• Merhaba Ziyaretçi.
    "Hoşgeldin sonbahar "
    konulu yarışma düzenlendi. İlgili konuya BURADAN ulaşabilirsiniz. Sizi de bu yarışmada katilmanizi bekliyoruz...

İstanbul'un Fethi'nin 554. Yıldönümü- 29Mayıs

cırcırböcee

V.I.P
V.I.P
İSTANBUL’UN FETHİ


Genç sultan, İstanbul kuşatmasını başlatmadan önce bütün tedbirleri alıyordu:
Bizans imparatorunun iki kardeşi Mora'da despot olarak bulunuyordu. Onların Bizans'a yardımlarını önlemek için II. Mehmed, ünlü akıncı Turhan Bey kumandasındaki birlikleri gönderdi. Bu birlikler Mora'nın gücünü kırdılar ve Bizans'a yardım edecek halleri kalmadı. Zaten yolları da tutulmuş bulunuyordu.

On beşinci yüzyılda İstanbul surları dünyanın en güçlü surlarıydı. Yüksekliği 17 metre, kalınlığı 4 metre olan bu surların önü su dolu hendeklerle çevriliydi. Hendeklerin genişliği 9, derinlikleri 18 metreyi aşıyordu. Kat kat yükselen surların üzerinde 30 kadar kule vardı ve bu kulelerin üzerleri kurşun kaplıydı. Türklerin hazırlıklarını yakından takip eden Bizans imparatoru surları baştan başa tamir ettirmiş, aşılmasını daha da güçleştirmişti.

Türklerin Edirne'den hareket ettiklerini ve İstanbul'a yaklaştıklarını gören Bizanslılar, Sarayburnu ile Haliç arasında kalın bir zincir gererek Haliç'i kapattılar. Bu kalın zincir yuvarlak dubalar üzerine oturtulmuştu ve Türk gemilerinin Haliç'e girmelerini önleyecekti.


BÜYÜK TOP

1 şubat 1453. Sultan Mehmed "Şahî" adı verilen büyük topun İstanbul'a doğru yola çıkarılmasını emretti. Bir ejderi andıran bu topun çevresi 3 metreden fazla idi. Güllelerinin ağırlığı 1500 kiloyu buluyordu. Bir güllenin topa sürülmesi iki saatlik bir zaman alıyordu.

Şahî'yi 50 çift manda çekiyordu. Sağ yanında yürüyen 200 kişi ile sol yanında yürüyen 200 kişi topun kaymamasını sağlamaktaydılar. Nakliye hizmetlilerinin sayısı 1000 kişiden fazlaydı.

Topu getiren birliğin kumandanı Rumeli Beylerbeyi Dayı Karaca Paşa idi. Karaca Paşa topun geçeceği yolları, köprüleri tamir ettiriyor, Bizans'ın elinde kalmış olan İstanbul dışındaki son toprak parçalarını ele geçiriyordu. Marmara Ereğlisi, Bigados, Kumburgaz, Yeşilköy gibi yerler ele geçirilmiş, buralarda yaşayan halkın bir bölümü kaçıp İstanbul surlarının içine girmişlerdi. Onların Türk ordusunun heybetini anlatmaları Bizans'ın maneviyatını büsbütün sarsmıştı.

Büyük top İstanbul surlarının önüne gelmeden Karaca Paşa yolu açmış, güvenlik tedbirlerini almış ve sonra tekrar topun başıa dönmüştü.

Öte yandan Sultan Mehmed de Edirne'den hareket etmiş ve üç gün sonra İstanbul önlerine gelmişti.

Şimdi, en büyük toplardan başka küçük toplar, mühimmat ve diğer silahlar, Maltepe çevresinde kurulan karargaha getirilmiş, uygun yerlere yerleştirilmişti. Karargahta çok sıkı güvenlik tedbirleri alınmış bulunuyordu.

Türk ordusunun asker sayısı 100 bini aşıyordu. Tarihçiler Türk ordusunun sayısı hakkında değişik bilgiler veriyor (Hammer'e göre 250 bin, Venedikli Barbaro'ya göre 160 bin, Ducas'a göre 200 bin vb).


KUŞATMA BAŞLIYOR

6 Nisan 1453 Cuma günü. Sultan Mehmed bütün ordu ile birlikte Cuma namazını kıldıktan sonra kuşatmanın başlamasını emretti. Yanında hocaları olan ünlü bilginler vardı Akşemseddin, Akbiyık Dede, Molla Gürant, Molla Hüsrev vb.
Birlikler Haliç'ten Marmara kıyılarına kadar yayıldılar ve kara surlarına 700-800 metre yaklaştılar.

Türk ordusunun başbuğu Sultan Mehmed, 15 bin kişilik yeniçeri birliği ile merkezde. Topkapı ile Edirnekapı arasında bulunuyordu. Sağ kanada Anadolu Beylerbeyi İshak ve vezir Mahmut paşalar kumanda ediyordu. Bunlar 50 bin kişilik Anadolu askeri ile Yedikule'den Topkapı'ya kadar uzanan bölgeyi tutmuşlardı. Sol kanada Rumeli Beylerbeyi Karaca Paşa kumanda ediyordu. Bunlar 50 bin kişilik Rumeli askeriyle Edirnekapı'dan Tekfur Sarayı'na kadar olan yeri tutmuştu. Zağnos Paşa bugün Beyoğlu denilen ve o zamanlar boş bulunan tepeleri tutuyor, böylece Galata'daki Cenevizliler’in kalelerinden çıkmalarını ve Bizans'ı desteklemelerini önlüyordu.

