muhsin iyi
Katılımcı
Er-Reşîd (Allah irşat edendir.) güzel ismi El-Hâdî (Allah hidayet edendir.) güzel ismi ile büyük bir benzerlik göstermesine karşın aralarında elbette bir anlam ayırtısı bulunmaktadır. El-Hâdî güzel ismi İslam dini ile tanışmamış yada küfrün, günahın içerisinde bulunan birisinin hidayete gelmesi, Allah’ın (c.c.) emir ve yasaklarına uymasıdır. Er- Reşîd güzel ismi ise İslam’ın emir ve yasaklarını yerine getiren bir Müslüman’ın Allah’a (c.c.) daha yakın olma arzusu ile bir Allah (c.c.) dostuna (mürşid-i kâmil) nefsini teslim edip terbiye ve irşat olmasıdır.
Kuran-ı Kerim’de Vâkı’a suresinde Allah (c.c.) mahşer günü insanları üç sınıfta değerlendireceğini belirtmektedir: Kitabı sağdan verilen (ashâbu’l-meymene), kitabı soldan verilen (ashâbu’l-meş’eme), imanda ve fazilette öncüler (es-sâbikûn) olmak üzere. Buna göre kitabı sağ taraftan verilenler Allah’ın (c.c.) el- Hâdî güzel ismi ile hidayete ulaşmış, İslam dininin emir ve yasaklarına uyarak takva ehli olmuş kimselerdir. Bunlar cennetliktirler. Kitabı sol taraftan verilecek olanlar küfür üzere veya günahkâr Müslümanların içerisinde tövbe edemeden ölen insanlardan oluşur. Günahkâr Müslümanlar cehennemde cezalarını çektikten sonra kurtulacaklardır, küfür üzere ölenler için ise ebedi kalmak üzere cehennem vardır. İşte konumuzu teşkil eden üçüncü sınıf insanlar, hidayetlerinden sonra Allah’ın (c.c.) er-Reşîd güzel ismi ile bir Allah dostu (mürşid-i kamil) vesilesi ile irşat olmuşlardır. Tabii sâbikûnlar gerek amelde gerekse Allah’a (c.c.) karşı duyulan ilahi aşkta ashâbu’l-meymeneyi geçmişlerdir. Ahirette bunlara verilecek ödüller de buna göre çok daha büyük olacaktır. İlgili surede bunların çoğunun önceki ümmetlerden azının da Hz. Muhammed’in (s.a.s) ümmetinden olacağı belirtilmektedir.
İlk tarikatlar her ne kadar hicri beşinci yüzyıldan sonra kendisini gösterse de tasavvuf düşüncesi İslam dininden uzak bir anlama sahip değildi. Peygamberimiz (s.a.s) döneminde böyle bir hareket görülmese de Mescid-i Nebevi’nin bitişiğinde kalan ashâb-ı suffenin hayatı tasavvuftan uzak değildi. Zira buralarda kalan yoksul sahabeler vakitlerini ilimle, dini sohbetlerle, zikirle, Kuran-ı Kerim tilavetiyle geçiriyorlardı. Bunlar da bu yeri adeta bir dergaha çevirmekteydi.
Tasavvuf düşüncesinin kurumlaşmasına tarikat denir. Tarikat, “Allah’a (c.c.) ulaştıran yol” anlamına gelir. Her tarikat seçtiği nafile, müstehap ibadetlerle müridi eğitmeye, Allah dostu kılmaya çalışmaktadır. Esasta tarikatlar bir olmasına, Allah’a (c.c.) ulaştırmayı amaçlamasına karşın kullandığı yöntem ve teknikler farklı olduğundan değişik adlar almışlardır.
Tarikatların asıl görevi Müslümanları irşat etmektir.
Müslümanlar neden herhangi bir kitaptan, özellikle Kuran-ı Kerim’den irşat olamamışlar da gerçek bir irşadın gerçekleşmesi için bir Allah dostuna gereksinim duymuşlardır? Elbette bu yolda yazılmış bir kitap da ve özellikle Kuran-ı Kerim de insanı bir dereceye kadar irşat eder. Bunu kimse görmezden gelemez, inkar edemez. Yalnız bu yolla takva sınırlarının yukarısına çıkmak, sâbikûnlardan olmak gerçekleşmez. Gerçek anlamda irşat, ancak bu yolda daha önce yürümüş bir Allah dostu ile mümkündür. Eğer kitaplarla eğitim yeterli olsaydı okullara ve öğretmenlere gereksinim duyulmazdı. Devlet de millet de büyük bir masraftan kurtulurdu.
