İnsanlar'ı Tanıdım...

Çirkin Kral

Forum Tutkunu
Gurbet Kuşu
Öğretmen okulu sınavını kazanmam, beni, annemi ve babamı sevince boğmuştu. Her yeni haber gibi, bu haber de kısa zamanda köye yayılmıştı. Beni görenler tebrik ediyor, bazıları da “hayırlı olsun” demek için evimize geliyorlardı. O kadar çok sevinçliydim ki tarifi zor duygular yaşıyordum.

Okula kayıt zamanı gelince babam Ankara’ya gitti. Öyle merak ediyordum ki babamın gelmesini, dört gözle bekliyordum. Bakalım neler anlatacaktı.

Evimizin balkonundan köyün girişi görünürdü. Sık sık balkona çıkıp köyün arabası geliyor mu diye yola bakıyordum. Benim telaşlı hâlim, sonunda annemi
kızdırdı:
- Gezinip durma oğlum. Köy otobüsünün her gün geliş saati belli. Sen telâş edince erken mi gelecek sanıyorsun?
- Biliyorum anne, elimde değil ne yapayım. Merak ediyorum. Babam bir gelseydi. Bir aksilik çıkar diye korkuyorum.
- Gelir inşallah oğlum. İçini ferah tut. Hadi bu arada hayvanların yemini veriver. Baban gelirse kızar sonra...
Haklıydı annem. Babam gelmeden hayvanların yemini vermeliydim. Giderken sıkı sıkı tembih etmişti. Bir yere giderken hep aynı sözler: “Onların da canı var oğlum. Biz nasıl açlığa dayanamıyorsak onlar da dayanamaz. Ağzı yok
dili yok, acıktım diyemez ki...”

Ahırdaki hayvanlara yemlerini verdim, su içtikleri leğenleri doldurdum ve tekrar eve çıktım. Balkondan bakmamla köyün otobüsünü görmem bir oldu. Köylüleri her gün şehre götürüp getiren bu küçük otobüs, mezarlığın yanından tozuta tozuta geliyordu.

Ocağın başında yemek yapan anneme “araba geldi” diye bağırıp hızla aşağıya indim. Yolcuların ineceği meydana kadar koşarak gittim. Nefes nefese
kalmıştım. Babam elinde birkaç poşetle indi. Ben elinden poşetleri alırken
yavaş bir sesle, tane tane konuştu:
- Yürüyerek gelsen olmuyor mu oğlum? Gören de önemli bir şey var sanacak.
“Benim için önemli” dedim, kısık bir sesle. Babam güldü:
- Anladım. Senin aklın fikrin yeni okulunda, dedi.
Babamla eve doğru yürüyorduk. Ben arka arkaya sorular yöneltiyordum babama. O, beni meraklandırmak için cevap vermiyor, “eve bir varalım, her şeyi konuşuruz, acele etme” diyordu.

Akşam evde her şeyi anlattı babam. Okula kaydımı yaptırmıştı. O anlattıkça ben daha bir heyecanla dinliyordum. “Tamam mı küçük bey, başka sorun var mı?” dedi. Bakışları sevgi doluydu, o anda sarılıp öpmek geldi içimden.

“Aslan babacığım” dedim. Sarıldım ve yüzüne kocaman bir öpücük kondurdum. O
da karşılığını vermekte gecikmedi.
Okulların açılma tarihi yaklaştıkça bende bir tedirginlik başladı. İlk zamanlardaki sevinç ve coşku, yerini başka duygulara bırakmıştı. Hüzün mü desem korku mu desem bilmiyorum. İlk defa ailemden ve köyümden ayrılacaktım.
Türkülerde ve şiirlerde söyleyip durdukları gurbetle tanışacaktım. Dayanabilecek miydim? Ayrılık acısı şimdiden ince ince içimi sızlatmaya başlamıştı.