Kuşatma harekatı tamamlandıktan sonra Sultan Mehmed, vezir Mahmud Paşa'yı elçi olarak Bizans imparatoruna gönderdi. Mahmud Paşa, Bizans imparatoruna şehrin kuşatıldığını, Türk ordusunun çok kuvvetli, sultanın azimli olduğunu, imparatorun İstanbul'u.teslim etmekten başka çaresi olmadığını bildirdi. Bu takdirde; halkın canına ve malına dokunulmayacak, kan dökülmeyecekti.
İmparator teslim olmayı kabul etmedi ve bu suretle savaşın sorumluluğunu üzerine almış oldu.


BİZANS ORDUSU


İstanbul'u savunan kuvvetler hakkında kesin bilgi yoktur. Fakat Hıristiyan aleminden ünlü kumandanların emrinde gelen birliklerinaz olmadığı, Bizans'ın da bütün kuvvetlerini surların içinde topladığı bilinmektedir.

Bizanslılar Sarayburnu'na, Kızkulesi'ne, Marmara kıyısına ve surlara çok sayıda top yerleştirmişlerdi. Fakat bu topların menzili Türk toplarına göre kısa kalıyordu. Ayrıca mazgalların gerisinde ve kulelerde “Rum ateşi’ni kullanmaya yarayan aletler vardı. Barut, neft yağı ve kükürt ile yakılan Rum ateşi (Gregois) önemli bir silah idi.

Haliç'i kapatan zincirin gerisinde Bizans'a ait 14 savaş gemisi vardı (Bazı Avrupalı tarihçiler bu savaş gemilerinin sayısını 26 olarak bildirirler). O tarihte İstanbul nüfusunun 200 binden fazla olduğu, bütün halkın imparatorun emrinde savaşa iştirak ettiği de bilinmektedir.

Bizans'ın yiyecek, silah, mühimmat vb. bakımlardan sıkıntısı yoktu. Türklerin kuşatmaya girişeceklerini anladıkları için depolarını erzakla doldurmuşlardı.

HALİÇİ KAPATAN ZİNCİR


Bizans imparatoruna elçi olarak gönderilen Vezir Mahmud Paşa, imparator Konstantin'in teslim olmayı reddettiğini bildirince, Sultan Mehmed hücum emrini verdi ve Türk topları ilk gülleleri İstanbul üzerine yağdırmaya başladılar.

İlk atışlardan sonra büyük toplar Sultan Mehmed'in Maltepe'deki karargahının çevresine yerleştirildi. Surların o taraftaki kapısına o zamandan beri Topkapı denmektedir.

Büyük toplar 11 Nisanda yerleştirilmişti. Şehrin bütün surlar boyunca bombardımanına ise 12 Nisanda başlandı. Topçu ateşlerine Sultan Mehmed çok defa bizzat kumanda ediyordu.

İstanbul surlarına top atışları başladığı gün Türk donanması bugünkü Dolmabahçe önlerinde toplandı. O yıllarda Dolmabahçe'nin bulunduğu yer geniş bir koy halindeydi. Donanmanın başında bulunan Baltaoğlu Süleyman Bey, Dolmabahçe önlerine gelmeden önce İstanbul'un yakınındaki Prens Adaları'nın büyüklerini (Büyükada, Heybeli, Kınalı ve Burgaz adalarını) kolayca fethetmişti.
Türk donanması Haliç'i kapatan zinciri kırmak için harekete geçti. Fakat Bizanslılar en güçlü gemilerinden dokuzunu çok iyi şekilde silahlandırıp zincirin gerisine yerleştirmiş bulunuyorlardı. Bunların ardında da başka gemiler vardı. Onun için zincir kırılamadı.

Aynı gün Türk ordusu surlara tırmanma teşebbüsünde bulundu. Çok şiddetli geçen bu ilk hücum Cenevizli Giustiniani'nin ve Bizans askerlerinin karşı koyuşu ile sonuçsuz kaldı. Bunun üzerine Sultan Mehmed şehre girebilmek için surların daha bir süre dövülmesi ve gedikler açılması gerektiğine kanaat getirdi.


CENEVİZ FİLOSU

20 Nisan günü beş büyük geminin Bizans'a yardım getirdikleri görüldü. Bunların dördü Cenevizliler'e, biri Bizans'a aitti. Bu filonun zinciri aşarak Haliç'e geçmelerine engel Olmak için Süleyman Bey 18 gemilik bir filo ile Beşiktaş önlerinden harekete geçti. Borda düzeninde ilerleyerek Sarayburnu ile Galata kıyısı arasında düşman gemilerine hücum etti. Düşman gemileri çok büyük ve yüksekti. Türk gemileri ise küçük yapılı idi. Beş gemi yanyana Sarayburnu açıklama girdiler. Çok müsait esen bir lodos bu gemilerin yelkenlerini dolduruyor, deniz akıntısı da Haliç yönüne gitmelerini kolaylaştırıyordu. Türk gemileri ise rüzgara karşı yol alıyor ve ancak kürek kuvvetiyle ilerleyebiliyorlardı. Akıntıya karşı kürek çekmelerine rağmen Türk gemileri düşman gemilerine yetişti. Borda bordaya geldikleri zaman şiddetli bir vuruşma başladı. Düşman gemilerindeki savaşçı askerler çanaklıklara ve direklere çıkarak savaşıyor, suda yanan ve söndürülemeyen Rum ateşi kullanıyorlardı. Baltaoğlu Süleyman Bey'in kumanda ettiği amiral gemisi Rum teknesine baştan bindirip mahmuzladı. Levendler düşman gemisine atlayıp vuruşmaya başladılar. Bu durumda Latinler'in ve Bizanslılar'ın savaşı kazanmalarına imkan yoktu. Fakat birden şiddetlenen rüzgar Rum ve Latin gemilerini Haliç'e sürükledi ve Türk gemileriyle aralarındaki mesafe açıldı. Bu, savaşın seyrini değiştirdi. Haliç ağzına gelen büyük teknelere Bizanslılar zinciri açıp giriş verdiler ve onları kurtardılar.

