İsimler - Elif Şafak

Paradoks

... Elif ...
Özel üye
İsimler büyücüdür. Hem de büyülü. İsim var, vezir eder. İsim var, kahreder.
Erkekler isimlerini değiştirme gereği duymadan yaşayıp giderler. Öylesine yerleşik ve sabit. Karılarına, çocuklarına, hatta torunlarının torunlarına soyadlarını verirler. Erkekler isim değiştirmek ne menem bir şeydir kolay kolay anlayamazlar. Kadınlar ise tam tersine, isim göçebesidir. Ömrü hayatlarının farklı aşamalarında farklı şekillerde form doldurmaya, hitap edilmeye, imza atmaya alışkın. Genç kızlıklarında başka türlüdür soyadları, evlendiklerinde başka. Boşanırlarsa başka, yeniden evlenirlerse başka...

Erkeklerin tek bir imzaları olur. Ömür boyu onu atar dururlar. Kadınlarınsa en az bir "eski imza"ları vardır, bir de sonradan edindikleri "yeni imza"... En az... Bir kategoriden bir kategoriye atlarken paldır küldür, durup da soramazlar kendilerine: İmza eskir mi hiç? "O imzayı atan insan eskidi!" demek kadar tuhaf bir şey bu da.

Kadın yazarlar içinse durum daha da karmaşık. Hemen hemen bütün kadınların tecrübe ettiği klasik soyadı değişimlerine ek olarak onlar bir de isim -estetiği- operasyonları geçirmek durumunda kalırlar nice zaman. Ancak kocasından gizli roman okuyabilen ve sürekli önyargılarla boğuşmak zorunda kalan Fatma Aliye'nin çevirilerini "Bir Kadın" imzasıyla yayınlatması da tesadüf değildir.

Boş yere değil Mary Ann Evans'ın gerçek ismini saklayıp, erkek ismi kullanması. İnatçı, savaşçı Mary Ann Evans. Nam-ı diğer George Eliot. 1800'lerin İngiltere'sinde kimliklerini saklamadan yazan, kitaplarını yayınlayan kadın yazarlar yok muydu peki? Vardı elbet. Az sayıda da olsa. Vardı ama bunların çoğu kadınlara yakıştırılan -ve Mary Ann Evans'ın hiç mi hiç hoşlanmadığı- "romantik aşk kitapları" kaleme alıyordu. Buydu daha ziyade kadın yazarlara tanınan alan. Mary Ann Evans ise erkek yazarların dünyasında eşit şartlarda yazmak istiyordu. "Kadınca" değil, "erkek gibi" yazmak. Evans'ın "kadın kitapları" türüne antipatisi o kadar büyüktü ki 1856'da "Bayan Yazarların Yazdığı Aptalca Roanlar" başlıklı sivri mi sivri bir makale kaleme aldı. Bu metin sadece bir yazarın edebi tercihlerini anlamak açısından değil, aynı zamanda bir kadının hemcinslerini nasıl acımasızca yerden yere vurabileceğini görmek için okunmalı.

İsmini değiştirerek erkek egemen edebiyat dünyasında var olan bir başka dişi kalem, George Sand. Gerçek ismi: Amantine-Aurore-Lucile Dupin, Baroness Dudevant. Erkek kıyafetleri giyerek dolaştığı için dedikoduların hedefi haline geldi. Üst sınıftan gelen bir kadın olarak süslü püslü kıyafetler giymesi, giyimine kuşamına azami dikkat sarfetmesi gerekirken o tam tersine, rahat ve basit erkek giysileri içinde dolaşıyordu. Sonunda Baroniçe unvanı yıprandı ve aristokratik ayrıcalıkları elinden alındı. Aldırmadı. Erkek adıyla yaşamaya ve yazmaya devam etti. Son ana kadar. Ivan Turgenev, George Sand için söyle demişti bir zamanlar: "Ne kadar iyi kalpli bir kadın ve ne cesur bir erkek!"

Kadın yazarların isimlerini ya erkek ismine çevirmek ya da "cinsiyetsiz" kılmak istemeleri tesadüf değil. Dünya edebiyat tarihi yazarlık yapabilmek için erkek kılığına giren, erkek takma ismiyle yazan ya da evlenmeyi büsbütün reddedip bekarlığa sığınan kadın yazarlarla doludur. Tabii bir de yeteneği ve azmi olduğu halde sırf kadın olarak dünyaya geldiği için mumu çabucak sönen ya da hiç alev alamayanlarla...

Sorulması gereken soru "niçin çok sayıda kadın şair ya da yazar çıkmadı geçmişte?" sorusu değil. Esas soru, "nasıl oldu da o bir avuç kadın şair ve kadın yazar bu şartlara rağmen gene de çıkabildi?" olmalı.
 
Top