• Merhaba Ziyaretçi.
    "Yapay Zeka Objektif " Fotoğraf Yarışması başladı. İlgili konuya  BURADAN  ulaşabilirsiniz. Sizi de bu yarışmada görmek isteriz...

İclal Aydın ( d. 14 Eylül 1971 - )

MeRciMeK

V.I.P
V.I.P
BÜTÜN MASALLARIN CADISI



Tek bir çocuk masalı bulamazsınız ki içinden kötü biri geçmesin.Günümüzün modern anneleri çocuklarını korkutmadan büyütmek istediklerinden, büyürken kendilerine öğretilen masallara yeni yorumlar kazandırmaktalar. Mesela, Kırmızı Başlıklı Kız, babaannesine yemek götürmek gibi ulvi bir amaçla ormanda yol alırken kötü kalpli kurtla karşılaşır ya... Kurt da gider babaanneyi ham diye yutar..Yatağın içinde minik elleri yorgana tutunmuş ve boncuk gözleriyle size korku içinde bakan bir çocuğa "gerçeği" ne kadar verebilirsiniz ki?Babaanneyi yiyen kötü kurt sonunda avcının haşin darbeleriyle can verecektir zaten ama bir de bu kanlı sahneyi anlatabilmek var...Bütün masalları düşünün...Pamuk Prenses ve Kül Kedisi'nin kötü kalpli üvey annelerini; Hansel ile Gretel'in, Yüz yıl Uyuyan Güzel'in, Rapunzel'in cadılarını, Ariel'in ya da (artık o da çocuk masalları içine girdi kısmen) Kuğu Gölü'nün o çok güçlü büyücülerini...Onlar olmasa masalların açmazları olmayacak ve belki bu yüzden "mutlu son" çocukları bu kadar mutlu etmeyecek.Masalların "gerçeği"..Yani;Kötüye karşı savaşmak gereği (bütün cadılara karşı masum kalpleriyle direnen altın saçlı kızları düşünün).Her şeyin mutlaka bir bedeli olması (sadece sevdiği adama kavuşabilmek için güzel sesini veren Ariel'i düşünün).Erkeğin kurtarıcılığı (her masalın sonunda atıyla koşturarak gelip kızı öpen yakışıklı prensi düşünün).Finallerin hep bir kavuşmayla sunulması (onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine...).Çocuğunuza eğer ezbere değil de "düşünerek" masal anlatırsanız, canınızın çok sıkılması muhtemel.Önünüzde iki seçenek var.Ya olduğu gibi anlatacaksınız, çocuk dünyanın iyilerle kötüler savaşı olduğunu erkenden anlayacak ama hep iyilerin kazandığı yanılgısıyla büyüyecek.Ya da ona muhteşem bir uzlaşma sunacaksınız "dünyadan haberi olmayan" mutlu bir çocuk olarak bir kaç yıl geçirecek, çünkü zaten dört yaşından sonra hayatı okulla, arkadaşlarla, televizyonla şekillenecek.Çok konuşulmuştur, bir tekrar olacak ama Kemalettin Tuğcu'nün çok acıklı kitaplarını okumaktan hamura dönmüş çocuk kalpler o melodram havasından kolay kolay çıkamamışlardır erişkin yaşlarında da. O tarihlerde şimdi isimlerini söylemekte zorlandığımız akıl, kavga, teknoloji oyunları olmadığından panzehiri alamayan ve koyu bir vicdan azabıyla zehirlenmiş çocuklar şimdi kendi evlatları kendilerine benzemesin diye çabalamaktalar.Aslında Gülten Dayıoğlu,Sulhi Dölek, Yalvaç Ural. Umur Bugay, Vivet Kanetti gibi yazarların kurtarıcı satırları ve çevirileri olmasa, şimdinin yetişkinlerinin durumu çok ağır olabilirdi..Deneyin...Bir masalı olabildiğince yumşatmayı deneyin.Bir tuhaflık olduğunu göreceksiniz.Ölüm korkusu olmasaydı 1001 gece aynı heyecanla, tutkuyla yeni bir masal anlatabilir miydi Şehrazat?Korkulardan örülü bir hayatın içinde masalların iyi kişilerine çokça cesaret yüklemek gerekiyor.Yeni çağın yeni çocukları kötü kalpli cadılardan daha kötülerle dolu gerçeklerle karşılaşacaklar çünkü.Yorganın altındaki o minicik suratları ve korku dolu gözleri hayata hazırlamak işte bu yüzden öyle zor ki..İnsan sadece güzel şeylerden söz etmek istiyor.iyi ile kötünün dönüşümü...İyi ile kötünün akıl oyunları...İyi ile kötünün vazgeçilemez beraberliği.Geçtiğimiz günlerde Okan Bayülgen programında "Kötü kalpli, çirkin Gargamel olmazsa Şirinler'in nice şirin olduğu anlaşılmaz" diyordu.
Gargamel olmazsa, Şirinler şirin olmaz ki...
Olmaz ki...