Sultan Mehmed kıyıdan çarpışmaları takip ediyordu. Bir ara gemiler padişahın bulunduğu kıyıya çok yaklaştılar. O sırada kendisini tutamayan sultan atını denize sürerek kaftanının etekleri ıslanıncaya kadar ilerledi ve Süleyman Bey'e haykırarak emirler verdi. Bu hareketi surlar üzerinden seyreden Rumlar hayretler içinde kaldılar. Sultanın azmını anlamış, kararlılığını öğrenmiş oluyorlardı.
Süleyman Bey'in düşman gemilerini durduramamış olmasını sultan mazur görmedi. Onu derhal derya kaptanlığından azletti ve yerine Çalıbeyoğlu Hamza Bey'i tayin etti.

HRİSTİYAN DONANMASI ALARMA GEÇİYOR

Türkler'in İstanbul kuşatması başlar başlamaz, Papa, yardıma koşmaları için Hıristiyan dünyasını sıkıştırmaya başlamıştı ve büyük bir Haçlı donanması toplamaya çalışıyordu. O devirde dünyanın en kudretli donanmasına sahip olan Venedikliler de bu donanmaya katılırsa Türk donanması güç durumda kalabilirdi.

Öte yandan; Haçlılar, Macaristan'ın öncülüğünde bir kara ordusunu da harekete geçirebilirlerdi. Bu orduyu karşılamak için İstanbul kuşatmasını kaldırmak gerekirdi ve bu da Bizans'ın kurtulması demek olurdu.

Veziriazam Çandarlı Halil Paşa, işte bu ihtimalleri düşünerek, kuşatmayı kaldırması için Sultan Mehmed'i ikna etmeye çalışıyordu. Ona göre Bizans'ın ağır bir vergiye bağlanması yeterliydi. Zaten, her tarafı Türk topraklarıyla çevrili, Marmara'daki adaları da yitirmiş olduğuna göre, artık hiçbir tehlike arz etmiyordu.

Sultan Mehmed, Halil Paşa'nın kuşatmayı kaldırma teklifini kesin olarak ve sert bir şekilde reddetti.

KARADAN YÜRÜYEN GEMİLER


Liman önünde yapılan deniz savaşında Türk gemilerine kapalı olan Haliç'e düşman gemilerinin girmiş olması, sultanın canını çok sıkmış, ama daha bu savaş sırasında gemilerini Haliç'e geçirmek için dahiyane bir plan yapmıştı.
21 Nisan günü kara sularına yöneltilen bombardımanla Topkapı civarındaki dış surda büyük bir gedik açıldı. Bizans bu gediği vaktinde kapatamamış.büyük bir paniğe kapılmış bulunuyordu. Fakat padişah ortalıkta yoktu.

Padişah başka bir yerde idi. O, Kasımpaşa sırtlarından, Haliç tarafındaki surların yakınına demirleyen Latin ve Rum gemilerine de gülle yağdırmaya başlamıştı. Bunu, bizzat tarif ederek döktürdüğü yeni bir topun aşırtma atışlarıyla yapıyordu. Bu icad, halen kullanılmakta olan havan topunun ilk örneği idi.
Bizanslılar'ın dikkati Topkapı civarında açılan gediğe çevrilirken ve onlar bu gedikten Türkler'in her an hücuma geçmesini beklerken. Sultan Mehmed, o güne kadar hiçbir kumandanın akıl edemediği bir projesini gerçekleştiriyordu: Sultan o gece Türk gemilerini karadan yürüterek Haliç'e indiriyordu!

Gece yarısı Türk donanmasındaki 67 parça gemi teker teker karaya çıkarıldı. Bugünkü Dolmabahçe ile Dolapdere-Kasımpaşa arası düzenlenmiş, gemiler ray gibi kızaklar üzerinde karadan yürütülmüştü (Başka bir rivayete göre de yağlı kızaklar üzerinden kaydırılan gemiler beşiklere oturtulmuştu. Beşikler makara ve tekerleklerle hareket ediyor, binlerce asker île Öküz ve mandalar tarafından çekiliyordu.)

Ertesi sabah, gün doğmadan önce son gemide Haliç sularına inmişti! Bizanslılar gözlerine inanamamış, şaşırıp kalmışlardı. Çünkü Haliç'i kapatan zincir yerinden oynamamıştı.

Başarı ile tamamlanan .bu harekatın planı, bu dahiyane buluş, tamamiyle II. Mehmed'e aittir.