Ben böyleydim ya, bir de annemin ve babamın halini görseydiniz acırdınız. Bir tanecik çocuklarını gurbete göndereceklerdi. Annem gözyaşlarına engel olamıyor, babam da ona kızıyordu, “çocuğun önünde ağlama, onu da üzeceksin” diye. Babamın da gözleri nemliydi, fakat duygularını belli etmek istemiyordu. Canım babacığım benim, ben yokken ne kadar gözyaşı döktüğünü bilmiyorum sanıyordu. Oysa annem her şeyi anlatıyordu bana.

Köyden ayrılmamdan bir gün önce annem valizimi hazırlıyordu. Elinde bir mendil, sık sık burnunu siliyor, ağladığını belli etmemek için bazen dışarı çıkıyordu. Babam bir yandan çay içiyor, diğer yandan bana moral vermek için konuşuyordu. Tarihte önemli insanların hayatlarından örnekler veriyordu.

“Onlar da zamanında çok sıkıntı çekmişler. Büyük adam olmak kolay mı?” diyordu.

Ben ise boş gözlerle babama bakıyordum. Bazen dalıp gidiyordum uzak diyarlara. Yarın benim için yeni bir hayat başlayacaktı.

Ayrılık günü geldi çattı. Bir gün sonra okullar açılacağı için, pazar günü köyden ayrılmadan önce babamla birlikte son hazırlıkları yaptık. Annem gözyaşları içinde uğurladı bizi. Başarılı olmam için dualar etti, birçok
tavsiyelerde bulundu. Yüzümü, gözlerimi, saçlarımı öptü kokladı, öptü kokladı. Ben de annemin elini ve yüzünü öptüm. İkimiz de hıçkıra hıçkıra ağlıyorduk. Babam bu manzaradan oldukça etkilenmişti. Ağladığını belli etmemek için sık sık arkasını dönüyor, gözyaşlarını mendille siliyordu.

Nihayet köyün meydanına geldik. Orada bulunanlarla tek tek vedalaştım. Hepsi de benim başarılı olmam için dua ettiler. Babamla birlikte otobüse bindik. Bizi uğurlayanlara defalarca el salladım. Annem yemenisinin ucuyla
gözyaşlarını siliyordu. Canım annem. Bir tanecik çocuğunu gurbete göndermek onu ne kadar üzmüştür kim bilir. Evden çıkarken bana sarılıyor, “kara gözlü Selim’im, gurbet kuşum benim, sen olmadan anan nasıl duracak buralarda” diyordu. “Ben bu eve köye sığmam gayrı yavrum” diyordu. Ben de içimden “Ya ben ne yapayım anacığım? Şimdiye kadar hiç ayrıldım mı senden? Aylarca sürecek bu hasrete nasıl dayanacağım?” diyordum.

Otobüs köyün toprak yollarında ağır ağır ilerliyor, uzun ince yollar bizi köyden uzaklaştırıyordu. Geriye dönüp baktığımda görebildiğim tek şey, caminin minaresi oldu. Oldukça zarifti, bir kurşunkalemi andırıyordu. Babamla yan yana oturmamıza rağmen konuşmuyorduk. Anlaşılan ikimiz de hâlâ ağlama faslının etkisini üzerimizden atamamıştık.

Ankara’ya gelince vakit kaybetmeden öğretmen okuluna gittik. Şehrin dışında, oldukça ıssız bir yerdeydi. Çevrede kocaman boş tarlalar gözüme çarpmıştı. Araba okulun yakınında durdu. Bizimle beraber birkaç kişi daha
indi. Babamın elinde bana ait iki valiz vardı. Okulun kapısında bir adamla karşılaştık. Okulun müdür yardımcısıymış. Babam beni kayıt ettirmek için geldiğinde kendisiyle tanışmış. Selamlaştılar. Bize “hoş geldiniz, delikanlı bu mu?” derken eliyle de saçlarımı okşadı.