İclal Aydın
 

MeRciMeK

V.I.P
V.I.P
YAŞAR GİBİ YAPIP HİÇ YAŞAMADIM


Herkesin imrendiği bir yaşamın içinde sanki pullu kanatlarıyla uçarmış gibiydi oysa. Geçen yaz bir akşam, havuz başında tam otuz beş yıldır evli olduğu eşiyle dans ediyordu. Yanımdaki arkadaşıma dönüp "ben böyle olmak istiyorum" demiştim. Arkadaşım gülmekle yetinmişti..Altmışlı yılların unutulmaz şarkısı "Roberta"yla dans ederken izlediğim o güzel kadının uzun ömürlü "mutluluğuna" gıpta ediyordum.Birden aslında "öyle" olmadığını fark ettim...Uzun ömürlü sanıyordum, gerçekte öyle miydi?"Sana baktığım zaman gördüklerim bir zamanlar sakladıklarıma çok benzeyen sıyrıklar aslında" dedi ansızın geçen gece. İşte ilk defa o zaman havuz başında dans eden kanatlı kadının "köklerini" fark ettim..."Yoğun bakımdan çıkmıştım. Yaşama dönmem için altı saat vermişlerdi. Oysa tam 36 saat sürdü... Kendime geldiğimde karşımdaki saate bakmıştım uzun uzun. Bütün ömrümü düşündüm. Babamı, annemi, gencecik ölen ablamı, ertelediklerimi, yüzümü, kırıldıklarımı... Yaşamalıydım. Allah'a bu hastalığı elimde kalan sevdiklerime vermediği için teşekkür ettim. Ben onlar için yaşardım çünkü."O anlatıyordu bense sanki ağlamak için karşısına oturduğum bir filmi izler gibi onu izliyordum."Ben" dedi bir ara, "Aslında... Yaşar gibi yapıp... Belki de hiç yaşamadım... Annem gibi..."Pencere önünde oturuyorduk.Hava sıcaktı. İşte tam o cümlesinde denizden içeri serin bir rüzgâr esti...Bana baktı, gözlüklerini çıkardı..."Tavanla tabanı iyi bilirim, dört kez yeniden başladım yaşamaya... Hiç sırça köşklerim olmadı, camdan kubbelerim filan... İyi oldu belki de, o kadar çok düştüm ki çabuk kalkmayı öğrendim sonunda..."Şimdi hayatının en büyük ödülünü aldığını düşünüyor.Muhteşem bir torunu ve evliliğine hayranlık duyduğu bir oğlu olduğu için gururlu.Kurtarılmış birkaç hayat var ardında, elinden tuttuğu birçok insan..."İnsan kendi çocuğundan bile çok şey öğreniyor evliliğe ve aşka dair" diyor.Bir yaz gecesi uzaktan uzaktan tanıdığımı sandığım kadın hayatını anlatırken tuhaf bir biçimde ağladım.Ağlamak için izlediğim filmlere ağlar gibi...Gecenin sonunda "İşte mükemmel bir hayat, daha ne isteyebilirim ki diyorum..Bunca çabanın üzerine Oscar veren var mı?... Yok! Farkındayım, yok...." dedi...Pencereden esen rüzgâra çevirdi başını.Sonra bana baktı... Güldü. Çok güzeldi...Birbirimizden ayrıldık. Ben eve geldim. Oturdum ve okuduğunuz bu yazıyı yazdım..Düşünüyorum da... Kaç ömür açtıysa bana kapısını, rengi ve rüzgârı farklı olsa da benzer bir gecikmişlik hikâyesi gördüm pek çoğunda...Bir karar vermek için geç olmamalı aslında. Kimi korktuğu için, kimi tembellikten kimi de farkında olmadığından veremiyor hayatıyla ilgili kararları...Oysa bir mutsuzluğu bitirebilmek için insan kendi hayatının farkında olmalı...