Gemilerin karadan yürütülerek Haliç'e indirilmesi kuşatmanın seyrini değiştirmişti. Şimdi Bizans ve Latin donanması iki taraftan sıkıştırılmış, kıpırdayamaz hale getirilmişti. Artık, daha zayıf olan Haliç surları da topa tutulabilecekti. Bizans, kuvvetlerinin bir bölümünü Haliç surlarına nakledeceği için kara surlarının savunması zayıflayacaktı. Bizans'a gizli gizli yardım etmeye çalışan Galata Cenevizlileri de göz hapsinde, kontrol altında tutulacaktı.

TÜRK GEMİLERİNİ YAKMAK İSTEDİLER AMA...

24 Nisan günü Bizanslılar, Haliç'e çıkan Türk gemilerini yakmak için hazırladıkları bir planı uygulamaya teşebbüs ettiler. Suda dahi sönmeyen 'Rum ateşi'ni kullanarak baskın yaptılar, fakat bir başarı elde edemediler. Baskını gerçekleşti rmeye çalışan Giustiniani'nin gemisi büyük bir gülle ile parça parça oldu. Mürettebat suya düşüp boğuldu.

Bu arada Sultan Mehmed, çok cesaret isteyen başka bir teşebbüste daha bulundu. Bir gün içinde Haliç'e bir köprü kurduruverdi. istihkam birlikleri, köprüyü yapmak için binden fazla fıçıyı ve sandalı demir çengellerle bir birine tutturmuş, üzerine kalaslar döşemişlerdi. 380 metre uzunluğundaki bu köprüden yan yana beş asker geçebiliyordu.

Türk askerleri iki kıyı arasında artık rahatça gidip gelebileceklerdi. Gemilerin bir kısmı bu köprünün sol yanına çekildi. Kenarlara toplar yerleştirildi. Surların en zayıf noktaları bu tarafta olduğu için köprüden yapılan atışlar çok etkili oluyordu.

Türkler'in, donanmanın bir kısmını Haliç'e çıkarmaları ve bir de köprü yapmaları, Bizans'ı çok telaşlandırmaya başlamıştı. Köprüyü ve gemileri yakmak için tekrar teşebbüse geçtiler. Bu işi bu defa Venedikli bir gemici üstlendi. Bol miktarda Rum ateşi ve başka yanıcı maddeler alarak, seçme askerlerle geceleyin köprüye yanaştı. Fakat Türkler böyle bir teşebbüsü her zaman bekledikleri için uyanık ve nöbetteydiler. 28 Nisan gecesi sabaha doğru sessizce harekete geçen düşman gemileri Kasımpaşa önüne gelince, kıyıya yerleştirilmiş Türk topları, gürlemeye başladı, ikinci atışta en önde bulunan Venedikli kaptanın gemisi batırıldı. Kaptan ve 150 mürettebat suda boğuldular. Geri kalan gemiler de kaçıp gitmek zorunda kaldılar.

Bu ikinci teşebbüsün de başarısızlıkla sonuçlandığını gören Bizanslılar büyük bir öfkeye kapıldılar. Ellerinde tutsak bulunan 260 Türk'ü hisarlara çıkarıp boğazladılar ve kesik başlarını kale mazgallarına attılar. Bu hareketleriyle Türkler'in moralini bozacaklarını sanıyorlardı. Oysa hınçlarını arttırdılar, fetih azmini daha da güçlendirmeye sebep oldular.

Bizans imparatoru Konstantin durumunun ümitsiz olduğunu anlamaya başladı. Onun için II. Mehmed'e başvurarak barış anlaşması kaydiyle, sultanın kararlaştıracağı en ağır vergiyi vermeye, hatta Bizans'taki güvenlik kuvvetlerinin Türkler tarafından tayinine bile razı oluyordu.
Fakat kuşatmadan hemen sonra ve hücumdan evvel yapılan teslim çağrısına uymayan Bizans imparatoruna, bu defa Türk hakanı red cevabı vererek şöyle dedi:
—"Ya ben Bizans'ı alırım, ya Bizans beni!.."
Padişahın kuşatmayı kaldırmaya, İstanbul'u almaktan vazgeçmeye hiç niyeti yoktu.
 
YER ALTI SAVAŞI

Sultan Mehmed İstanbul kuşatmasında hemen hemen her gün bir taktik uyguluyor ve Bizanslılar'ı şaşkına çeviriyordu.

Sultan, Eğrikapı tarafındaki surların 600 metre kadar uzağından bir tünel (lağım) kazdırmaya başladı. Bu tünel oldukça derin ve geniş olarak kazılıyordu. Çalışmalar hızlı bir şekilde devam etti. Hendeklerin ve surların altından geçerek şehrin içine doğru ilerlemeye başladı. Fakat yer altındaki kayaların kırılması ve kazma sesleri yankı yaptı. Toprağın derinliğinden gelen bu sesleri duyan Bizanslılar tünel kazıldığını anladılar ve derhal başka bir tünel kazmaya başladılar. Sonunda iki tarafın tünelleri karşılaştı ve yer altında zorlu bir vuruşma başladı. Bizanslılar Türkler'in , kullandıkları direkleri ve destekleri ateşe verdiler. Bu da tünelin çökmesine, iki tarafın tüneldeki askerlerinin ölmesine sebep oldu.

Tünelden şehre girme teşebbüsü başarısızlıkla sonuçlanmıştı ama, Bizanslılar'ın korkuşu artmıştı. Türkler gemileri karadan yürütüyor, denize köprü kuruyor, yer altından yollar açıyorlardı. Şehrin neresini nasıl savunacaklarını bilemez oldular.