Bizi odasına götürdü. Babamla sohbete başladılar:
- Hocam burası da sanki köy gibi. Her zaman böyle sakin mi olur?
- Bugün tatil olduğu için böyle. Okul açılınca cıvıl cıvıl olur, o zaman da gürültüden rahatsız oluruz.
- Bizim Selim alışabilir mi buraya hocam? İlk defa bizden ayrılıyor da...
- Alışamayacak bir şey yok. Birkaç günde alışır, hiç merak etmeyin. Hepsi bunun gibi, birçok arkadaşı olacak.
Müdür yardımcısı bizi yatakhaneye götürdü. Valizleri bir köşeye koyduk ve dışarı çıktık. Babam müdür yardımcısına veda etti:
- Ben gidiyorum hocam, bugün köye dönmem lâzım. Selim önce Allah’a sonra
sizlere emanet. Herhangi bir şey olursa bize telefon edersiniz. Bir emriniz
var mı hocam?
- Emrimiz olmaz ricamız olur, dedi müdür yardımcısı. Konuşmaya devam etti:
“Siz Selim’i merak etmeyin. Bundan sonra bir annesi babası da biziz burada. Ona moral verin. Buradaki bütün öğrenciler aynı şartlarda. Göreceksiniz en kısa zamanda alışacak. O kadar çok arkadaşı olacak ki... Gözünüz arkada
kalmasın. Ben sizi baş başa bırakayım, size hayırlı yolculuklar...
Babamla beraber okul bahçesinin kenarına gittik. Kavak ağaçlarının altındaki kanepeye oturduk. Babam oldukça duygulu bir sesle konuşuyordu.
Sesi titriyordu. Sanki ağlayacak gibiydi:

- Köyün hâlini biliyorsun oğlum. Yoksulluk diz boyu. İş çok, para yok. Bizim çektiğimiz sıkıntıları bir de sen çekme. Biliyorum zor olacak ama dayanmak zorundayız. Zahmet olmadan rahmet olmaz derler. Senin istikbâlin
için sen de biz de bu gurbetliğe, hasretliğe dayanacağız oğlum. Okulu bitirince elinde bir mesleğin olur. Kimseye muhtaç olmazsın. Maaşın olur, gül gibi geçinir gidersin. Beni anlıyorsundur inşallah.

Başımı sallayarak söylediklerini onayladığımı belli ettim. Fırsat buldukça beni ziyarete gelmesini söyledim. Bu arada gözlerimden ince ince yaşlar süzülüyordu.

Babamla okulun bahçe kapısının önünde vedalaştık. Ağladığını belli etmemek için büyük çaba harcıyor, mendiline burnunu silermiş gibi yapıyor, ama aslında gözyaşlarını siliyordu. Onun bu halini görünce boğazıma bir şey
düğümlendi sanki, konuşmakta zorlanıyordum.

- Ben gidiyorum oğlum, dedi ağlamaklı bir sesle. “Kendine iyi bak. Sık sık mektup yaz bize. Bir ihtiyacın olursa haberimiz olsun. Valizin içindeki cüzdanda para var. Gereken yerlere harcarsın. Sakın bizi düşünüp de derslerini ihmal etme. Ben işlerden fırsat buldukça gelirim. Allah’a emanet ol akıllı Selim’im benim...”

Babamın elini ve yüzünü öptüm. Ağlamaktan kısılmış sesimle zoraki konuşabildim:

- Güle güle git babacığım. Anneme çok selâm söyle. Onu şimdiden özledim. Benim için üzülüp hasta olmasın.

Babam yüzümü ve gözlerimi öptü. Saçımı okşadı ve beni fazla üzmemek için hızla ayrıldı. Hem hızlı hızlı yürüyor hem de ara sıra arkasına dönerek bana el sallıyordu. Arkasından bakakaldım. Otobüs durağına giden babam, ilk gelen otobüse bindi ve çekti gitti.