İCLAL AYDIN
 

MeRciMeK

V.I.P
V.I.P
BİTMİŞ AŞKLAR EMANETÇİSİ​



Bitti...
Bitmaz sanıyordum ama bitti.Bu kadar acıtacağını sanmıyordum bu evden ayrılmanın beni. Nedense ayrılıklarda insan hep iyi ve güzel şeyleri anımsıyor.Şu küpleri İzmir yolundan almıştık...Halıdaki yeşil mum lekesinin sorumlusu sendin.Söndürmeyi unutup uyumuştuk.Sabah kalktığımda halıda yeşil,koca bir mum birikintisi vardı...
Kapıdan sana bakışımı hatırlıyormusun? Sorumlusu ben değildim ya, oh, istediğim gibi bakabilirdim sana.Beraberliğimiz boyunca ne çok hırpaladın beni.Neyse, oldu bitti artık.
Biliyor musun, artık beni üzemeyeceksin...Bun u düşündükçe rahatlıyorum.Çalışm a odanda istediğin kadar vakit geçir.Dolapların senin işte ferah ferah...Ne aptallık,seni zorla çiçek almaya götürmüştüm.Balkona çiçek dikersek sanki evin içinde de çiçek açacaktık.Küçük güveç kaplar almıştım. Nane likörlü balık yapmıştım.Nereden geldi aklıma bunlar?...Neyse...
Aslında acaba neden öldürmedim diye düşündüğüm çok an var,ama hayret,geçip gitti hepsi...
Şu anda ağlıyorum,ağlıyorum ama kendime sinir olduğumdan ağlıyorum.Bana bütün bunları yapmana izin verdiğim için ağlıyorum.
Gitmeden,içimde ne varsa dökeceğim hepsini.Artık rahatladım.Artık bir başkasını seversin diye korkmayacağım.Artık eve geç kalmaktan,yemeği beğenmeyeceğinden, evde birşeye zarar vermekten, uyumaktan,banyoda muslukları açık bırakmaktan korkmayacağım.
Gitmeden senin bütün fincanlarını ve mavi bardaklarını kırmak var ama...
Niye bu kadar acıyor kalbim? Niye bu kadar zavallı hissediyorum kendimi? Nasıl yaptın bana bunu? Nasıl yaptırdım kendime bunu?
Bitmez sanıyordum, bitti. Oysa güzel başlamıştık
Bundan sonrası güzel olacak,biliyorum.İlk birkaç hafta kanar kalbim.Sonra yavaş yavaş geçer...Sana bu mektubu neden yazıyorum?
1.Şu anda yeni bir sevgilin olduğunu biliyorum.Ve bu benbi kavuruyor.
2.Evet,şu anda yeni bir sevgilin olduğunu ve muhtemelen bu ayrılığın sıkıntısını şu anda onunla dağıtmaya çalıştığını biliyorum.Bu yüzden senden nefret ediyorum.
3.Birlikte geçirdiğimiz güzel birkaç haftanın anısını aylar süren bir işkence ile kalbimden sökme çabanı takdirle karşılıyor,bu yöntemlerin ve zekanla benden daha iyi bir boşanma avukatı olacağını söylemek istiyorum.
4.Aslında hayvanın tekisin.
5.Egoistsin,cimrisin,dengesizin birisin.Ama bunlar sen birini sevmeye başladığın zaman,nasıl oluyor bilmiyorum,kayboluyorlar...
6.Seni çok sevmiştim...
7.Yeni sevgilinin kim olduğunu da biliyorum...
8.Edith Piaff CD'si benimdi.Nilüfer kasetleri de...Hiçbir önemi yok,ama eşyalarımı topladığım dün gece salonda uyurken uyandım ve ne gördüm? Kutularımı kontrol ediyordun.Senden bir şey aldım mı diye...Vay be...
9.Belki de sen iyi bir derssin bana.Senden sonra sevebileceğim biri mutlaka olacaktır.Kötüler kötüsü şablonun bundan böyle iyileri daha çabuk bulmama yardımcı olacak...
10.Bu ayrılığa öyle güzel hazırladın ki kendini...Öyle geri dönüşsüz, öyle derin ki attığın kesikler...Bana yaşattığın her şeye teşekkür ederim...İyi ve kötülere...Ama yine de...Bitirmeden bilmeni istediğim birkaç şey var...
Biz seninle...
Kocaman bir bahçe gibiydik.Büyük bir göl.
Pufur pufur bir bulut..
Her aşkın ilk günü böyle midir?
İki kişi bir bütün olunca kaplar mı her yanı?


İşte böle sevgili...
Biz artık seninle haritada iki küçük su lekesi,
Hiçbir nehir kavuşturamaz bizi...


İCLAL AYDIN
 

MeRciMeK

V.I.P
V.I.P
EĞER, ŞAYET, LAKİN

Birbirinin aynıymış gibi üç kelime. Oysa değil işte, aynı değil ve aynı; taşıdıkları mutsuz ifade adına.

Seni seviyorum, eğer ben terk etmezsen. Seni seviyorum, şayet beni aldatmazsan. Seni seviyorum, lakin işimi de seviyorum. İstediğin oyuncağı alacağım eğer tabağındaki yemeğini bitirirsen. Senin için o adamı arayıp iş isteyeceğim, şayet sen de bana kırmızı kazağını verirsen. Sana hayranım, lakin saç modelini sevmiyorum, değiştirmelisin.