YÜRÜYEN KULELER

Deniz üstüne kurulan köprü, toprak altına açılan yol şaşkınlıklarını devam ettirirken, Bizanslılar Sultan Mehmed'in yeni bir teknik buluşu ile dehşete düştüler.

Türk hakanı bir gece dört saat içinde, tekerlekler üzerinde hareket eden büyük bir kule yaptırmıştı. Yüzlerce mühendis, usta ve işçinin çalışmasıyla meydana getirilen bu kule, İstanbul surlarından daha yüksekti. Altına büyük makaralar konulduğu için kolaylıkla hareket edebiliyordu. Bir şehir halkının bir ayda yapamayacağı bu büyük kulenin dört saatte yapılmış olmasını yabancı tarihçiler takdirle, hayranlıkla yazmaktadırlar.

Yürüyen kulenin çatışı iki kat deve, manda ve öküz derisiyle kaplanmıştı. Ateşe karşı dayanıklılığı artsın diye de boşluklar toprakla doldurulmuştu. içten ve dıştan yapılan merdivenlerle üst kata çıkılmaktaydı. Alt katlarındaki büyük pencerelere toplar yerleştirilmişti. Mancınıklar, yanıcı maddeleri atacak aletler ile, inip kalkan köprüleri de vardı. Bu köprüler, surun üzerine uzatılıp geçişi, atlamayı sağlamak içindi. Ayrıca yine bu kuleden kütük, ağaç, toprak atılarak kale Önündeki hendekler dolduruluyordu.

Kulenin arka kısmında, 600 metre uzunluğunda Üstü kapalı bir yol yapılmıştı. Askerler kuleye bu yoldan geliyorlardı.

Yürüyen kulelerin sayısı arttırıldı. Buralardaki Türk askerleriyle surları savunanlar arasında çok şiddetli bir savaş oldu. Kuleden top atışlarıyla Topkapı surlarının bir bölümü yıkıldı. O gün çatışma akşam karanlığına kadar sürdü. Fakat gece olunca Bizans Rum ateşi ile büyük kuleyi yakmayı başardılar.

İlk kule yakılmasına rağmen beklenen işi görmüş, surların gedikleri bu yüzden artmaya başlamıştı. Sonraki günlerde birkaç kule daha yapıldı ve düşmanın direnişi iyice zayıflatıldı. Artık bombardıman aralıksız devam ediyordu.

SONA YAKLAŞIRKEN

İstanbul'un Türkler tarafından fethedilmesinin artık gün meselesi, saat meselesi olduğunu herkes anlıyordu. Şehir hem Haliç, hem Marmara tarafından gemilerle çevrilmiş, surlar kuşatılmıştı. Bizanslılar surlarda açılan gedikleri kapama işini zamanında yapamıyor, taş ve tuğla ile örmek yerine duvarları kum torbaları, ağaçlar ve çalılarla kapamaya çalışıyorlardı.

Bizans'ın son demlerini yaşadığını gören padişah, 23 Mayıs günü imparatora bir elçi gönderdi. Tekrar teslim olmasını istiyordu. Çünkü şehir umumi bir hücumla zaptedilirse büyük hasara uğrayabilir, daha çok kan dökülebilirdi.
Elçi olarak gelen isfendiyaroğlu'nu imparator törenle kabul etti. imparator ve İsfendiyaroğlu eskiden tanışıyorlardı.

Türk elçisi Bizans imparatoruna padişahın şartlarını bildirdi. Buna göre, şehir daha fazla kan dökülmeden teslim edilirse, imparatora Mora despotluğu verilecekti. İmparator maiyeti ve hazineleriyle çıkıp gidebilecek, halktan isteyenler de yine bütün eşyaları ve paralarıyla onu takip edebilecek veya başka bir yere gidebileceklerdi. şehirde kalanların ise canla rina ve mallarına dokunulmayacaktı.

İmparator, Türk hakanının bu son çağrısı üzerine savaş meclisim topladı.
Galata Cenevizlileri ve Venedikliler şehrin düşeceğine hata inanmıyorlardı. Bu durum imparatoru biraz ümitlendirmişti. Çünkü Haçlılar'ın yardımından da ümidini kesmiş değildi. Onun için imparator Türk elçisine şu cevabı verdi:
“Padişah barış yaparak atalarının gösterdiği örneğe uymak ve barışı devam ettirmek fikrinde ise, bundan dolayı Tanrı'ya şükrederim. Konstantiniyye'yi kuşatanların hiçbiri uzun süre saltanat sürmedi. Sultan Mehmed şehrin teslimini değil, ancak vergi isteyebilir".

imparatorun bu cevabından sonra Sultan Mehmed'in şehri zorla almaktan başka yapacak bir şeyi kalmıyordu.

MACARLAR TEHDİT EDİYOR

Bizanslılar'ın son teslim çağrışını reddetmelerinden üç gün sonra, Türk karargahına bir Macar elçilik heyeti geldi. Elçiler, yeni tahta çıkan Macar kralı V.Ladislas adına geliyorlardı. Bunlar, kuşatma kaldırılmazsa Macar ordusunun harekete geçmeye kararlı olduğunu söylüyor, ayrıca bir Haçlı donanmasının yola çıkarıldığını bildiriyorlardı.