İnsanın herhangi bir kitaptan veya Kuran-ı Kerim’den gerçek anlamıyla irşat olamamasının bir diğer nedeni de Allah dostunun peygamberin (s.a.s) temsilcisi olmasıdır. İcazetli bir Allah dostunun silsilesi (manevi bağlılığı) peygamberimize (s.a.s) kadar ulaşır. Her Allah dostu (veli) mürşit değildir. İrşada ehliyeti olmayan veli, Müslümanlara ve kendisine büyük zarar verir. İşte gerçek Allah dostu manevi dünyasında peygamber ve diğer Allah dostları ile beraber olduğu için pek yanılmaz, zor durumlarında nasıl hareket edeceğini bilir. Tabii bu konuda da pek çok istismarlar yaşanmaktadır. İrşat makamına geçip de Müslümanları aldatmaya çalışanlar bulunabilmektedir. İnsanlar nasıl piyasadaki paraların içinde sahte olanlarına karşı uyanık davranıyorlarsa dünya ve ahiret saadetleri için bir Allah dostu ararken de bu konuda çok dikkatli ve araştırıcı olmalılar. Hele hele nefsini terbiye etmemiş bir insanın Müslümanları irşat etmeye çalışması öncelikle kendisine büyük bir zarar verir.
İrşada ehliyetli bir şeyhin en önemli özelliği rabıtasının fayda vermesidir. Bu yola giren müridin nura çok ihtiyacı vardır. Yolda ilerledikçe ve makam kazandıkça şeytanlar ona kendi varlıklarını hissettirebilirler. Musallat olabilirler. Bu sırada onun elinde rabıta silahı, özellikle telebbüsü rabıta olmadığı zaman büyük sıkıntılar yaşayacaktır. Şeytanlar nurla uzaklaştırılabilir. Rabıta ise adeta nur santralidir. Allah dostunu rabıta ile en sonunda fenafişşeyh makamı elde edilir. Fenafişşeyhin tabi sonucu ise fenafillahtır. Fenafillah gerçek manada Allah dostluğunun başladığı makamın ismidir. Bu makamda nefis Allah’ın rızasında yok olmuştur. Yani bu seviyeye eren bir kişi artık nefsinin isteklerini değil, Allah’ın rızasını temel ölçü olarak görmeye başlar.
İnsanın herhangi bir kitaptan veya Kuran-ı Kerim’den gerçek anlamıyla irşat olamamasının bir diğer nedeni de şudur: İnsan nefsinde iki büyük güç vardır ki bunların gerçek anlamıyla ıslahı ancak Allah dostu ile gerçekleşir. Bunlardan birincisi şehvet, ikincisi benliktir (baş olma sevdasıdır). Gerçi insan evlenerek dinini tamamlamış olur, şehvetini teskin eder, ama buradaki şehvet dar anlamdadır. Geniş anlamıyla şehvet, dünyanın gelip geçici zenginliklerine ve güç kaynaklarına gönül bağlamaktır. Bu evlenmekle daha da bir güçlenir, sınır tanımaz. Benlik ise yedi başlı baş eğmez, ölmez bir ejderhadır. Bunu tek başına, güzel kitaplarla veya Kuran-ı Kerim’le dize getirmek adeta imkânsızdır. İşte insanların bir Allah dostuna teslim olmaları da bu yüzden çok zordur. Çünkü nefis kimseye teslim olmak istemez. Ölmeyi teslim olmaya tercih eder. Nefsin bu iki büyük güç kaynağı kendisini kontrol eden, sınırlayan, terbiye eden bir Allah dostunu kesinlikle istemez. İşte tam bu noktada Allah (c.c.) bazı Müslüman kullarına er-Reşîd güzel ismi ile tecellide bulunur. Bazen bir rüya ile Allah (c.c.) dostunu gösterir, bazen de eş, dost aracılığı ile tanıştırır. Evliya kitaplarında bu konuda pek çok menkıbe vardır. Kalplere Allah dostunun sevgisini atar, cezbe; nisbet, rahmet, feyz verir ve daha sonra da onda gösterdiği kerametlerle bunu perçinletir. Tabii Allah (c.c.) kimin hidayete ve irşada ehliyetli olduğunu bilendir. Biz kul olarak O’ndan hidayeti ve irşat edilmeyi daima dileyelim. Allah hidayetimiz ve irşadımız için dostlarını nasip eylesin. Amin.