Kim bilir kaç kez kuruluyor buna benzer cümleler gün boyunca. Kaç kez duyuyor kaç kez söylüyoruz. Nicedir uzak kaldık şartsız ve koşulsuz sevgi cümlelerinden.

Seni seviyorum. Sadece sen olduğun için. Gürültülü kahkahan, dağınıklığın, iştahın, sabah huysuzluğun, savrukluğun, küsmene rağmen. Seni seviyorum. Sende beni sev diye değil. Seni çok seviyorum, o kadar çok seviyorum ki yanımda mutsuzsan eğer, bende uzakta mutku ol diyebilecek kadar. Ne varsa seninle ve senin sesinle, ne varsa elde kala, paylaşarak. Eğer bir gün gitsen de, şayet beni benim seni sevdiğim gibi sevmesen de seviyorum. Lakin gitmeni ise hiç istemiyorum.

İclal Aydın
 

MeRciMeK

V.I.P
V.I.P
Tercih



Annemin kardeşimi daha çok sevdiğini düşünürdüm.

Çocukluk işte ama öyle düşünürdüm.

İtiraf edeyim...

Küçük küskünlükler sırasında kocamın benden önceki sevgililerini benden daha çok sevdiğini düşündüğüm de oldu.

Nedense insan hep en son ve en çok sevilen olmak istiyor.

Sahip olduğu sevgiden daha çoğunu istiyor hep.

Yersiz bir istek ama..

Oluyor işte...

Sevdikleri hep bir tercihte bulunsun istiyor.

Tercih edilen olmak için yapıyor bunu...



***

Güneydoğu Asya'daki büyük deprem sonrasında sulara kapılan bir anne, kucağındaki iki çocuğundan birini gücü kesilince bırakmak zorunda kalıyor.

5 yaşındaki oğlu sulara kapılıyor.

Anne ve kucağındaki yirmi aylık oğlu direniyor.

Mucize eseri, sulara kapılan oğlu da, kocası da sular çekildikten sonra ortaya çıkıyor.

Gazetede bu haberi okuduğumda en çok bir cümleye takıldı aklım; "Yaşadıkları bu olayı ne anne ne de 5 yaşındaki Lachie artık unutabilecek..."


***

"Annem beni bırakmıştı..."

Acaba yıllar sonra nasıl bir kişiliği olacak 5 yaşındaki çocuğun.

Gerçekten nasıl gelişecek ruhu?

"Ağladım, ağladım kimse beni duymayınca sustum ve tahtalara tütündüm" demiş...

Annesinin tercihi beyninde nasıl bir kıvrıma sıkışacak acaba?

Hadi biraz daha ileri gidersek; "sevmeye engel bir yara" olacak mı acaba bu yaşadığı?

"...Annem beni bırakmıştı"

Çocuklarını kurtarmaya çalışan anne, gücü kesilen kollarından bıraktığı oğlunun ertesi gün bulunmasından sonra ağlamış. Tanrı'ya şükretmiş. "Kendimi hiçbir zaman affedemezdim" demiş. Evlerine dönmüşler. Ama belli ki kurtulmuş hayatlarında artık hep bu olay var...

Bir kere kolları çözülmüş annenin. Ne anne affedebilir kendini, ne de Lachie annesini...


***

Bazen yakınım dediğiniz insanların ihaneti de sizi sulara bırakması gibi değil midir?

Mesela arkadaşımdır dediğiniz birinin sizi kırmızı soğanlı lakerda ile pilaki arasındaki tabağa sarhoş mezesi yapması?

Arkanızdan konuşması...

Öyle ya, bu yiyeceklerin ve içkinin yanına bir de konu lazım...

Uzatılacak, iştahlandıracak, rahatlatacak...

"...Annem beni bırakmıştı" kadar sızlatır bence bu gerçek insanın kalbini...

Sevgi tercih kabul etmiyor

Ama hayat hep bir tercihe sürüklüyor insanı.

"Akıp giden günlerimiz" bazen tsunami dalgaları kadar vahşice alıp götürüyor bir şeyleri...

İnsan, kollarının direnme gücü tükendiğinde vazgeçiyor bir şeylerden...

Bir tercihte bulunuyor...

Ya annesini seçiyor ya da karısını.

Ya karısını seçiyor ya da sevdiğini.

Ya sevdiğini seçiyor ya da çevresini...


***

O vahşi sular alıp götürüyor bir şeyleri.

Kuşandığımız, takındığımız, bir yerlere tıkıştırdığımız ne varsa çekip alıyor. Bir can, bir de ten kalıyor çıplak...

İşte o zaman ağlayıp ağlayıp susuyoruz. Bulduğumuz bir tahta parçasına tutunuyoruz...

Uzanan elleri ya da sulara bırakanları unutmuyoruz hiç...