Sultan Mehmed bu tehdide bir cevap bile vermedi. Sadece eliyle Türk toplarını göstermekle yetindi.

Türk hakanı ertesi gün savaş meclisini topladı. Bu meclis, kuşatmanın devamı veya kaldırılması için kesin karar alacaktı. Sultan, fethe kadar çarpışmaya taraftardı. Akşemseddin, Molla Güranî, Molla Hüsrev ve Zağnos Paşa onun görüşünde idiler. Veziriazam Candarlı Halil Paşa ile bazı paşalar ise kuşatmanın kaldırılmasından yana olduklarını ifade ettiler. Bunlara göre, Avrupa'dan yardım kuvvetleri gelirse Türk ordusu iki ateş arasında kalacaktı. İstanbul zaptedilse bile Hıristiyan Avrupa böyle bir şehri Türkler'in elinde bırakmayacaktı. Bu ise devletin geleceğini, varlığını tehdit eden bir gelişmeye yol açardı.

Fakat Sultan Mehmed kesin kararlıydı. Halil Paşa'nın endişelerini yersiz buldu. Kuşatma şehir alınıncaya kadar devam edecekti. O gün, büyük hücumun yapılacağı gün de kararlaştırıldı. Habercilerle subaylara iki gün sonra, yanı 29 Mayıs'ta genel hücuma geçileceği duyuruldu.

Bundan sonra yoğun bir hazırlık başladı. Padişah beyaz atma binerek sur boyunca askeri teftiş ediyor, gerekli emirleri veriyor, gayret arttırıcı sözler söylüyordu.


MUM DONANMASI

28'Mayıs gecesi İstanbul'un çevresi ışıl ışıldı. Türkler son hücumdan önce ateş ve ışık şenliği yapıyorlardı. Bu, Türkler'in Hunlar zamanından beri yapa geldikleri bir geleneği idi. Marmara'dan Haliç'e kadar kuşatma hattı boyunca, fenerler, meşaleler, mumlar, kandiller, öbek öbek ateşler yakılmıştı. Boğaziçi kıyılarında ve Galata tepelerinde bulunan çadırlar ve Türk donanmasının bütün gemileri de ışıl ışıldı.

Ordu coşku içindeydi. Her yandan neşeli haykırışlar, zaman zaman da tekbir sesleri duyuluyordu.

Bizanslılar bu şenliği, ateş ve ışık çemberini hüzünle Seyrettiler. Şehrin içi kedere boğuldu. Yüreklerine korku doldu.

Gece yansı Olumca mum donanması sona erdi. Işıkların hepsi söndü ve bu defa etrafı zifiri bir karanlık kapladı. Büyük ve son hücum için askerler istirahata çekilmişti.

O sırada İstanbul'un üzerine iri yağmur damlaları düşmeye başladı.


BORULAR ÇALINCA SİLAH ELDE, İLERİ!

Aynı gece Sultan Mehmed, vezirlerini, büyük ve küçük rütbeli subaylarını topladı ve onlara özlü, heyecanlı bir nutuk söyledi. Genç padişah o güne kadar gösterilen gayretten, fedakarlıktan memnundu. Önce bunu dile getirerek şöyle dedi:
" Sizi buraya, cesaretinizi bir kat daha arttırmak için toplamış değilim. Siz cesaretinizi gösterdiniz. Şiddet ve faaliyetinizi askerinize gereği kadar aşıladınız. Benim bu konuşmamdaki gaye, zaferle sonuçlanacak hücum vesiyesiyle ebedî şan ve şerefin sizi beklediğini hatırlatmaktır..."
"Bu güzel belde her türlü servet ve saman ile doludur, imparatorun, zadeganın ve servet sahibi diğer zevatın sarayları île doludur.:'
"Bugün size, kalabalık ve çok büyük olan bu şehri hediye ediyorum. Bu, eski Roma'nın başkenti olup, güzellik, zenginlik ve şerefin doruğuna ulaşmış ve adeta dünyanın merkezi olmuş bir şehirdir. Bunu size bahşediyorum. Orada sizde servet ve saadet bulacaksınız... Fakat en büyük menfaat, dünyanın en ünlü beldesini zaptetmek, fethetmek olacaktır. O belde ki nice zamandan beri karşımıza hırsla, şiddetle çıkmış, bize zarar vermeye çalışmıştır. Böyle bir zaferden daha ulvî bir şeref ve saadet var mıdır? İstanbul'un alınması bize ebediyyen güven verecek, bütün Yunanistan'ın kapılarını açacaktır... Bu beldenin görünüşteki azametine, kudretine aldanarak zaptedilmesinin güç olduğunu sanmayınız. Sizin hücumunuza mukavemet edemeyecektir. Şu dolmuş hendeklere, şu delik deşik olmuş surlara bakın. Tunç topların açtığı şu üç delikten, yalnız hafif piyadelerimiz değil, en ağır süvarilerimiz bile geçebilecektir. Şimdi önümüze serilen yol, bir koşu meydanı gibi dümdüzdür..."
"Parlak bir savaş için birbirinizi teşvik ediniz. Hatırlayınız ki parlak bir savaş için üç ana şart vardır iyi niyet, kötü hareketlerden çekinme ve tam itaat, yani sükunetle ve disiplin içinde verilen emirlerin tamamen yerine getirilmesi..."
"Şimdi, yüce bir azmin verdiği coşkunluk ile savaşa koşunuz ve malik olduğunuz liyakati gösteriniz."
"Bana gelince, sizin başınızda dövüşeceğime yemin ederim. Herkesin ne suretle hareket edeceğini bizzat takip edeceğim."
"Şimdi herkes kendi mevkiine dönsün. Yeyip içiniz ve birkaç saat istirahat ediniz. Emrinizdekiler de aynı şekilde hareket etsinler. Her tarafta mutlak bir sessizliğin sağlanmasını emrediniz. Sonra, tan vaktinde, kalkar kalkmaz taburlarınızı tam bir düzen içinde hazırlayınız. Hiç bir şey ile ve hiç kimsenin tesiriyle ağırbaşlılığınızı, temkininizi bozmayınız. Sakin ve rahat olunuz. Fakat savaş borusunun çalındığını işitince ve sancakların rüzgarla dalgalandığını görünce, silah elde, derhal ileriye atılınız!..".

