyi davrandı ve ona imparator Konstantin’in cesedinin bulunmasını, Ortodoks rahiplerin düzenleyeceği dini merasimle gömülmesini emretti. İstanbul’un fethiyle Doğu Roma yıkılmış, onunla birlikte Orta Çağ kapanmıştı. Fakat Yeni Çağ açılmış ve İstanbul kurtulmuştu. [/QUOTE]
Alıntıları ekle...
İsim
Spam kontrolü
Ülkemizin kuzeyindeki deniz hangisidir? (bitişik yazınız)
Cevapla
Forumlar
Eğitim
Belirli Gün Ve Haftalar - Yazılar
İstanbul'un Fethi'nin 554. Yıldönümü- 29Mayıs
Top