O "tercihler" bir yerlere çörekleniyor...

Ve bir gün bir başka kişisel tercihin sebebi oluyor...

İclal AYDIN
 

MeRciMeK

V.I.P
V.I.P
İçimizin karanlık odaları



Kimse girmesin oralara …
Kapıları ağır büyük ve kilitli olsun …
Kimse görmesin o zavallı ;korku ve endişe yüklü büyümemiş ,erken yaşlanmış yüzümüzü …
Eskimiş ,sararmış ,solmuş , üzeri eski çarşaflarla örtülmüş utançları …
Hataları yalanları pişmanlıkları ,zamansızlıkları ,zaafları …
Ortalama olma ,ortalama yaşama ,uzlaşma kaygılarımız …
Vazgeçişlerimizi ,kaçışlarımızı ,kaçırdıklarımızı …
Yok saydıklarımızı,görmezden geldiklerimizi ,es geç tiklerimizi…
Kimse ! kimse görmesin bütün bunları .
Anlatılmayan ,anlatılmayacak olan ,suskunlukla boyanmış bütün anıları …
Bir gün gelip ansızın açılıveren ,o kimsenin onaramayacağı yaraları …
Bir kederi…
Hiç kimsenin orda olduğunu ,orda öylece kala kaldığını hiçbir zaman anlayamayacağı …
Bir kalbin açıklanması güç ,çözümü imkansız tek başınalığını…
Bir durum ki su vermeyi unutmuş birileri …
Bir hal ki , istasyonun birinde hep “gelecek “treni bekleme ses isliği …
Kimse görmesin o içimizdeki karanlık odaları … yok saysınlar içimizdeki o çaresiz gölgeyi … kapıları kilitli kalsın hep …
Kapıları büyük olsun hep …
Zamanın durduğu hatırlamanın koca bir çığı yerinden kopardığı …
Bütün bir ömrün en zavallı “toplamı”…
Karanlık odaları dört duvarın hapsedilmiş bir “unutkanlık”…uykular arasında bir şarkının ortasında,aynada bir yağmurlu bir öğle sonrasında …”oradayım ben bıraktığın yerde ,o karanlıkta “diye fısıldayan … Ah ,kimse bilmesin o odalara bıraktıklarımızı… yüzleşmektir aslında en zoru ,birinin o odanın kapısını açmasından sonrası …
Ne çokmuş meğer bir ömrün saklanan kısmı …eğer herkesin varsa bir karanlık odası ,o odanın aşkına bir dakikalık saygı duruşuna susmalı … susmalı
Bir başka karanlık odaya karşı …


İCLAL AYDIN
 

MeRciMeK

V.I.P
V.I.P
KADIN ERKEK VE EVLİLİK


Kadını kendisine sıra dışı gelen güzelliği yüzünden ayırır erkek diğerlerinden. Bir şekilde başkası gibi değildir ve bu yüzden ona âşık olur.

Burnu, göz kapakları, elleri, dişleri ya da belki ten rengidir ilgisini çeken.

Sonra kişisel özelliklerine takılır kafası: Kahkahası, durgunluğu, düşünce biçimi, becerisi ya da beceriksizliği, dişiliği veyahut çocuksuluğu hoşuna gitmeye başlar...

Derken kokusunu keşfeder.

Banyodan yeni çıkmış ıslak halini, sabah uykudan kalktığında gülen şiş gözlerini, makyajsız cildini, ojesiz tırnaklarını sever...

Evet, o asla başkaları gibi değildir.

Bu yüzden "erkeğin sevdiği" kadın olur.

Sonra kendisine gösterilen minicik, küçücük güzel şeyler yüzünden sevmeye başlar kadın erkeği.

Sevilmenin tadını da alır erkek böylece...

Sevdiği tarafından sevilmek gibisi yoktur zaten...

Ama sevilmeye, çok sevilmeye başlayınca tuhaflaşır insan bünyesi...

Her ruh çok sevilmeyi kaldıramaz.

Ve kadın sevmeye başladı mı, kendini kaybeder...

Sevdiği erkeğin hayatını ele geçirmeye başlar. Başlangıçta erkek için de hoş bir durumdur bu. Üstünü başını toparlayan, evini çekip çeviren, önüne düzenli olarak yemekler koyan, kusursuz bir huzur sunan kadının bu sahiplenmesi muhteşem gelir erkeğe.

Muhtemel bir savaş alanından ne kadar da uzak görünmektedir o konforlu ilişki başlangıçta.

"Seni çok seviyorum" diyen, hastayken ateşine bakan, bir demet çiçekle çıkıp gelen, gün içinde arayıp soran erkeğin bu ekonomik sevme stili karşısında "sevmeyi" abartır kadın.