Muhsin İyi
Kuran-ı Kerim’de Vâkı’a suresinde Allah (c.c.) mahşer günü insanları üç sınıfta değerlendireceğini belirtmektedir: Kitabı sağdan verilen (ashâbu’l-meymene), kitabı soldan verilen (ashâbu’l-meş’eme), imanda ve fazilette öncüler (es-sâbikûn) olmak üzere. Buna göre kitabı sağ taraftan verilenler Allah’ın (c.c.) el- Hâdî güzel ismi ile hidayete ulaşmış, İslam dininin emir ve yasaklarına uyarak takva ehli olmuş kimselerdir. Bunlar cennetliktirler. Kitabı sol taraftan verilecek olanlar küfür üzere veya günahkâr Müslümanların içerisinde tövbe edemeden ölen insanlardan oluşur. Günahkâr Müslümanlar cehennemde cezalarını çektikten sonra kurtulacaklardır, küfür üzere ölenler için ise ebedi kalmak üzere cehennem vardır. İşte konumuzu teşkil eden üçüncü sınıf insanlar, hidayetlerinden sonra Allah’ın (c.c.) er-Reşîd güzel ismi ile bir Allah dostu (mürşid-i kamil) vesilesi ile irşat olmuşlardır. Tabii sâbikûnlar gerek amelde gerekse Allah’a (c.c.) karşı duyulan ilahi aşkta ashâbu’l-meymeneyi geçmişlerdir. Ahirette bunlara verilecek ödüller de buna göre çok daha büyük olacaktır. İlgili surede bunların çoğunun önceki ümmetlerden azının da Hz. Muhammed’in (s.a.s) ümmetinden olacağı belirtilmektedir.
İlk tarikatlar her ne kadar hicri beşinci yüzyıldan sonra kendisini gösterse de tasavvuf düşüncesi İslam dininden uzak bir anlama sahip değildi. Peygamberimiz (s.a.s) döneminde böyle bir hareket görülmese de Mescid-i Nebevi’nin bitişiğinde kalan ashâb-ı suffenin hayatı tasavvuftan uzak değildi. Zira buralarda kalan yoksul sahabeler vakitlerini ilimle, dini sohbetlerle, zikirle, Kuran-ı Kerim tilavetiyle geçiriyorlardı. Bunlar da bu yeri adeta bir dergaha çevirmekteydi.
Tasavvuf düşüncesinin kurumlaşmasına tarikat denir. Tarikat, “Allah’a (c.c.) ulaştıran yol” anlamına gelir. Her tarikat seçtiği nafile, müstehap ibadetlerle müridi eğitmeye, Allah dostu kılmaya çalışmaktadır. Esasta tarikatlar bir olmasına, Allah’a (c.c.) ulaştırmayı amaçlamasına karşın kullandığı yöntem ve teknikler farklı olduğundan değişik adlar almışlardır.
Tarikatların asıl görevi Müslümanları irşat etmektir.
Müslümanlar neden herhangi bir kitaptan, özellikle Kuran-ı Kerim’den irşat olamamışlar da gerçek bir irşadın gerçekleşmesi için bir Allah dostuna gereksinim duymuşlardır? Elbette bu yolda yazılmış bir kitap da ve özellikle Kuran-ı Kerim de insanı bir dereceye kadar irşat eder. Bunu kimse görmezden gelemez, inkar edemez. Yalnız bu yolla takva sınırlarının yukarısına çıkmak, sâbikûnlardan olmak gerçekleşmez. Gerçek anlamda irşat, ancak bu yolda daha önce yürümüş bir Allah dostu ile mümkündür. Eğer kitaplarla eğitim yeterli olsaydı okullara ve öğretmenlere gereksinim duyulmazdı. Devlet de millet de büyük bir masraftan kurtulurdu.