SON HÜCUM


29 Mayıs Salı günü güneş doğmadan kalkan sultan, ordusuyla beraber sabah namazını kıldı. Bundan sonra, yüreğe işleyen kısa bir konuşma daha yaparak maiyetiyle birlikte ön saflara geldi.
Şimdi mehter cenk havaları çalıyordu. Gazi dervişlerin başlattığı tekbir sesleri surları aşıp yankılanmaya başlamıştı.

Sultan "HÜCUM!" emrini verince toplar gürledi. Allah! Allah! sesleri göğü inletti ve Türk ordusu her taraftan kabaran bir deniz gibi surlara doğru taştı. Kale bedenlerine merdivenler dayanıyor, yalınkılıç bahadırlar surlara tırmanıyorlardı, ilk hamlede surlara 2 bin merdiven dayanmış ve 50 bin yiğit ileri atılmıştı. Bu saldırıyı bekledikleri için olanca güçlerini toplayan Bizanslılar, surlara tırmananlara kaynar yağ, Rum ateşi, taş ok yağdırıyordu. ilk hücum dalgası püskürtüldü. Ama hemen arkasından ikincisi, üçüncüsü geliyordu.
Hücum, bugün Topkapı denilen bölgede yoğunlaşmıştı. Hem Türkler, hem Bizanslılar bütün güçlerini o noktaya vermiş gibiydiler.

Yavaş yavaş Türk askerleri surlar üzerinde belirmeye başlamıştı, fakat bunlar sancağı dikmeye fırsat bulamadan taş, ateş ve ok yağmuru altında can veriyor, şehit oluyorlardı.

O sırada Bizans askerlerini kumanda eden Cenevizli Giustiniani yaralandı ve savaş alanını bırakarak çekildi. İmparator onu durdurmaya çalıştı ama başaramadı. Giustiniani'nin hiçbir umudu kalmamıştı. Limanda bekleyen bir gemiye kendisini dar attı ve Sakız adasına doğru uzaklaştı.
Sultan Mehmed, Giustiniani'nin uzaklaşmasıyla meydana gelen durgunluğu hemen fark etmişti. O noktaya yeni safları sürdü.

“EĞER SULTAN OLMASAYDIM ULUBATLI HASAN OLMAK İSTERDİM

Savaş bütün şiddetiyle devam ederken Eğrikapı tarafındaki surlarda, iri yarı, insan güzeli bir yiğit, peşine 30 arkadaşını takmış, yukarı tırmanmaya başlamıştı. Sağ eliyle palasını sallıyor, sol bileğinde ve sol elinde kalkan ve sancak taşıyordu. Bu, ULUBATLI HASAN idi.
Hasan'ın arkadaşlarından 18'i şehit düştü. Ama o, sağ kalan arkadaşlarını gayrete getirip, kan-ter içinde yukarı tırmanmayı başarmıştı. Bizans askerlerinin üzerine arslanlar gibi saldırıyor, palasını her çevirişte birini yere seriyordu. Nihayet elindeki sancağı burcun tepesine dikti, adeta mıhladı.
Burcun Üzerinde Türk sancağının dalgalandığını gören düşman biraz toparlandı. Mancınıktan fırlatılan bir taşla Hasan'ı yere yıktılar. Hasan dizleri üzerinde doğrulmaya çalışırken, yağmur gibi yağan taşlar onu tekrar yıktı. Bu arada vücuduna 30-40 kadar ok saplanmıştı. Fakat sancak dalgalanıyordu.
Ulubatlı Hasan’ın diktiği sancak Türk askerini coşturmuştu. Arkadaşları onun açtığı yoldan surları aştılar ve dalga dalga şehre doğru ilerlediler. Bizans direnişi hızla kırıldı ve Türk birlikleri birçok noktadan İstanbul’a aktı: Cebe Ali Bey Haliç surlarını, Karaca Paşa Tekfur Sarayı burçlarını, donanma kumandanı Hamza Bey Marmara surlarını yararak içeri girdiler...
Surlar aşıldıktan sonra Sultan Mehmed, Ulubatlı Hasan’ın oklarla delik deşik olmuş cesedini buldurdu. Başında saygı ile eğilip dua okudu. Teşekkür etti. Ve sonra yüksek sesle yanındakilere:
- Eger sultan olmasaydım, Ulubatlı Hasan olmak isterdim, dedi.
Türkler şehre girince üzerindeki imparatorluk nişanlarını söküp atan imparator Konstantin Dragagez, Haliç’teki gemilerden birine sığınmayı ve kaçmayı tasarlamıştı. Yolda yaralı bir Türk askerini öldürmeye kalkışması kendi hayatına maloldu. Birden fırlayan Türk askeri kılıcıyla imparatoru öldürdü. Daha sonra onun cesedini ayağındaki çizmeden tanıdılar.
Artık, Sultan II.Mehmed, FATİH idi. Daha önce 28 defa kuşatılmış olan İstanbul’u o fethetmiş, Hz. Peygamber’in övgüsüne layık olmuştu.