Adamın gardırobunu düzenleyerek başlar işe; sonra beynini, yıllık plânını, arkadaş ilişkilerini düzenleme isteğiyle devam eder...

Mutfakta birikmiş bulaşıkları yıkar gibi erkeğin telefon defterinde de bir temizliğe girişme isteğiyle dolup taşar...

Çünkü bu arada karşılıklı tavizler verilmiştir. Erkek o güzellikten rahatsızlık duymaya başlamıştır. En azından saç renginin daha "normal", tırnak boyasının kırmızı olmamasını, mümkünse pantolonların bol, eteklerin uzun olmasını ister. Mesai saatlerine, iş yeri başarılarına, bazı dul ve bekâr kız arkadaşlara, eski dostluklara, geleceğe dair kişisel plânlara gıcık olmaktadır.

Kısa küskünlükler, uzun suskunluklara dönüşür... Uzun suskunluklar küçük arızaların büyümesine sebep olur.

"Neden herkes sıradan bir huzur yaşarken bu ilişkide sıra dışı bir bozukluk var" sorusu hep havadadır artık.

Beraberlik standart bir kümese dönüşür.


İki taraf da birbirlerinin güzel, farklı, olağanüstü her özelliğini yolup atmak ve bu standart kümeste iki büklüm yaşamak için dövüşmeye başlar. Dövüşürler, didişirler ve kümesin tellerinde bir delik açabilen dışarı kaçar...

Sonrası ise hepinizin bildiği hikâye...

Sevmenin bir zamanı, stili ve standardı yok. Artık biliyorum!

Bence çıkarılıp bırakılmış bütün renkli tüyleri, taşları yeniden takıp takıştırıp, sıra dışı delilikler yaşamanın zamanıdır...

Bir daha kimsenin hayatını ele geçirmeye kalkmadan sevmeyi öğrenmenin ve de...

İclal Aydın
 

MeRciMeK

V.I.P
V.I.P
İnsan kalbi bir dar alan


Unutulması en zor anılar hangileridir? Annesinin dayak yediği bir gece vaktini mi unutamaz insan? Yanıbaşında vurulan arkadaşının son bakışını mı? Gece uyurken yakalandığı depremi ya da baskını mı? Ellerine kelepçe geçirilen anı mı? Boşanma kararını imzaladığı dakikayı mı? Göğsüne yapışan bebeğin o ilk damak baskısını mı? Sağ çıktığı bir trafik kazasından sonra ön koltuktan savrulan adamın sahibinin ölümüne inat çalışmakta olan saatini mi? Evlat acısının haberini aldığı anı mı? Gidenin dönmeyeceğini öğrendiği akşamı mı? Neyi hiç unutamaz bir insan? *** "Geceleri acıyla daldığım uykudan acıyla uyanıyor ve onu düşünüyordum. Bitmeyeceğini sanıyordum bu kederin. Sabah olsun diye bekliyordum. Yastık bir dikenli toprak oluyordu. Dayanamam diyordum. Ben buna dayanamam. Aklımı yitiririm... Sonra sabah oluyordu. İnsanlar uyanıyor, sokaklarda yürüyor, caddelerden hayat akıyordu. Yağmur yağıyor, yağmur duruyor, sucular evlere su taşıyor, balkonlardan örtüler çırpılıyordu. Çocuklar okula gidiyor, okuldan dönüyor, oyun oynuyorlardı. Akşam oluyordu yine. Yine yanıyordu everin ışıkları. Bana inat hayat devam ediyordu. Beni hiç iplemeden, beni kenara iterek, beni öğüterek, un ufak ederek sürüyordu hayat. Mutfaklarda yemekler pişiyor, televizyon başında diziler izleniyordu. Birileriyle dalga geçiyordu radyoda bir DJ... Bilmediği bir kederi biliyormuş gibi anlatıyordu bir başkası. Geceleri acıyla uyanıyordum acıyla daldığım uykudan. Bitmeyeceğini sanıyordum... Bittiğinde belki de en çok ben şaşırdım..." *** Hiç unutamam sanıyor insan... Ve üstelik bin kez yaşasa da benzer karanlığı, bir daha olmaz sansa da oluyor işte. Geçenlerde bir akşam, bir yemek masasında, yemeğin sonunda, kahveler içilirken artik "unutuyor insan" demek istedim... Bir fark ettim ki unuttuğumu bile unutmuşum... Nasıl bir silindir bu üzerimizden geçen? Nasıl dar bir alandır insan kalbi sadece en unutulmazı içine alan? Neyi unutmak zor gelir insana? Bir sevinci mi yoksa bir "zehiri" mi? Çoğu gidiyor ama bunu biliyoruz en azından...

İclal Aydın
 

MeRciMeK

V.I.P
V.I.P
Vaat


Sana kan ter ve gözyaşı vaat ettim.

