İnci Hikayeler...

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
ANNE RIZASI...

Bayezid-i Bestami Hazretleri, küçükken soğuk bir kış gecesinde, annesi ile yatsı namazını kılıp yatmıştı. Gece yarısına doğru annesi uyandı. Çok susamıştı.

Oğluna seslendi: “Oğlum, bir bardak su verir misin?

Hemen yatağından fırlayan, küçük Bayezid, su testisine baktı.Fakat içinde su yoktu.

Annesine: “Anneciğim, testide su yok ben hemen doldurup geleyim.” dedi.

Koşarak dışarı çıktı. Her yer buz ile kaplıydı. Zorlukla testiyi doldurup geri döndü. Fakat, geri dönene kadar annesi tekrar uyumuştu. Annesini uyandırmaya kıyamadı. Elinde su dolu bardak ile, annesinin baş ucunda beklemeye başladı… Hava çok soğuk olduğu için, bir müddet sonra soğuktan titremeye başladı. Elleri de buzdan testiye yapışmıştı. Buna rağmen, bardağı bırakıp yatmadı. Annesinin uyandığında: “Hani su?!” diyerek üzüleceğinden korkuyordu. Annesini üzmemek için, her türlü sıkıntıya katlanmaya razı idi. Elinde su bardağı saatlerce ayakta annesinin uyanmasını bekledi… Nihayet, annesi: “Su! Su!” diye mırıldanmaya başladı.

Hemen: “Buyur anneciğim, suyun hazır!” dedi.

Annesi daha ilk sözünde suyun hazır olmasını anlayamadı.

Oğluna sordu: “Oğlum ne çabuk getirdin?

Bayezid şöyle dedi: “Anneciğim, daha önce uyandığında, su istemiştin. O zaman su olmadığı için, testiyi doldurmaya gittim. Geldiğimde senin daldığını gördüm. Uyanmanı bekledim.

Oğlunun bu kadar sadakatli olduğuna çok sevinen annesi sevinçten ağladı. ALLAH-u Zülcelâl kendisine böyle bir oğul ihsan ettiği için şükretti: “Ya Rabbi! Ben oğlumdan razıyım, sen de razı ol.” dedi.

Annesinin duası sebebiyle, Bayezid-i Bestami, Evliyalıkta yüksek derecelere kavuştu. ALLAH-u Zülcelâl’in dostlarından oldu. Hatta kendisine: “Bu derecelere nasıl kavuştunuz?” diye sorduklarında, Bayezid-i Bestami Hazretleri: “Annemin rızasını almakla!” demiştir.
 

ZeyNoO

V.I.P
V.I.P
Başörtülü çok da, mütesettir az. Bezle, kumaşla örtünen çok fakat edeple örtünen, Settar ismine âyinedarlık eden az. Kendini belli edici, dikkatleri üzerine çekici, nazarları davet edici sözüm ona başını örtenler tesettürün neresinde, edebin hangi deminde, şeâiri ilân etmenin hangi şuurunda?Kıyafetler dünya ehline benzediği gibi tavırlar, davranışlar, haller de benzer oldu. Çelişkiler keşmekeşinde savunmasız duruşumuz bizi savruk kılıyor; zihnimiz açık, aklımız açık, hislerimiz açık… Birkaç metre elbise örtmüyor bu kadar açıklığı.

Başörtüsü diye bir kavram var mı İslâm literatüründe? Açık bir şekilde tesettür emri var. Başörtüsü, başörtüsü diye diye örtünmek başı örtmekten ibaret algılanıyor ve uygulanır oluyor. Sokak manzaralarını tarife ve tasvire gerek var mı?
Zahirdeki elbiselerimiz, kıyafetlerimiz, hallerimiz; batınımızın keyfiyetini haber veriyor. Kalbe kök salmayan, akla yerleşmeyen, vicdana işlemeyen, şuura şevk vermeyen iman; dışa aynıyla yansıyor, ne kadarsa o kadar görüntü veriyor.

İman önceliğini koruyor; yenilenmek, geliştirilmek, genişletilmek istiyor. Akıl aç, kalp aç, latifeler aç, ruh aç… Bu kadar açlıkla sokağa çıkılırsa “başörtüsü” gibi kavramlara yem olunur, açık yanlarımız bir bir ortaya çıkar.

Sefahat rüzgârlarının şiddetle estiği, cazibedar fitnelerin kasırga gibi kavurduğu, uyutucu avutucu oyuncakların çoklukla bulunduğu, dünyevîleşmenin silindir gibi ezdiği şu zamanda hayayı kuşanmak, edeple tesettüre bürünmek büyük kahramanlık ister.

Evet, alevleri göklere yükselen yangın sönmedi. İçinde aklımız yanıyor, kalbimiz yanıyor, latifelerimiz yanıyor, evlâtlarımız yanıyor, sevdiklerimiz yanıyor… Korunaklı elbise giymeden, imanî tesettüre bürünmeden, kalbi şüphelere karşı örtmeden, o yangını söndürmeye koşmak mümkün mü ve ne derece netice verir?

Gönül yaşları ile söner o ateş; kavak ağaçlarının rüzgârda savrulmasından ağlayan gönülle, okulun bahçesinde bayramda oynayan gençlerin elli sene sonraki hayatını gören gönülle, gözümde ne cennet sevdası, ne cehennem korkusu var diyen gönülle… Feragati, fedakârlığı hayatının şiarı yapan şefkatli gönülle…

Biz de kavak ağacı görüyor yanından geçip gidiyoruz, imana uymayan hâl görünce kınayıp geçiyoruz, gülenlerin hâlini görüyor ağlayamıyoruz… Kınamak kolay, kendi kalbine bakmak, ayıplarını kusurlarını görmek zor…
Edebe bürünmek, hayâ ile kuşanmak için zoru başarmaktan başka çare var mı?

Hüseyin Eren
 
Top