Hüzünlü duyguların etkisinde yatakhaneye gittim. Bir yatağın kenarına oturup uzun düşüncelere daldım. Annemin dediği gibi, ben artık bir gurbet kuşuydum.

Okulun diğer öğrencileri birer ikişer gelmeye başlamışlardı. Yeni gelenlerle uzaktan birbirimize bakışıyorduk. Onlarda da bir tedirginlik ve hüzün göze çarpıyordu. Yatakhane oldukça genişti. Ranzalar yan yana dizilmişti. Beton duvarlar ve soğuk ranzalar içimdeki hüznü daha da arttırıyordu. O anda annem aklıma geldi. Ben ayrılınca ardımdan ne kadar ağladı kim bilir.

İlk gece uzun süre uyuyamadım. Bir ara epeyce içlendim ve yorganı başıma çekip gizli gizli ağladım. Zaman zaman diğer ranzalardan da ağlama sesleri geliyordu. Anladım ki bu ilk gece ağlayan yalnızca ben değildim.

Benim için gurbet günleri başlamıştı. Anneme verdiğim sözler aklıma geldi. Bütün zorluklara sabretmeye karar verdim. Onların umutlarını boşa çıkarmamak için var gücümle çalışacaktım. Bütün bunlara alışmağa mecburdum. Babamın her zaman tekrarladığı atasözü aklıma geldi: “Zahmet olmadan rahmet olmaz.”
 

Çirkin Kral

Forum Tutkunu
İnsanlar'ı tanıdım yıldızlar gibiydiler.
Hepsi'de gökyüzündeydi ama ben güneşi yani seni seçtim.
Senin için bin Yıldızdan vazgeçtim.
 

Safir

Özel Üye
Özel üye
Kopkoyu bir yalnızlık demledim kendime. Yanında ne kızarmış ekmek kokusu, ne de annemin yağlı, reçelli ekmekleri... Kopkoyu, bir yalnızlık demledim kendime...

Önce bir eşik yaptım, en soğuk mermerden. Yetmedi... Ardından bir sıra duvar ördüm, en kalın taş bloğu ile, sadece bir sıra... Yine yetmedi... Ardından bir sıra, bir sıra daha. Ben bir koydukça, beş koydu yaşam. Örüldükçe örüldü, yükseldikçe yükseldi...

Duvarlarından ışık sızmıyor surlarımın. Kopkoyu bir karanlık ördüm kendime...

Şimdi güneşin ne doğuşu, ne batışı görünür oldu buralardan. Yok artık mavinin yeşile çalan tonları. Yok artık pembe, beyaz pastel bir bahar...

Çok zamandır kumdan kale yapıp, bir dalganın alıp, götürüşünü beklemedim. Çıplak ayakla kumsalda koşmadım. Deniz kabuğu toplamadım. Çok zaman oldu, nilüferlerin yaprağından, tırtılın umuduna kanat açmayalı...

Çok zamandır yağmura yakalanmadım. Saçlarımdan süzülmedi damlalar. Çok zaman oldu, gökkuşağı görüp, çığlık atmayalı. Çok, çok zaman oldu pencerenin buğusunda bir resmin kayboluşunu beklemeyeli...

Çok zaman oldu fotoğraf makinemle yaşamın bir karesini dondurmayalı... Bir bahar dalından düşen çiğ damlasını yakalamayalı. Bir şelalenin sesini resmetmeyeli.

Çok zaman oldu, minik ellerle beraber dev bir kardan adam yapmayalı. Kar topundan kaçmayalı. Kara yatıp, iz çıkarmayalı... Çok, çok zaman oldu...

Çok zaman oldu bir şarkı tutmayalı, yüksek sesle bir şarkıya eşlik etmeyeli. Kahkahaların sığmadığı bir odada bulunmayalı, sessiz film oynamayalı... Çok, çok zaman oldu şen şakrak bir şarkının notalarına tutunup dans etmeyeli...