Ucu bucağı tükenmeyen acıların, korkunç kavgaların, anlayışsızlıkların ve
İlgisizliklerin kucağında isyanlar vaat ettim.

Sana monotonluk vaat ettim.
Her aksam isten yorgun donup pijamalarımızı giyerek televizyonun başında kös
Kös oturmayı vaat ettim.

Sana sonsuz çaba vaat ettim..
Hastalandığımda işini gücünü bırakıp sabahlara kadar bana hastanede refakat
Etmeni vaat ettim.

Bir kazada bütün vücudum yandığında, ya da felç olduğumda, bir omur boyu
Beni sırtımda taşımanı vaat ettim..

Sana yalnızlık vaat ettim...
Hayatımı kazanabilmek uğruna seni ihmal edip yalnız bırakmayı, ya da
Atlatamadığım bunalımlarda tek başıma kafamı dağıtmaya gidip beni merak
Etmeni vaat ettim..

Sana ihanet vaat ettim..
Zaman zaman yanılgılara düşüp bir gençlik hasretiyle başka kadınlara aldanıp
Seni aldatmayı vaat ettim..

Sana sıradan bir hayat vaat ettim..

Sana ask, gelecek ve sadakat vaat ettim...

Kavgamız ne olursa olsun yatağa girmeden barışabilmeyi, haklı olsam bile
Hiç birşeyin senden değerli olmadığı için kavgaya değer olamayacağını
Vaat ettim..

Acın ne olursa olsun asla benimkinden çok olamayacağını, çünkü
Benim için en büyük acının senin acı çekmen olduğunu vaat ettim.
gerektiğinde
Anlamasam bile bana anlatamayacağın hiçbir şey olmadığını vaat ettim..

Bana
Öğretemeyeceğin hiçbir şey olmadığını...

Seni daha iyi yaşatabilmek uğruna çalışmaktan bitap düşmüşken sana ilgimi ve şefkatimi gösteremediğim
Zamanlarda bile beni senden başka hiç birseyin ilgilendirmediğini ve seni
Asla ilgisiz bırakmayacağımı vaat ettim.
Tanrıya isyan etmektense bana isyan
Etmeni, sana günah yazılmasındansa, senin isyanını sineme gömmeyi
Vaat ettim...

Televizyonun başında kös kös otururken bir anda hatamın farkına varıp
Seninle gecenin bir yarısı karlarda dolaşmayı vaat ettim...
Ve ilgisiz olan Sensen, beni karlarda dolaştırmadığın için sana asla gücenmemeyi
Vaat ettim...

Sana senin için yaptığım hiç bir şeyin çaba olmamasını vaat ettim..
Sabahlara kadar başında beklemenin, bütün fiziksel özelliklerini
Kaybettiğinde seni taşımanın ya da mahvolmuş vücudunla sevişmenin seninle
Karlarda dolaşmaktan farksız olmamasını vaat ettim.

Sana beklemeyi vaat ettim...
Beni ne kadar yalnız bırakırsan bırak. Benden ne kadar kaçarsan kaç... Ne
Kadar çalışırsan çalış, ne kadar kendi yalnızlığınla baş başa kalabilmek için
Gidersen git, seni hep beklemeyi dünyayı sen geri döndüğünde senin bulmak
İstediğin gibi toparlamayı vaat ettim...

Sana tutku vaat ettim...
Bir gün beni terk etmeden bir başka erkeğin kollarına atıldığında senin için
Savaşmayı ve geri döndüğünde seninle karlarda dolaşmayı vaat ettim.

Sana birlikte ölebilmeyi vaat ettim... Ne yaşanırsa yaşansın 50 yıl sonra
Birimiz ölürken yanında buluna diğerine "senin yanında ölmekten başka ne
Dileyebilirdim ki tanrımdan" deyip huzur içinde ölmeyi vaat ettim.

Sana sadece ikimizin yapabileceği bir şey yapmayı vaat ettim. Neslimizi ve
Askımızı devam ettirecek bir insan dünyaya getirmeyi vaat ettim... Sana en
Değerli varlıklarına babalık yapmayı vaat ettim...

Sana sıradan bir ask vaat ettim...



İCLAL AYDIN​
 

MeRciMeK

V.I.P
V.I.P
Her İnsan Öldürür Gene De Sevdiğini

Sahnedeki Hürrem gözlerini kırpmadan ama kederle cevap verdi gençliğine: "İnsan sevdiğini öldürür."
Kısa bir sessizlik asılı durdu aralarında...