AYASOFYA’YA KAPANAN 50 BİN BİZANSLI

Türk birlikleri surları aştıktan, bütün direnişleri kırdıktan sonra, Aksaray’da düzenli saflar halinde toplandılar. Daha sonra yine düzenli saflar halinde Ayasofya’ya doğru ilerlediler.
Ayasofya’ya 50 bin kişi sığınmış ve tunç kapılarını kapatmışlardı. Bunların arasında kaçak askerler, soylular ve papazlarda vardı.
Türk askerleri kapıları baltalarla sökerek açtılar. Mabedin bir direniş yuvası halinde kalmasını istemiyorlardı. O çağın savaş kurallarına göre, zorla zaptedilen bir yerde direnenlerin canları, galiplerin insafına kalmış olurdu. Fakat kapılar kırılıp açıldıktan sonra, halka sakin olmaları söylendi ve hiçbiri öldürülmedi. Başlarında Patrik Grigorios olmak üzere hepsi esir sayıldı. Ayrıca sanat ve kültür eserlerine de dokunulmadı. Oysa, 1204 yılında İstanbul’u işgal eden haçlılar hazineyi yağmalamış, sanat eserlerini yakıp yıkmışlardı.


FATİH’İN İSTANBUL’A GİRİŞİ

İstanbul sabahleyin saat 08.00 sıralarında fethedilmişti. Ama Fatih İstanbul’a Topkapı’dan öğle saatlerinde girdi. Bu giriş muhteşem bir alayla oldu. Yanında ileri gelen kumandanları ve vezirlerinden başka hocaları Molla Gürani, Molla Hüsrev, Akşemseddin ve Akbıyık Sultan da vardı.

Bizanslılar, özellikle genç kızlar, padişaha çiçek vermek için yollara dizilmişlerdi. Fakat onun çok genç olduğunu bilmiyor, bu yüzden ak sakallı mollalara, en çok da Akşemseddin’e uzatıyorlardı. Akşemseddin ise ‘Padişah ben değilim’ diye yanındaki genç hakanı gösteriyordu. Buna karşılık Fatih:
- Verin, ona verin, padişah benim ama, o benim hocamdır, diye gülümsüyordu.
Alkışlar içinde ilerleyen Fatih ve maiyeti nihayet Ayasofya’nın önüne geldi. Onu beyaz atının üzerinde bütün haşmetiyle gören Ayasofya’daki halk yerlere kapandı. Halktan bir kısmı hıçkırıklar çıkarıyor, inleyip dövünüyorlardı. Fatih usulca atından indi ve korku içinde bekleşen halka ve onların önünde bulunan papazların en kıdemlisine şöyle hitap etti:
“Kalkınız! Ben Sultan Mehmed, sana ve hepinize söylüyorum ki, bu andan itibaren, hayatınız ve hürriyetiniz hususunda gazabımdan korkmayınız”
Bundan sonra Fatih Sultan Mehmed ağır ağır ilerleyerek Ayasofya’nın kapısına geldi. Burada secdeye kapanarak, kendisine böyle bir zafer bahşettiği için Allah’a şükretti. Daha sonra içeri girip iki rekat şükür namazı kıldı. Ayasofya’da ilk ezan da işte bu sırada okundu. Böylece Ayasofya camiye çevrilmiş oluyordu. Ayasofya’dan otağına gitmek üzere ayrılırken, kilise düzeninin kaldırılıp cami düzeninin kurulması için gerekli buyrukları verdi.

Fetihten birkaç saat sonra, ancak direnenlerin ve ellerinde silah bulunanların öldürülebileceği duyurulmuştu. Onların dışında kalanlara ve mala yapılacak her türlü saldırı yine ölümle cezalandırılacaktı.

Ayasofya’da toplanan 50 bin kişi hemen o gün serbest bırakıldı. Ertesi gün de Fatih’in fermanları okundu. Bu fermanlarla Fatih, saklanan halkın hiçbir şeyden korkmadan meydana çıkmasını, canlarının, namuslarının ve mallarının güven altında bulunduğunu bildiriyor, din ve mezhep hürriyetine sahip olduklarını, milli gelenek ve göreneklerine karışmayacağını duyuruyordu.

İstanbul2u gezip gören Fatih, harap ve bakımsız mahallelerin durumuna çok üzüldü. İstanbul2u başkent yapmaya, onarmaya, imar etmeye karar verdi. Daha sonra Maltepe’deki otağına döndü ve başbakan Lukas Notaras’ı orada kabul etti. Kendisine iyi davrandı ve ona imparator Konstantin’in cesedinin bulunmasını, Ortodoks rahiplerin düzenleyeceği dini merasimle gömülmesini emretti.

İstanbul’un fethiyle Doğu Roma yıkılmış, onunla birlikte Orta Çağ kapanmıştı. Fakat Yeni Çağ açılmış ve İstanbul kurtulmuştu.
 
Geri
Top