Yüreğim bir serçenin kanadı üzerinde atmıyor uzun zamandır...
Kopkoyu bir yalnızlık demledim kendime. Yanında mı?

Sadece kalemim ve göz yaşlarımla ıslanmış satırlarım...


Alıntı​
 

yaren*

Herşey olması gerektiği gibi ;)
Özel üye
Bir dağ başı yalnızlığı yaşıyorum yeniden...Dağ başı yalnızlığı ölümden beter. Hiç kimse aramasa sormasa beni Sen gelsen yeter...
 

ŞeHaZ

Söyle Derdin mi Var?
İnsanlar en çok en sevdiğini üzer derler ya okadar doğru bir sözki, Neden biliyormusunuz. Yapığınız en ufak birşey bile canını acıtır onun kavgalarınız uzar ya hep ders alsında sürünsün biraz birdaha yapmasın deriz kızdığı sinirlendiği şeyleri yaparız. Oysaki kalbimiz onu afetmemiz için yalvarır bize çünkü kalbin ona ait ya o üzüldükce senin kalbinde acır. Beynin izin vermez ya uzatmak istersin hep oysaki bir gün onu kaybedeceğin gelmez aklına beynin düşünmez o'nu bir tek kalbin düşünür o'nu kaybedeceğini. Kaybettiğinde anlarsın kıymetini ve kalbin öyle kızarki beynine delirirsin. tek çare vardır aslında her an o'nu kaybedecekmişcesine düşünmek ve korumak o'nu. bir sonraki saniye sonsuza tek yanlız kalacakmış gibi sevmek o'nu. İşte gerçek aşk böyle birşey.
 

yesim434

Hırçın Karadeniz Kızı Biricik Yeşim
AdminE
Bu Ayın Lideri
Güzel sözlü resimler ARSIVi cerezforum.com,da
Herkes sevdiğinin peşinde boşuna koşmak yerine, kendisini sevene evet dese; bitecek bu film.."
Ceyhun Yılmaz

"İnsanların az bir kısmı mutlu, bir o kadarı ise mutsuzdur. Geri kalanların tümü; mutlu gibi görünen mutsuzlardır.."
O. Wilde

''Gerçekten verecek sevgim var; ama bunu hakedecek kimsem yok.''
Bukowski

"Bu günlerde aklıma gelen başıma geliyor nedense, Bir de gönlümden geçen yanıma gelse keşke.."
Can Dündar
 

HAYAL__

* kaLp gözüyLe *
Durakta üç kişi
Adam kadın ve çocuk

Adamın elleri ceplerinde
Kadın çocuğun elini tutmuş

Adam hüzünlü
Hüzünlü şarkılar gibi hüzünlü

Kadın güzel
Güzel anılar gibi güzel

Çocuk
Güzel anılar gibi hüzünlü
Hüzünlü şarkılar gibi güzel





Cemal Süreyya
 

GüLüCüKツ

Tatlım tatlım 👶🏻
V.I.P
Charles Bukovski diyor ki;
"Çirkin hayat yoktur, o hayatı çirkinleştiren insanlar vardır.

Kimi hırsından, kimi kompleksinden, kimi cahilliğinden yapar bunu.

Ve kendilerine sorsanız hep haklıdırlar. Bu hiç değişmeyecek.

Yüreğinizi görmeyenlere en güzel yarınlarınızı harcatmayın.

Siz ki, bir çok kişinin belki de en güzel
"HAYALİ" siniz.
Değmeyenlerin "HİKAYESİ" olmayın."

💐
 

yesim434

Hırçın Karadeniz Kızı Biricik Yeşim
AdminE
Bu Ayın Lideri

Hiç olmadığın kadar yanımda değilsin

Alıştım uzaktan sevmeye ve acı çekmeye
Zaten ūstūne bir de hayat
Çektiriyor

Ama bilki hiç olamadığın kadar gūçlūyūm ben

Sen gelsen de aynıyım gelmesen de
Aynıyım ben.....
 
Top