Sahnedeki Hürrem'lere yazarın hünerle söylettiği keskin, acı, serin, sıcak, irkilten, inandıran kelimelerin sihrine kapılmış, gözümüzü kırpmadan izliyorduk: "insan sevdiğini öldürür" dedi Hürrem, gırtlağından çıkan son nefes gibi sesle. Bir ihtirasın rüzgârı önüne katmış sürüklerken Hürrem'i, o, rüzgârla dans eden bir kadın hikâyesi anlatıyordu. "İktidar'ı, en çok isteyen değil iktidarla baş etmesini bilenler elde eder" diyordu. "Ben bu sarayın koridorlarında içimden onlarca kadın çıkarmayı ve o kadınları saray halkına inandırmayı öğrendim" diyordu. "Gökyüzündeki onlarca yıldızın arasında Ay olmak da vardı, bir gün bunu anladım" diyordu...



---
Kendiniz olmaya başladığınız yıllardan kalma bir isim, bir gün bir yerde "başansıyla" karşınıza çıktığında tatlı bir mutluluk, tuhaf bir gurur duyarsınız, herkese bunu söyleme isteği içinde. Benim için o isimlerden biri, yukarıya aldığım satırların yazan Özen Yula. Ben üniversite birinci sınıftayken hayranlıkla dinlediğimiz, yüksek lisansını yapan bir "edebiyat ve tiyatro delisi"ydi. Kitaplar, oyunlar yazdı. Ödüller, ödüller aldı. Yıllarca daha vitrindeyken sevdim yeni çıkan her kitabını.


Geçtiğimiz hafta "artık İstanbul'da tiyatroya gitmek istemiyorum" dedim kulağına. Gerekçelerimi sıraladım. Dinledi, hak verdi çoğuna ama her zamanki o ağırbaşlı ve zarif haliyle "Seni Gayriresmi Hürrem'e. davet ediyorum. Seyret, sonra konuşuruz" dedi...



---
Sahnedeki iki kadının; Rozet Hubeş (nasıl tadına doyulmaz bir olgun, oturmuş oyunculuktur o) ve Şebnem Köstem (genç, belli ki çoook çalışkan, tempolu, çok yetenekli; umut, gelecek, enerji dolu, harika) yaptıkları benim için çok önemliydi; Ayşenil Şamlıoğlu'nun muhteşem yönetmenliği ve Feyza Zeybek in tasarımlarıyla "tiyatro yaşar" diyorlardı. Bunu tam üç sezondur söylüyorlar.


Oyundan sonra soğuk bir sonbahar gecesine çıktık. Özen'e sanldım sevgiyle, gurur ve gıptayla... Karşıya geçerken "İnsan sevdiğini öldürür" diye mırıldandım... Özen bana bakıp "Oscar Wilde" dedi. İyi dize hayatta çok kez yerini bulur...


Eve geldim, bilgisayanmı açtım ve Oscar Wilde'ın daha önce okumadığım o şiirini buldum. Diyordu ki:


"Bu böyle bilinsin herkes tarafından, Kiminin ters bakısından gelir ölüm, Kiminin iltifatından, Korkağın öpücüğünden, Cesurun kılıcındanl"


Gözlerim biber dökülmüş gibi yanıyor yorgunluktan. Gece yansı, tarihin içinden bir kadına söyletilmiş "bugünün cümlesi" kafamı kurcalıyor. Bir daha, bir daha okuyorum. "Kimisi aşkını gençlikte öldürür, Yaşını başını almışken kimi; Biri Şehvet'in elleriyle boğazlar, Birinin altındır elleri"


Yatak odamda, makyaj masamda okuyorum bu satırları. Az önce aynaya baktim. Düşündüm; kaç kişiyi öldürdüm acaba? Ya da kaç kişi öldürmüştür beni, kaç sabah? "Yumuşak kalpli bıçak kullanır Çünkü ceset soğur hemen"


Sabah olmak üzere. Etkisi soğumadan yazayım istedim. Anladım ki hayatta kalma çabasının ötesinde bir çırpınış bizimkisi... Nefes almak için insan sevdiğinin nefesini çekip alıyor ciğerinden. Gözlerim yanıyor. "Kimi pek az sever, kimi derinden, Biri müşteridir, diğeri satıcı; Kimi vardır, gözyaşlarıyla bitirir isi, Kiminden ne bir ah, ne bir figan: Çünkü her insan öldürür sevdiğini"


Oyundan sonra bir masada oturuyorduk. Özen birden "uzun bir yol var önünde; bil, gül ve inan" dedi. Yazar bazı cümlelerin karşısına diyalog yazmaz. Yönetmen yorum ister oyuncudan. Bazen "Bir bakış yeter her şeyi anlatmaya." Sadece baktim. "Oyundaki ince işçilik beni bitirmiştir" dedim. Güldü.


Peki ne diyor Oscar Wilde şiirin sonunda? Hep yaşadığımız gerçeği:


"...Gene de ölmez insan." Siz kaç kere öldüm sandınız?


İclal Aydın
 
Top