İnsanın herhangi bir kitaptan veya Kuran-ı Kerim’den gerçek anlamıyla irşat olamamasının bir diğer nedeni de Allah dostunun peygamberin (s.a.s) temsilcisi olmasıdır. İcazetli bir Allah dostunun silsilesi (manevi bağlılığı) peygamberimize (s.a.s) kadar ulaşır. Her Allah dostu (veli) mürşit değildir. İrşada ehliyeti olmayan veli, Müslümanlara ve kendisine büyük zarar verir. İşte gerçek Allah dostu manevi dünyasında peygamber ve diğer Allah dostları ile beraber olduğu için pek yanılmaz, zor durumlarında nasıl hareket edeceğini bilir. Tabii bu konuda da pek çok istismarlar yaşanmaktadır. İrşat makamına geçip de Müslümanları aldatmaya çalışanlar bulunabilmektedir. İnsanlar nasıl piyasadaki paraların içinde sahte olanlarına karşı uyanık davranıyorlarsa dünya ve ahiret saadetleri için bir Allah dostu ararken de bu konuda çok dikkatli ve araştırıcı olmalılar. Hele hele nefsini terbiye etmemiş bir insanın Müslümanları irşat etmeye çalışması öncelikle kendisine büyük bir zarar verir.
İrşada ehliyetli bir şeyhin en önemli özelliği rabıtasının fayda vermesidir. Bu yola giren müridin nura çok ihtiyacı vardır. Yolda ilerledikçe ve makam kazandıkça şeytanlar ona kendi varlıklarını hissettirebilirler. Musallat olabilirler. Bu sırada onun elinde rabıta silahı, özellikle telebbüsü rabıta olmadığı zaman büyük sıkıntılar yaşayacaktır. Şeytanlar nurla uzaklaştırılabilir. Rabıta ise adeta nur santralidir. Allah dostunu rabıta ile en sonunda fenafişşeyh makamı elde edilir. Fenafişşeyhin tabi sonucu ise fenafillahtır. Fenafillah gerçek manada Allah dostluğunun başladığı makamın ismidir. Bu makamda nefis Allah’ın rızasında yok olmuştur. Yani bu seviyeye eren bir kişi artık nefsinin isteklerini değil, Allah’ın rızasını temel ölçü olarak görmeye başlar.
İnsanın herhangi bir kitaptan veya Kuran-ı Kerim’den gerçek anlamıyla irşat olamamasının bir diğer nedeni de şudur: İnsan nefsinde iki büyük güç vardır ki bunların gerçek anlamıyla ıslahı ancak Allah dostu ile gerçekleşir. Bunlardan birincisi şehvet, ikincisi benliktir (baş olma sevdasıdır). Gerçi insan evlenerek dinini tamamlamış olur, şehvetini teskin eder, ama buradaki şehvet dar anlamdadır. Geniş anlamıyla şehvet, dünyanın gelip geçici zenginliklerine ve güç kaynaklarına gönül bağlamaktır. Bu evlenmekle daha da bir güçlenir, sınır tanımaz. Benlik ise yedi başlı baş eğmez, ölmez bir ejderhadır. Bunu tek başına, güzel kitaplarla veya Kuran-ı Kerim’le dize getirmek adeta imkânsızdır. İşte insanların bir Allah dostuna teslim olmaları da bu yüzden çok zordur. Çünkü nefis kimseye teslim olmak istemez. Ölmeyi teslim olmaya tercih eder. Nefsin bu iki büyük güç kaynağı kendisini kontrol eden, sınırlayan, terbiye eden bir Allah dostunu kesinlikle istemez. İşte tam bu noktada Allah (c.c.) bazı Müslüman kullarına er-Reşîd güzel ismi ile tecellide bulunur. Bazen bir rüya ile Allah (c.c.) dostunu gösterir, bazen de eş, dost aracılığı ile tanıştırır. Evliya kitaplarında bu konuda pek çok menkıbe vardır. Kalplere Allah dostunun sevgisini atar, cezbe; nisbet, rahmet, feyz verir ve daha sonra da onda gösterdiği kerametlerle bunu perçinletir. Tabii Allah (c.c.) kimin hidayete ve irşada ehliyetli olduğunu bilendir. Biz kul olarak O’ndan hidayeti ve irşat edilmeyi daima dileyelim. Allah hidayetimiz ve irşadımız için dostlarını nasip eylesin. Amin.
Muhsin İyi